Ana Sayfa 72. Sayı And Dağları’nın ardındaki sosyalizm rüyası: Şili

And Dağları’nın ardındaki sosyalizm rüyası: Şili

Tersine Dünya

519

Bir geziden çok kendi tarihini, yitimlerini dünyanın öbür ucunda aramaktır, Türkiye’den Şili’ye gitmek. Çünkü yüreğimizden hissederiz ki ha Mahir’dir alnından vurulan Deniz’ini kurtarmak için, ha bedeni parçalanan Allende’dir halkı için. İnti İllimani’nin, Violeta Parra’nın, Victor Jara’nın acı ve gurur dolu ezgilerini anlamak için İspanyolca bilmeye ihtiyaç yoktur. Bu yüzden Türkiye’den Şili bir yürek atımı mesafededir.

 

Demircan Pusat

“duyulur ardında bıraktığı hayallerin gürültüsü
sinsi bir deprem gibi camları titretmesinden/

masasına gelip gittiği açıkça anlaşılır
daktilosu çalışmasa da şeridinin eskimesinden/
durduğu yerde patlaması mürekkep hokkalarının
ömrünce biriktirdiği sosyalist öfkesinden/
ne kadar yok etse ölüm vuruşu göklerde yankılanan
kocaman bir yürek kalır şili’nin allende’sinden”
atilla ilhan

 

Türkiye’den Şili kaç kilometredir? Kaç meridyen vardır arasında; kaç ülke sığar o mesafeye ve kaç dil, kaç kültür?..

Hangi kitabı açsam, hangi dili konuşsam “insanlığın kaderi birdir” diyor. Bizim dışımızda tüm evren kader birliği etmiş de bir insan kalmış bu ortaklığın dışında. Mümkün mü? Eğer mümkünse neden bütün fikirler ve kuvvetler evreni taklit ederek genişlemek zorundadır? Büyümek ve bir ağacın tohumlarını saçması gibi parçalanarak kendini yeniden üretmek; nereden doğan kanunlardır bunlar?

Bir gezi yazısına benzemeyecek bu. Zaten bir geziden çok kendi tarihini, yitimlerini dünyanın öbür ucunda aramaktır, Türkiye’den Şili’ye gitmek. Çünkü yüreğimizden hissederiz ki ha Mahir’dir alnından vurulan Deniz’ini kurtarmak için, ha bedeni parçalanan Allende’dir halkı için. İnti İllimani’nin, Violeta Parra’nın, Victor Jara’nın acı ve gurur dolu ezgilerini anlamak için İspanyolca bilmeye ihtiyaç yoktur. Bu yüzden Türkiye’den Şili bir yürek atımı mesafededir.

Pinochet: ABD’nin arka bahçe köpeği.

Karmaşık duygularla Şili’nin başkenti Santiago’ya en yakın sınır kenti Mendoza’dan bindiğimiz otobüsle Andlar’a doğru yol aldık. Havası daima ılık yaz akşamı kıvamında olan Mendoza bağlarının arasından geçerek uzaktan seyrettiğimiz bu bitimsiz dağ dizisine yaklaşırken insan kendine sormadan edemiyor; “acaba nereden bir geçit bulup da geçeceğiz?”

Dünyanın en yüksek ikinci zirvesinin bulunduğu yedi bin metrelik Aconcagua Dağı’nın gölgesi boyunca sınıra doğru tırmana, kıvrıla yol aldı otobüs. Aymara dilinde “dünyanın bittiği yer” anlamına gelen Şili’nin en geniş yerinin 240 km, ortalamasının 180 km olması nedeniyle doğru yerden giren için mesafeler kısadır. Sınır işlemleri ve otobüsün gayet yavaş yol almasına karşın Mendoza’dan Santiago’ya altı saatte varılıyor. Üstelik otuz pezoya yapılan bu yolculuğun, gün batımını Andlar’dan inerken izlemek gibi büyük bir hediyesi var.

Şili, ardı Andlar tarafından kapatılmış önünde 5300 km boyunca denizle çevrelenmiş bir ülke. Buradan sonra gidilebilecek başka bir yer bulunmuyor. Yani yerliler bu ismi takmakta hiç de haksız sayılmazlar.

And zirvesinde bir tünelden çıkıp da o alıştığımız “hoş geldiniz” tabelasını görünce Allende’nin ülkesine ulaşmanın hüznü ve mutluluğu sardı benliğimizi. Pek hoş karşılandığımızı söyleyemem. Sınırda karşılaştığımız görevlilerin tavrı tipik bir askeri rejim havasındaydı. Santiago’ya giden yolda ise çok sayıda askeri birlik dikkatimizi çekti.

And yollarında ışıklandırma sistemi olmadığından geçişlere yalnız gündüz izin veriliyor. Akşam olduğunda Santiago’ya varmış oluyorsunuz. Recoleta’da uygun fiyatlarda temiz oteller var. Biz de onlardan birine yerleştik. Altı buçuk milyonluk şehirde gece oldu mu insanlar evlerine çekiliyor. Dikkatimizi ilk çeken şey bu oldu. Güney Amerika’ya özgü gece hareketi pek yok burada. Şili’liler daha içlerine kapalı ve aileye dönükler. Öyle ki 1990’a kadar yasal olarak “boşanma” hakkının bulunmadığı bir ülkeydi burası.

