Ana Sayfa 5. Sayı Bir sarı hayalin peşinde: Endemik Anadolu yabankoyununu ziyaret

Bir sarı hayalin peşinde: Endemik Anadolu yabankoyununu ziyaret

526

Anadolu yabankoyununu (Ovis gmelini anatolica) çok sevdik. Sizlere onlardan selam getirdik. Erkekleri resimlerinde göründükleri kadar yakışıklı ve görkemli, dişileri ise tahmin edemeyeceğiniz kadar narin, ürkek ve tezcanlı; tıpkı Anadolu insanı gibi. Koklayacak kadar yaklaşamadık, onun yerine mis kokulu Bozdağ bitkilerini içimize çektik. Ciğerlerimizde çiçeklerin kokusu, hafızamızda ise boz- sarı dağ perilerinin görüntüsü…

Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği’nin 2004 yılı eğitim faaliyetleri kapsamında, endemik Anadolu yabankoyunlarının 26 Mayıs 2004 tarihinde ziyaret edilmesi planlanmıştı. Hepimiz mevsimin bu en güzel zamanında kendimizi geziye hazırlamışken, Yaban Koyunu Üretme Sahası’ndan bir haber geldi: Bu yıl mevsim soğuk geçtiğinden koyunlar geç yavrulamışlardı. Daha yeni yavrulamış koyunları rahatsız etmemek amacıyla, gezi 20 Haziran’a erteleniyordu. Demek ki Anadolu yabankoyunları doğumlarını iklim şartlarına göre geciktirebiliyorlardı. Eee ne de olsa endemikti onlar; Anadolu’nun ekosistemini onlardan daha iyi tanıyan başka hangi memeli olabilirdi ki. Daha görmeden şaşırtmaya başlamıştı bizi Anadolu koyunları.

Çiftleşme dönemleri dışında bu türün erkek ve dişilerinin ayrı sürüler halinde dolaştıkları, dişi, yavru ve genç erkeklerin yetişkin erkeklerden ayrı sürüler oluşturdukları da bilinen ilginç özelliklerden biriydi. Bizim bildiğimiz evcil koyunlar dişi-erkek ayrımı olmaksızın dolaşırlardı. Evcil koyunun atası olduğu tahmin edilen Anadolu koyunlarının bu davranışı, Neolitik Çağ’da evin reisliğine soyunan büyükannelerin sosyal ve ailevi fonksiyonuna ne kadar da çok benziyordu. Ne de olsa Anadolu yabankoyununun yaşadığı Bozdağ, Çatalhöyük’ün tam karşısındaydı; doğayı izleyerek doğa tabanlı inançlar geliştiren arkaik Anadolu halkının bu inancını oluştururken Anadolu yabankoyununun davranışından etkilenmemiş olması düşünülemezdi. Nitekim Çatalhöyük kazılarında çıkan koç boynuzları, koyunların Neolitik Çağ kültürünün merkezinde olduklarını göstermekteydi.

Sapsarı ve boz bir dağ: Bozdağ
Yaklaşık 4 saatlik yolculuğumuzun sonunda Yaban Koyunu Üretme Sahası’na yaklaşmaya başladık. Uzaktan Bozdağ’ı çevreleyen koruma çitlerini görebiliyorduk. Tarımsal faaliyetler, çitlerin dibine kadar ilerlemişti. Çitlerin içinde kalan koruma bölgesinin bitki yapısının zenginliği hemen göze çarpıyordu. Çitlerin dışında korunmayan alanlardaki aşırı otlatma, bitki yapısını oldukça tahrip etmişti. Nitekim koruma alanı dışında yaşadığı bilinen 100 kadar yabankoyunu topluluğunu tehdit eden en önemli faktörlerden biri, tarımsal faaliyet ve evcil koyunun rekabetiydi. Alanın korunması, burayı flora ve fauna açısından bir vahaya dönüştürmüştü. Dağın üst kısımları anakayadan dolayı boz, etekleri ise sararmış ot ve sarı çiçekli bitkilerden dolayı sarı renkteydi.

