Ana Sayfa 99. Sayı Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ve Türkiye

Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ve Türkiye

566

Her sene 24 Nisan yaklaştıkça yoğunlaşan ve çeşitli ülkelerin parlamentolarında gündeme geldikçe daha da tartışmalı hale gelen Ermeni soykırımı meselesi Türk Dış Politikası’nı uzun yıllardır esareti altında tutuyor. Başta Türk-Amerikan ilişkileri olmak üzere Türkiye’nin Batılı devletlerle olan iletişimini yıpratan bu konuyu, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni göz önünde bulundurmadan tartışmak pek de bilimsel bir yaklaşım olarak gözükmemektedir. Buna göre “Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi nedir”, “meşhur ikinci maddede kastedilen hususların Ermeni Soykırımı ile bağlantısı kurulabilir mi” gibi soruları sormak kaçınılmazdır. Bu çalışmada da mesele politik olmaktan ziyade sözleşmenin ortaya koyduğu gerçekler ışığında önce tarihsel açıdan, ardından da Türkiye’nin sözleşme karşısındaki konumu göz önünde bulundurularak değerlendirilecektir.

Tarihçe
Nazilerin başta Yahudiler olmak üzere çeşitli toplumsal gruplara karşı gerçekleştirdikleri katliamlar sonucu gelecekteki olası soykırımları önlemek amacıyla, II. Dünya Savaşı’nın ardından, Birleşmiş Milletler bünyesinde çalışmalar başlatılmıştır. 2 Kasım 1946 tarihinde Küba, Hindistan ve Panama delegelerinin talebi sonucu soykırımı önleme ve cezalandırma doğrultusunda düzenlemeler yapılması için Genel Kurul’un toplanması kararı alınmıştır. 11 Aralık 1946 tarihinde oybirliğiyle 96 sayılı Genel Kurul kararı kabul edilmiştir. (1) Bu kararla soykırımın uluslararası hukuka göre suç sayılması kabul edilmiş, Ekonomik ve Sosyal Konsey’e soykırımı önlemeye ilişkin bir sözleşme hazırlaması talimatı verilmiştir. 3 Mart 1948 tarihinde Ekonomik ve Sosyal Konsey soykırıma ilişkin Ad Hoc BM komitesini oluşturmuş ve komiteye soykırıma ilişkin bir konvansiyon hazırlama görevi vermiştir. (2) Ad Hoc Komite’nin tasarısı çeşitli BM organlarınca incelenmiş ve 26 Ağustos 1948 tarihinde konvansiyon BM Genel Kurulu’na iletilmiştir. Yapılan revizyonun ardından Genel Kurul 9 Aralık 1948 tarihinde BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni kabul etmiştir. (3) Sözleşme 12 Ocak 1951’de yürürlüğe girmiştir.

Metnin hazırlanması için Doğu ve Batı Blokları’nın uzlaşması gerekmiştir. Sovyetler Birliği’nde Stalin dönemindeki ideolojik baskı ve insanlık suçları, anlaşma sağlayabilme adına göz ardı edilmiş ve sözleşmeye Sovyetler Birliği’ni rahatsız edecek maddeler konulmamıştır. Aynı şekilde Batılı ülkelerinde sömürgelerinde ve kolonilerinde gerçekleştirdikleri katliamlara ve baskılara değinilmemiş, geçmişte işlenen cinayetler ve o dönemde hâlâ süren emperyalist politikalara ilişkin gerçekler yok sayılmıştır. Sonuçta büyük ve güçlü ülkeleri memnun etmek ve genel bir uzlaşma sağlamak adına sözleşme birtakım revizyonlar geçirdikten sonra yürürlüğe girebilmiştir. (4)

Soykırımı Önleme Sözleşmesi’nden söz ederken Raphael Lemkin ismine de değinmeliyiz. Lemkin “genocide” terimini ilk kullanan kişidir. Bu terimi ilk olarak Axis Rule in Occupied Europe adlı eserinde kullanmıştır. (5) Lemkin soykırım kavramı üzerinde çalışırken Ermeni katliamları ve Yahudi Soykırımı gibi tarihsel önemi olan olaylardan etkilenmiş, teorisini oluştururken bu olayları değerlendirmeye tabi tutmuştur. Lemkin, soykırım kavramını, “bir ulus veya etnik grubun yok edilmesi” olarak tanımlamıştır ve olası soykırımları önlemek için devletlerin hükümranlık haklarının kısıtlanması gerektiğini ileri sürmüştür. (6)