İkinci dikkatimizi çeken şey ise gecenin o saatinde bile insanların bize yer ayarlamak için çabalamalarıydı. Şili’lilerin o ilk görüşteki alışıldık Latin “yakınlığında” davranmayan ama daha yardımsever ve sorumluluk duygusuna sahip insanlar olduğunu ilerleyen günlerde anladık.

Darbe mi dediniz?

Gün aydınlandı. Sabah sekizde Plaza de Armas’daydık. Kalabalık arttıkça üniformalı sayısında da ciddi bir artış oldu. İki saat içinde tuhaf bir haki rengin tüm meydanı işgaline tanık olduk.

Diyorlar ki, aradan 37 yıl geçmiş, 20 yıl önce asker iktidarı bırakmış, üstelik 20 senedir de bu memleketi “sosyalistler” yönetiyorken; ne darbesi canım! Hatta okuyoruz gazetelerden, başlıklar atılıyor: “Şili Darbecilerini Yargılıyor”. Kimi yargılamış, ne ceza vermiş belli değil. Evet gördük: “Sosyalist” Bachelet generallerin yanında şirin kız çocuğu rolünü çok güzel oynuyordu. İnanmayan buyursun Santiago’ya trafik polisinden zabıtaya kadar bütün görevlilerin ordu mensubu olduğu, her şeyin ordu tarafından denetlendiği Şili’nin muhteşem kapitalizmini görsün.

Yeri gelmişken söyleyelim, Türkiye’de darbecilerin yargılanamadığı ve bazı Latin ülkelerinde darbecilerle aslanlar gibi hesaplaşıldığı karşılaştırması doğru değildir. Söz konusu yargılamaların en kapsamlısı Arjantin’de gerçekleşmiştir. Üstelik bu Arjantin ordusunun Malvinas’da İngilizler karşısında perişan olduğu koşullarda yani ordunun hiyerarşik düzeninin bozulduğu, moralinin çöktüğü, işlediği suçları kapatabilecek piyasa mekanizmasını kuramadığı ve en önemlisi emperyalist destekten tamamen yoksun olduğu bir dönemde gerçekleştirilmiştir. Yargılamaları da sanıldığı gibi “sol” bir kanat değil düpedüz Reagan’cı bir neo-liberal olan Alfonsin gerçekleştirmiştir. Tutuklanan askerler Donanmanın misafirhanelerinde konuk edilmiş, beş sene sonra da Peronist Menem iktidarında hepsi serbest kalmıştı. Bu da yetmemiş en az beş bin Arjantinli devrimcinin katlinden sorumlu ve onların annelerini bile kaybetme alçaklığını gösterecek kadar alçak bir faşist olan Binbaşı Astiz mensubu olduğu orduya dönebilmiştir (Bkz. Bilim Gelecek Kasım sayısı). Buna rağmen Arjantin belki de dünyada darbe dönemini en kapsamlı biçimde yargılayan ülkedir ve Şili onun yüzde birini bile gerçekleştirmiş değildir.

Şili’nin yüreği Victor Jara.

Sorun şu ki hesaplaşma yanlış bir alanda gerçekleştirilmiştir. Kissinger’in “arka bahçe” köpekleri olan tüm bu faşist darbeciler pax-americana’nın uygulayıcısıydılar. Onların patronlarına gerçek bir tavır almaksızın ve sınıfsal alandaki tüm ittifaklarını imha etmeksizin yapılacak yargılamaların da neo-liberal sisteme hizmet edeceği görülmüştür.

Gerçeğin bize yalın biçimde gösterdiği şey Şili’den Arjantin’e ve oradan Türkiye’ye uzanan faşist darbeler zincirinin başarısı neo-liberal ekonomi politikalarının uygulanmasındaki istikrar ve finans kapitale rahat hareket etme olanağını sağlamasındadır. Bu darbeci generaller ülkelerini komünistlerin elinden kurtarmış muzaffer komutanlar değil, zenginlerin masalarındaki artıklardan beslenen zavallılardır. Askerlik mesleğinin bu onursuz yaratıkları emekli olduklarında Türkiye’de Koç gibi büyük sermaye gruplarının yönetim kurullarına, Çağlar gibi kriminal burjuvaların kucaklarına, Şili’de ise İngiliz ve Amerikan şirketlerine koşarlar.

