Ana Sayfa 61. Sayı Darwin bir Sosyal Darwinci miydi?

Darwin bir Sosyal Darwinci miydi?

Kapak Dosyası

559

Darwin, gırtlak gırtlağa bir yarışmanın yaşandığı vahşi kapitalizm döneminde yaşamıştır. Doğaya, toplumsal alanda görüp etkilendiği bu yarışma olgusunun gözleriyle bakmıştır. Bu ona, yarışmanın getirdiği değişmeye ve gelişmeye benzer bir değişmeyi ve çeşitliliği doğada, doğa tarihinde de görme şansı vermiştir. Bu, yaratılışcı dinsel bir dünya görüşüyle yakalanamayacak bir gerçektir. Ancak Darwin, yarışma olgusunu bir (doğal) veri olarak algılamıştır. Ona işçi sınıfı ideologları gibi eleştirel bakıp, ona göre değerlendirememiştir.

Darwin bir Sosyal Darwinci miydi? Bu anakronistik (zamansız) soru düzeltilerek şöyle sorulabilir: “Darwin ‘doğal ayıklanma’ kavramının topmlumsal alana sistemli olarak uyarlandığını görebilecek kadar yaşasaydı (1) “Ben Sosyal Darwinci değilim” der miydi, demez miydi?

 

Darwin’in hakkını Darwin’e vermek

Bu konuda önce Darwin’in hakkını vermek, sonra eleştirmek uygun olur (2). Hıristiyanlık dini Ortaçağ Avrupası feodal düzeninin egemen katmanlarının ideolojik kalkanıydı. Gerçekten, feodal devletin (Althusserci terminolojiyle baskı aygıtını aristokrasi, ikna aygıtını klerje temsil etmekteydi. Fransız Devrimi’nin bir dönüş noktasını oluşturduğu burjuvazinin yükselişi ve endüstri devriminin gerekleri, bu kalkanın erk konumundan uzaklaştırılan katmanların elinden alınmasını gerektirdi. Yerine bilimsel düşünüşün ve budünyacı bir ideolojinin getirilmesini gerekli kıldı.

Ne var ki kökleri tarihe dayanıp kitleler içinde dal budak salmış bir ideolojinin sökülüp atılması kolay bir iş değildi. Ne de yekten onun karşısına çıkmak kolaydı (3). Onun yerine, felsefede “doğal hukuk”, bilimde “doğa yasaları” arayışı (yordamlamayla) getirilmişti. Bu yoldaki bilgi birikimi, zamanla, dinsel hukukun (feodal düzenin kalıntılarının) ve yaratılışçı dünya görüşünün temelleri oyacaktı.

Değişmez, değiştirilemez bir toplumsal sıradüzeni anlayışını besleyen yaratılışçılığa karşı düşünceler işte böyle biriktirilmeye başlanmıştı. Darwin, onları formülleştirip olgularla destekleyerek, “değişme ve evrim” kavramı seçeneğini formülleştirdi (4). Darwin’in ve Darwinciliğin tarihsel önemi bu noktada yattığı gibi, saldırıların hedefini oluşturmalarının nedeni de budur (5). Yoksa ne Darwin’in “doğal ayıklama” kuramı ne de onu destekleyen örnekleri, yorumları, gerçekliğin sonul dillendirilişidir. Gerçekten, evrimin düzeneği olarak günümüz biyologlarınca doğal ayıklanmadan çok (Darwin zamanında varlığı bile bilinmeyen) genler ve genlerde gerçekleşen mutasyonlar gösterilmektedir. Darwin’in yapıtının belkemiğini oluşturan “evrim” kuramı artık papalığın bile karşı çıkamadığı bir olgu düzeyine yükseltilmiş bulunmaktadır.

 

Darwin’i yermek

Darwin beklettiği, hatta yayınını ölümü sonrasına ertelemeyi düşündüğü (bkz. not 4) kuramını, Wallace’ın benzeri bir kuramı hemen hemen aynı kavramlarla geliştirdiğini bildirmesi üzerine, onunkiyle birlikte Linneaus Derneği’nde okunmak üzere (1858’de) göndermişti. Ardından Türlerin Kökeni yapıtını (1859’da) yayınladı. Korktuğu gibi şiddetli, kaba eleştirilere uğradı. Örneğin Oxford piskoposu Wilberforce (paleontolog Owen’dan aldığı bilgilere dayanarak) bilimsel eleştirileri yanı sıra Darwin’e ve kuramının ateşli savunucusu biyolog Thomas Henry Huxley’e kaba saldırılarda bulundu. Huxley’e annesi tarafından mı babası tarafından mı maymundan geldiğini sordu. Huxley’in yanıtı abuk sabuk konuşan birinin soyundan gelmektense maymundan gelmeyi yeğlerim oldu (6).

