Okuyacağınız metin, üç ay önce yitirdiğimiz Marksist tarihçi Eric J. Hobsbawn’ın, Manifesto’nun yazılışının 150. yılı dolayısıyla 1998 yılında yeniden yayımlanan İngilizce baskısına yazdığı önsözden özetlenmiştir. Türkçeleştirmeyi Osman Altun gerçekleştirdi.
1847 ilkbaharında Karl Marx ve Friedrich Engels, 1830’larda Paris’te Fransız Devrimi etkisi altında -çoğunlukla terzi ve marangoz- Alman kalifiye işçileri tarafından örgütlenmiş ve hâlâ çoğunlukla bunlar gibi radikal zanaatçılardan oluşan gizli, devrimci bir topluluk olan “Sürgünler Birliği”nin (Bund der Gerechten) devamı olan “Adalet Birliği”ne (Bund der Geächteten) katılmaya karar verdiler. Birlik, Marx ve Engels’in “eleştirel komünizm” anlayışlarına ikna olarak, temel politik belge olarak kullanılacak ve örgüt yapısının daha düzenli hale getirilmesine yardımcı olacak bir metnin taslağının hazırlaması için onlara teklifte bulundu. Gerçekten de 1847 yazında çok düzensiz olan örgüt, bunun ardından, ismini “Komünistler Birliği” olarak değiştirdi ve “burjuvazinin yıkılması, proletarya iktidarının kurulması, sınıf çatışması üzerine inşa edilmiş eski toplumun yok edilmesi ve sınıfsız, özel mülkiyetsiz yeni bir toplumun kurulması” amacına bağlandı. Ayrıca birlik, ikinci kongresini Kasım-Aralık 1847’de düzenleyerek resmi olarak yeni amaç ve kurallarını belirledi ve Marx ve Engels’i, birliğin yeni amaç ve politikalarını açıklamak için bir manifesto hazırlamak üzere davet etti.
Taslaklar, Marx ve Engels’in her ikisi tarafından da hazırlanmış ve belge her ikisinin de görüşlerini yansıtıyor olsa da, sonuç metni -birliğin yöneticisi tarafından yazdığı metinleri kesin bir son teslim tarihi baskısı olmadan sonuçlandırmakta zorluk çeken Marx’a yapılan katı bir hatırlatmanın ardından- neredeyse kesin olarak Marx tarafından tamamlanmıştır. Daha erken taslakların bulunmaması, metnin hızlı yazıldığını gösteriyor olabilir. Komünist Parti Manifestosu başlıklı 23 sayfalık sonuç metni, Ocak 1848’de yayınlandı.
Bu küçük broşür Fransız Devrimi dönemindeki “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi”nden bu yana yazılmış uzak ara en etkili politik metindir. İyi şans sonucu sokaklara, Paris’ten bütün Avrupa kıtasına orman yangını gibi yayılan 1848 devrimlerinin patlamasından bir ya da iki hafta önce ulaştı.
Sonraki 40 yılda Manifesto, üzerlerindeki Marksist etkinin 1880’lerde özellikle arttığı yeni sosyalist işçi partilerinin yükselişiyle birlikte dünyayı fethetti. Ekim Devrimi’nden sonra özgün isme geri dönen Rus Bolşevik Partisi’ne kadar hiçbirisi Komünist Parti adını kullanmadı ancak “Komünist Partisi Manifestosu” adı değişmedi.
Sovyet komünizminin çöküşünden ve dünyanın birçok bölgesindeki Marksist parti ve hareketlerin düşüşünden sonra bile öyle kalmaya devam etti. Sansürün olmadığı ülkelerde iyi bir kitapçıya ya da kütüphaneye ulaşabilen kişi, ona da ulaşabilmektedir. Dolayısıyla artık bu hayret verici başyapıtın yeni bir baskısını yapmak onu ulaşılabilir kılmaya ya da geçmişte onu doğru yorumlamaya dair yapılan yüzyıllık tartışmaları tekrar hatırlatmaya hizmet etmiyor. 21. yüzyılın ilk birkaç on yılında da Manifesto’nun yaşadığımız dünyaya dair söyleyeceği birçok şey olduğunu kendimize hatırlatmamızı sağlıyor.