Söz konusu üç darbe de -aralarındaki farklara rağmen- başarılıdır. Arjantin’de işçi sınıfı geleneğinin güçlü etkisiyle sosyal yasalar korunabilmiş, Türkiye’de ABD’nin bölgedeki adımlarını öteleyecek kadar güçlü olan geleneksel sol ideoloji gerek Kürt hareketine gerekse de devletin ve siyasetin değişik kanatlarına sirayet ettiğinden özelleştirmeler kolayca gerçekleşememiştir. Fakat sonuçta sistem ayakları üzerine oturmuş ve güçlü bir sol iktidarın oluşma koşulları neredeyse tamamen ortadan kaldırılmıştır. Yani 12 Eylül’ün aşılamamasının nedenini faşist cunta generallerinin yargılanamamasında değil 24 Ocak kararlarının uygulanmasındaki istikrar doğrultusunda biçimlendirilen yeni toplumsal yapının sistemle bütünleşmiş olmasında aramalıyız.

Denilebilir ki; darbeci yargılamanın her türü hayırlıdır. O zaman bu fikri savunanlar  darbenin gerçekleşmesini bekleyeceğine orduların toptan lağvedilmesine çalışsın. Fakat Amerikan ordusundan başlamak üzere…

Sınıf çatışmaları ve özgürlük mücadeleleri bu kadar basite indirgenemez. Sahte hesaplaşmalar tarihin yaralarını kapatamaz. Aksine onların anlamına kastederek daha da derinleştirir. Karşı-devrim ancak devrimci bir kuvvet tarafından hakkaniyetiyle yargılanır ve devrimci bir iktidar tarafından tarihin çöplüğüne atılır. Ötesi yalan, sahtekârlık ve emperyalizmin soytarılığını yapmaktan başka bir şey değildir!

Şimdi “Tersine Dünya”dan Türkiye’deki sürece baktığımızda; Albay, Binbaşı rütbesindeki askerlerin intiharlarını, onlarca muvazzaf subayın ve eski kuvvet komutanlarının hapisliğini aynı kumpanyanın bir sahnesi olarak değerlendirebiliyoruz. Kesinlikle kapsamı ve bedeli Arjantin ordusunun ödediğinin üzerindedir. Üstelik yargılananın 12 Eylül ve onun kirli savaş mekanizmaları olmadığından kimsenin kuşkusu yoktur. Süreç Amerikan komandolarının Türk askerinin kafasına çuvalı geçirmesiyle başlamış ve bugüne ulaşmıştır. Tüm bu “demokrasinin” inşası sürecinin Şili’dekinden daha acımasız bir kapitalizmle ve emperyalizme koşulsuz teslimiyetle taçlandırılması amaçlanmaktadır. Ve karşı-devrimin bu ilerleyişini durdurmanın şu an gerçekleşebilir tek çaresi Tekel işçileri gibi davranma cesaretini gösterebilmektir.

Efsane futbolcu Caszely

 

Santiago De Chile

Santiago’nun işgal altındaki sokaklarında Allende’nin hatıralarını arıyoruz. Atilla İlhan’ın dizelerindeki daktiloyu, mürekkep hokkasını ve bir direniş sembolü olan onun kemik gözlüğünü… Soruyorum önüme gelene “Allende’nin hatıraları nerede?”. Yaşlıca bir adam küçük bir tezgahta kağıt-kalem satıyor. Önce yüzüme bakıyor, sonra sanki yüreğine kilitlenen bir sandıktan onun hatıralarını arar gibi düşünüyor. Sonra yerinden kalkıyor ve tezgahını terk edip ilerde yol kazısı yapan işçiye danışıyor. Üstüne basarak “Doktor Salvador Allende” diyor. Binaların ardındaki “Palas de La Moneda”yı işaret ediyorlar. İlerleyince karşımıza çıkıyor Moneda. Allende’nin sabahın altısında direnişe geçtiği Başkanlık binası. Bir darphane olarak inşa edilen bina çok kudretli görünüyordu. 11 Eylül 1973 sabahı bombalanırken görüntülerini izlediğimiz o tarihi bina karşımdaydı. Uçakların bombaları altında bile boyun eğmeyen sosyalist liderin hatıraları burada saklanıyor.

De La Moneda’nın iç taraftaki meydana bakan giriş kapısında uzun boylu paltolu subaylar tarafından durdurulduk. Bir bahaneyle bizi içeriye sokmadılar. Allende’nin odasını ziyaretimiz üç gün üst üste askerler tarafından keyfi biçimde engellendi. Bunu kime söylediysek boyun eğdi, “yaparlar” dedi.

Şimdi Palas De La Moneda’nın yanındaki dar yolun köşesinde duran bir Allende heykeli Devlet Başkanlığının kapısında nöbet tutan subaylara bakıyor…

Devrimci asker Grove şilideki ilk sosyalist iktidar deneyimine önderlik etmişti.

Faşist dayanışmanın enternasyonal niteliği!

Şili’de toplum yapısının diğer Latin ülkelerinden farklı olduğu hemen anlaşılıyor. Bir de ilginç biçimde Alman etkisi görülüyor. Menü listeleri bile İspanyolca ve Almanca. Ortalıkta gerine gerine yürüyen şişman takım elbiseli adamlar da hiç Latin gibi durmuyor.

