Ana Sayfa 13. Sayı Galileo Galilei

Galileo Galilei

1475

Kopernik ve Bruno’dan sonra sıra Galileo’ya gelmişti! Doğru bildiği şeyleri Kilise’nin baskısı altında yadsıması Bertholt Brecht’in tanımladığı gibi, “kınanacak bir durum” muydu? Yadsımayı izleyen yıllarda, öğretilerini gizli olarak yaymayı sürdürmesi, engizisyon karşısındaki yürekliliğini göstermiyor muydu?

Erken 1990’lı yıllarda günlük gazetelerde, “Kilise Galile’yi affetti: Dünya dönüyor”, “Galile 359 yıl sonra beraat etti”, vb. başlıklarda haberler vardı! Bu haberlerin kaynağı, 16. yüzyıl ortalarında başlayan ve günümüzde de sürmekte olan düşünsel devrimin en önemli ürünlerinden birisi olan, Galileo’nun Dialogue Concerning the Two Chief World Systems (Dünyanın İki Büyük Sistemi Üzerine Diyalog) adlı yapıtıdır.

Kopernik

Kopernik, gökbilim kuramının doğruluk ve basitliğinin geliştirilmesi gerektiğine inanan bir gökbilimciydi. Gezegenler gökbilimine getirdiği yeni düşüncelerini 1543 yılında yayımlattığı De Revolutionibus Orbium Caelestium (Göksel Kürelerin Dolanımı) adlı yapıtında topladı. Bu yapıt ağırlıklı olarak matematikseldi ve çizelgelerle doluydu. Çok az sayıda yetkin gökbilimci dışında kimseye bir şey anlatmıyordu. Gezegen devinimlerinde gözlenen bir dizi “anormallikleri” açıklamada yetersiz kalan Batlamyus (Ptolemy) evren modeline bir seçenek oluşturuyordu. Batlamyus evren modelinde Yer’in yerine getirmek zorunda olduğu bir dizi işlev, Kopernik evreninde Güneş’e yükleniyordu. Kopernik’ten önce Yer, gezegen ve yıldız devinimlerinin hesaplandığı sabit konsayı düzeneğini (koordinat sistemi) oluşturuyordu. Kopernik’le birlikte Güneş, yeni konsayı düzeneğinin başlangıç noktası oluyor; Yer, gökyüzündeki özgün konumunu yitiriyor ve diğer gezegenler gibi “ayrıcalıksız” konumuna çekiliyordu.

Ancak Kopernik’in başlattığı bilimsel devrim gökbilimle kısıtlı kalmadı. Kopernik’in gezegen kuramı ve Güneş özekli evren kavramı Ortaçağ’dan çağdaş Batı toplumuna geçişte önemli bir görevi başardı. Bu kuram, insanın evren ve Tanrıyla olan ilişkilerini kökten etkiledi. Din, felsefe ve toplumsal kuram alanlarında ortaya çıkan büyük tartışmaların odak noktasını oluşturdu. Yer’in sonsuz sayıdaki yıldızlardan biri olan Güneş çevresinde dolandığına inanan Kopernik ve yandaşları, dünyanın kozmik çerçevedeki yerini, yine Yer’in Tanrının “yaradılışta” kullandığı özgün bir odak noktası olarak gören düşünceden ayrı düşünüyordu. Bu nedenle Kopernik Devrimi, Batı insanının değer yargılarındaki değişimin büyük bir bölümünü oluşturuyordu. Yaşamı boyunca Kopernik karşıtı olmasına karşın, Tycho Brahe’nin, son derece güvenilir ve doğru gözlemleri, daha sonra Kepler’in gözlemlerinden türettiği eliptik yörüngeler ve gezegen devinimlerinin çözümü, Kopernik öğretisinin gücünü kanıtlıyordu. Ancak bunlardan hiçbiri Galileo’nun teleskop gözlemlerinin yaptığı etkiyi yapamamıştı. Teleskop, gökbilimi yaygınlaştırmıştı; yaygınlaştırdığı da Kopernik gökbilimiydi!

Teleskop

Galileo’nun teleskop gözlemlerine gelen ilk tepkiler oldukça büyüktü. Teleskopla birlikte Kopernikçi evren görüşü yalnızca dar bir gökbilimciler grubunun düşünsel doyum alanı olmaktan çıkmıştı. Bu nedenle yarattığı tedirginlik ve bazılarına göre çekince, daha büyük boyutlara sıçramıştı. Teleskop gözlemleri, kısa bir süre sonra, resmi Katolik muhalefetin Kopernikçi evren görüşüne karşı devinime geçmesi için gerekli dürtüyü vermişti. Teleskop bulguları, çekinceye giren İncil evreninin geçersizliğini, sayfalar dolusu matematikten daha çabuk ve daha açık biçimde sergilemişti.