Oysa Darwin’in kuramında eleştirilebilecek pek çok nokta bulunmaktaydı. Söz konusu zayıflıkların bir bölümü, gelişen biyoloji biliminin, evrim olgusunu daha bir destekleyen (genler, mutasyonlar gibi) bulgularıyla giderildi. Bir bölümü, söz konusu zayıf noktalardan beslenen akımların onları uç noktalarına dek taşımalarıyla daha göze batar durum aldı. Bunlardan biri de Sosyal Darwincilik olarak nitelenen akımdır. Bu noktada Darwin’in eleştirisine geçilebilir.

 

Darwin’i eleştirmek

Darwin, bir doğa bilgini adayı olarak katıldığı Beagle keşif gezisi sırasında aynı türden hayvanlarda ve bitkilerde saptadığı çeşitliliklerin oluşmasının nedenlerine kafayı takmıştı. Açıklamasını Malthus’un (1798 tarihli) Nüfus Üzerine Deneme’sini okurken bulduğunu düşündü. Orada canlıların geometrik diziyle çoğalırken yiyeceklerin aritmetik diziyle artmasının yiyecek kaynakları üzerine bir yarışmaya yol açacağı belirtiliyordu. Bu “varolma savaşımı” içinde, başarı sağlayan değişen çevresel koşulların ürünü küçük farklılıklara sahip canlıların yaşarkalıp (İng. Survival) ötekilerin eleneceğini düşünmüştü. Küçük farklılıkların ise kalıtımla geçirilerek birikmesi sonucunda, yeni canlı türlerinin doğacağı görüşüne varmıştı.

Darwin, Türlerin Kökeni içinde, “insanın tarihi ve kökeni konusuna da böylece (doğal ayıklama ile) yeterli ışık tutulmuş olacaktır” demekle yetinmiş, ötesine geçmemişti. İnsanın Türeyişi yapıtının (1871’de) basılmasına dek (12 yıl içinde) evrim düşüncesi sindirilmiş, eleştiriler hızını kesmişti. Yeni yapıtını insanın evrimine adayabildi. Burada ilgileri, insanla başta insanımsı maymunlar olmak üzere üst dereceden biyolojik türler arasındaki sinir sistemlerine varana dek yapısal benzerliklere çekti. “Sonuç olarak bunların ortak köklerden türemiş olduklarını kabul etmemiz gerekiyor” noktasına vardı (7).

Kitabının ilk bölümünde (8) insan ile öteki hayvanların fizyolojik temelli davranışlarına değiniyordu. Bugün olduğu gibi o gün de kalıtımla geçirildikleri bilinen bu özelliklerle ilgili bir sorun yok. Ancak sıra “Zihinsel Yetenekler” başlığını attığı ikinci bölümüne gelince iş değişir. Çünkü burada, hayvanlarla üst memeliler arasında zihinsel yetenekler bakımından bir nitelik farkının bulunmadığını yazmaktadır. Farkın ancak nicelik (derece) düzeyinde olduğunu ileri sürmektedir. Bu, ileride Sosyal Darwincilerin (örneğin kimi ethologların) hayvan dünyasıyla ilgili gözlemlerinden insanı, toplumu da kapsayacak genellemelerde bulunmalarında payı olacak bir yanlıştır. Dilin ve onunla edinilen kültürel birikimin nitel bir farklılık olduğunu görememesi büyük bir hatadır. Burada günümüzün bilgileriyle Darwin’e yöneltilebilecek eleştiri: genlerle fizyolojik özelliklerin geçirilebilip, tek bir duygunun, tek bir düşüncenin bile geçirilemediğidir. O günlerde ise şunlar söylenebilirdi: Geçirilebilseydi, örneğin bir bebek, doğar doğmaz evlatlık edinen ailenin dilinden değil, onbinlerce yıldır biyolojik atalarının konuştuğu dilden hiç olmazsa birkaç sözcük getirirdi. Böyle büyük bir hatanın temelinde, Darwin’in biyolojik evrim ile dil kanalında işleyen, eğitimle, öğrenmeyle aktarılan kültürel evrimi ayırt edememesi yatsa gerektir (9).

