Ana Sayfa 35. Sayı Montesquieu ve “Kanunların Ruhu” üzerine

Montesquieu ve “Kanunların Ruhu” üzerine

5495

Montesquieu, mutlak monarkın feodal rakiplerinin gücünü dengelemek ve onları kendisine bağlı kılmak için burjuvaziden destek aldığı bir tarihsel süreçte yaşamış ve başta “Kanunların Ruhu” olmak üzere eserlerini kaleme almıştır. Yönetimin despotizme dönüşmemesi için aristokrasinin geleneksel bazı ayrıcalıklarını mutlak monarşiye karşı savunmak için önerdiği yöntemler ve siyasal kurumlar, burjuvazinin söz konusu dönemde monarşiye karşı yürüttüğü parlamentarist ve özgürlükçü mücadelesine hizmet etmiştir.

Eric Hobsbawm, kendi yaptığı peryodizasyona göre, “uzun on dokuzuncu yüzyıl”ın ilk evresini (1789-1848) “Devrim Çağı” olarak niteler. 1688 İngiliz Devrimi’nden 1789 Fransız Devrimi’ne kadar uzanan 18. yüzyıl ise Aydınlanma Çağı olarak adlandırılır. Siyaset felsefesi literatüründe, genellikle yaşadığı tarihsel dönemden soyutlanarak okunduğu anlaşılan ve bu perspektifle anlatımı yapılan Montesquieu 1689’da, Fransız Devrimi’yle başlayan Devrim Çağı’ndan tam bir yüzyıl önce; İngiliz Parlamentosu’nun, kabaca yasama organının kral karşısında büyük ölçüde bağımsızlığını garanti altına aldığını söyleyebileceğimiz “Bill of Rights”ı yayımlamasıyla aynı yıl ve Aydınlanma Çağı’nın hemen başında doğmuştur. Montesquieu’nün 1721’de yayımlanan ilk yapıtı, Lettres Persianes (Acem Mektupları) hem edebî ve hem de siyasi olarak oldukça önemlidir ve yazarının adı belirtilmeden yayımlanan bu eserin Montesquieu’ye ait olduğu ortaya çıkınca düşünür, Fransa çapında büyük ün kazanır. 1734 yılında ikinci eseri Considérations sur les Causes de la Grandeur des Romains et de leur Décadence (Romalıların Büyüklüğü ve Çöküşünün Nedenleri Üzerine Düşünceler) ve 1748’de De l’Esprit des Lois (Kanunların Ruhu) yayımlanır. Büyük yankı uyandırmış ve Montesquieu’nün ölümüne dek (1755) yirmi iki baskı yapmış olan Kanunların Ruhu, Papalık tarafından yasak kitaplar listesine alınmıştır. Düşünür, Fransa’da Cizvitler ile Jansenistler’in başını çektiği, dine karşı olmak ve materyalizme yönelmek eleştirilerine cevaben 1750’de Défense de l’Esprit des Lois (Kanunların Ruhunun Savunması) adlı kitabını yayımlar. Yaşamının son yıllarında Lysimaque, Arsace et Isménie gibi edebî eserleri üzerine çalışmıştır. Ölümünden sonra ise Notes de Voyage (Gezi Notları) ve Mes Pensées (Düşüncelerim) adlı kitapları yayımlanan düşünür, ayrıca Ansiklopedi için, Essai sur le Goût (Beğeni Üzerine Deneme) adlı maddeyi hazırlamıştır (1).

Herhangi bir Montesquieu anlatımında, yazarın siyasi düşünce tarihine en önemli katkısının, kuvvetler ayrılığı ilkesini kuramsallaştırması olduğu aktarılır. Bu durumun altında muhtemelen, Amerikan Anayasası ve Fransız Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirisi’nin içeriğine ruhunu vermiş olan burjuvazinin, Montesquieu’nün yazdıklarında, bu ilkenin cevherini bulmuş olması yatar. Söz konusu anlatım çerçevesinde Montesquieu’nün Antik Yunan düşünce geleneğinin etkisiyle siyasal düzenleri sınıflandırmasından, bu tasniflemedeki hükümet biçimlerinin dayandığı ilkeleri belirtmesinden, iklimlerin yasalar ve siyasal sistemler üzerindeki etkilerini incelemesinden söz edilebilir. Montesquieu’nün, Aristoteles çizgisinde seyreden siyasal düzenler sınıflandırmasında “herkesin sınırlı iktidarı” anlamındaki Cumhuriyet’in ilkesi erdemdir. “Tek kişinin sınırlı iktidarı” anlamındaki Monarşi’nin ilkesi onur ve “tek kişinin sınırsız iktidarı” anlamındaki Despotluk’un ilkesi ise korkudur. Cumhuriyet ve Monarşi ılıman iklimin hâkim olduğu küçük ve orta boy ülkelerin yönetim biçimleriyken, Despotluk sert iklimin egemen olduğu geniş topraklara sahip ülkelerin yönetim biçimidir (2).