Galileo teleskopunun, Kopernik evreni yararına sağladığı kanıtlar güçlü olduğu denli tuhaftı! Bu gözlemlerin hiçbiri, Venüs gezegeninin evrelerini sergileyen gözlemler dışında, Kopernik kuramının başlıca savına -Güneş’in özeksel konumda olup, gezegenlerin onun çevresinde dolandığı- kanıt oluşturamıyordu. Bu açıdan bakıldığında teleskop Kopernik’in kuramsal modelinin geçerliliğini kanıtlayamadı. Ancak aynı teleskop, Batlamyus evrenine karşı sürdürülen “savaş”ta son derece etkin bir silah oluşturmuştu: kanıt değil ama propaganda aracıydı!

Fiziksel dünyanın matematikleştirilmesi

Galilei, süredurum yasasını formüle edemedi. Eskiçağ ve Ortaçağ biliminin düzenli Kosmos’undan klasik bilimin sonsuz Evren’ine giden yolun hepsini katedemedi. Bunu başaran Descartes oldu. Yine de Galilei’yi klasik bilimin babası olarak gören geleneksel görüş yanlış değildir. İnsanlık tarihinde matematiksel fizik düşüncesi, daha doğrusu fiziksel dünyanın matematikleştirilmesi düşüncesi ilk kez Galilei’nin (Descartes’in değil) çalışmalarında somutlaştı.

Galilei’nin aradığı doğanın nasıl işlemek zorunda olduğu değil, doğanın nasıl işlediği, hangi nedensel ilişkilere göre işlediği sorusunun yanıtıdır. Buradan hareket eden Galilei’nin tavrı, Descartes’den farklı olarak, saf matematikçi bir tavır değildir. Bu tavır, fiziko-matematikçi bir tavırdır. Galilei bize deneyden yola çıkmaktan söz eder. Ama bu deney, günlük yaşamın dolaysız algılara ve sağduyuya dayalı deneyimleriyle aynı şey değildir. Aristocu ampirizmin ısrarla istediği şey, kuramın temelini ve ana ilkelerini oluşturabilecek deneyimlerdir; Galileici epistemolojinin sunduğu ise bir kuramdan yola çıkılarak kurulmuş olan deneylerdir. Bu deneylerin işlevi, farklı bir yerde temellendirilmiş ilkelerden çıkarılan yasaların fiziksel dünyayı açıklayıp açıklayamadıklarını ortaya koymaktır.

Galilei’ye göre evrenin en temel özelliklerinden birisi de, işleyişindeki basitliktir. Bu basitlik, evrenin genel yasalarına basit fenomenlerin incelenmesi yoluyla ulaşılabilmesini sağladığı gibi (Galilei hemen her zaman bu yöntemi izleyecektir), elde edilen yasaların doğaya uygunluklarının deney yoluyla araştırılmasına da olanak verir. Oysa örneğin Descartes’ta bunun tam tersi sözkonusudur. Bütün cisimlerin birbirine dokunduğu ve boşluğun olmadığı, dolayısıyla da bir cismin hareket etmesinin bütün evrenin hareket etmesi anlamına geldiği. Descartes’ın evreni o kadar karmaşıktır ki, belirli bir fenomenin tek başına ele alınabilmesi mümkün değildir. Doğa yasalarının deneyle uygunluk taşıyıp taşımadıklarına da, dış etkilerin gözardı edilebileceği bir deney düzenlemek mümkün olamayacağı için, kolay kolay karar verilemez. Galilei’nin basit evreninde deney, Descartes’ın karmaşık evrenindekinden çok daha farklı bir yere sahip olacaktır.

Galilei belki Eskiçağ ve Ortaçağ biliminin düzenli Kozmos’undan klasik bilimin sonsuz Evren’ine giden yolun hepsini katedemedi. Ama insanlık tarihinde matematiksel fizik düşüncesi, daha doğrusu fiziksel dünyanın matematikleştirilmesi düşüncesi ilk kez onun attığı dev adımlarda somutlaştı. İnsanlığın bu adımlara paha biçebilmesi ise hiç de kolay görünmüyor.

(Alexandre Koyre’nin “Etudes Galileennes” adlı çalışmasından alınmıştır.)