***
Manifesto için ne söylemeli? Elbette, tarihin belirli bir anı için yazılmış bir metin. Bir kısmı neredeyse anında demode oldu -örneğin ne 1848’de ne de sonrasında uygulanmış olan Almanya’daki komünistler için önerilen taktikler bölümü-. Okuyanın yaşadığı dönemle metnin yazıldığı dönem arasındaki zaman uzadıkça daha fazla bölümü demode hale geldi. Guizot ve Metternich ülke yönetimlerinden tarih kitaplarına geçeli çok oluyor, (Papa hâlâ var olsa da) Çar diye birisi ise artık yok.“Sosyalist ve Komünist Literatür” tartışmaları açısından ise Marx ve Engels’in kendileri daha 1872’de metnin eskimiş olduğunu kabul etmişlerdi.
Dahası Manifesto’nun sadece belirli bir tarihsel durum için yazılmış olması bir yana Marksist düşüncenin gelişiminde bir aşamayı -göreli olarak olgunlaşmamış bir aşamayı- temsil ettiği de açıktır. Bu durum ekonomi açısından daha belirgindir. Marx 1843’ten sonra politik ekonomi ile ciddi bir şekilde ilgilenmiş olmakla beraber, daha sonra Kapital’de açıklayacağı, 1848 Devrimi’nden sonra İngiltere’deki sürgününde ve 1850 yazında British Museum Kütüphanesi’nin hazinelerine ulaştıktan sonra yapmaya başladığı ekonomik analizini geliştirmeye henüz başlamamıştı. Bu nedenle, Marksist artı değer kuramı ve sömürü kavramları için önemli bir konu olan, “emek” ve “emek gücü” kavramları arasındaki farklılık, henüz açıkça Manifesto’da oluşmamıştı. Ya da olgun Marx, Manifesto’yu yazarken düşündüğü gibi bir meta olarak emeğin değerinin üretim maliyeti olduğunu değil, bir işçiyi hayatta tutmak için gereken en az maliyet olduğunu düşünüyordu. Kısacası Marx Manifesto’yu Marksist bir ekonomist olmaktan ziyade komünist bir Ricardocu olarak yazmıştır.
Ancak buna rağmen Marx ve Engels, okurları Manifesto’nun tarihsel ve bazı hususlarda zamanı geçmiş bir metin olduğu konusunda uyarmakla beraber, 1848 metni tekrar basılırken göreli olarak çok az düzeltme yapmış ve açıklama eklemişlerdir. Hâlâ metnin, kendi komünizm anlayışlarının, daha iyi bir toplumun yaratılması için üretilen diğer projelerden farklılığını ortaya koyan, önemli bir çalışma olarak kalmaya devam ettiğini düşünüyorlardı. Özünde Manifesto tarihsel bir analizdir. Çekirdeği, toplumların, özellikle seleflerinin yerine geçen, dünyayı köklü bir şekilde dönüştüren ve iktidarının kaçınılmaz şartlarını yaratan burjuva sınıfının tarihsel gelişimini içeriyordu. Marksist ekonominin aksine bu analizin altında yatan “tarihin materyalist yorumu” 1840’lı yılların ortalarında olgunlaşmış ve daha sonraki yıllarda özünde değişmemiştir. Bu bakımdan Manifesto zaten Marksizmi anlatan bir belgeydi. Ayrıntıları daha detaylı analizlerle geliştirilecek olmakla beraber Marksizmin tarihsel öngörülerini somutlaştırıyordu.