Bugün, Soykırımı Önleme Sözleşmesini 140 ülke imzalamış durumdadır. Sözleşme Ruanda’da yaşanan soykırımı incelemek amacıyla toplanan Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından ilk kez 1998 yılında uygulanmış ve küçük bir kasabanın belediye başkanı olan Jean Paul Akayesu soykırıma karışmak suçundan cezalandırılmıştır. (7) Konvansiyonu ilk ihlal eden ülke ise Sırbistan-Karadağ’dır. Uluslararası Adalet Divanı, Bosna’da yaşanan olaylarla ilgili yaptığı değerlendirmede Sırbistan’ın soykırım yapmadığını ama soykırımı engellemek için gerekli çabayı göstermediğini ilan etmiştir. (8)

Soykırımı Önleme Sözleşmesi’yle soykırım ilk kez uluslararası bir suç olarak tanımlanmıştır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi 1951’de yürürlüğe giren sözleşme Doğu ve Batı Bloklarını memnun edebilmek için pek çok açıdan budanmıştır. Soykırım kavramının yaratıcısı Lemkin, Batılı devletlerin gerçekleştirdiği katliamlar ve soykırımlar üzerinde çalışmış ancak sözleşme bu çalışmaların sonuçlarını yansıtmamıştır. Avrupalıların Amerika kıtasında işledikleri cinayetler, yerli ırkların kökünün kazınması, Afrika’nın ve Asya’nın kolonileştirilmesi Lemkin’in orijinal çalışmalarında olsa da bu olayların izlerini sözleşmede tam anlamıyla görmek mümkün değildir. Sözleşme II. Dünya Savaşı’nın galiplerinin isteklerini yansıtan ve “Kazananın dediği olur” mantığını taşıyan bir belge görünümündedir. Bugün de Soykırım Sözleşmesi gündeme geldiğinde akla ilk Doğu ülkelerinde yaşanan olumsuzluklar gelmekte ancak pek az kişinin aklına Batılı devletlerin işledikleri ve işlemekte oldukları insanlık dışı suçları sorgulamak gelmektedir. Soykırım Sözleşmesi’nin geriye dönük olarak uygulanıp uygulanamayacağı tartışılırken Avrupalıların geçmişte dünyanın çeşitli yerlerinde gerçekleştirdikleri kitlesel katliamlar ve etnik temizlik hareketleri gündeme gelmemektedir. Bu durum Soykırım Sözleşmesi’nin etkinliği ve fonksiyonel yapısının sorgulanmasını beraberinde getirmektedir.

Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin ikinci maddesi
Soykırımı Önleme Sözleşmesi’yle ilgili tartışmaların yoğunlaştığı nokta meşhur ikinci maddedir.

Sözleşmenin ikinci maddesi şu şekildedir:

Soykırım; ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubun toptan ya da bir bölümünü yok etme niyetiyle:

  1. a) Grup mensuplarının öldürülmesi;
  2. b) Grup mensuplarına fiziki ve ruhsal olarak önemli ölçüde zarar verilmesi;
  3. c) Kısmen veya tamamen yok etme kastı ile grubun fiziksel varlığını sona erdirecek şekildeki yaşama koşullarına tabi tutulması;
  4. d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla kısıtlamalar konması;
  5. e) Bir grubun çocuklarının zorla başka bir gruba nakledilmesi olarak tanımlanmıştır.

Sözleşmenin ikinci maddesi, suçu oluşturan fiilleri sıralar ve bu haliyle sözleşmenin ruhunu oluşturur. İkinci madde bir rehber niteliğindedir ve hangi olayın soykırım olarak adlandırılacağı, hangisinin bu şekilde tanımlanamayacağı konusunda ipuçları verir. Bu yüzden yeni Türk Ceza Kanunu’nun 76. maddesine aynen alınmıştır.

Maddelere yakından baktığımızda gördüklerimiz şunlardır:  “Grup mensuplarının öldürülmesi”nden kastedilen yalnızca grubun tamamının yok edilmesi değildir. Soykırım kastıyla tek bir kişinin bile öldürülmesi yeterlidir. “Fiziki ve ruhsal açıdan önemli ölçüde zarar verilmesi”nden kasıt ağır psikolojik hasar ve fiziksel sakatlanmalara yol açmaktır. Cinsel saldırılar da bu kategoriye girer. “Grubun fiziksel varlığını sona erdirecek şekildeki yaşama koşullarına zorlanması” maddesinde anlatılmak istenen grubun doğrudan bir saldırıya uğraması değil, olumlu yaşam şartlarından; gıda, elbise barınma gibi ihtiyaçlarından mahrum bırakılmasıdır. Nazi toplama kamplarındaki yaşam buna net bir örnektir. “Grup içindeki doğumları engellemeye çalışmak” araştırmacıların “biyolojik soykırım” dedikleri bir soykırım türüdür. Kısırlaştırma, zorla doğum kontrolü, evlenme yasağı bazı örneklerdir. Evlenme yasağı Nazi Almanyası’nda ırkların karışmasını engellemek amacıyla Yahudi ve Çingenelere konmuş, kısırlaştırma ise İskandinav ülkelerinde etnik azınlıkları yok etme amacıyla yakın zamana kadar kullanılan bir metot olmuştur. “Bir gruba ait çocukların zorla başka bir gruba nakledilmesi” Ermeni tehciri sırasında sıklıkla görülen bir olaydır. Bu maddeye göre nakletme süreklilik arz etmelidir. Çocuktan kasıt 18 yaşından küçük kişilerdir. (9)

Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ve Türkiye’nin sözleşme karşısındaki konumu
Türkiye sözleşmeyi ilk imzalayan ülkelerdendir. Yeni Türk Ceza Kanunu’nun 76. maddesi de sözleşmenin ikinci maddesinin aynen korunmasıyla hazırlanmıştır. Ancak Türkiye için konu Ermeni Soykırımı iddiaları açısından önemlidir. Bugün pek çok araştırmacı Soykırım Sözleşmesi’ni, Ermeni iddialarını değerlendirirken başlangıç noktası olarak almaktadır.

Sözleşmenin ikinci maddesi son derece önemlidir zira sözleşmenin ruhu buradadır. İkinci madde soykırımın maddi yönünü ve suçu oluşturan fiilleri sıralar. Dikkatle baktığımızda söz konusu maddedeki fiiller Ermeni olaylarıyla doğrudan ilintili gözükmektedir. Özellikle “a” maddesi (grup mensuplarının öldürülmesi), “c” maddesi (Grup mensuplarına fiziki veya ruhsal olarak önemli ölçüde zarar verilmesi) ve “e” maddesi (Bir grubun çocuklarının zorla başka bir gruba nakledilmesi) Ermeni Soykırımı tezlerini güçlendirir niteliktedir. Ancak ikinci maddenin girişinde yer alan “niyet” kavramı sorunu karmaşık hale getirmektedir. Eğer soykırım için “niyet” zorunluysa acaba Osmanlı yetkililerinin böyle bir niyeti var mıdır? Tezlerden biri katliamlar için devlet katından emir gelmediğini, dolayısıyla soykırım yapma niyeti olmadığını söylemektedir. Karşı tez ise iki noktaya değinmektedir. Birincisi, Soykırım Sözleşmesi’ne göre soykırım bulgusu devlet görevlilerinin katılımına bağlı değildir. Tam tersine “soykırım suçunu işleyen kişilerin anayasaya uygun şekilde sorumlu yöneticiler, kamu görevlileri ve şahıslar olmasına bakılmaksızın” cezalandırılacaklarını teyit etmektedir. Bu nedenle olayların Osmanlı İmparatorluğu’nun resmi devlet politikasının sonucu olup olmadığı önemli değildir. (10) Türk ve Kürt grupların saldırıları da soykırım tanısı için yeterlidir. İkinci olarak tehcir yasası Osmanlı idarecileri tarafından çıkarılmıştır ve bilinçli olarak uygulanmıştır. Tehcir sonucu birçok kişinin öleceği aşikârdır. Bunu bile bile insanları tehcire zorlamak onların yaşamlarını kaybedeceklerini önceden kabul etmek demektir. Bu da ikinci maddenin “c” kısmına (Kısmen ya da tamamen yok etme kastı ile grubun fiziksel varlığını sona erdirecek şekildeki yaşama koşullarına tabi tutulması) uygun bir durum oluşturmaktadır.

Peki, Soykırımı Önleme Sözleşmesi 1915’teki olaylara uygulanabilir mi? Bu durum gerçekçi görünmemektedir. Uluslararası hukuka göre anlaşmalar geriye doğru işlemez. Viyana Sözleşmesi’nin 28. maddesi de “Antlaşmada aksine bir hüküm olmadıkça ya da başka yollarla bu saptanmamışsa, bir antlaşmanın hükümleri bu antlaşmanın yürürlüğe girmesinden önceki bir işlem ya da eyleme ya da bu tarihten önce ortadan kalkan bir duruma ilişkin olarak bir tarafı bağlamaz” demektedir. (11) Ayrıca Viyana Sözleşmesi’nden önceki içtihatlarda ve emsal kararlarda da geriye dönük uygulama olamayacağı esası kabul edilmiştir.

