Ana Sayfa Dergi Sayıları 24. Sayı Prof. Dr. Haluk Eraksoy: ‘Türkiye’de yayılan virüs artık insanlara daha kolay bulaşıyor’

Prof. Dr. Haluk Eraksoy: ‘Türkiye’de yayılan virüs artık insanlara daha kolay bulaşıyor’

867
Haluk Eraksoy
Haluk Eraksoy

“Kuş gribi virüsünün mutasyonla değil de genetik alışveriş yoluyla başka bir virüse dönüşme olasılığı daha yüksek. Virüs o zaman melez olacaktır. Ağır hastalık yapma özelliğini kuş gribi virüsünden, insandan insana geçme özelliğini de insan gribi virüsünden alacaktır. Bu nasıl mümkün olabilir? İki virüsün, yani insan gribi virüsü ile kuş gribi virüsünün aynı kişide enfeksiyon oluşturmasıyla… Dünya her an bunu bekliyor. Türkiye de bu enfeksiyonun aday ülkesi.”

Birkaç ay önce Manyas’ta kuş gribi vakaları görüldüğünde, İÜ İstanbul Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Eraksoy’dan geniş bir makale istemiş ve yayımlamıştık (Kasım 2005, sayı: 21). Bu kez ölümlere de yol açan yeni vakalar görüldüğünde, konunun önde gelen uzmanlarından Sayın Eraksoy ile geniş bir söyleşi yapmak istedik. Kendisine kamuoyunun merak ettiği soruları yönelttik.

Kuş gribi virüsü nedir? Bütün kanatlılarda görülüyor mu? Ne zamandan beri var?

Kuş gribi virüsü, genel olarak grip virüsleri diye bilinen influenzavirus A’nın kuşlara özgü bir çeşidi. Kuş gribi virüsü adını almasının nedeni, daha çok kanatlıları hastalandırıyor olması. İngilizce veya Latince terminolojiyle Avian Influenza denen hastalık (kuş gribi).

Bütün kanatlıları hastalandırabilen virüslerdir. Ama her kanatlı bu virüsle infekte olduğu zaman, yani bu mikrop o kanatlının vücuduna girdiği zaman, bir belirti vermeyebilir. Özellikle göçmen kuşlar dediğimiz yabanıl kuşlar -yeşilbaş ördekler başta olmak üzere- bu virüsle infekte olsalar bile bir belirti geliştirmeyebilirler. Yani, hasta olduklarını dışarıdan anlayamayız. Ama virüs vücutlarında vardır ve çıkartılarıyla onu saçarlar. Aslında grip virüsleri veya genel olarak influenzaviruslar solunum yolu virüsleridir, solunum yolu hastalığı yaparlar. İnsan gribinin virüsü insan solunum sistemine, kuş gribinin virüsü de kuş solunum sistemine ve bununla birlikte, insan gribi virüslerinden farklı olarak sindirim sistemlerine de yerleşebilirler. Sindirim sistemine yerleşebilmeleri, o hücrelerde çoğalabilmeleri, dışkıyla çıkarılmalarına yol açar. Yani grip olan bir insanın dışkısı bir bulaştırıcılık taşımazken, dışkı kuşlar için bir bulaşma aracı haline gelir ve o nedenle göçmen kuşların dışkıları en önemli bulaştırıcılık kaynağıdır; hastalığın çevreye saçılması böylece mümkün olmaktadır. Göçmen kuşların gezdiği, uçtuğu, konakladığı nereler varsa oralar virüsle kirlenecektir, kaçınılmaz bir durumdur.

Yeni çıkmadı ki bu göçmen kuşlar. Hep uçuyorlar, hep geçiyorlardı. Kuş gribi de onların eski bir hastalığıysa neden yeni fark edildi?

Evet, kuş gribi çok eskiden beri bilinen bir hastalık. O virüsler yüz yıldan beri biliniyorlar. Tabi virüsler hakkındaki bilgilerimiz bakterilere göre daha yeni. Virüslerin fark edilmesi, birer hastalık etkeni olduklarının anlaşılması, son yüzyılın ikinci yarısına kadar gelir. Dolayısıyla bakterilere göre daha yeni mikroplardır insanlık ve çevresi için. Bu nedenle, kaç yüzyıl öncesine gidiyor, kuşlar arasında ne zamandan beri bu sorun vardı diye eski tarih kitaplarını veya bu konuda yazılmış metinleri inceleyerek bir sonuca varmak mümkün değil. Fakat şu bir gerçek ki, kuş gribi virüsleri yeni virüsler değil, eskiden beri varlar. Yeni olan, insana bulaşabilme özelliğini kazanmış olması.

Bu özelliklerini ne zamandan beri biliyoruz?