Buradaki Alman nüfusun bazıları birinci Dünya savaşı sırasında gelmiş. Diğer kısmı Nazilerden kaçan Almanlarla bizzat Nazi destekçilerinden oluşuyor. Hatta güneyde bazı Alman kolonileri özerk yönetime sahip. Bu kolonilerden bazıları faşist cuntayla sıkı ilişkiler içindeydi. Birkaç yıl önce Arjantin sınırında ele geçirilen eski Nazi Paul Schaefer’in altmışların başında kurduğu Dignidad Kolonisi de bunlardan biridir. Yüz kilometre kareden fazla sulu tarım alanına sahip koloninin kurucusu savaş sonrası Şili’ye kaçarak burada kendine bir çiftlik yapmış. Darbe sırasında da durumdan vazife çıkarmış. Pinochet’nin askerlerine “siz yakaladıklarınız bana getirin, onları konuşturmasını bilirim” demiş. Kaç kişiyi işkencede öldürdüğü, kaçının kaybolmasında parmağı olduğu ise bilinmiyor. Aynı dönemde çiftliğinde üç yüzden fazla işçiyi köle olarak çalıştırmış ve onları hapsetmiş. Yani bu faşist artığı, ruhu karanlık şahsiyet 1930’larda Almanya’da işlemeye başladığı suçları kesintisiz biçimde yakın zamana kadar devam ettirmiş. Seksen küsur yaşına rağmen durmamış. Herhalde bir alışkanlık olarak çocuklara tecavüz etmeyi sürdürmüş. Ancak bu nedenle aranır duruma düşmüş. Aranmakta olan bin kişilik Nazi savaş suçluları listesinde de adı bulunan Schaefer Arjantin’e geçerken yakalanmış. Daha sonra koloninin yönetimi mahkeme tarafından atanan bir avukata verilmiş.

 

Victor Jara’yı ararken

Bir yerlerden Santiago’da bir Victor Jara Müzesi olduğunu duymuştum. Fakat bununla ilgili herhangi bir bilgiye rastlayamadık. Halka sora sora şehrin öbür ucundaki Plaza İtalya’ya, oradan da Hukuk Fakültesine ulaştık. Sorduklarımdan biri bir temizlik işçisiydi. Adamcağız ağlamaklı gözlerle bakıp ona ait bir müze olmadığını söyledi. Ben de acaba aynı kişiden mi bahsediyoruz diye Jara’nın kim olduğunu açıklamaya kalktım. “Evet, onu öldürdüler” dedi. Biraz ilerde bulunan liseli çocuklara aynı soruyu yönelttim. Hukuk fakültesinin o tarafta olabileceğini söylediler. Yolda ilerlerken sorduğum iki kişiden biri telefonundan google’a bağlanarak bulmaya çalıştı ama nafile. Caddenin karşısında tarot falı bakan iki öğrenciye sorduğumuzda ise “vayy canına! Onu tanıyor musun?” yanıtını aldık. Hatta biri nereli olduğumu öğrenince Türkiye’nin sosyalist bir ülke olup olmadığını bile sordu. Son olarak Hukuk Fakültesinin karşısında el işi ürünler satan tezgahlardan birine yöneldik. Ellisinde görünen topluca bir adama “Victor Jara’nın müzesi nerede” dediğimde adam tezgaha kollarıyla yaslanmış halde öyle kalakaldı. Bu görüntüyü unutamıyorum. Fotoğrafı sanki kafamın içinde asılı kalmış. Gözlerini hedefine kilitlenmiş bir asker gibi bana bakıyordu. Yaklaşık bir dakika öyle durduktan sonra “entiendes?” dedim. Durdu başını önüne eğdi, “evet” dedi, “iyi anladım, fakat öyle bir yer yok”. Tezgaha baktım; satılan deri eşyaların bir kısmında Victor Jara’nın resimleri vardı..

Metropolitan tepesinde Meryem anıtı.

Dünyanın en güzel insanlarından biri olan bu köylü çocuğu gitar çalmayı annesinden öğrenmiş. Muhasebe eğitimi almış, teoloji okumuş, dine inancını yitirmiş, tiyatro yapmış, ama nihayetinde kendini müziğe adamış. Şili folku üzerine çalışmış ve Violeta Parra’yla beraber “Yeni Şarkı” akımının öncüsü olmuş. Halkına ve ülkesine duyduğu sevgiyi dizelerine taşımış. Allende’nin Halkın Birliği Cephesi yararına konserler vermiş. Allende’nin ölmeden önce verdiği emre uyarak Teknik Fakültedeki işinin başına gitmiş. Oradan askerlerce alınıp Santiago Stadyumuna getirilmiş.

Büyük gözaltı operasyonunda alınanlar orada toplanmaktadır. Bilmem Costa Gavras’ın “Kayıp” filmini izlediniz mi? Orada Santiago’nun faşist ordu tarafından kesilmiş caddelerinden birinde bir gece vakti bembeyaz bir atın barikatları yarıp çıktığı düşsel bir sahne vardır. Gecenin o vaktinde bu kadar muhteşem güzellikte bir varlık nereden peydah olmuştur, kimse sırrına eremez. İşte Jara da öyle ortaya çıkıvermiş stadyumun orta yerinde hem de Pinochet’nin göğü inleten jetlerinden güçlü silahı gitarıyla. Dediklerine göre önce “biz burada beş bin kişiyiz” diye başlamış dizeleri. Sonra askerler gelip gitarını kırmışlar. Ellerini dipçiklerle ezerken Jara “Venceremos”u söylüyormuş stattakilerle beraber.

