Ana Sayfa 87. Sayı Hiçbir eser boşluğa doğmaz

Hiçbir eser boşluğa doğmaz

Yayın Dünyası

232

Her yazar, eserinin ve dünya meselelerine karşı o eserde ürettiği çözümlerin biricik olmasını ister kuşkusuz. Antik dönem yazarlarından Shakespeare’e, Goethe’den günümüz yazarlarına kadar bütün büyük ustalar bu gayretle kaleme sarılmıştır hep. Hamletler, Faustlar ve daha niceleri, paha biçilemez mücevherler yani, yaratıcılarının zihinlerinden böyle aktarılmıştır insanlığın ortak kültür hazinesine.

Bununla birlikte, biricik olanı ortaya çıkarma iddia ve arzusundaki yazar, müthiş bir endişe duyar. Endişesinin temelinde, başkalarının yazdıklarından etkilenme ve bu etkiyi aşma gerilimi yatar. Yazar, kendine has yöntem ve bakış açısıyla söz konusu gerilimi başarıyla aşsa bile, öncekilerden bir iz kalır yazdıklarında. Ve okur birtakım sorularla izlerin peşine düşer. Ne diyordu ünlü kitabında Harold Bloom: “Bir şiirin anlamı yalnızca bir şiir olabilir, ama başka bir şiir.” (Harold Bloom, Etkilenme Endişesi: Bir Şiir Teorisi, çev. Ferit Burak Aydar, Metis Yayınları, 184 s.)

 

Benden Önce Bir Başkası

“Bir eser kendinden önce ortaya konmuş problemlerle nasıl bir ilişki kurar? O problemin yerine kendi problemini nasıl geçirir? Ya da nasıl o problemin gerisine düşer?”

Son zamanlarda eleştirmen denildiğinde akla gelen ilk isimlerden biri olan Nurdan Gürbilek’in yukarıdaki sorular etrafında şekillendirdiği yeni kitabı Benden Önce Bir Başkası, geçen ay kitapçı raflarında kendisine yer açtı. Bir yazara bir başka yazarın, bir esere bir başkasının ışığında bakan ikili ve çapraz okumalardan doğan kitabın temel tezi ise şu: Hiçbir eser boşluğa doğmaz. Bir eser kendinden öncekilerle yalnızca konuşmaz, aynı zamanda mücadele de eder.

Gürbilek, “Bir yazarı daha iyi anlayabilmek için, ona bir başkasının bakışını değdirmekten kaçınmayalım” diyor giriş yazısında. Kitapta yedi deneme var. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sıyla Kafka’nın Dönüşüm’ü, Kafka’nın Babama Mektup’uyla Oğuz Atay’ın “Babama Mektup”u, Tanpınar’ın günlükleriyle Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı, Benjamin’in Pasajlar’ıyla Tanpınar’ın Beş Şehir’i, Peyami Safa’nın “Şark Nedir?”iyle Cemil Meriç’in Bu Ülke’si, Cemil Meriç’in Bu Ülke’siyle Edward Said’in Şarkiyatçılık’ı ve Orhan Koçak’ın yazılarıyla Adorno’nunkiler, metinler arasında kurulan ilişkiler çerçevesinde irdeleniyor

Hemen belirtelim, Gürbilek, niyeti artı veya eksi puan dağıtmak olmadığından, adı geçen usta kalem ve eserleri yan yana koyup yarıştırmayı doğru bulmuyor. Bunun yerine, dönemin koşullarını da hesaba katarak, okuyucunun hayal gücünü kamçılayan sorular aracılığıyla, bir eserin yaratıcısının aklında nasıl doğmuş olabileceği konusuna odaklanmayı tercih ediyor.

 

Böcek, Hayali Paris buluşması, Şark…

İlk denemede Suç ve Ceza ile Dönüşüm karşılaştırılıyor. Dostoyevski’nin neredeyse bütün romanlarında “ezilmiş ve aşağılanmışlığı” vurgulamak için kullandığı böcek mecazının, elli yıl sonra bir Dostoyevski okuru olan Kafka’nın Dönüşüm’ünde vücut bulduğuna dikkat çeken Gürbilek, “Ancak, Kafka’nın böceği olmasaydı, onu önceleyen Dostoyevski romanlarındaki böceklerin farkına varamayacaktık” derken haklıdır. Kafka başarıyı selefinin mecazına kendi damgasını vurarak kazanmış, ama onun farklı bir gözle tekrar okunmasına da imkan sağlamıştır.

Kitaptaki dördüncü denemedeyse, “Tanpınar’la Benjamin Paris’te karşılaşsaydı eğer, nasıl bir fikir alışverişi olurdu acaba aralarında?” sorusuna cevap aranıyor. Her ikisinin de ortak noktaları var. Geçmişi, hafızayı, hatırlamayı, rüyaları ve çocukluklarının geçtiği şehirleri önemsedikleri için konuşacak çok şeyleri olabilirdi. Peki söz devrim ve isyan fikrine geldiğinde işin rengi değişir miydi? Yazarımızın cevabı gayet net: “Tanpınar Benjamin’i fazla radikal, fazla isyankar, düpedüz komünist bulurdu. Benjamin’se Tanpınar’ı kendine döneyim derken ‘muhteşem rüya’ya kapılmakla, ‘yalnız milli olan şeylerin peşindeki darlaşmayı’ övmekle, hepsinden önemlisi kültüre daima eşlik eden dehşete gözlerini kapamakla suçlardı.”

İlgi çekici bölümlerinden biri de, Cemil Meriç’in Bu Ülke’siyle Edward Said’in Şarkiyatçılık’ının değerlendirildiği altıncı deneme. Şarkiyatçılık kavramının, “Doğu”daki siyasal ve ekonomik sömürüyü sürdürmek isteyen “Batı”lılarca icat edildiğini öne süren Said’in kitabının Türkçe baskısına yazdığı önsözde şöyle soruyor Meriç: “Neden Oryantalizm’e uzaktan veya yakından benzeyen bir kitabın altında bir Türk’ün imzası yok?” Niçin yazılamadığının cevabı iki yazarın bakış açıları arasındaki farkta saklı aslında. Said, Doğuyu “fethedilebilir bir dişi” gibi gören Batıyı eleştirirken, Meriç, doğu halklarını, ırzını teslim edecek bir zorba arayan, “Çobansız rahat edemeyen bir kaz sürüsü”ne benzetiyor.

Kitaptaki öteki denemeler de heyecan verici ve okunmaya değer. Gürbilek eseriyle, ülkemizde yaklaşık 15 sene gibi kısa bir maziye sahip olan karşılaştırmalı edebiyat literatürüne önemli bir katkı sunuyor.

Önceki İçerikMilano’daki “ölüler şehri”
Sonraki İçerik50 Soruda Arkeoloji yayımlandı Arkeoloji dogmalarla çatışarak geçmişe derinlik kazandırmıştır