1997’de Hong Kong’ta fark edildi. Hong Kong, kanatlı hayvan üretiminde önemli bir merkez. Entegre tesisleri ve kanatlı üretim sektörleri çok büyük darbe yedi. Kuş gribi virüsü, 1997’de Hong Kong’da neredeyse bütün kanatlıların ortadan kalkmasına yol açtı. Hatta hastalığın yayılmasının engellenmesi adına yapılan itlaf çalışmalarıyla milyonlarca tavuk öldürüldü. Niye böyle bir çaba gösterildi? Çünkü Hong Kong’taki bu yaygın hastalık insanlar arasında da kuş gribi vakalarının görülmesiyle sonuçlandı. O güne kadar konuya, kuşların sorunudur, yüzlerce binlerce kuşu öldürür, sadece ekonomik bir kayıp yaratır diye bakılırken, Hong Kong’ta insanlara da bulaşması, az sayıda da olsa insanın hastalanmış olması konuyu birdenbire başka bir gündeme taşıdı. Acaba biz insanlık olarak bugüne kadar hiç tanışmadığımız, bağışıklığımızın olmadığı, dolayısıyla karşılaşan herkesin hastalanmaya mahkûm olduğu bir mikropla mı yüz yüze kalacağız diye büyük bir kaygı doğdu.

Mikroplarla, virüslerle insanoğlu doğduğu günden itibaren karşılaşır. Dolayısıyla o virüsler, onların biraz daha değişik tipleri, zamanla değişse ve bizi etkilese bile, geçireceğimiz hastalık daha önceki temaslarımız ve karşılaşmalarımız sayesinde bir parça hafif geçer. Hastalığa bütünüyle boyun eğmeyiz; insan organizması daha önceki tanışıklıklarının bir çeşit ödülünü alır. Oysa kuş gribi virüsü (H5N1), insanlığın bugüne değin hiç karşılaşmadığı bir virüs tipidir. Bunların üzerindeki hemaglütinin ve nöraminidaz denen antijenleri o güne değin insanoğlunun kendilerine karşı antikor geliştirmediği çok özel yapılardır. İşte bu antijenlere, dolayısıyla virüsün kendisine herhangi bir bağışıklığın söz konusu olmadığı düşünülürse, az önce ifade etmeye çalıştığım “kaygı” gündeme gelmiştir. Hong Kong’ta olay az sayıda insanın hastalığa yenik düşmesiyle sınırlandırıldı ve 2003’ün Aralık ayına kadar Doğu Asya’da hastalık deyim yerindeyse frenlendi.

Virüsün ikinci kez sahneye çıkmasıyla arada 6 yıl var. Virüs 6 yıl boyunca nasıl engellendi?

Söylediğimiz yoğun kuş itlafıyla sağlanabildi. O günlerde televizyonlarda gördüğümü hatırlıyorum, içim burkularak izlerdim, şimdi bizim televizyonlar da benzer sahneleri gösteriyor. Ama o zamanlar yabancı olduğumuz bir manzaraydı bu ve milyonlarca tavuk neredeyse bir gecede itlaf ediliyordu 1997’de. Ama bugün anlıyorum ki o gün alınan önlemler ve içine düşülen panik havası çok yerindeymiş. Başka çare bulunamamıştı o dönemde ve sorun yaygınlaşmadan ortadan kaldırıldı. Ama 2003’ün Aralık ayında yeniden baş gösterdi. Tekrar için için tüm Doğu Asya’yı sardı. Vietnam başta olmak üzere, Kamboçya, Tayland, Endonezya, Çin, Malezya ve daha başka Doğu Asya ülkeleri bu soruna dahil oldular. Oradaki kanatlılar arasında ciddi ekonomik kayıplar yarattı. Arkasından da insan vakaları yeniden ortaya çıktı. Bunu Hong Kong’taki o sınırlı salgın sırasında zaten görmüştük, şimdi yeniden insanlara geçmeyi başardı. Oysa kuş gribi demin de söylediğim gibi çok eskiden beri bilinen, kanatlıları telef eden, ciddi ekonomik kayıplara yol açan ama insanlara geçmeyen bir hastalıktı. Ama H5N1 olarak kodlanan alttipi, insana da bulaşma özelliğini kazandı. Diyeceksiniz ki toplam ne kadar insan öldü ki bu özelliği vurguluyorsunuz? Evet az sayıda insana bulaştı ama, öbür virüsler hiç bulaşmıyor. Örneğin H7N7, H9N2, vd. bunların tek hedefi genellikle kanatlılar. Ama H5N1 insanı da hastalandırabiliyor, hem de Doğu Asya’daki deneyim gösterdi ki hastalananların yarıya yakını ölüyor.