Çok kabaca, klasik anlatımı bu şekilde özetlemek mümkün. Herhangi bir düşünürü, yaşadığı tarihsel dönemden büyük ölçüde soyutlayan ve sadece yazdıklarını göz önüne alarak yapılan okumaların ürünü olan bu tür anlatımlar, incelenen düşünürü tam manasıyla anlamaya olanak vermiyor. Örneğin Althusser’e göre, Montesquieu’nün kuvvetler ayrılığı ilkesi ile özdeşleştirilmesi mitostan başka bir şeyi ifade etmez (3). Dolayısıyla, düşünsel perhizi ve kolaycılığı bozmak için Montesquieu’nün yazdıklarının yaşadığı dönem bağlamında incelenmesi gerekir.

Montesquieu ve dönemi

Birkaç tarih vermenin faydası var. “Güneş Kral” olarak da bilinen XIV. Louis’den önce, Fransa’nın başında XIII. Louis bulunuyor ve 1643’e kadar yönetiyor. “L’etat, c’est moi” sözüyle tanınan ve mutlak monarşinin simgesi olan XIV. Louis ise 1648’den 1715’e kadar Fransa tahtında kalıyor. Demek ki Montesquieu, XIV. Louis’nin hem uyruğu hem de çağdaşıdır. Ayrıca, İngiltere’ye gittiği ve uzun süre orada kaldıktan sonra İngiliz siyasal kurumlarından etkilenerek Fransa’ya döndüğü pek çok kaynakta kaydediliyor. O halde, XIV. Louis dönemini ve 1688 sonrası İngiltere’sini kavramadan yapılmış olan tüm Montesquieu okumalarının eksik kaldığı söylenebilir.

Çok kısaca belirtmek gerekirse, feodalitedeki parçalı egemenliğin kralın sınırsız egemenliği lehine ortadan kaldırıldığı mutlak monarşide, devletin ‘bir’liğinin kurulması politikası esastır. Birkaç düzine dilin ya da diyalektin konuşulduğu, çeşitli dinsel mezheplerin bir arada bulunduğu ve çok çeşitli kültürlerin yan yana yaşadığı bir ortamda, devletin ‘bir’ kılınması için ortak öğe ne dil, ne din, ne de kültür olabilir. Bu işlevi yerine getirebilecek olan tek değer ise Ortaçağ’ın sonlarından başlayarak giderek güçlenen krallık ya da krallığın kişiliğinde somutlaştığı kraldır (4). Kralın birleştirici olabilmesi için de her türlü bağlılığın doğrudan monarka yönelik olması ve dolayısıyla da, ülkedeki tüm özerkliklerin yok edilmesi, kralın iktidarıyla rekabet edebilmesi muhtemel tüm güçlerin bastırılması ve çeşitli yerel otoritelerin ya ortadan kaldırılması ya da kralın denetimi altına alınması gerekmekteydi (5).

Yalçın Küçük, Tekeliyet adlı çalışmasında Fransa için söz konusu dönemi simgeleyen iki sembolden birisinin Versailles Sarayı olduğunu söyler. “Birincisi, Versailles Sarayı’nı genişletmesi ve üst yöneticileri, Paris’ten uzak Versailles’ya yerleştirilmesidir. Böylece devlet yönetimini, yanına ve evine almış olmaktadır. Bunun dışında belli başlı asillerin hepsini de sarayda ikamete özendiriyor veya zorluyordu; bu da, bunların tabanlarıyla bağlantılarını kesmek ve merkezi devletin bir parçası haline getirmek anlamına geliyordu…” (6)

Montesquieu’ye geri dönmek gerekirse: Aristokrasinin merkezi otoritenin bir ‘dekor’u haline geldiği, feodal bir kurum olan parlamentonun artık burjuvaziyle paylaşılarak feodalitedeki işlevlerini kaybettiği bir siyasal ortam en çok, Montesquieu’nün siyasal sistemler sınıflandırmasındaki despotizme benzemektedir. Nitekim, Acem Mektupları’nda yapılan önünde sonunda “despotik” Doğu üzerinden Batı despotizminin hicvedilmesidir (7) ve Montesquieu’nün tüm yazdıklarının özü, çok büyük ölçüde, burada gizlidir (8).

