Değerli dostumuz araştırmacı-yazar, arkeolog ve tiyatro sanatçısı Burçay Anger’i 23 Kasım günü yitirdik. “İnsanlığın İki Yüzü”, “Tuhaf Şeylerin Kökeni”, “Tarih Boyunca Erkek Gibi Kadınlar”, “Cumhuriyete Can Verenler Dev Yürekli Küçükler” adlı kitapların yazarı olan Burçay Anger’in çeşitli dergilerde çok sayıda makalesi de bulunmaktaydı. Anger aynı zamanda birçok tiyatro oyunu sahneledi. Bilim ve Gelecek dergisini çıkaran ekip geçmiş yıllarda Bilim ve Ütopya’yı çıkarırken, Burçay Anger’in çok sayıda incelemesi bu dergide yayınlanmıştı. Anger ayrıca, Ütopyalar Toplantıları’na da katkı koymuş, çeşitli bilimsel-arkeolojik gezilerimizde rehberlik yapmıştı. Bildiğimizi sandığımız konuları, kendine özgü polemikçi üslubuyla, çok farklı boyutlarıyla ele alan ve okurlarına yeni düşün pencereleri açan “asabi dostumuz” Burçay Anger’i, Ağaçkakan dergisinin Şubat 2000 tarihli 36. sayısında yayınlanan “Sarı Kedi” başlıklı kısa bir yazısını sunarak anmak istedik. Tüm dostlarının, Türkiye düşün ve sanat camiasının, hepimizin başı sağ olsun.
Sarı Kedi
Yaz bitti. Yazlıkçılar türlü sıkıntıları ve bomboş cepleri karşılığında edindikleri yanık tenleriyle çekip gittiler. Akşam erken iner ve dalgalar hüzünle yalar oldular taşlı kumsalları. Hayatımdan bir yıl daha geçti, bir yıl daha yaklaştım ölüme, buna aldırmıyorum. Ama benim sevgili yaratıklarımı, Assos’un başıboş köpeklerini, uzun bir açlık cehennemi, kış bekliyor şimdi, üzülüyorum.
Anadolu’nun benzersiz yazlık sahillerinde, turizm denen şey doğanın bütün dengesini bozar. En çok kedi, köpek gibi dost hayvancıkların hayatını perişan eder. Hemen bütün sahillerin yükseğinde köyler vardır. Türk köylüsü koyuncu ve çiftçi olduğundan bereketsiz kumsala değil yüksekteki kırsala yerleşmiştir. Tabii kedileri ve köpekleriyle birlikte. Turizm icat olunca köylülük de köyler de bozuldu. Eskiden evi ve koyunları korumakla görevli köpekler; ortada tarla tapan, ağıl mağıl kalmayıp her şey motellere, kampinglere dönüşerek aşağı sahillere inince doğal işlevlerini yitirdiler. İşsizlikten kovulmaya başladılar. Kediler de öyle elbet. Onlar da işi dilenciliğe vurup kamping çöplüklerine dadandılar. Kış aylarında sıfıra düşen bu çöplükler, yazın kedi köpek arasında paylaşılmaz bir mekan oluyordu.
Kedilerin fiziksel avantajları vardı ve turizme önce onlar uyum sağladı. Kimi sırım, kimi yağ tulumu gibi ve çoğu limon kafalı turist milletinin toplumsal eğilimlerini çabuk tahlil ettiler. Masa altında, çiçek dibinde, duvar arkasında, ağaç üstünde, bir görünüp bir kaybolarak, aniden ve sessizce peydahlanıvererek, ısrarlı dilenme uzmanı kesiliveriyorlar. Assos kamplarında, restoranlarında çok seyirlik bir durumdur. Bir bakarsınız birisi, şen şakrak muhteşem bir turist sofrasına, en yakın daldan şap diye atlayıvermiş. Öteki mutfaktan bir gözleme yürütmüş tüymekle meşgul. Kimisi soyulmuş söğüt dalı bacaklı bir turist ablanın buduna sevimli cırmıklar atıveriyor, bir diğeri sandalye altına siperlenmiş, cayır cayır miyavlayıp nafaka talep ediyor. Turist milletinin tarihi/toplumsal kültüründe böyle hayvansal samimiyetlere hiç rastlanmadığından bu yüzsüzlüğe bayılırlar aslında. Ama sonuçta ortaya göz ardı edilemeyecek gibi ciddi bir rahatsızlık çıkmıştır. İşte artık “bir işe yaramaz” bellenen köpekler burada devreye girecektir. Yazlık sahiplerinin ve çalışanlarının ufak teşvikleriyle, kedi kovalama işine atanıverirler derhal. Yemek üretilen ve yenen hiçbir yere kedileri yaklaştırmayacak, huzur sağlayacaklardır. Böylece ezeli içgüdüsel hırlaşma, ekmek parası veya görevli memur anlayışıyla daha da şiddetlenmiştir. Gördüğüm kadarıyla dünyanın hiçbir yerinde, köpekler kedilere Assos’ta olduğu kadar ölümüne düşman değildir.
