Ana Sayfa 5. Sayı İnsan Bilimleri ve Felsefe Sempozyumu’ndan izlenimler

İnsan Bilimleri ve Felsefe Sempozyumu’ndan izlenimler

Forum

261

Maltepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Psikoloji ve Felsefe Bölümlerinin, Prof. Dr. Betül Çotuksöken’in başkanlığında düzenlediği “İnsan Bilimleri ve Felsefe Sempozyumu” 4-5 Haziran 2004 tarihlerinde Maltepe Üniversitesi’nin Marmara Eğitim Köyü’ndeki Yerleşkesi’nde gerçekleştirildi.

Sempozyumun ana başlığı, “Değişen Dünyada İnsan ve Sorunları”ydı. Açılış ve kapanış oturumuyla altı ana oturumdan oluşan sempozyumun önemi, disiplinlerarası bir bakışı ve bu bağlamda zihinleri buluşturmasıydı. Oturumların başlıkları belirli bir sistematik içinde düzenlenmişti. Ayrıca her oturumda bir filozof, bir psikolog ve bir antropolog yer almıştı. Disiplinlerarasılığın gittikçe önem kazandığı günümüzde, ülkemiz açısından bakacak olursak,  bu türden sempozyumlar bilindiği gibi pek sık yapılmıyor.

Her şeyin her şeyle ilişkili olduğu dünyada, iletişimin de hızla yayılması sonucu insan ve sorunları da hızla küreselleşmekte. Dünya sorunlarını da tümüyle neredeyse insanın sorunları oluşturmaktadır. Oturum başlıkları bunu açıkça gösteriyordu: İlk oturumun başlığı “Değişen Dünyada İnsan ve Sorunları”ydı. Prof. Dr. Mücella Uluğ’un (Maltepe Üniversitesi, Psikoloji Bölümü Başkanı) sunumunda özellikle dikkat çeken nokta, doğadaki değişimlerin insanın hem fiziksel, hem zihinsel yönünü de değiştirdiğini dile getirmesiydi. Prof. Dr. Uluğ’a göre insanların yaşadıkları doğal ortam onları tümüyle etkilemektedir.

Ekolojik faktörlerin önemine değinen Prof. Dr. Mike Little da ( Binghamton Üniversitesi) Kenya’da Turkana bölgesindeki yerlilerle yaptığı bir araştırmayı ve sonuçlarını aktardı. Little’a göre araştırmadan çıkan en önemli sonuçlardan biri, ekolojik koşulların insan ilişkilerinde belirleyici etkileri olduğu. Ayrıca, Little’a göre kuraklık yüzünden yeterince iyi beslenemeyen insanlar pek çok hastalığa yakalanmaktaydılar. Bu yüzden Turkana bölgesinde yaşayan yerliler senede on beş kez yer değiştirmek zorunda kalıyorlardı. Bunun yanı sıra, kaynakların kıtlığı da kabileler arası çatışmalara yol açıyordu.

Konu, insan ve sorunları olunca nereden bakarsak bakalım, konunun insan haklarında düğümlendiği, insan haklarıyla ilgili olduğu ortaya çıkıyor. Bu sempozyumda insan hakları savunucusu bir filozofun, Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin (Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı) son derece etkileyici sunumu, yaşadıklarımızı bir kez daha düşünme konusunda uyarıcı oldu. Kuçuradi’nin üzerinde önemle durduğu konu; değişen dünyada ortaya çıkan sorunlarla birlikte insana ilişkin değerlilik anlayışının da değişmesiydi. Dünya sorunlarının hızla artması, izlenen ulusal politikaların yanlış olduğunu ortaya koyuyordu. Marjinal grupların artması sosyal adaletsizliği de pekiştiriyordu. Çevre kirliliği, doğal kaynakların hızla yok edilişi vb. izlenen ulusal politikaların yanlışlığını bir kez daha göstermekteydi. Kuçuradi son elli yılda insan dünyasının olumsuzluklar yönünden değişmeden kaldığına dikkat çekti ve “gelişme” kavramına ilişkin yanlış anlamaların günümüzde nelere yol açtığına somut örneklerle işaret etti.

Oturumun üçüncü konuşmacısı Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın (Koç Üniversitesi, Psikoloji Bölümü Başkanı) belirlemelerine göre, sorunların keşfinde ve çözümünde önemli bir işlevi olan  psikolojinin yeniden konumlandırılması gerekmektedir. Sağlıklı bireyin var olmasının koşullarının araştırılması gerektiğine ve özerk-ilişkisel benlik kavramının felsefi etikle bağlantılı olarak işlevsel hale getirilmesine dikkat çeken Kağıtçıbaşı, disiplinlerarası yaklaşımın çok iyi bir örneğini gözler önüne serdi.