Türkiye’deki deneyim, ölüm oranının yüzde 20 olduğunu gösteriyor

Türkiye’de bu oran çok daha düşük oldu. Sizce neden olabilir?

Evet, bu rakamlar Türkiye deneyimiyle karşılaştırıldığında sorgulanmalı artık. Son bir ay içerisinde yaşadıklarımızdan çıkardığımız sonuca göre Türkiye’de ölüm hızı yüzde 20 dolaylarında. Tabi etkin bir ilacın zamanında kullanılıyor olmasının katkısı olabilir. Eskiden beri oseltavimir aktif maddeli ilacın grip virüslerini etkilediği biliniyordu. Bilinen insan gribi vakalarında etkinliğini kanıtlamıştı. Ama kuş gribi vakalarındaki etkinliğine ilişkin bilgi yoktu. Doğu Asya’daki sayısı bugün için (23 Ocak 2006) 151 olan olguların küçük bir bölümünde oseltavimir kullanılabilmişti. Onlarda da ölenler, kurtulanlar vardı; kesin bir başarı söz konusu mudur değil midir bunu iddia etmek mümkün değil. Çünkü bazılarında tedaviye erken başlanabilmişti, bazılarında geç kalınmıştı. Bir ilacın etkinliğinden söz edebilmek için belli sayıda hastanın aynı anda, örneğin hastalığın ilk günü 24 veya 48 saat içerisinde tedaviye alınmış olması gerekir ki bir iddiada bulunabilesiniz. Bazısı erkenden ilaç almış, bazısı üç gün sonra başlamış, bazısına beş gün sonra ilaç verilebilmiş; böyle bir hasta grubunun tedavi başarılarını karşılaştırmak ve bundan bir sonuç çıkarmak mümkün değil. Doğu Asya’daki çetrefil durumu anlatmak için bu örnekleri veriyorum. Orada ilacın etkinliğine ilişkin bir deneyim kazanıldığından söz edilemez. O deneyim Türkiye’de bir ölçüde kazanıldı. Bütün vakalara bu ilacın verilmesi mümkün oldu, toplam 21 laboratuarda doğrulanmış vakaydı bunlar. Bugün itibarıyla söylüyorum bu rakamı. Gerçi bugün için, sadece 4 tanesi Dünya Sağlık Örgütü’nün İngiltere’de Londra’daki doğrulama laboratuarında onaylanmış durumda. Geriye kalan 17 tanesi doğrulanmayı bekliyor. Sonuçta bizim 21 olgumuzun -kendi kayıtlarımıza göre- 4 tanesi ölmüş durumda. 21 olgumuzun da bu ilacı aldığı düşünülürse, bu ilacın erken verilebildiği hastalarla, erken verilemediği hastalar kendi içlerinde karşılaştırılabilir. Öyle anlaşılıyor ki, çabuk davranmak bu hastalığın şifayla sonuçlanmasında etkili oluyor.

Virüs Türkiye’de insanlara daha kolay bulaşabilir bir yapıya dönüştü

Türkiye’deki kanatlılar arasında yayılan virüsün genetiğinin değişmesi söz konusu mu? Virüsün yapısındaki bir değişiklik de ölüm oranını etkilemiş olabilir mi?

Acaba öyle mi? Bu konuda en son Dünya Sağlık Örgütü bir açıklama yaptı. Virüsün genel yapısında, özellikle virüsün insan hücrelerine tutunmasını sağlayan antijeninin kodlandığı gende bir mutasyon olduğu saptandı. Tabii mutasyon denince herkes daha vahim sonuçlar doğacak diye bekler, ama o kadar da değil. O mutasyonlar bu virüsler tarafından sürekli geçirilir, grip virüslerinin böyle bir doğası vardır. Dolayısıyla antijen sürüklenmesi diyebileceğimiz, “antigenic drift” diye ifade edilen olay bu virüslerde sürekli olur. Ama bizde görülen kuş gribi virüsünde böyle bir antijenik değişikliğin insan hücrelerine daha kolay tutunma sonucunu doğurması elbette dikkate değer bir durum. Dünya Sağlık Örgütü bunu vurguladı, böyle küçük bir değişiklik gözleniyor dedi. Bu değişim de Türkiye’de kısa süre içerisinde peş peşe insan vakalarının görülmüş olmasını açıklayabilir. Çünkü düşünün 15 gün içinde laboratuarda doğrulanmış toplam 21 vaka oldu. Oysa Vietnam 93 vakayla birinci, ondan hemen sonra 22 vakayla Tayland geliyor ve biz şimdi üçüncü durumdayız; yarın belki onu geçeceğiz.