İnsan Türeyişi yapıtının “Ahlak Duygusu” incelenen 3. bölümünde, zihin yapısı kadar ahlak yaşamının da kalıtılabilen ve “doğal seçilim” ilkesine bağımlı bir evrimin konusu olduğu savındadır. İnsanın övündüğü içgüdüleriyle, sevgi, bellek, merak, taklitçilik, akıl yürütme gibi duygusal ve zihinsel özellikleriyle hayvanlarda da karşılaşıldığını söyleyebilmektedir.

Bardağı taşıran son damla, 4. bölüm ile gelmektedir: Burada “doğal ayıklanma” ilkesinin, insanın biyolojik evriminde olduğu kadar toplumsal evrimi alanında da işlediği görüşü savunulur. Bunun doğal ayıklanma yoluyla güçlünün yaşamda kalıp zayıfların elenmesiyle toplum içinde ve toplumlar arasında görülecek evrimi doğal ve yararlı bulup onaylayan bir görüş olarak kapılarını Sosyal Darwincilere sonuna dek açan bir görüş olduğu söylenebilir.

 

Sosyal Darwinciliğin Darwincilikle bağlantısı

Sosyal Darwinci denebilecek düşünceler Darwin’den önce de görülmüştü. Örneğin Darwin’in Nüfus Üzerine Deneme yapıtını okuyup etkilendiği Malthus, nüfus artışının yoksulluk, hastalık, savaş, yasadışı eylemler (öldürmeler), yüksek ölüm oranları ile frenlenerek yiyecek artışı ile arasındaki dengenin kurulacağını söylemişti (9). Buna dayanarak Sosyal Darwinciler yoksulların, hastaların yaşamasını destekleyen politikaların, onların sağlıklı, varsıl, güçlü kişilerden fazla üreyip toplumda çoğunluğu oluşturacakları sonucuna varabildiler. Yoksullara yardıma, hastanelerde bakılmalarına, delilerin (öldürüp toplumu temizlemek varken!) tımarhanelere atılmalarına karşı çıkabileceklerdir. Savaşı toplumsal hastalıklardan arındırıcı, zayıfları eleyici bir temizlik aracı görebileceklerdir.

Darwin, ölümünden iki üç yıl önce (1879 ve 1880’de) kullanıma sokulan “Sosyal Darwincilik” adını bile duymadan ölmüş olabilir. Ama öjenik (soyarıtımı) akımının kurucusu olan kuzeni Francis Galton’un yapıtını ilgiyle okumuştur (10). Oradaki sağlıklı üyelerden oluşan bir topluma kavuşulması için zayıfların ve hastalıklıların evlenmelerinin ve üremelerinin engellenmesi görüşüne katılmıştır. Ancak bunun yasal zorlamalarla değil, kalıtım hakkında bilgilendirilen insanların kendilerini gönüllü denetlemeleriyle sağlanması gibi (gerçekleşmeyeceğini kendisinin de kabul ettiği) bir umudu dile getirmiştir.

Herbert Spencer (1820-1903) kimi yazarlara göre Sosyal Darwinciliğin kurucusu sayılır. Bunun nedeni ünlü 10 ciltlik First Principles yapıtının yayınlanmasından iki yıl önce Darwin’in Türlerin Kökeni yapıtını okuyup oradaki “güçlünün yaşaması” (İng. Survival of the fittes) kavramını kullanmasıdır. Üstelik Darwin’den önce ve Darwin onu insana uygulamadan önce topluma ve tarihe uygulanmasıdır (11).

Darwin, ava düşkün bir İngiliz olarak, av köpekleri gibi evcil hayvan yetiştiricilerinin, “yapay ayıklama” yöntemiyle üstün yetenekli ırklar yaratıp, zayıf hayvanların üreyip çoğalmasına izin vermediklerini görüp yazmıştır. “Doğal ayıklanma” kavramını Malthus’un zayıfların üremesini frenleyen yoksulluk, hastalık vb. düşüncesi kadar bu kavramdan yararlanarak formülleştirdiği söylenebilir. Ancak kendisine haksızlık etmemek için, insan söz konusu olduğunda, zayıfların üremesinin denetlenmeye kalkınması gibi ahlaka, vicdana uymayan bir tutuma gidilmeyip, toplumun bu yükü çekmesi zorunluluğuna değindiği de belirtilmeli.

