Ana Sayfa Dergi Sayıları 47. Sayı Kıyı kenarındaki yaşam biçimi

Kıyı kenarındaki yaşam biçimi

Kapak Dosyası

334

Dünya’da geçirdikleri ilk 2 milyon yılın büyük bölümünde, insanlar avcı-toplayıcılar olarak savanaları dolaşıyorlardı. Güney Afrika-Kalahari’de olduğu gibi, grup olarak avlanma sayesinde, kökler, meyveler ve yapraklarla beslenen hayvanların besin açısından büyük değerini keşfettiler. 130-190 bin yıl öncesinin büyük buzul çağı savanaların alanını daraltmaya başlayınca, içlerinden birinin aklına kabuklu deniz hayvanları ve sahilden başka deniz ürünleri yemek geldi. Kıyı yerleşimleri muhtemelen daha da önce başlamıştı ama artık kıyılar su altında kaldığına göre, bunu hiçbir zaman bilemeyiz. Protein açısından zengin böyle bir beslenme düzeni, beyin için faydalı ve karadaki avlara nazaran elde edilmesi daha kolaydır.  Kaldı ki savanalar buzul çağında kurudukları zaman bile deniz ürünlerinin varlıklarını sürdürmek gibi bir avantajları vardı.

Kabuk artıklarının karakteristik yığınları günümüze kadar kaldığı için, böyle bir kıyı yerleşiminin kanıtlarına rastlamak oldukça kolaydır. Tek sorun, insanların ne kadar uzun süredir kıyılarda yerleşmekte olduklarını bulmaktır. Kabuk artıkları genellikle denizin kabarma çizgisinin tam üstünde bulunur ama geçmiş 200 bin yılın çoğunda deniz seviyesi bugünkü sahillere nazaran metrelerce aşağıdaydı. Dolayısıyla -örneğin 125 bin yıl önceki dönem gibi- ara buzul dönemlerinde deniz seviyelerinin yüksek olduğu sıralarda yayılan kabuklar hariç birçoğunun kaybolduğunu düşünebiliriz.
Neanderthaller İspanya ve İtalya’daki sahilleri 60 bin yıl önce doldurdular, onların bu alışkanlıklarını Afrika’dan getirmiş olmaları mümkündür. Bununla birlikte, yakın geçmişe kadar, Afrika’daki kıyı yerleşimine dair en eski tarihli kanıt Güney Afrika’daki Klasies nehrinden gelmektedir ve 100 ila 115 bin yıl öncesine tarihlendirilmiştir. Gene de 2000 yılında, Gözyaşı Kapısı’nın tam kuzeyinde Kızıl Deniz’in batı kıyısında Eritre’deki Abdur’da daha erken tarihli bir kıyı yerleşiminin izine rastlanmıştır. Eemian ara buzul döneminin doruk noktasına 125 bin yıl öncesine tarihlenmiş olan bu sahil yerleşmesi, büyük memeli hayvanların parçalanmış kalıntılarını da barındırdığı için karışık bir beslenme düzenine işaret ediyor. Volkanik bir cam türü olan obsidiandan yapılmış bıçak ağızları, modern insanlar tarafından kullanılmış gibidir.
Kızıl Deniz’deki bu yerleşim yerinin önemi iki kat fazladır: Bir kıyı yerleşimi hakkında en erken tarihli kanıtı sunmaktadır ve Afrika’dan güney çıkış yoluna çok yakındır. Her iki durum da ta Avustralya’ya uzanabilecek çekici bir modeli yansıtır. Kıyı yerleşimlerinin kalabalıklaşıp kıyının alanına sığamayacak hale gelince sonraki keşfedilmemiş kıyıya yerleşip böyle devam ettikleri konusunda ilgi çekici bir hikâyeye ulaşıyoruz. Böyle hızlı bir ilerlemeyle, Kızıl Deniz’den yola çıkan öncü gruplar Hint Okyanusu’nu çevreleyen kıyıları izlemiş ve 10 bin yıl içinde doğrudan Endonezya’ya ulaşmış olmalıdırlar. Zamanın düşük deniz seviyeleri Aden’den Java burnuna kara yürüyüşüne izin vermiş olmalıdır. Sonra da insan yerleşiminin en eski izlerinden kabuk artıklarının bulunduğu Avustralya’ya doğru adadan adaya atlamış olmalıdırlar.

Avustralya’nın erken kolonizasyonuna dair bu modelin gerçek olması kuvvetle muhtemeldir, ama tarihler sadece arkeolojik kanıtlarınkiyle değil, bütün diğer Avrasya yayılmalarının genetik soyağacındaki moleküler saat ile de uyumlu olmalıdır. Eğer bu sahili takip etme teziyle, hem Avustralya’ya hem de dünyanın geri kalanına yayılan tek bir Afrika dışına göç modeli kuracaksak, Hindistan’a, Güneydoğu Asya’ya doğru yayılmanın ve Yeni Gine’ye doğru paralel hareketin sırası ve tarihleri konusunda güçlü tahminler yaparak işe başlamalıyız. Bu tahminler teorinin sınavı olmalıdır.