Geçen yıl Jara’nın katledildiği sırada zorunlu askerlik görevinde bulunan Jose Paredes Marquez adındaki 53 yaşındaki marangoz onun son anlarını anlattı. Dört gün süren işkencelerin ardından 17 Eylül 1973 tarihinde yüzü şişmiş ve elleri tüfek dipçiğiyle kırılmış halde stadyumdaki soyunma odalarından birine getirilmiş. Orada düşük rütbeli bir subay tabancasını Jara’nın şakağına dayayarak Rus ruleti oynamaya başlamış. Oyun fazla sürmemiş. Marangozun iki defa imzaladığı ifadeye göre içinde kendisinin de olduğu bir grup asker odada Jara’nın ölümüne tanıklık eden 14 kişiyi kurşuna dizmiş. Yapılan otopsiye göre Victor Jara’nın öldürülmeden önce elleri kırılmış ve vücudunun farklı bölgelerine 44 kurşun girmiş.

Jara’nın katlinden yaklaşık bir ay sonra Santiago Stadında Şili milli takımıyla Sovyetler Birliği’nin maçı vardır. Fakat Sovyet Federasyonu “Şili’li yurtseverlerin kanıyla yıkanan bir statta” maç yapmayı reddeder. Maç saatinde sahaya çıkan Şili takımı kendi arasında paslaşarak gol atar. Sahada kımıldamadan duran tek futbolcu ise forvet Carlos Caszely’dir. Ülkenin taptığı yetenekli futbolcu öylece saha kenarında bekler ve maç sonunda Pinochet’nin önünden geçerken el sallama talimatı alan futbolcuların arasında ardını dönüp gider. Bu nedenle ailesinin ülkeye girişi yasaklanır. Daha sonraki maçta efsane futbolcu 1974 Dünya Kupasında başlayan kırmızı kart uygulamasıyla sahadan kendini attırır. Böylece dünyada ilk kez kırmızı kart gören futbolcu unvanını kazanır. Kartı veren de Türk hakem Doğan Babacan’dır.

Santiago Stadı’nın adı Victor Jara olarak 2004’de değiştirilmiştir.

Escuela Militar yakınlarında açılışını Demirel’in yaptığı Atatürk anıtı.

 

Pablo Neruda’nın evi

Şili eğitime ve aydınlarına kıymet veren bir toplum. Eğitim seviyesi Güney Amerika ortalamasının üstünde. Diğer Latin Amerika ülkelerindekilerin aksine tüm siyasal odaklar ideolojik davranıyorlar. Sanatçıları çok yönlü. Jara tiyatroyla uğraşıyor. Violeta Parra eserleri Louvre’de sergilenecek kadar iyi bir ressam ve heykeltıraş. Bu aydın ve sanatçı kuşağı halkının acılarını paylaşmasını bilmiş. Belki de Parra bu acıların eşiğinde olduğundan intihar etmiştir.

Şili deyince akla gelen en büyük isimlerden biri de Pablo Neruda. 20. yüzyılın en büyük şairlerinden biri olan Neruda, Allende’nin yakın dostu. Allende’nin ölümünden üç gün sonra kalp krizi geçirmiş ve 23 Eylül’de hayata gözlerini yummuş. Cenazesi diktatörlüğe karşı ilk büyük eylem olmuş.

1986’da kurulan Pablo Neruda Vakfı doksanların başında Neruda’nın evlerini onarmaya ve ondan kalan hatıraları buralarda sergilemeye başlamış. Neruda’nın Santiago’da, İsla Negra’da ve Valparioso’da olmak üzere üç evi var. Görmeden önce insan kuşkuya kapılıyor: Ne olabilir ki görmeye değecek kadar ilginç? Fakat gidip görünce insan anlıyor; vakıf müthiş bir iş çıkarmış. Küçücük bir eve dev bir hayat nasıl sığar insan hayrete düşüyor.

Neruda (Che Guevera öldürüldüğünde çantasından çıkan) “Canto General” kitabını La İsla Negra’da yazmış. Santiago’daki evi La Chascona’yı 1953’de yaptırmış. Bellavista çevresindeki evde hayatının son yirmi yılını geçirmiş. Bir tepenin eteğine yapılan sadece iki kişinin yaşayabileceği mütevazı iki evde Neruda’nın iç dünyasını dolduran sayısız iz ve simge görülüyor. Müze İngilizce ya da İspanyolca sunum yapan rehberler eşliğinde geziliyor. Rehberler de sosyalist olduklarından evi gezdirirken ilginç diyaloglar oluşuyor. Bir ziyaretçi “neden hiç dini simge yok” diye sormuştu. Rehberimiz de hiç lafı bükmeden yanıtladı ve yürüdü: “tabi ki yok, çünkü o bir komünistti!”