Nazi ideologlarının ve politikacılarının Sosyal Darwinciler dolayımıyla Darwinci görüşlerden yararlandıklarına kuşku yok. Kimi yazarlara göre Übermench (fiziksel ve düşünsel nitelikleri üstün “üst insan”) kavramıyla Nietzsche de bir Sosyal Darwinci sayılır. Kimilerine göre, militarist Prusyalıları “sığırlar ırkı” niteleyişine bakılırsa sayılmaz (12). Darwinci, Sosyal Darwinci çizgi, 20. yüzyılın sonunda görülen, genlerin toplumu belirleyip ahlakın kişinin genlerini olabildiğince yaygınlaştırması doğasına aykırı olduğunu savunan Sosyobiyoloji kurucusu Edward O. Wilson’a kadar uzandı.

 

Sonuç

Darwin, gırtlak gırtlağa bir yarışmanın (İng. cut throat competition) yaşandığı vahşi kapitalizm döneminde yaşamıştır. Doğaya, toplumsal alanda görüp etkilendiği bu yarışma olgusunun gözleriyle bakmıştır. Bu ona, yarışmanın getirdiği değişmeye ve gelişmeye benzer bir değişmeyi ve çeşitliliği doğada, doğa tarihinde de görme şansı vermiştir. Bu, yaratılışcı dinsel bir dünya görüşüyle yakalanamayacak bir gerçektir. Ancak Darwin, yarışma olgusunu bir (doğal) veri olarak algılamıştır. Ona işçi sınıfı ideologları gibi eleştirel bakıp, ona göre değerlendirememiştir. Dolayısıyla (örneğin gözlem, tümevarım ve nedensellik araçlarını kullanan) bir bilimci olduğu kuşkusuz olmakla birlikte, “yarışmanın” bedelini, gelişmenin kimin gelişmesi olduğunu görmemiş (13), görmezlikten gelmiş bir burjuva ideoloğu olarak kalmıştır.

Toplumsal gerçeklik alanından aldığı “yarışma” kavramıyla doğaya bakıp, biyolojik evrimi açıklarken geliştirdiği güçlünün yaşarkalıp zayıfın elenmesi (doğal ayıklanma) kavramını bir doğa yasası olarak gördükten sonra dönüp topluma uyguladığında, kapitalden, egemen sınıflardan yana, dahası “Sosyal Darwinci” denebilecek yorumlara kapıları açmış olur.

Darwin kuşkusuz dar anlamıyla ve tam kapsamıyla bir Sosyal Darwinci değildi. Sosyal Darwinciler ideolojik silahlarını oluştururken başka kaynaklar yanı sıra ondan da yararlandılar. Darwin’in sorumluluğu, onlara ilerde yararlanabilecekleri bazı düşünsel silahlar sağlamaktan çok, yararlanmalarını engelleyecek kapıları kapamamış olmasıdır.

 

Bu yıl, neden doğumunun iki yüzüncü yıldönümünde Darwin’i, bir doğabilimcisini anmanın ötesinde savunma durumundayız? Bunun nedeni, yükseliş döneminde bilimin gelişmesine ayakbağı olan dine cephe alıp, yaratılışçılığa karşı evrimcilik seçeneğini formülleştiren bir bilimci yetiştirmiş olan burjuvazinin din politikasını değiştirmesidir. İdeolojik hegemonyasını, kitlelere daha uygun bulduğu dinsel inançların boyunduruğuyla daha da sıkıştırma yolunu tutmuş olmasıdır. Bu yolda dincileri, yaratılışçıları, hem emperyalizm kalesi olan ABD’de hem Türkiye gibi ileri karakollarında bilimcilere ve evrimcilere saldırtmasıdır. Bu saldırıya karşı, emekçi sınıflardan yana düşünürlerin, burjuvazinin yükseliş dönemi ideologlarını eleştirmek, bilimi geliştirmek yerine, geri mevzilere çekilip, onları savunmak noktasına dek geriletilmiş olmalarıdır.

 

DİPNOTLAR

1) “Sosyal Darwincilik” kavramı, Darwin’in “doğal ayıklanma” kavramını ortaya attığı 1859’da yayınlanan Türlerin Kökeni yapıtından yirmi, onu insanın evriminin çözümlenmesinde kullandığı 1871 tarihli İnsanın Türeyişi yapıtından sekiz yıl sonra ve kendisinin (1882’de) ölümünden iki yıl önce 1879’da ilk kez kullanılmıştır. Yaygın kullanımı ve popülerleşmesi, ABD’li tarihçi Richard Hofstadter’in Social Darwinism in American Thought yapıtının 1944’te yayınlanmasını izleyen tarihlerde olmuştur.