Fakat o ülkelerde 2003’ten beri virüs yayılımı söz konusu…

Evet, onlarda bu en az iki yıldan beri sürüyor. İşte onun için insana bulaşması acaba kolaylaştı mı diye düşünüyoruz. O antijenik değişikliğin böyle bir karşılığı mı var? Ama başka bir açıklama da şu olabilir, bizim ülkemizde hastalanan kişileri yakından incelediğimizde, ikisi dışında hepsi 5 yaşından 18 yaşına kadar diyebileceğimiz kimseler.

Neden özellikle çocuklar etkileniyor?

Yakın temas burada öne çıkıyor. O olasılık ağır basıyor. İnsana tutunması, bulaşması kolaylaşmış olabilir ama ondan daha önemli gibi gözükeni şu: Ülkemizde ne yazik ki hastalık fark edilene kadar, kanatlılar arasında böyle bir sorunun olduğu kamuoyuna mal olana kadar, çocuklar bu kanatlılarla geleneksel olarak çok yakın temasta olmaya devam ettiler ve o içli dışlı olma durumu bizde birdenbire tamamına yakını çocuk olan 21 hastanın ortaya çıkmasına yol açtı. Peki Doğu Asya’da çocuklar tavuklarla haşır neşir olmuyor mu? Bunu bilmiyorum, ben kendi koşullarımıza bakarak açıklama getirmeye çalışıyorum. Bu olasılığı önemsiyorum. O yüzden korunma anlamında yapılabilecek en önemli şey ortaya çıkıyor: Bu kuşlardan uzak durmak. Uzak durmayı etini yememek anlamında söylemiyorum, aksine, etini bundan sonra daha da çok yemek gerekiyor, böyle bir protein kaynağından mahrum olmamak için. Ama onlara dokunmak, onlarla aynı ortamlarda bulunmak sakıncalı, bundan kaçınmak önemli.

Bizdeki panik durumu da hasta sayısının daha net ortaya çıkmasını sağlamış olabilir mi?

Bizdeki duyarlılık daha yüksek oldu. Laboratuar olanaklarımız da Vietnam’a, Kamboçya’ya göre daha iyi. Dolayısıyla henüz hiçbir belirtisi olmadığı, sadece masum gibi gözüken bazı temas öyküleri olduğu halde bu hastaların test edilmesi söz konusu oldu ve enfekte olabilecekleri gerçeği ortaya kondu. Bu, hastalığın klinik yelpazesinin daha iyi anlaşılmasına yaradı. Doğu Asya’daki geriye dönük yapılan serolojik çalışmalar da göstermeye başladı ki (kan serumunda o mikropla karşılaşıldığını ortaya koyan antikorların varlığını araştırmaya yönelik çalışmalar) kanda antikor varsa, o kişi vaktiyle bu antikorun uyanmasına, yapılmasına yol açmış olan özgül antijenle ya da virüsün kendisiyle karşılaşmış demektir. Yani dolaylı bir göstergedir bunun varlığı. Şu anda hasta değildir, ama kanındaki o antikor vaktiyle onunla karşı karşıya geldiğinin bir belgesi gibidir. Bir bakıma iyidir de varlığı, çünkü bir daha karşılaştığında onu nötralize eder, etkisiz hale getirerek bağışıklık bırakır. İşte bu çalışmalar yaygınlaştıkça anlaşılıyor ki, bu hastalık bir bölüm insanda belirtisiz olarak seyredebiliyor.

Bir kez kuş gribi olmak bağışıklık için yetmeyebilir

Bir kere kuş gribine yakalanmış ve iyileşmiş bir insan bağışıklık geliştirmiş oluyor mu? Tekrar yakalanma ihtimali var mı?

Genel bir kural olarak var tabi… Yani antikorları gelişmişse bir kişinin, bir daha aynı antijenle karşılaştığında o virüsü etkisiz kılabilecektir. Ama her hastalık için böyle bir kural konulamaz. Antikorları bulunan bazı hastalıklarda, o hastalık etkeniyle yeniden karşılaşan kişilerin tekrar hastalanabildiğini de biliyoruz. Bazı virüs hastalıklarında sözgelimi. Buna reenfeksiyon diyoruz. Yeniden enfeksiyon yaşanabiliyor. Kuş gribi için de böyle midir, bunu bilmiyoruz. Ama insan gribinin ya da diğer grip virüslerinin koruyuculuğu var. Grip aşısı olunup da o grip virüsüne karşı bir korunma elde etmiyor muyuz zaten. O nedenle kuş gribi için de bir kez geçirilirse ona karşı bir bağışıklık kalacağı öngörülebilir.

Kuş gribi aşısı gönüllülerde deneniyor

Piyasadaki sıradan grip aşıları çok fazla tüketilmeye başlandı. Bunların kuş gribi için bir koruyuculukları olabilir mi?