Onun gündelik hayatından arkadaşlarına ve düşüncelerine kadar her şeyi, kullandığı eşyaları görerek öğrenmek önemli bir deneyim. Önerim Neruda’nın evine Santiago’daki her şeyi gördükten sonra gidin. Bence bu ev büyük bir düşün ve sanat adamının evreni nasıl kucaklayabileceğinin göstergesi.

MIR’in lideri Miquel Enriquez.

Santiago’da hepsi bir Avrupa ülkesindeki kadar profesyonelce organize edilmiş görülmesi gereken başka müzeler var. Ya da biraz ilerdeki Valparioso’ya gidip dünyanın en büyük havuzuna sahip olan otelde bilmem kaç yüz dolara kalabilirsiniz. Hatta uçakla birkaç saat mesafedeki Paskalya Adasına gidip mistik heykelleri ziyaret edebilirsiniz. Turistler için Bolivya Uyuni tuz gölünden Şili’deki San Pedro’ya geçişler yapılıyor. Turistlerin pek uğramadığı bir madenci kenti olan Antofagasta’ya ve daha kuzeydeki Arica’ya sörf yapmaya da gidebilirsiniz.

En güneydeki Punta Arena’da kafa dinleyebilir. Torres Al Paine Ulusal Parkı’nda göller, nehirler ve yemyeşil vadiler arasında doğaya doyabilirsiniz. Fakat dedim ya bu yazı bir gezi yazısı olmadı. Bu yüzden Şili’nin güzelliklerini keşfetmeyi size bırakıyorum.

Geçen ay yapılan başkanlık seçimlerini ise kapitalist milyarder Sebastian Pinera kazandı. Ne tesadüftür ki aynı günlerde Şili OECD’ye alındı. Hani başkanının Meksika ekonomisini çökerten Jose Angel olduğu şu örgüt. Angel Meksika’da ekonomiyi çökerttikten sonra, Meksika OECD’ye dahil olmuştu. Yani şu mühim Batı ittifakına katıldı. Tuhaftır aynı ittifakın üyesi olan Türkiye’nin ekonomi bakanı Zafer Çağlayan da geçen Temmuz’da bu ülkeyi ziyaret etmiş ve bir dizi anlaşma imzalanmıştı.

Dünyanın en yıkıcı depremlerinin yaşandığı Şili’de “yarının Salı olacağına hiçbir Şilili inanmaz” diye bir laf var. Ani dönüşümlere ve tekrar tekrar hayatı kurmaya alışkın olan Şili’de umut asla bitmez yine de…

Başkanlık Sarayının yıkıntılarında bulunan Allende’nin direniş simgesi gözlüğü.

 

Allende’nin uzun yürüyüşü

Marquez onun için şöyle demişti: “En büyük erdemi tutarlı oluşuydu, ancak kader ona burjuva hukukunun anakronik mekanizmasını mermilerle savunarak; kendisini reddetmiş olan ancak katillerini meşrulaştıracak olan Adalet Yüksek Mahkemesini savunarak; kendisini gayrı meşru ilan etmiş olan gaspçıların iradesi önünde minnettarlıkla diz çöken sefil bir Kongreyi savunarak; tek bir mermi atmadan bizzat kendisinin ortadan kaldırmayı önerdiği pislik bir rejimin bütün berbat aygıtını savunarak ölmenin trajik ve ender nişanını ayırmıştı.”

Gerçekten de onun en büyük erdemi tutarlı oluşuydu. Hayatını sabır ve emekle örmüş bir bilim insanıydı. Daha otuz bir yaşında sağlık bakanı olmuştu. Yirmi beşinde Marmaduque Grove liderliğindeki Sosyalist Şili Cumhuriyeti’nin kuruluşuna katılmış ve bu nedenle de hapse atılmıştı. İyi yetişmiş bir asker olan Grove’nin sosyalist iktidarı yalnızca 13 gün sürmüştü.

Allende 34 yaşında Sosyalist Parti’nin Genel Sekreteri oldu. 1952’de Komünist ve Sosyalist Parti’nin kurduğu Halk Cephesinin başkan adayı oydu. On yıl sonra yeniden aynı cephenin adayı olan Allende’nin ilkinde aldığı elli bin oy ikincisinde 1 milyona çıkmıştı. 1966’da Senato Başkanı, 67’de Havana’daki “Üç Dünya Konferansı”nda delegasyon başkanıydı. Ekim devriminin 50. yılında Sovyetler’deydi. 68’de Kore, Vietnam, Kamboçya ve Laos’daki sosyalist deneyimleri inceledi.

Doktor Salvador Allende bir bilim insanı titizliğinde adımladığı siyasal çizgisinde altmışıncı yaşına Halk Birliğini kurarak girdi. Unidad Popular, Allende’nin Halk Cephesi deneyiminin bir devamı sayılabilir. Zira oluşum o ittifakın yarattığı çekim merkezi üzerine kuruldu. Komünist ve Sosyalist Partilerin haricinde Hıristiyan demokratların sol kanadı MAPU ve direniş örgütlerinin katılımıyla Halk Birliği (Unidad Popular/UP) oluştu. Halk Birliği’nin adayı Allende, 4 Eylül 1970’de yüzde 36,3 oy oranıyla Devlet Başkanı seçildi.