Eylül ortasıydı, çadırlar sökülüp karavanlar filan gidince, bizim kampingden balıkçı kahvesine giden kestirme bir yol buldum. Ve bir sabah, büyük otelin, büyük çöplüğünün yanından kıvrılıp buradan geçerken, çok şaşırtıcı bir olaya tanık oldum. Yaz sonuyla birlikte uzun açlık maratonu başladığından bütün Assos köpeklerinin en gözde uğrak yeri olmuştu burası. Kampingler bitmiş, köpekler başıboş kalmış, sadece büyük oteldeki son ehlikeyif müşterilerin artıkları dökülüyor çöplüğe çünkü. Küçük patikanın tam ortasında hayretle kalakaldım. Alçak yassı bir taşın üstünde, şimdiye değin hiç fark etmediğim sıska, sarı bir kedi kurulmuş keyif çatıyor. Köpeklerin en işlek kavşağında bir kedi! Huzur içinde güneşleniyor. Bir ara gayet anlamsızca bana baktı ve çevirdi başını. Yahu şimdi bizim azmanlar peydahlanıp parçalamazlar mı bu küstahı?
Demeye kalmadı, çatal bir kayanın arasından birisi yanıma atladı. Bu Uzo! Akbaş kırması, heybetli bir şey. Kaç kez gördüm, kedi kovalarken greyder gibi Alman kadınlarını yere yapıştırmıştı. Uzo hışımla sarı kediye yaklaştı. Hayret, bizimkinde tık yok. Hayvan da şaşırdı, ne halt edeceğini bilemedi. Sonra kara burnunu uzatıp koklayayım istedi. Bir an kediyle köpek burun buruna öylece kaldı. Sonra sarı kedi oturduğu yerden bir zahmet ağzını açıp “Kıhhhhs..” diye bir ses çıkardı. Uzo geri sıçradı, son olarak bir bana baktı, bir başını kaldırıp bulutları saydı, sonra çekip gitti. Hepsi bu. Vay canına olamaz!
Ve aşağıdan tıngır mıngır Rambo göründü. Bu yirmi beş kilo civarında kapkara, şeytan suratlı hayvanın yalnız sağ kulağı beyazdır. Bu yırtıcı yaratığın hangi türün kırmasının kırması olduğu ciddi, bilimsel bir sorundur. Büyük ataları içinde bir Brezilya karıncayiyeni olduğunu kolayca varsayabiliriz. Bu da aniden atılıp sarı kediye sokuldu, kocaman ağzını açtı ve uzandı. Eyvah.. gitti hayvancık. Rambo ağzı açık, üst dişlerine kedinin kulaklarının ucu değiyor. Bir süre öyle kalındı, tek kare. Derken bizim taş üstündeki kıpırtısız sarı sfenksten bir “Kıhhhhs” de buna. Rambo döndü ve gitti. Umduğunu bulamamış eski tiyatro komedyenleri gibi, süklüm püklüm.
Arkasından iki kardeş, en adisinden iki sokak iti göründüler. Bunlar da önce bir har hur ettiler sonra baktılar ki sarı kedinin ipinde değil derhal birbirleriyle hırlaşarak, büyük çöp varili içinde kayboluverdiler.
As solistler sahneye en son çıkar ya, bir kaç saniye sonra bir plaj zamparası kadar kendinden emin, kibirli kibirli, burun ileride, ağız fırıncı küreği gibi, dilini fayrap etmiş, uzun ve ritmik atlet fuleleriyle, Assos’un köpekler kralı Efe’nin yaklaştığı görüldü. Bu canavarın yedi günlükten 77 aylığa hiçbir kediyi affettiği duyulmamıştır. Efe’nin numarası basit ve nettir. Havlama, hırlama, gırıldama yoktur. Efe ısırır. Ham yapar, hepsi bu.
Efe küstahlığın zirvesinde uyuklayan sarı kediye, birdenbire önüne allah tarafından küt diye konulmuş bir buçuk yoğurtlu iskender gibi baktı. Yerden elli santim zıplayarak bir sağ bir sol yaptı. Sarı kedi, sol tarafındaki üç tel bıyığın ortancasını hafifçe salladı. Sonra şimşek gibi bir hareketle Efe’nin burnuna, beyaz benekli patisiyle müthiş bir şamar patlattı. Bunun üzerine dev cüsseli canavar Efe bana döndü, çok kısa bir an yüzüme baktı. Şerefsizlik kuyusunun en dibinde bocalıyordu. Sonra birden geldiği gibi, havaya karışıp toz oldu, gitti.
Gözlerime inanamıyordum. Bunca kedinin katiline karşı, kuyruğunu bile depreştirmeyen bir sarı kedi! İyice sokuldum ona. Önünde saygıyla diz çöktüm. Yüzümü yüzüne yaklaştırdım. O öylece durmuş on santim ötemde. Bakışları dalgın, bıyıklarını inceliyor. Ama ben onu korkutmaya kararlıydım. İki parmağımı dimdik yapıp gözlerine doğru hızla uzattım. Sarı kedi birkaç saniye denize doğru baktı sonra yine bana döndü. İşte o zaman, gelmiş geçmiş bütün insanlık vahşetini beynimden geçirdim. Ve hayvanlar aleminin o müthiş, o inanılmaz merhametli sevecenliğine bir kez daha şapka çıkardım. Artık her şeyi anlamıştım. Canavar köpekler, bu kediye, yalnızca bu kediye karşı saygılı bir hoşgörü duyuyorlardı. Çünkü bu sarı kedi doğuştan kördü.
Burçay Anger