2) Charles Darwin’in The Origin of Species (yazarının gözden geçirdiği altıncı ve sonuncu baskısı, Londra ve New York, 1974 Collier, 512 s.) yapıtına “Önsöz” yazan George Gaylord Simpson, s.5’te bu kitabın “şimdiye dek yazılmış en önemli yapıt”, evrimin artık bir kuram değil doğruluğu sorgusuz bilinen gerçek olduğunu (s.6’da), ana düşüncesi doğal ayıklanmanın eksiksiz onaylandığını (s.8’de) yazmakta. Türkçe çevirisi için bkz. Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur yayınları, çev. Öner Ünalan, 1996.

3) Benzeri bir durum Eski Yunan aristokrasisinin safdışı edilmesi sırasında doğmuştu. “Tanrı soylu” olduklarını ileri süren aristokratların “kutsal kitabı” Homeros Destanları’nı eleştirmek “dinsizlik” sayılarak cezalandırılabiliyordu. Deniz ticareti ile varsıllaşan bir kentli sınıfın (MÖ 6. yüzyılda) yükseldiği İyonya kent devletlerinde çözüm, kentsoylu sınıfların ideologlarınca (dinsel düşünüşü eleştirmek yerine, onun temellerini oyacak) doğa (Yun. Physis) felsefesinin geliştirilmesiyle bulunmuştu.

4) Farrington, benzeri bir görüşle (bkz. Benjamin Farrington, Darwin Gerçeği, çev. B. Güvenç Y. İzbul, İstanbul, 1982, Çağdaş yayınları s.63’te) Darwin’in doğal ayıklanma ilkesinin yaratılış öğretisinin yerini alacağına kesin gözüyle baktığını yazmaktadır. Gerçekten Türlerin Kökeni içinde “…. doğal seçilim (ayıklanma) ilkesi (ile) yeni canlı türlerinin yaratılış mucizesiyle ortaya çıktıkları… yolundaki inançları tümüyle çürüteceğiz” diye yazmıştı (Farrington, s.64)

5) Darwin’in Beagle gezisi dönüşü (1838’de) geliştirdiği kuramını ve kaleme aldığı (Türlerin Kökeni) yapıtını yayınlamayı doğabilecek tepkileri düşünerek geciktirdiğini biliyoruz. Hatta el yazması sayfaları arasına koyduğu öldükten sonra nasıl basılması gerektiğini açıklayan notlarına bakılırsa, bir ara bu işi ölümünden sonraya bırakmayı düşünmüştü (bkz. Farrington, Darwin Gerçeği, s.56). Doğumundan iki yüzyıl sonra da süren eleştirilere bizden bir örnek olarak bkz. Harun Yahya, Bilim Tarihinin En Büyük Yanılgısı Darwinizm, kent: yok, basılış tarihi: yok, Gündüz Gazetesi hediyesi. 96 s.

6) Denis Buican, Darwin ve Darwinizm, çev. İbrahim Yakuboğlu, İstanbul, 1991, İletişim, s.71. Wilberforce, Darwin’e “uygun koşullar sağlansa şalgam çeşitleri insana dönüştürülebilir mi?” sorusunu da yöneltmişti.

7) Farrington, Darwin Gerçeği, s. 73’te aktarılmıştır.

8) Bkz. Charles Darwin, The Descent of Man, and. Selection in Relation to Sex, Londra, 2. baskı, John Murray ve Charles Darwin, İnsanın Türeyişi, çev. Sevim Belli, Ankara, Onur Yayınları, 1995.

9) Darwin’in Sosyal Darwincilerin yararlandığı yanlışlarını ortaya koyuşundan yararlandığım başlıca kaynak olan Darwin Gerçeği yazarı Farrington, Darwin’in iyi bir gözlemci bilgin, ama “beyin ile zihin”i ayırt edemeyen kötü bir filozof olduğunu (s.113’te) yazmaktadır. Biyolojik evrim-kültürel evrim ayrımı için Childe’in Kendini Yaratan İnsan ve Toplumsal Evrim adlarıyla çevrilen yapıtlarına bakılabilir.