Bu arada ABD Şili’deki gelişmeleri takip etmektedir. “Camelot Planı” çerçevesinde Allende seçimi kazanmadan önce Şili’de yapılan geniş ölçekli anket sonucunda Şili’de bir sosyalist iktidarın kaçınılmaz olduğu anlaşılmıştır. ABD gizli servisi, Nixon’un emriyle Halk Birliği iktidarını devirme operasyonunu başlatır. 19 Ekimde ABD gizli servisiyle bağlantılı bir grup, Genelkurmay Başkanı Rene Schneider’i kaçırma girişiminde bulunur. Müzik ve resim sanatıyla yakından ilgili, yumuşak mizaçlı bir asker olan Schneider seçim sürecinde sağ çevrelerin darbe çağrılarına “gerekli çoğunluğu kim sağlarsa o Başkan olur” yanıtını vermişti. Aynı grup 22 Ekim’de çalışma ofisine zırhlı araçlarla saldırı düzenler. Çatışmaya giren yasalcı general Schneider ağır yaralanır ve 25 Ekim’de hayatını yitirir. Yakalanan eylemcilerin silahlarla beraber CIA’dan 35 bin dolar aldıkları ortaya çıkar.

5 Kasım 1970 tarihli Kissenger raporunda Allende “güney yarımküredeki en büyük sorun” olarak tanımlanır.

Ülkede dehşet yaratan bu komploya rağmen seçilmiş hükümet çalışmaya başlar ve ilk altı ayında toprak ve fabrika işgalleriyle halk hareketi yükselir. 4 Mart 1971’de Halk Birliği belediye seçimlerinde yüzde 50 oy oranına ulaşır. Allende ilan ettiği “millileştirme” programını 11 Temmuz’da yasalaştırır ve böylece dünya bakır ihtiyacının büyük kısmını karşılayan madenleri Amerikan şirketlerinden bedelsiz olarak alınarak kamulaştırılır. Bir yıl içinde 150 büyük sanayi işletmesiyle kredi sistemi ulusallaştırılır. 2,4 milyon hektar toprak halka dağıtılır ve ücretlerde yüzde 40’lık artış gerçekleşir.

Allende yakın dostu Neruda’yla.

Kasım’da Fidel Castro’nun Şili’yi bir ay süren ziyareti ABD’de infial uyandırır. Amerikan elçisi Allende yönetiminin “Fidelsiz Fidelizm” ve ekonomisinin de bir “Sovyet Programı” olduğunu söyler.

Sovyetler’in “Füze Krizi” sonrası ABD ile oluşturduğu “arka bahçe” konsensüsüne rağmen Fidel Şili’de sosyalizmin geleceği için her türlü dayanışmayı gösterme kararlılığını ilan eder. Fidel yalnız Allende’ye destek vermeleri için ülkedeki siyasal gruplarla ilişki kurmakla yetinmemiş, darbe sürecinde Küba elçiliğini direniş için gerekli tüm cephaneyle doldurtmuştu. Oliver Stone’a verdiği mülakatta Castro, Allende’nin önce bu silahların milislere dağıtılmasını kabul ettiği daha sonra bazı aşırı grupların kontrolden çıkmasından çekindiği için bir süre daha bekletilmesini istediğini söylüyor. Darbe günü Küba elçiliği hemen kuşatıldığından cephanenin ancak üçte birini dağıtabildiklerini ifade ediyor.

Fidel’in ziyaretinin etkisiyle ülkede burjuvazinin tüm kanatları seferber edilir. ABD bu ülkeye yönelik tüm kredileri ve mal ihracını durdurur. Yüzde 60’ı yabancı kökenli olan Şili sanayisinin ihtiyacı olan üretim mallarının ise yüzde 80’i ithal edilmektedir. Bu koşullarda Sovyetler’in ödünç para vermesi ve yaptığı buğday yardımına rağmen sıkıntı başlamıştır. 72 Ekim’inde büyük kamyoncu grevi başları ve Allende hükümeti devrilinceye kadar bu grev sürer. Tabi ki grevi şoförler değil kamyon sahibi firmalar yapmaktadır. ABD ülkedeki karşı-devrim unsurlarını desteklemek için bir gecede on milyon dolar transfer eder. Taşımacılık durduğundan şehirlerde kıtlık baş gösterir.