Piyasadaki grip aşıları H5N1 virüsünden hazırlanmadıkça böyle bir etki beklenemez. Çünkü bağışıklık H5N1 virüsüne karşı olursa kuş gribine karşı bir korunma olacaktır. Öbür virüslere karşı olan bağışıklığın H5N1’e karşı bir koruma sağlaması mümkün değil. Yani hangi alttipten hazırlanmışsa onun koruyuculuğu vardır. Şu andaki grip aşıları H5N1 antijeni içermiyor.

Peki o aşı olsa şu yaşadıklarımızı yaşamaz mıydık? Onu da bilmiyoruz. Öyle bir aşı geliştirilmeye çalışılıyor, hatta geliştirildi. Gönüllülerdeki denemeler sürüyor. Bakalım koruyor mu, antikor yanıtı uyandırıyor mu? Hangi sıklıkla yaparsak en ideal koruyuculuk düzeyi tutturulacak? Bu konudaki çalışmalar bitmedi henüz. En azından yayınlanmadı.

Aşı üretimi nerede yapıldı?

Fransız Sanofi Pasteur firması bu çalışmaları sürdürüyor. H5N1 alttipinden hazırlanmış aşıyı insanlara uygulamaya ve klinik çalışmalara devam ediyor. Ama bir de şu var. Bu aşı üretilse bile yaygın olarak kimlere uygulanacak? Yani kuş gribinin görülebileceği ülkelerde mi yapılacak? Yapıldığı zaman bir koruyuculuk sağlayıp sağlamayacağını bilmeden böyle bir yola gitmek şu an için söz konusu olamaz. Yani çalışmaların bitmesi gerekiyor, getirtsek de herkesi aşılasak diyebileceğimiz bir aşı henüz yok.

İnsandan insana geçme olasılığı

1918’de yaklaşık 50 milyon kişinin ölümüne neden olan İspanyol gribi de kanatlılardan insanlara bulaşmış ve sonrasında insandan insana bulaşabilecek bir değişime uğramış. Bugün kuş gribi için de aynı tehlike söz konusu. Bu konudaki öngörünüz nedir?

Bugün için H5N1’in İspanyol gribindeki gibi insandan insana bulaşma özelliğini kazanması kolay görünmüyor. Olasılıklar ve bu virüsün davranış paterni göz önünde bulundurulduğunda, kısa vadede mutasyonlar yoluyla o denli büyük bir değişim geçirmesi pek mümkün değil. Ama virüsün mutasyonla değil de genetik alışveriş yoluyla başka bir virüse dönüşme olasılığı var. Bu durumda melez bir virüs olacaktır. Ağır hastalık yapma özelliğini kuş gribi virüsünden, insandan insana geçme özelliğini de insan gribi virüsünden alacaktır. Bu nasıl mümkün olabilir? İki virüsün, yani insan gribi virüsü ile kuş gribi virüsünün aynı kişide enfeksiyon oluşturmasıyla… Biz buna ko-infeksiyon diyoruz. Doğada böyle birden fazla mikropla oluşabilmiş enfeksiyonların örnekleri az değildir.

Bu değişim çok da zor görünmüyor.

Bizim 21 hastamızdan (4’ünü kaybettik) herhangi birisinde bir de insan gribi virüsü olsaydı, işte o ko-infeksiyon gerçekleşmiş olacaktı. İki virüsün aynı kişide olması, aynı konağı infekte edebilmiş olması, o virüsler arasında bir genetik alışveriş doğurabilir. Çünkü Influenza virüslerinin genomları segmentli, parçalı -başka virüslerde olmadığı kadar parçalı, 8 tane parçası var- ve bunların parçaları bir zincirden öbürüne, ondan diğerine, yeniden eşleşebiliyor. Buna “reassortment” deniyor. Bu yeniden eşleşme gerçekleşebilir. İşte o zaman “melez” virüs hem korkulan kuş gribi virüsünün hastalandırıcı özelliğini, hem insan gribi virüsünün zaten var olan insandan insana geçme özelliğini taşıyarak tüm insanlığı tehdit edecek bir boyut kazanacaktır.

Bu değişime ne kadar yakınız?

Hesabı yapılamaz. Kuş gribi virüsünün insanda hastalık yapmaya başlamasıyla birlikte gündeme girmiştir. Kuş gribi virüsünün insana bulaşabildiği coğrafya neresiyse, o coğrafyada kış mevsimiyle birlikte insan gribi görüldüğü anda işte bu koşullar oluşmuş demektir. Bu coğrafya bugün için Türkiye’dir. Ama bizden önce Doğu Asya’ydı ve iki yıldan beri gerçekleşmedi. Yani iki yıldır orada süregelen salgın bu buluşmanın ve melez virüsün ortaya çıkmasının gerçekleşmesine yetmedi. Türkiye şu anda bu anlamda da mercek altında. Tam kış aylarındayız ve zaten mevsimsel grip var, bir taraftan da insanlarımızda kuş gribi görülmesi söz konusu. Kimsenin kuş gribi olmasını bu açıdan da istemiyoruz biz.