İlk günün ikinci oturumunun başlığı “İnsan Bilimlerinin ve Felsefenin İnsana Bakışı”ydı. İnsan bilimleri ve felsefenin tekil bir kavram olmadığına vurgu yapan Prof. Dr. Doğan Özlem, ( Muğla Üniversitesi, Felsefe Bölümü Başkanı) felsefenin temel konu ve disiplinlerinin insana bakışını aktardı. Pozitivizmin eleştirisini ve pozitivist söylemin insan bilimleri ve felsefeye nasıl baktığını örneklerle açıkladı. Bu bağlamda insan bilimleri, sosyal bilimler ve tin bilimleri deyişlerinin hangi yaklaşım ve kuramların mirasçısı olarak görülebilecekleri hakkında tarihsel ve içeriği zengin belirlemelerde bulundu.

Her kültürün kendi iç dinamiklerine göre farklı değerler aldığını belirten Prof. Dr. Akile Gürsoy da (Yeditepe Üniversitesi, Antropoloji Bölümü Başkanı) antropolojinin yeniden konumlanma çabasında olduğuna dikkat çekti. Antropolojinin değişen insana yönelik olarak yeni işlevler edinmesinin gereği üzerinde durdu.

Bilimlerin insan anlayışı veya başka bir ifadeyle hangi insan anlayışını temel alarak insanı inceledikleri, hiç kuşkusuz o bilimlerin hangi amaçla iş gördüklerini anlamak açısından önem taşımaktadır. Bu konuda Prof. Dr. Adnan Ziyalar da (Maltepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü) günümüzde psikolojinin insana nasıl baktığını ve insanın şu anda nasıl bir ruhsal yapıya sahip olduğunu humor dolu bir dille aktardı. Vurgulanmak istenen en önemli nokta, insanın giderek artan toplumsal sıkıntı içinde “varoluşunu kaybetmekte olduğu”ydu. Ziyalar, bu noktada psikoloğa düşen görevin canlı-cansız arasında bozulan dengeyi yeniden kurmak ve korumak olduğunu belirtti.

Tüm bunlar elbette insan bilimlerinin ve felsefenin üzerine düşen sorumluluğu bir kat daha arttırmaktadır. İşte üçüncü oturumun konusu da “İnsan Bilimleri ve Felsefede Yeni Sorun Odakları”ydı. Prof. Dr. Nesrin Şahin (Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Psikoloji Bölümü); Doç. Dr. Suavi Aydın (Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü) ve Dr. Mustafa Günay’ın (Çukurova Üniversitesi Eğitim Fatkültesi Felsefe Grubu Eğitimi Bölümü) katıldıkları oturumda yine çokdisiplinli bir atmosfer vardı.

Değişimin olduğu her yerde stresin de olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Şahin, insanın stresle baş edebilmesi için değişime karşı nasıl konumlanması gerektiği üzerinde durdu. Şahin, insanın bilinçsiz boyun eğişten vazgeçmesinin gereği üzerinde durdu. Çok yönlü düşünmenin, yaratıcı kişiliğin, kendinin ve diğerlerinin farkında olmanın insanın kendini gerçekleştirmesinin gerekli koşulu olduğunu vurguladı.

Bu noktada insana verilen değerlilik anlayışının önemine dikkat çeken Doç. Dr. Aydın, antropoloğun kavramları sınamak yerine anlamaya çalışmasının gerekliliğine dikkat çekti. Antropoloğun alanının tarihin dışında olmasını vurgulayan Aydın antropoloğun değişen dünyada insana ilişkin değerlilik anlayışının bir kez daha sorgulanması gerektiğine işaret etti.

“Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Nasıl bir dünyada yaşamak istersiniz? Bu mümkün müdür?” sorularıyla sözlerine başlayan Dr. Günay, dinleyicileri de etkin kılma yoluyla canlı bir tartışma ortamı yarattı. Bu sorulara verilen cevaplar tek bir ortak paydada birleşiyordu: İnsan kendine ait olmadığını düşündüğü bir dünyada/ortamda yaşıyordu. Peki dünya insana ait değilse kime aitti? Günay’ın belirlediği yanıtlar oldukça dikkat çekiciydi: Dünya devletlere aittir: Bir savaş alanı. Dünya şirketlere aittir: Bir pazar alanı. Dünya insanlara ve diğer canlılara aittir: Bir yaşam alanı. Dünyaya ilişkin her sorunun aslında insana ait olduğunu vurgulayan Günay’a göre insan-dünya ilişkisi tarihsel bir yaklaşımla ve ereksellikle değerlendirilmelidir. Günümüzdeki en büyük problemin insanın kendisine ve başkasına insan olarak değer vermeyi unutmuş olmasında gören Günay, diğeri ile ilişkilerimizde etik ve hukukla çizilen sınırların/belirlenimlerin göz önüne alınmayışı, değerlere dayalı bir sınır bilincinin göz ardı edilmesi durumunun söz konusu olduğuna dikkat çekti.