Çatışma hızla derinleşmektedir. Birlik içindeki burjuvazinin artan saldırganlığından ürken Şili Komünist Partisi, Hıristiyan Demokratlarla “istikrar programı” adında bir planda anlaşır. Plana göre halkın işgal ettiği işletmelerle tarım alanlarının en önemlileri sahiplerine iade edilecektir. Bu plan başta Sosyalist Partinin sol kanadı ve MIR (Devrimci Sol Hareket) tarafından reddedilir. Dünya sol hareketi içinde önemli bir prestije sahip olan MIR, Şili’de cuntaya karşı silahlı mücadeleyi aktif biçimde sürdürebilmiş tek yapıdır. Pinochet’in uykularını kaçıran bu direniş örgütü darbenin olduğu gece ülkenin farklı bölgelerinde kışlalara saldırılar düzenlemiştir. Lider kadrosunun büyük kısmını Tıp Fakültesinin en başarılı doktorlarının oluşturduğu MIR’in lideri Miquel Enriquez darbe sonrası ülkeyi terk etmemiş, 5 Ekim 1974 günü kaldığı eve düzenlenen operasyonda katledilmiştir. Oğlu Marco ise geçtiğimiz başkanlık seçimlerinin ilk turunda bağımsız aday oldu ve sürpriz yaparak oyların yüzde 20’sini aldı. Nedense basın onun MIR’in katledilen liderinin oğlu olduğunu görmezden gelip “genç yönetmen” olarak lanse etmeyi tercih etti.

Burjuvazinin saldırıları sabotajlar ve tüccar grevleriyle artarken Halk Birliği içinde kamulaştırmanın devamı tartışmaları yayıldı. Fakat halk durmadı ve işgaller sürdü. Önce sıkıyönetim ilan eden Allende, oluşan kaos ortamını durultmak için hükümete üç general aldı.

73 Mart’ında yapılan genel seçimlerde Allende halkın yüzde 44’ünün oyuyla yeniden başkan seçildi. Artık sağın darbeden başka yapacak hiçbir şeyi kalmamıştı. 29 Haziran’da bir Tankçı Albayın darbe girişimini önleyen Allende, ikinci ölümcül hatayı yaparak önce Pinochet’i Genelkurmay Başkanı yaptı, sonra da seçim sonrası hükümetten çıkarılan generalleri yeniden hükümete ortak etti. Üstelik 23 Ağustos’ta istifa eden Anayasalcı general Pratt’ın yerine Pinochet’i atadı.

ABD donanması 6 Eylül’de Şili ordusuyla yapacağı ortak tatbikat çerçevesinde Şili sahillerine konuşlandı. 11 Eylül’de önce Şili donanma merkezi Valparaiso’da donanmanın hükümet yanlısı subayları katledildi. O sırada Allende başkanlık sarayında direnmekte ve hâlâ umudunu korumaktaydı. Saat 08.45’de ise sarayın radyo vericisinden yaptığı çağrıda, “Beni dinleyen yoldaşlar: Durum vahim. Silahlı kuvvetlerin çoğunluğunun katıldığı bir darbeyle karşı karşıyayız” diye seslendi.

Saat dokuzda jetler Moneda’yı bombalamaya başladı. Dokuzu on geçe Salvador Allende son konuşmasını yaptı:

“Size son kez hitap ediyorum. Uçaklar Magallanes radyosunun vericilerini bombaladı. Bu tarihsel geçiş anında, halkıma sadakatimi hayatımla ödeyeceğim. Ama yüz binlerce Şililinin bilincine düşen tohum er geç yeşerecek. Onların silahları ve güçleri var. Ama toplumsal ilerleyişi şiddet ve cinayetle durduramazlar. Bu ülkenin geleceğini kuracak gençlere sesleniyorum: Şili’de faşizmin geçmişi uzun. Tüm terörist suikastlar, havaya uçurulan köprüler, yıkılan demiryolları, patlatılan petrol kuyuları onların eseriydi. Hepsi satın alınmıştı. Tarih önünde yargılanacaklar. Az sonra sesimi artık duymayacaksınız. Ama hep sizinle olacağım. Beni vatana sadık bir onurlu insan olarak hatırlayın. Halkım kendini savunmalı, ama feda etmemeli. Vatanın emekçileri, ben Şili’ye ve geleceğine inanıyorum. Başka adamlar, başka insanlar ihanetin bastırdığı bu acı karanlığı aydınlatacaklar. Er geç özgür insanın geçeceği kapıları açacak ve daha adil bir toplum kuracaklar. Yaşasın Şili! Yaşasın halk! Yaşasın emekçiler! Bunlar benim son sözlerim ve fedakârlığım boşuna değil, satılmışlığa, korkaklığa ve ihanete bir ahlak dersi olacağına eminim.”
Allende’yle beraber otuz kadar arkadaşı sarayda direnmekteyse de bir ara o içerdeki odaya geçer. Nasıl öldüğünü hiç kimse görmese de 1990’da yapılan otopsi ve orada bulunan yakın arkadaşlarının anlatımlarına göre kendini vurmuştur. İnanmak istemesek de bu ihtimal kuvvetlidir. Faşist ordu güçleri Moneda’yı bombalarken onu katletme niyetini açıkça göstermişti. O nedenle bu ayrıntının fazla bir önemi yoktur. O sonuna dek halkına sadık kalmıştır ve tarihsel ödevini yerine getirmiştir. Önemli olan budur.

 

 

 

Önceki İçerikÇevremizdeki kimyasal saldırganlar ve “d” şıkkı
Sonraki İçerikHachinski’nin hezeyanları