Ancak sözleşmenin geriye dönük yaptırımının olmaması, geçmişteki olayların sözleşmeye göre tanımlanamayacağı anlamına gelmez. Yani günümüz Türkiyesi soykırım yüzünden yaptırıma uğrayamaz ancak Osmanlı Türkleri ve devleti soykırım yapmış bir millet ve devlet olarak nitelenebilir. (12)

Sonuç
Sonuçta Ermeni meselesi siyasi açıdan olduğu kadar hukuki açıdan da çok boyutludur. Burada yalnızca birkaç temel noktaya değinilmeye çalışılmıştır. Ancak konunun tam bir hukuki değerlendirmesi çok daha detaylı ve karmaşıktır. Sorunu tüm boyutlarıyla ele almak bu çalışmanın amacını ve hacmini aşmaktadır.

Yapılması gereken uluslararası ilişkiler uzmanları, tarihçiler ve uluslararası hukuk üzerine çalışan akademisyenlerin Soykırımı Önemle ve Cezalandırma Sözleşmesi’ni masaya koyarak meseleyi tartışmalarıdır. Yalnızca sorunun hukuki boyutu açıklığa kavuştuktan sonra politik boyutu değerlendirmeye alınabilir. Türkiye de sözleşmeyi imzalamış ve ikinci maddesini Türk Ceza Kanununa olduğu gibi koymuş bir ülke olarak kendi attığı imzayı ve onayı yok saymamalıdır. Ermeni Meselesi yerel bir sorun olarak başlamış olsa da artık uluslararası bir problem haline gelmiştir. Batılı devletlerle ilişkilerde sürekli olarak sorun teşkil eden ve uluslararası alanda artık bir şantaj aracı haline gelen bu yükten kurtulmak gerekmektedir. Bu yapılırken, hukuki yanı yeterince irdelenmemiş bir konunun politik alanda manevra imkânını kısıtladığı da daima göz önünde bulundurulmalıdır.

DİPNOTLAR
1) Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 55. Oturum, Genel Kurul Resmi Kayıtları, Madde 96 “The Crime of Genocide” 11 Aralık 1946.
2) Ekonomik ve Sosyal Konsey Kararı, “Genocide” Belge: E/734, 3 Mart 1948.
3) Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 179. Oturum, Genel Kurul Resmi Kayıtları, “Prevention and Punishment of the Crime of Genocide” 9 Aralık 1948.
4) Sefa M. Yürükel, “Batı Tarihinde İnsanlık Suçları” (İstanbul: Marmara Grubu Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, 2004), s.10.
5) Raphael Lemkin, “Axis Rule in Occupied Europe: Laws of Occupation, Analysis of Government, Proposals for Redress” (New Jersey: The Lawbook Exchange ltd, 2005), s.79-90.
6) Dominik J. Schaller, Jürgen Zimmerer , “Raphael Lemkin:the Founder of the United Nation’s Genocide Convention as a Historian of Mass Violence”, Journal of Genocide Research, Aralık 2005, s.447-452.
7) United Nations International Criminal Tribunal for Rwanda, The Prosecutor vs. Jean Paul Akeyesu, “Judgment” Karar Tarihi: 2 Eylül 1998.
8) International Court of Justice, “Case Concerning the Application of the Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide (Bosnia and Herzegovina vs. Serbia and Montenegro)”, Judgment, paragraphs 416-424.
9) Faruk Turhan, “Yeni Türk Ceza Kanunu’nda Uluslararası Suçlar”, Yeni Türk Ceza Kanunu Bilgilendirme Semineri kapsamında 20-21 Kasım 2004 tarihinde sunulan tebliğ, Antalya Barosu, Antalya, s.3-4, <http://www.ceza-bb.adalet.gov.tr/makale/101.doc> , alındığı tarih: 23 Aralık 2010.
10) “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması ile İlgili Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin Yirminci Yüzyılın Başında Vuku Bulan Olaylara Uygulanabilirliği : Uluslararası Daimi Adalet Merkezi İçin Hazırlanan Hukuki İnceleme”, s.13-14 alındığı yer: http://tinyurl.com/2awnnaj alındığı tarih: 23 Aralık 2010.
11) Vienna Convention on the Law of Treaties, Madde 28, 23 Mayıs 1969, UN Treaty Series vol:1155, s.331.
12) Uluslararası Daimi Adalet Merkezi İçin Hazırlanan Hukuki İnceleme, s.9-14

Önceki İçerikTV’de nükleer santral açık oturumuyla ilgili bir yazışma
Sonraki İçerikBilim ve Gelecek’ten “din dersleri”