***
Manifesto, onu ilk defa okuyan günümüz okuyucusunda nasıl bir etki bırakır? Yeni okuyucu bu şaşırtıcı kitapçığın tutkulu inancından, yoğunluğundan, entelektüel ve biçimsel gücünden etkilenmeden edemez. Sanki her biri tekil, yaratıcı bir patlama gibi yazılmış, anıtsal cümleler politik tartışma dünyasının ötesine geçip unutulmaz aforizmalara dönüşmüştür: Başlangıçtaki “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor, komünizm hayaleti”nden sondaki “Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur. Kazanabilecekleri bir Dünya vardır” cümlesine kadar. 19. yüzyıl Alman yazınında rastlanmayan bir biçimde 1 ila 5 satır uzunluğunda kısa ve sabit paragraflarla yazılmıştır (200 paragrafın sadece 5 tanesinde 15 ya da daha fazla satır bulunmaktadır). Ne olursa olsun, Komünist Manifesto, İncil gücünde bir politik belagat gücüne sahiptir. Kısacası onun, edebi gücünü inkâr etmek imkânsızdır.
Ayrıca iki unsur Manifesto’ya gücünü vermektedir. İlki ileri görüşlülüğüdür; kapitalizm zafer yürüyüşünün başlangıcında olsa da bu üretim biçimi kalıcı, değişmez, “tarihin sonu” değil, insanlık tarihinde geçici, öncekiler gibi başka bir toplumun yerini alacağı bir aşamadır (eğer -Manifesto’nun bu cümlesine fazla önem verilmemiştir- “çatışan sınıflar toplu halde” çökmezse). İkincisi Manifesto’nun kapitalizmin uzun dönem gelişiminin tarihsel eğilimlerine dair anlayışıdır. Kapitalist ekonominin devrimci potansiyeli hâlihazırda fark edilmişti -Marx ve Engels bunu ilk fark edenin kendileri olduğunu iddia etmiyorlardı. Fransız Devrimi’nden itibaren inceledikleri bazı eğilimler önemli sonuçlara neden oluyordu -örneğin ulus devletten önce ‘kendi bağımsız çıkarları, yasaları, hükümetleri ve vergi sistemleri olan birbirine gevşek bağlı vilayetlerin’ çöküşü ve yerine ‘tek hükümet, tek kanun, tek ulusal sınıf çıkarı, tek hudut ve tek gümrük tarifesinin’ gelmesi gibi. Marx ve Engels 1848’de kapitalizmin henüz dönüştürdüğü dünyayı değil, mantıksal olarak dönüşmeye yazgılı olduğu dünyayı anlatmışlardır.
Toplumsal pratik ve kolektif eylem ile gerçekleşecek tarihsel değişim, Manifesto’nun özüdür. Manifesto, proletaryanın gelişimini, “önce sınıf ve sonuçta siyasi parti olarak örgütlenme” olarak görür. Siyasi iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi “işçilerin devriminin ilk adımı”dır ve toplumun geleceği yeni rejimin daha sonraki siyasi eylemlerine (“proletaryanın siyasi üstünlüğüne”) dayanacaktır. Politikaya yaptığı vurgu, tarihsel olarak Marksizmi anarşizmden ve Manifesto’nun özellikle kınadığı politik eylemliliği reddeden diğer sosyalist akımların varislerinden ayıran şeydir. Lenin’den önce bile Marksizm sadece “tarih bize ne gösterecek” değildi, “ne yapmalı”ydı da.
Ama diğer taraftan, Manifesto yenilgiyi de önceden öngörmüş bir metindir -ve bu sahip olduğu nitelikler arasında en az dikkat çekici olan değildir-. Manifesto, kapitalist gelişimin “toplumun devrimci yeniden yapılanması”na yol açmasını umut ederken “genel çöküş” ihtimalini de göz ardı etmemiştir. Yıllar sonra bir başka Marksist bunu sosyalizm ile barbarlık arasında bir seçim olarak tekrar ifade etti. Bunlardan hangisinin üstün geleceği 21. yüzyılda yanıtı verilecek bir sorudur.