Bu noktada yine sistematik olarak düşünürsek insan bilimleri ve felsefenin hangi yöntemleri geliştirdiğine bakmak gerekiyor. Nitekim dördüncü oturumun başlığı da “İnsan Bilimleri ve Felsefede Yeni Araştırma Yöntemleri”ydi. Prof. Dr. Betül Çotuksöken (Maltepe Üniversitesi, Felsefe Bölümü Başkanı), Doç. Dr. Serdar Atav ( Binghamton Üniversitesi) ve Yrd. Doç. Dr. Işık Gürşimşek (Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü) bu oturumda insan bilimleri ve felsefenin yöntem açısından yeni konumlanışı, yapılan araştırmalardaki etik sorunlar ve eğitimin yeni yüzü konularında içeriği yoğun bildiriler sundular.
Prof. Dr. Çotuksöken, düşünme ve bilgi biçimi olarak felsefeye yönelerek, felsefenin hem çözümleme, tutarlılık arayışı ve farklı usavurma bağlamında gerçekleştiğine, hem de söylemsel olduğuna işaret etti. Bir biçim, bir form, bir kap olarak felsefenin yaratıcısına, üreticisine göre farklılaştığını belirtti. Felsefenin yöneldiği alan olarak insan ve toplumbilimlerinin önemine değinen Çotuksöken, bu alanların aynı zamanda felsefenin bir bilgi olarak kendini kurarken yararlandığı alanlar olduğunu belirtti. Bilgi bağlamlarında çağımızda yaşanan karmaşayı felsefenin gidereceğine işaret eden Çotuksöken, felsefenin kültür kavramına yönelişinin, tek tek kültürel oluşumlara ilişkin tutumunun, özellikle insan bilimleriyle olan ilişkilerinin, karşılıklı bağlılık kavrayışı içinde ele alınmasının gerekliliğine dikkat çekti.

Hızla değişen dünyada, kuşkusuz teknolojik değişimlerin de insanın anlam dünyasını değiştirdiğine tanık olmaktayız. Sanal enformasyonun hızla yaygınlaşması, insanlararası ilişkilerin de bu ortamda mümkün olabilirliğini arttırmış ve ne yazık ki çağımız bilgi değil enformasyon çağı haline gelmiştir. Bilimsel araştırmalarda kullanılan teknikler değişmiş, insanlık her geçen gün etik sorunlarla karşı karşıya gelmiştir. Bu konuyla ilgili Doç. Dr.  Atav’ın sunduğu bildiri çok ilginçti. Sağlık araştırmalarında denek haklarının etik temelleri üzerine ilkesel yaklaşımlar sunan Atav, ABD’de denek haklarıyla ilgili yeni yasal düzenlemelerin ana niteliklerine somut örneklerle dikkat çekti.

Kuşkusuz yasalar etiğe ne denli uygun olursa olsun, bir toplumdaki eğitim düzeyi ve eğitimin niteliği, söz konusu yasaların uygulanırlığını doğrudan etkilemektedir. Bu konuya dikkat çeken, Yrd. Doç. Dr. Gürşimşek yeni bin yılın eşiğinde eğitimin değişen yönünün her ülkenin kültürel, sosyal ve politik yapısının etkisinde olduğuna dikkat çekti. Bireyin benlik gelişiminin sosyal yeterlilik için temel öğe olduğunu da vurgulayan Gürşimşek, önyargı içeren tutumların, bilişsel, duyuşsal ve davranışsal çerçevede etkili olduğunu örneklerle göstermeye çalıştı.

Beşinci oturumun başlığı, “Yerelleşme ve Küreselleşmenin İnsan Dünyasına Etkileri”ydi. Prof. Dr. Nursel Telman (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Başkanı) Doç. Dr. Kurtuluş Dinçer (Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü) ve Dr. Aytuğ Kolankaya’nın (Yeditepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü) konuştukları bu oturumda yine farklı disiplinlerin düşünsel birikimi bir araya geldi.
Prof. Dr. Telman, küreselleşmeye karşı insanın içinde bulunduğu dünyayı kavraması; dünyaya yön veren insanın kitleleri etkileyebilecek bütünsel bir yaklaşım içinde hareket etmesi, küreselleşmenin sınırlarını zorlayan yerel normların geleceğin normlarıyla bağdaştırılması gereğine dikkat çekti.