Türkiye’deki vakalarda virüsün yapısının daha kolay bulaşabilir bir hale gelmesi esas bu risk yüzünden önemli…

Çok doğru. Biz istemiyoruz insanlarımız hasta olsun bir kere. Bunu hem kuş gribi olmasın diye istemiyoruz, sonuçta ölümcül olabilen bir hastalık, hem de toplum için bir risk taşıdığından. O buluşmanın olacağı kişi açısından değil, o kişi belki de ikisini birden yener ve iyileşir, ama toplum için bir tehlike haline gelecektir. Dünya da bununla ilgileniyor, nerede ve nasıl olacak, bunu olduğu anda fark etmek istiyor, geç kalmak istemiyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün de konuyu sürekli gündemde tutmasının nedeni bu.

Benzetmek ne kadar doğru ama, İstanbul’daki deprem beklentisi gibi mi?

Tam da öyle… Deprem için bir rakam veriliyor gerçi, işte 30 yıl içerisinde mutlaka olacak diyorlar. Ama bugün mü, 30 yıl sonra mı, 15 gün sonra mı? Bunu bilemiyoruz. Bu virüs içinse böyle bir şey söyleyemiyoruz, belki de hiç olmayacak. Belki de biz bunu geciktirdikçe, kuş gribi virüsünün insana bulaşmasını önledikçe, böyle bir ortam doğmayacak..

Peki virüsün kendiliğinden ortadan kalkması söz konusu olabilir mi? İspanyol gribi örneğin çok kısa bir süre içinde ortaya çıkmış ve kendiliğinden yok olmuş…

Mikroorganizmaların uğradıkları değişiklikler tabii ki her zaman lehlerine olmaz, aleyhlerine değişiklikler de geçirebilirler. Ve o genetik değişiklikler sonucunda hastalık yapma özelliklerini yitirebilirler. Örneğin kuşları hastalandıramazlar artık ve yeni konakları etkileyemedikleri için varlıklarına bir anlamda son verilmiş olur. Bu olasılık vardır, bu genetik değişiklikler geçirilebilir ama tersi de olabilir. Virüslerin HPAI (yüksek patojeniteli kuş gribi yapanları) ve LPAI (düşük patojeniteli kuş gribi yapanları) denen iki türleri vardır. Bu değişiklikler her iki yönde de olabilir. Yani HPAI, LPAI’ya dönüşebilir, tersi de olabilir. Kuş gribi virüsleri böyle sürprizler yapmaya adaydır. Dünya üzerinde bunun örnekleri sürekli yaşanıyor.

İnsanlara bulaşma yolları

Kuş gribi virüsünün insana nasıl bulaştığını açıklayabilir misiniz?

Kuşlarla, evcil kuşlarla, kümes hayvanlarıyla yakın temas sonucunda bulaşıyor. Onlara dokunarak, tüylerini elleyerek, gözyaşı gibi salgıları, salyalarıyla ve dışkılarıyla temas ederek virüsü kapabiliriz. Sadece bu da değil, bunlarla kirlenmiş yüzeyler ve eşyalar da taşıyıcıdır. Örneğin Ankara’da yaşanan vakada hastalanan çocuklar, ne kuşla temas etmişler ne de bunların çıkartılarıyla. Ama onlarla kirlenmiş eldivenlerle oynamışlar. Bu da tabii bir ders çıkarmamıza yol açıyor, eşyalar da sorumlu olabilir; o nedenle duyarlı olmak gerekiyor.

Hasta hayvanların pisliklerinin mekanik olarak taşınması da virüsü yayabilir mi?

Kuşların pislikleri, bir mekanik taşıyıcı vektör aracılığıyla bir yerden bir yere götürülürse bu da bulaşma kaynağı olur. Virüsün, tavuk dışkısında etkinliğini 48 saatten fazla sürdüremeyeceğini hatırlatalım. Öyleyse, bu mekanik vektörlük olayı o kadar da abartılmamalıdır. Önlem alınmalıdır elbette bir yerden bir yere geçerken. Ama tavuk dışkısındaki virüsün etkinliğini sürdürebilmesi çok uzun süre mümkün olamaz, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’nün belgelerinde yazıyor, spekülatif bir bilgi değildir. Evet virüs soğukta günlerce etkinliğini korur, 0°C’de haftalarca sürebilir bu. Mekanik olarak kirlenmiş her yüzey yine de potansiyel bir tehlikedir, bu konuda gerekli temizlik kuralları sonuna kadar uygulanmalıdır.