Koruma alanına girdiğimizde floristik zenginlik bizi şaşkına çevirmişti. Daha önce resmini sadece kitaplarda gördüğümüz endemik Phlomis armeniaca adlı sarı renkli  cabla bitkisinin, ortamın sarı renginde önemli bir katkısının olduğunu gördük. Buralara sanki sihirli bir el dokunmuş, bütün canlıları bir anda endemik yapmıştı. Endemik cabla bitkisi koyunlar tarafından yenmediğinden, oldukça yoğun öbekler oluşturmaktaydı. Bir öbeğin yanına yaklaşıp kokladım. Hayatımda böyle bir koku hiç duymamıştım; gülle adaçayı kokusunun karışımına benzer muhteşem bir koku… Artık yabankoyunlarının ekosistemini sadece gözleyerek değil koklayarak da anlamaya çalışıyorduk. Ayrıca koruma alanındaki açık sarı renkli adaçayı (Salvia) öbeklerinin mis kokularını içimize çekmeden de  edemedik. Kekik kokuları ise nasıl anlatılabilir?  Aklıma takılan soru şuydu: Böyle bir ortamda yaşayan endemik koyunlarımız acaba nasıl kokuyorlardı?  Mis gibi kokuları olan memeli hayvanları bilen birisi olarak bende, böyle doğal ortamda yetişen Anadolu koyununun kokusu, herhalde hep uzak bir özlem olarak kalacak.

Yabankoyunlarıyla karşılaşma
Alanı gezmeye başladığımız öğle saatlerinde, ilk rastladığımız memeli türü hiç tahmin etmediğimiz tilkiydi. Onun rengi de ortama uygundu; boz-sarı. Sonra bir tavşan gördük; boz renkli idi o da. Bir su başına geldiğimizde iki anne koyunu birer yavrusuyla su başında bulduk; hızla kaçıştılar. Artık endemik bir maceraya başlamıştık. Yüksek bir kayanın üzerinde yavrusuyla birlikte yatarak çevreyi seyreden anne koyunla uzun uzun bakıştık. Sonra Bozdağ’ın zirvelerinden birinde aracımızdan inerek yaklaşık 5 km uzunluğunda bir alanda yürüyüş yaptık. Her yanda Anadolu koyunları vardı. Bozdağ zirvesinde bir koyunun kafa iskeletini gördük. Kendilerine 100 metreden daha fazla yaklaşamamıza rağmen, gezimizin son dakikalarında genç bir koyunla sarp bir noktada 50 metreden göz göze geldik. Yaklaşık 20 saniye birbirimize bakıştık. İçimden “Aman sakın kıpırdama” diyerek, çarçabuk fotoğraf makinemi çıkarmaya çalışırken, o kaş ile göz arasında kaybolup gidiverdi.

Anadolu koyunlarımızın sayısı bugün 1000 dolayındadır. Bozdağ, onlara artık dar gelmekte. Anadolu yabankoyunlarımızı tehdit edebilecek unsurlardan biri, aynı ortamda yaşayan bireylerin sürekli birbirleriyle çiftleşmeleri sonucunda genetik açıdan zayıf bireylerin ortaya çıkması, bunun da ileride ortaya çıkması olası salgın bir hastalıkta populasyonu yok etme ihtimali. Bu yüzden Anadolu’nun başka yerlerindeki ekosistemlere yeni toplulukların yerleştirilmesi düşüncelerinin olduğu, ancak bunun henüz hayata geçirilmediği de biliniyor.

Sonuç olarak biz Anadolu yabankoyunumuzu çok sevdik. Sizlere onlardan selam getirdik. Erkekleri resimlerinde göründükleri kadar yakışıklı ve görkemli, dişileri ise tahmin edemeyeceğiniz kadar narin, ürkek ve tezcanlı; tıpkı Anadolu insanı gibi. Onu koklayacak kadar yaklaşamadık, onun yerine mis kokulu Bozdağ bitkilerini içimize çektik. Ciğerlerimizde çiçeklerin kokusu, hafızamızda ise boz- sarı dağ perilerinin görüntüsü…

Önceki İçerikGazali’nin modern versiyonu: Yaşar Nuri Öztürk ve misyonu
Sonraki İçerikUygarlıkla semiren bir hastalık: Alerji