Engizisyon

İncil’deki evrenbilim öğretisiyle çelişen, bu öğretiyi yadsıyan Kopernikçi görüşler, Katolik Kilisesi’nin 1616 yılında yayınladığı bir kararla “yasak yayınlar indeksi”ne girdi! Ancak Galileo, Kopernik evren görüşünü yaygınlaştırma çabalarını sürdürdü. Bu çabaları, 1632 yılında yayımlattığı, bir Kopernik evren görüşü savunusu olan Dialogue Concerning the Two Chief World Systems adlı yapıtında doruk noktasına ulaştı. Bu çabaya Katolik Kilisesi’nin yanıtı hemen geldi. Bruno’dan istendiği gibi, Galileo’dan da görüşlerinden hemen vazgeçmesi istendi ve evinde göz hapsine alındı. Giordano Bruno,  uzayda ve zamanda sınırsız, başlangıcı olmayan evren düşüncesini benimsemiş ve yaymıştı. Ancak Kopernik öğretisine inandığı için değil, “Baba”, “Oğul” ve “Kutsal Ruh” gibi üç ayrı simgeyi bir tek olguda toplayan Hıristiyan dogmasına (Trinity) karşı çıkan görüşleri nedeniyle yakıldı. Kilise, Bruno’ya karşı suçlamaları kamu önünde yapmadığından Galileo bunu, Kilise’nin Kopernik düşüncesine karşı bir düşmanlığı olarak algılamamıştı.

Sıra Galileo’ya gelmişti! Doğru bildiği şeyleri Kilise’nin baskısı altında yadsıması Bertholt Brecht’in tanımladığı gibi, “kınanacak bir durum” muydu? Yadsımayı izleyen yıllarda, öğretilerini gizli olarak yaymayı sürdürmesi, engizisyon karşısındaki yürekliliğini göstermiyor muydu? Galileo, Kilise’nin gazabına, “Dünya dönüyor” dediği için uğramadı. Dünyanın döndüğü düşüncesini ortaya atan kişi ne Kopernik ne de Galileo’dur. Kopernik, bu düşünceyi ortaya atan ilk kişi olduğunu da savunmamıştı. Kitabının Önsöz’ünde, Yer’in devindiği düşüncesiyle Cicero’nun yapıtlarında karşılaştığını anlatan Kopernik, Cicero’nun Siraküzalı Hicetas’tan (MÖ 5. yüzyıl) söz ettiğini yazar. Daha sonra Plutarch’ın yapıtlarından başkalarının da benzer düşüncelere sahip olduğunu öğrenir. Yine Kopernik’in çok erken dönemlerinden kalan el yazmalarından, Aristarchus’un Güneş özekli evreninin kendi evren modeline benzediğinden söz ettiğini öğreniyoruz. Öyleyse Kilise Galileo’yu niçin ve neyle suçlamıştı? Dialogue’da sakıncalı olan düşünceler nelerdi?

Dialogue by Galileo Galilei, Lyncean Academician, Extraordinary Mathematician at the University of Pisa, and Philosopher and Chief Mathematician to the Most Serene Grand Duke of Tuscany

Yukarıdaki başlık, Galileo’nun Dialogue olarak bilinen başyapıtının İngilizce’ye çevrilmiş olan tam karşılığıdır. Dialogue üç kişi arasında geçen ve dördüncü kişiye sıkça gönderi yapılan bir “söyleşi” biçiminde yazılmıştır. Kişiler: Salviati (Kopernik sözcüsü); Simplicio (basit, sıradan bir kişi) ve Sagredo. Lynce’li akademisyen olan dördüncü kişi, Galileo olarak düşünülebilir. Galileo kitabın ulaştığı sonuçları Önsöz’de açıklıyor: 1) Kopernikçi savların Peripatetik (Aristotelesçi) savlardan daha iyi oldukları; 2) Yer’de yapılan deneylerin Yer’in devindiğini kanıtlayamayacağı; 3) Gökbilim gözlemlerinin Kopernikçi hipotezler yararına sonuç verdiği ve 4) Eğer Yer’in devindiğini varsayarsak, denizlerdeki alçalma yükselme olayının nedenine ışık tutabiliriz.

Yine kitabın önsözünde kitabın amacı şöyle belirtiliyor: 1616 yılında yayınlanan Kopernik karşıtı kararın, Katoliklerin cehaletinden kaynaklandığı yolundaki söylentiler yadsınmaya çalışılacak; Katoliklerin de yasaklanmış konularda en az Protestanlar kadar bilgi sahibi oldukları gösterilerek bu kanı çürütülecektir. Çünkü Galileo, 1616 yılında aldığı kararını açıklamadan önce Kilise’nin kendisine danıştığını savunmaktadır.