Havada uçan martı da, güvercin de hasta olabilir. Onların üzerine pisledikleri örneğin maydanozu yememizle de hastalığa yakalanabileceğimiz söyleniyor. Bu sizce mümkün mü?

Maydanoz, salatalık, marul gibi pişirilmeden tüketilen her türlü sebze, bırakınız kuş gribini, hayvan ya da insan dışkısının kirletmesiyle ilişkili olan her türlü mikroorganizmanın bulaşabileceği yiyeceklerdir. Tifodan, sarılıktan tutunuz çocuk felcine kadar. Maydanozun kuş gribi virüsüyle kirlenme olasılığı yoktur diyemem, ama bu olasılık hesapları düşünüldüğünde, onlar maydanozları kirletinceye kadar zaten sapır sapır ölürler. Martıları düşünürsek, bugün için İstanbul’da martıların yoğun olarak öldüğüne dair hiçbir gözlem yok.

Tavuk eti ve yumurtasının tüketilmesinde hiçbir sorun yok

Tavuk etinin ve yumurtanın nasıl tüketilmesi gerektiği konusunda bilgi verebilir misiniz?

Bir kere marketteki endüstriyel olarak üretilmiş tavuğun hasta bir hayvandan hazırlanma olasılığı yok gibidir. Hani özel bir ihmalkârlık, bir kötü niyet güdülmedikçe, endüstri bindiği dalı, ticari çıkarlarını böylesine riske eder mi? Mümkün değil. Bu sadece tavuk endüstrisi için de değil, süt, yoğurt, vd. tüm hayvansal ürünler için geçerlidir. Burada endüstri hijyenik kurallara sonuna kadar uyuyor olmalıdır ve bunun için de gerekli mekanizmalar zaten kurulmuştur. Bunlardan da şüphelenip evhama kapılmamıza hiç gerek yok.

Ben eskisinden daha da fazla yemek zorunda kalıyorum tavuğu. Uzmanlığım nedeniyle dışarıda tüm hareketlerim gözleniyor… Mercimek mi, tavuk suyu çorba mı derseniz kesinlikle mercimeği seçerim. Ama bugünlerde tavuk suyunu içmek zorunda kalıyorum, çevremdekiler “hoca mercimek çorbası içtiğine göre…” demesin diye.

Peki kesilmiş hasta bir tavukta bu virüs ne kadar süre aktif olabilir?

Tabi eğer hasta olduğu bilinmeden kesildiyse diyorsunuz… Bu en kötü senaryodur, ama hiç kimse korkmasın. Tavuk pişirilerek yenileceğine göre, virüsün o zaman bile insana bulaşma olasılığı yoktur.

Tavuk etini haşlamak her türlü kötü senaryoyu bertaraf ediyor mu?

Hangi yöntemle pişiriyor olursanız olun, “bu tavuk çiğdir” dememeniz yeterli. Şöyle bir tehlike var tabii, hasta tavuğu yiyince bir sorun yok ama bu tavuğu pişiren, hazırlayan kişi o hayvanla temas etmişse bir risk taşıyabilir. Önünüze gelen yemekten korkmayın, onu hazırlayan kişi korksun… O zaman ev hanımları ve aşçılar risk altına giriyor. Onların da şu kuralı hiç unutmaması gerekir: sadece tavukla değil, hayvansal herhangi bir ürünle birebir temas kurduktan sonra ellerini mutlaka yıkamaları gerekir. İster köfte, ister balık, ister kırmızı et… Ellerini iyi bir şekilde yıkamaları yeterlidir. Bugüne kadar tavuk yemiş de kuş gribine yakalanmış tek bir vaka yoktur dünya literatüründe.

Yumurta için de aynı şey söz konusu mu?

Yumurtanın, yumuşak olması, sulu kalması, eğer mikroplu ise virüsün etkinliğini yitirmesine yetmeyebilir. Rafadan veya yağda yumurta şeklinde hazırlananlara güvenlidir diyemem.

Peki markette hastalıklı bir yumurtayla karşılaşmamız mümkün mü?

Tam da bu konuda kaygımızı giderecek bir cevap vereyim. Böyle bir olasılık yoktur ki. Endüstriyel olarak üretilen tavuklar hasta olacak, hasta oldukları fark edilene kadar bir gaflet söz konusu olacak, hasta hayvanların yumurtaları -en fazla bir kere yumurtlayabilirler, ondan sonra yumurtadan kesileceklerdir- anlaşılamayacak, o yumurtalar tüketime sunulacak ve siz yeterince pişirmeden yiyeceksiniz… Senaryo budur. Bu ne kadar mümkün siz takdir edin. Her türlü kötü olasılığı dışlamak istiyorsanız rafadan yumurta yemeyin, katı yumurta yiyin.