Doç. Dr. Dinçer, sözlerine “sosyal bilim ne içindir” sorusuyla başladı ve tarihsel bir açılımla bu soruya yanıt aradı. Dünyada kurulan tüm ilişkilerin yatay bir zeminde gerçekleştiğine dikkat çekti. “Olay”ın adeta ortadan kaldırılmak istendiğine dikkat çeken Dinçer, yaşananların somutluğundan yola çıkarak, her an içinde olduğumuz çarpıklıkları, aksaklıkları zengin felsefi birikimiyle gözler önüne serdi ve günümüzün güç odaklarının, sosyal bilimlerin elde ettikleri sonuçlardan yararlanarak, öndeyide bulunduklarını ve bu yolla egemenlik alanlarını sürekli olarak genişlettiklerini belirtti. Bu belirlemeler, sosyal bilimlerin içinde bulunduğu açmazlara vurgu yaparken aynı zamanda bu bilimlere her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulduğuna da işaret ediyordu.

Küreselleşmenin ne anlam ifade ettiğini antropolojik bir açılımla sunan Dr. Kolankaya, özellikle finans sektörünün en hızlı biçimde büyüyen sektör olduğunu dile getirdi. Küreselleşmenin en önemli etkeninin ekonomik etken olduğunu düşünürsek bu tespit oldukça anlamlıdır. Kolankaya, bunun dışında ülkelerin birey haklarını koruyamadığı durumlarda son derece ürkütücü sonuçlarla karşılaşılabileceğinin de unutulmaması gerektiğine işaret etti.

Altıncı oturumun başlığı ise, “21. Yüzyılda Nasıl Bir İnsan, Nasıl Bir Dünya: Öngörüler”di. Bu oturumda Prof. Dr. Kurban Özuğurlu (İstanbul Üniversitesi’nden emekli),
Prof. Dr. Ali Rıza Balaman (Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi) ve Yrd. Doç. Dr. Tüten Anğ (Maltepe Üniversitesi Sosyal bilimler Enstitüsü) konuşmacı olarak yer aldılar.

Prof. Dr. Özuğurlu Türkiye’nin yaşadığı insan sorunlarının geçmişten gelen sosyal antropolojik kökenleri üzerinde durdu. Ekonomik ve sosyal sorunların medyada sıklıkla tartışıldığını; ancak bu iki kavramın temel bilimsel boyutlarıyla ele alınmadığını dile getirdi.
Prof. Dr. Balaman, “Değişen Dünya ve Biz” başlıklı bildirisinde küreselleşmenin dünyanın giderek küçülmesine neden olduğunu belirterek, önemli olanın, küreselleşmeden yana olup olmamanın ötesinde, bu yeni değişim durumunda nerede durduğumuzu çok iyi bir biçimde anlamamız olduğuna işaret etti. Bu konuda yerelliklere vurgu yapan Balaman, uluslar arasındaki ilişkilerde, ulusal çıkarlarını koruyacak güce sahip kişilikli kültürlerin dünya toplumunun belirleyicisi olabileceklerine de dikkat çekti.

Konumuz “nasıl bir insan, nasıl bir dünya” sorusu olunca elbette önce insanın durumunu sorgulamak gerekiyordu. “Nasıl bir insan” sorusuna yanıt arayan Yrd. Doç. Dr. Anğ yoğun, felsefi içerikli belirlemelerde bulundu. Ona göre, insan her şeyden önce özerk bir varlık olmalı ve kendi kararlarını kendisi verebilecek olgunluğa erişmeliydi. Konuşmacı, insanların araç kılınmadığı, amaç olarak görüldüğü bir dünyanın ancak içinde yaşanabilecek bir dünya olacağını ileri sürdü.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, insanın kendisini kavrayışında, kendisiyle ilgili bilgisinde, çok çeşitli sorunlar olduğu, insanın kendisini bilme konusu yaparken başkalarına da gereksindiği,  bu sempozyumda üzerinde en çok durulan konulardan biriydi. Disiplinlerarası oluşu öne çıkaran bu sempozyumun diğer çalışmalara da örnek olmasını ve bu türden etkinliklerin ülkemizde daha sık yapılmasını diliyorum.

Önceki İçerikKarşılıksız emeğin gücü
Sonraki İçerikBilim Tarihi, Felsefesi ve Sosyolojisi Çalışma Grubu 2. yılını geride bıraktı