“Kuvvetler ayrılığı” ilkesinin anlamı

Montesquieu’nün yazdıkları aktarıldıktan sonra, sürekli olarak ona mal edilen kuvvetler ayrılığı ilkesine gelmek gerekiyor. Althusser’in Charles Eisenmann’a atıfta bulunarak gösterdiği gibi, Montesquieu’nün yaptığı güçlerin ayrılması değil; güçlerin düzenlenişi, kaynaşması ve ilintilendirilmesidir. Eisenmann’a göre, Montesquieu’de iki güç -yasama ve yürütme- ve üç güç odağı -kral, soyluluk ve halk- vardır ve Montesquieu’nün uğraşı yasallığın ve alanlarının tanımlanmasına ilişkin hukuki bir sorun değil, güçler ilişkisine ilişkin siyasal sorunun çözümlenmesi üzerineydi (9). “Böylelikle ılımlı yönetim konusundaki ünlü sorun da aydınlanmış oluyordu. Gerçek ılımlılık ne güçlerin kesin ayrılığı ne de yasallığa hukuki anlamda saygılı davranma ve özen göstermedir… Ilımlılık bambaşka bir şeydir: yasallığa saygılı olmak değildir yalnız, güçler arası dengedir, yani güçlerin güç odakları arasında paylaşılması ve bir güç odağının iddialarının, öteki odakların gücü tarafından sınırlandırılması ya da ılımlılaştırılmasıdır. Demek ki, ünlü güçlerin ayrılığı, gücün belirli güç odakları arasında, yani kral, soyluluk ve ‘halk’ arasında dengeli biçimde paylaştırılmasından başka bir şey değildi.” (10) Paylaşımın kimin lehine olduğunu sormak ise Montesquieu’yü kavramak açısından önemli. “Montesquieu’nün söz ettiği düzenlenişte yer alan güçlerin değil de, yaşadığı çağda varolan gerçek güçleri göz önüne alırsak, soyluluğun kendi tasarısı lehine çok önemli iki avantaj elde ettiğini de saptamak gerekir… Böylece, soyluların gerek yaşamları, gerek aileleri, gerekse malları kraldan olduğu kadar halktan da korunmuş oluyordu. Tarihin, eski ayrıcalıklarını tartışmaya başladığı, elinden koparıp almaya çalıştığı, çöken bir sınıfın sürekliliğini sağlayacak koşullar bundan daha iyi sağlama alınamazdı.” (11)

Görüldüğü gibi mutlak monarşileri despotizmle özdeşleştiren Montesquieu, mutlak monarkın feodal rakiplerinin gücünü dengelemek ve onları kendisine bağlı kılmak için burjuvaziden destek aldığı bir tarihsel süreçte yaşamış ve eserlerini kaleme almıştır. Yönetimin despotizme dönüşmemesi için aristokrasinin geleneksel bazı ayrıcalıklarını mutlak monarşiye karşı savunmak için önerdiği yöntemler ve siyasal kurumlar, burjuvazinin söz konusu dönemde monarşiye karşı yürüttüğü parlamentarist ve özgürlükçü mücadelesine hizmet etmiştir.

Dipnotlar

1) Mehmet Ali Ağaoğulları, Filiz Çulha Zabcı, Reyda Ergün; Kral Devletten Ulus Devlete, İmge Kitabevi, Ankara, 2005, s.366-370.

2) Cemil Oktay, Siyaset Bilimi İncelemeleri: Meşrutiyet, Sınıflandırma, Kültür, Modernleşme, Alfa Yayınları, İstanbul, 2003, s.88-89.

3) Bkz. Louis Althusser, Montesquieu-Siyaset ve Tarih, Çev. Alp Tümertekin, İthaki Yayınları, İstanbul, 2005, s.115-131.

4) Ağaoğulları vd, a.g.e., s.355-356.

5) Charles Tilly, Avrupa’da Devrimler 1492-1992, Çev. Özden Arıkan, Afa Yayıncılık, İstanbul, 1995, s.225.

6) Yalçın Küçük, Tekeliyet, Cilt 2, İthaki Yayınları, İstanbul, 2003, s.133.

7) Althusser, a.g.e., s. 109-112. Ayrıca bkz. Alâeddin Şenel, Siyasal Düşünceler Tarihi: Tarihöncesinde İlkçağda Ortaçağda ve Yeniçağda Toplum ve Siyasal Düşünüş, 11. Baskı, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2004, s.350.

8) Bu konuda bkz. Louis Althusser, a.g.e., Yalçın Küçük, a.g.e. ve Perry Anderson, Lineages of the Absolutist State.

9) Chales Eisenmann, L’Esprit de Lois et la Séparation des Pouvoirs, Aktaran: Louis Althusser, a.g.e., s.122-124.

10) Althusser, a.g.e., s.124.

11) Althusser, a.g.e., s.126-127.

Önceki İçerikMarie Curie oranı
Sonraki İçerikJohn Locke ve İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme: Modern bilimin ‘bilgi kuramını’ oluşturdu