Influenzaviruslar, aşı üretimi için de laboratuarda çoğaltılmak zorunda. Bol bol üretilsin ki ondan sonra etkisiz hale getirilsin, insan vücuduna hastalık yapacak zararlı etkilerinden arındırılsın ve aşıya dönüştürülsün. Peki o virüsü laboratuvarda bol bol nerede üretiyoruz biz? Nerede çoğaltılıyor? Tavuk yumurtasında. Virüsler bakterilerden farklı olarak hep canlı sistemlerde üretilir biliyorsunuz. Influenzavirusun en önemli hedefidir tavuk yumurtası. Orada üremeyi çok severler. İşte o nedenle hasta hayvanların da kendi yumurtalarına geçirmiş olma ihtimali vardır. Ama bunu yumurtadan uzak durun manasında söylemiyorum.

İlaç şirketinin çıkarları mı, insanlığın geleceği mi?

Kuş gribinin tedavisinde kullanılan ilacın patenti özel bir şirkete ait. Ciddi bir salgın söz konusu olduğunda çok sayıda ilacın üretimi için dünya ne yapacak. İnsanların yaşamı mı, şirketin kârı mı önemli olacak?

Tabi patent koruması var. İlacın etkin olabilmesi için de aynısının üretilmesi gerekiyor. Bunun için de öncelikle o teknolojiye sahip olmalıyız. Bugün başlasak öyle bir teknolojiyi kurmak için yıllar gerekir. Bu nedenle bizim jenerik ilaç üretme şansımız yok. Bunu yine tek üretici olan firmadan satın almak zorundayız. Aslında bütün dünya, patent nedeniyle firmaya ve onun üretim kapasitesine bağlı. Yarın bir gün, insandan insana geçen kuş gribi virüsünün sahneye çıkmasıyla çok büyük talep doğacak. Şu anda böyle bir pandemi söz konusu olmadığı için ilaç sıkıntımız yok. Var olan stoklar yeterli. Zaten Sağlık Bakanlığı da 100 bin kutu ilacı 100 bin kişi “kuş gribi” olacak diye istemedi. Böyle bir şey söz konusu olamaz. Vietnam’da iki yılda toplam 93 vaka görüldüğünü düşünürsek… Bakanlığın ilaç stoklamasının nedeni, yeni bir grip virüsünün insandan insana bulaşmasının beklenmesi. Tüm dünyayı etkileyecek bir salgında herkese yetecek ilacın üretilmesi on yıllar alır. Bu da insanların büyük bir çaresizlik içine düşmesi demektir.

Fakat teknolojiye sahip olan, jenerik ilaç üreten kimi ülkeler de yok değil. Örneğin, Hindistan ve Tayvan. Patent korumasına karşın, onlar ilacı dünya pazarına verebileceklerini söylüyorlar. Tabii şu anda tek üretici olan firmanın kaçak üretimi engelleme hakkı var. Dünyanın bir kere daha düşünmesi gerekecek; birilerinin ticari çıkarları mı, yoksa insanlığın geleceği mi?

Türkiye, insandan insana salgının çıkacağı aday ülkelerden birisi gibi görünüyor. Zorluğunu bilerek soruyorum, önlemler alınıyor mu?

Bu çok belirsiz bir durum ve hiçbir ülkede ilk kez çıkmasını da temenni etmeyiz. Bizde çıkarsa felaket olur ve bunun arkası da gelir. Ertesi gün tüm dünyaya yayılabilir. Bugüne kadar alınan önlemler yeterli miydi değil miydi, bunları sorgulamak için kendimi yeterli görmüyorum. Filmi geriye sararak ders çıkaracaksak yapalım, ama bence ileriye bakmamız gerek. Türkiye’nin birçok ilindeki kanatlılar bu virüsle enfekte olmuş durumda. Bu da o bölgede yaşayan insanların tehdit altında olması demektir. Beni bu boyutu ilgilendiriyor. Veteriner hekimler, işin diğer tarafından sorumlular. Açıkçası esas sorumluluk onlarda. Çünkü sağlık camiası olarak biz hastalığı tanıma şansına sahibiz. Hasta olduğunu ifade edebilecek bireylerle ilgiliyiz. Ama aynı avantaja kanatlılar sahip değil; onları ancak sahipleri ya da veteriner hekimler bulup anlayacak. Bu işten sorumlu kurumun adını koyalım: Tarım ve Köyişleri Bakanlığı örgütüdür.

Teşekkür ederiz Haluk Bey…