10) Darwin’in kuzeni Francis Galton (1882-1911) bitki ve hayran türleri gibi insan soyunun da yozlaştığını düşünüp ıslahından yana oldu. Bu yolda 1901’de kurulan Biometrita ile 1909’da kurulan Eugenics Review dergilerinde yazdı ve Darwin’in büyük oğlu Leonard Darwin ile “Soyarıtımsallık Eğitim Derneği”ni kurdu (bkz. Buican, Darwin ve Darwinizm, s.103-104.

11) John J. Macionis ve Ken Plummer, Sociology (A Global Introduction) Londra, 2002, Pearson Education s. 23’te Sosyal Darwincilerin Spencer’in yarışmalarına karışılmadıkça en akıllı, tutkulu ve verimli kişilerin kalbur üzerinde kalmasının toplumu kesintisiz bir gelişme rayına sokacağı, yarışmaya karışılıp yoksullara destekten yana programlar uygulamanın değersiz kişileri yükselterek toplumu batıracağı görüşünden yararlandıklarını belirtmektedirler. Örnek olarak ABD petrol endüstrisinin çoğunu tekeline geçirmiş bir finans imparatorluğunun kurucusu olan Rockefeller’in kilisenin pazar okullarında Spencer’in “Toplumsal İncil” dediği görüşlerini, en güçlünün yaşamasının da o şirketlerin kurulması anlamına geldiğini anlatmasını vermektedirler.

12) Kendisi de Darwin gibi on yıllarca hastalıkla yaşamayı öğrenmiş olan Nietzsche’nin birey olarak hastalarla ve zayıflarla ilgili görüşleri Sosyal Darwincilerinkilerden hatta Darwin’inkilerden tümden farklıydı. “Yapay ayıklama” tutumundan yana olmuşsa da “doğal ayıklanma” konusunda Spencer’i de Darwin’i de eleştirmişti: Bu yolda, belli bazı durumlarda hastalığın da gerekli, hatta yararlı olduğunu ileri sürmüştü. İngilizce’ye All Too Human başlığıyla çevrilen yapıtında sakatların ilgileri sağlamlarınkinden farklı yönlerde odaklaştırarak değerli katkılarda bulunabildiklerini belirtmişti (http://en.wikipedia.org./wiki/SocialDarwinism, indirim 20.02.2009)

Kimi yazarlar ise “güçlünün yaşaması” kavramının, Spencer’in yapıtının yapısal öğesi olmayıp, vitrin nesnesi durumunda kaldığını, Spencer’i Sosyal Darwinci saymanın gerçekliğin ağır bir saptırılması olacağını ileri sürmekteler. (savları için bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Herbert Spencer, indirim 20.02.2009)

13) Darwin’in burjuva ideoloğu sayılması gerektiği, eleştiriyor göründüğü mülkiyeti kapital birikimine onun da uzmanlaşmaya ve evrime yol açtığı düşüncesiyle onaylayışından, egemen sınıfı anarşiye seçenek görmesinden (bkz. Buican, Darwin ve Darwinizm, 68-69) de çıkarılabilir. Marx ve Engels Türlerin Kökeni yapıtını önce çoşku ve övgüyle karşılayıp mektuplaşmalarında sınıf savaşı görüşlerinin tarihsel-toplumsal temelini sağladığını yazmışlardı. Ama sonra sınıf savaşını biyolojik temele dayandırmanın doğru olmayacağını, varolma savaşımı kavramının ise komünist toplumun bölüşmeci değerlerine uymadığını görüp İngiliz kapitalist toplumu savaş durumunu hayvan ve bitki dünyasına genellemekle suçladılar. Darwin’in bu ideolojik körlüğü hakkında ahlak ile ilgili görüşü örnek verilebilir: Hayvanlar dünyası için geçerli olan güçlünün yaşarkalması yoluyla evrimin, insan, toplum, ahlak alanında geçerli olup ahlakın “doğal ayıklanma” sonucunda (ahlaksızlıkların elenmesiyle) yükseldiğini yazmıştır (bkz. İnsanın Türeyişi İng. Baskı s.163, 166’dan Farrington, Darwin Gerçeği, s. 78). Bu, ahlaksızlığın artan yarışmaya ve onun sonucu olan eşitsizliğe koşut bir artış göstermesi gerçeğini görmesini engellemiştir.

 

Önceki İçerik61. yüzyıla davet 18 Şubat 6010
Sonraki İçerikDevletin doğuşu