Galileo’ya karşı yönelttiği suçlamada Kilise, bir konunun üç ayrı biçimde ele alınabileceğinden söz ediyor: mutlak (absolute), hipotetik (hypothetical) ve yansız (indeterminate). Kilise suçlamasında, Galileo’nun Yer’in döndüğü konusunu hipotetik olarak değil, mutlak veya yansız incelediğini belirtiyor. Yer’in devinimini mutlak olarak incelemek demek, Yer’in döndüğü gerçeğinin koşulsuz olarak vurgulanması demektir. Böylesi bir yaklaşım, kullanılan savların tümdengelimsel olarak (deductively) geçerli olması ve varsayımlarının da tartışmasız olarak gerçekçi olduğu anlamına gelir. Yer’in deviniminin yansız olarak incelenmesiyse, lehte ve aleyhteki tüm savların sunulmasıyla olur. Bu sunuş biçimi, çıkan sonucun gerçek veya yanılgılı olduğuna ilişkin bir kararı içermemelidir. Hipotetik incelemedeyse, destekleyen savlar öyle bir niteliğe sahiptir ki, sonuç (Yer’in devingenliği) bilinen gerçeklerin mantıksal bir uzantısı olarak değil, bu gerçeklerin bir açıklaması olarak sunulur.

Galileo Dialogue’da Yer’in devindiğine ilişkin lehteki savların aleyhteki savlardan daha iyi olduğunu gösteriyor, dolayısıyla sorunun çözümüne ilişkin karar veriyor. Dialogue, yansız bir yaklaşımla yazılmış olsaydı, yine lanetlenecekti! Çünkü orijinal duyurunun (yasaklamanın) son tümcesinde Yer’in dönüp dönmediği konusunun açıklığa kavuşmadığını belirtmenin yanlış olduğu söyleniyordu. Kilise’ye göre bu soruya, İncil’de ve 1616 yılında yayınlanan yasaklama kararında açıkça yanıt verilmişti.

Galileo’nun Dialogue’da bize sık sık anımsattığı gerçek şudur: “Benim eleştirilerim, Aristoteles yanlılarının Yer’in dönmediğine ilişkin savlarının, Yer’de yapılan gözlemlerle kanıtlanamayacağını gösterip bu savları çürütmek yönündedir, amacım Yer’in döndüğünü kanıtlamak değil!”

Sonsöz

Dialogue, bilimsel, yöntemsel, felsefi, mantıksal, retorik, teolojik, dinsel ve edebi yanlarıyla çok zengin bir kitaptır. Batı toplumunun tarihinde ve yazıya dökülmüş kültüründe özgün öneme sahip kişiler olarak Platon, Augustine, Galileo ve Marx sayılır. Bu kişilerin, klasikler düzeyine yükselmiş olan yapıtları vardır. Platon’nun Socratic Dialogue adlı eserini keyifle okumak için profesyonel filozof; Augustine’in Confession adlı kitabını anlamak için Hıristiyan; Galileo’nun Dialogue’undan zevk almak için bilim insanı ve Marx’ın Das Kapital’ini zevkle okuyup anlamak için komünist olmak gerekmiyor! Bu eserlerin evrensel değere sahip olmalarının nedeni, kolayca okunabilir olmaları, yazıldıkları tarihsel bağlamlar ve kısmen de özgün konulara değinmiş olmalarıdır: Platon, tinsel değerler ve eğitim; Augustine, din; Galileo, bilim; Marx, toplumsal kuram ve uygulama.

Galileo’nun uzmanlık alanı bilimdir, ancak daha genel açıdan bakarsak, çalışmasını, insanın temel dürtülerinden biri olan “gerçeği araştırma”ya örnek olarak gösterebiliriz.

Kaynaklar

1) T. S. Kuhn, The Copernican Revolution, Harvard Univ. Press, 1966.

2) E. J. Lerner, The Big Bang Never Happened, 1991.

3) M. Finnocchiaro, Galileo and the Art of Reasoning, D. Reidel Pub. Co., 1980.

4) B. Russel, The Impact of Science on Society.

5) S. M. Uzdilek, Galileo Experimental Philosophy and its Influence Upon Classical Physics, Gruppo Italiano di Storia Della Scienza, 1964.

Önceki İçerikDinsel dogmalar fiziğe nasıl sızıyor? Büyük Çöküntü mü, Büyük Buzul mu? Kırk katır mı, kırk satır mı?
Sonraki İçerikKlasik fiziğin doruk noktası: Isaac Newton