Ana Sayfa 107. Sayı ‘Marksizmin Başyapıtları – 19. Yüzyıl’ dosyasına sunuş Marx’ın kuramının sırrı

‘Marksizmin Başyapıtları – 19. Yüzyıl’ dosyasına sunuş
Marx’ın kuramının sırrı

1043

21.yüzyılı sürüyoruz ve 150 yıl önce geliştirilmiş bir kuramı -bir tarih tartışması yapmak için değil, geleceğe uzanabilmenin esin kaynaklarını bulabilmek için- kapak yapıyoruz. Neden? Tarihin (sınıflılığın) sonunu kim getirebilir? Bu kadim ütopyanın, bir ütopya olmaktan çıkıp gerçekleşebilmesine hangi fikir akımı öncülük edebilir? Neo-liberalizm mi, komünizm mi? Kapitalizm mi, sosyalizm mi? İnsanlığın güvenlik, eşitlik ve özgürlük gibi kadim ütopyalarına hangi sınıfın öncülüğünde ve hangi kuramın bayrağı altında ulaşabiliriz? Bu dosyamızla, bu sorulara verilmiş bir büyük yanıtı anımsatmak istedik.

Bilim ve Gelecek Kitaplığı’ndan çıkacak olan “Marksizmin Başyapıtları”, iki ciltlik bir kitap olarak tasarlandı. İlki 19. yüzyılı, ikincisi 20. yüzyılı kapsayacak. Hazırlığı son aşamaya yaklaşan birinci cilt birkaç ay içinde okurun elinde olacak. Bilim ve Gelecek’in bu sayısındaki “Marksizmin Başyapıtları – 19. Yüzyıl” dosyası ise, bu hacimli kitabın çok kısa bir özeti niteliğinde.
Kitabı hazırlarken öncelikle, bu konuda birikimi olan dostlarımıza danışarak bir liste tespit ettik. 19. yüzyıl için fazla zorlanmadık; danışmanlarımızın hepsi, birkaç farkla, aynı listeyi gönderdiler. Listemiz Marx ve Engels’in anıt eserlerinden oluştu (20. yüzyıl listesini oluşturmak doğal olarak bu kadar kolay olmayabilir). Daha sonra bilgisine ve birikimine güvendiğimiz Türkiyeli Marksist araştırmacı ve yazarlardan listedeki eserleri değerlendirmelerini istedik. Yazıların, bir kitap tanıtımının ötesinde, söz konusu eserin tarihsel rolünü, Marksizmin düşünsel tarihindeki yerini ve günümüzdeki önemini yansıtan kapsamlı makaleler olmasına dikkat ettik. Kitabımız bu makalelerden ve ek olarak Marksist kuramın bazı temel metinlerinden oluşacak. Yazarlarımızdan, kitaba girecek makalelerinin yanı sıra, aynı konuda bir de özet metin yazmalarını rica ettik. İşte elinizdeki dosya bu özet metinlerden oluşmaktadır.
Listemizde şu eserler bulunuyor:

– K. Marx, 1844 El Yazmaları (1844)
– F. Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu (1844)
– K. Marx ve F. Engels, Kutsal Aile (1845)
– K. Marx ve F. Engels, Alman İdeolojisi (1845)
– K. Marx, Felsefenin Sefaleti (1847)
– K. Marx ve F. Engels, Komünist Parti Manifestosu (1848)
– F. Engels, Almanya’da Köylü Savaşları (1850)
– K. Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850 (1852)
– K. Marx, Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i (1852)
– F. Engels, Almanya’da Devrim ve Karşı Devrim (1852)
– K. Marx, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Şekilleri (Formen) (1857)
– K. Marx, Grundrisse (1857)
– K. Marx, Ekonomi-Politiğin Eleştirisine Katkı (1859)
– K. Marx, Kapital (I: 1867, II:1893, III: 1894)
– K. Marx, Fransa’da İç Savaş (1871)
– K. Marx, Gotha Programının Eleştirisi (1875)
– F. Engels, Anti-Dühring (1877)
– F. Engels, Ütopik Sosyalizm Bilimsel Sosyalizm (1880)
– F. Engels, Doğanın Diyalektiği (1883)
– F. Engels, Ailenin Özel Mülkiyetin Devletin Kökeni (1884)

Dosyamızda bu eserlerin çoğunun özet değerlendirmelerini bulacaksınız.
Gerek kitap gerekse elinizdeki dosya bir tarih çalışması değil. Çünkü Marx’ın kuramı henüz tarihteki yerini almış, miadını doldurmuş, artık esin kaynağı olmaktan çıkmış bir kuram değil. Hatta iddiamız o ki, Marksizm esas olarak geleceğin kuramıdır. 19. yüzyıl kitabını da bu bakış açısıyla, geleceğin ipuçlarını yakalamak ve geleceğe uzanmak hedefiyle hazırladık. Sunuş yazımızda kısaca bu hedefimizi gerekçelendirmek istiyoruz.

***

Karl Marx bir 19. yüzyıl düşünürü mü? 5 Mayıs 1818’de doğup, 14 Mart 1883’te öldüğüne göre öyle. Marx, Avrupalı bir düşünür mü? Prusya Krallığı’na bağlı Trier kentinde doğup, ilk gençliğini Almanya’da geçirip, 1843-49 arasındaki çalkantılı yıllarda Paris-Brüksel arasında mekik dokuduktan sonra Londra’ya gidip ömrünün sonuna dek orada kaldığına göre öyle. Fakat bunlar soğuk ansiklopedik bilgiler. Marx’ı “Avrupalı bir 19. yüzyıl düşünürü” olarak nitelemek, onu ve Friedrich Engels ile birlikte oluşturduğu kuramını hiç anlamamak olurdu. Çünkü bu kuramın yönlendirdiği pratikler dünyanın her köşesinde yaşandı ve yaşanıyor. 21. yüzyılı sürdüğümüz günümüzde dahi, var olanı aşarak geleceğe uzanmak isteyenler yine bu kuramdan esinleniyorlar. Karl Marx dünyalıdır ve öyle anlaşılıyor ki geleceğin düşünürüdür. Bu, tarih boyunca çok az düşünüre ve kuramına nasip olmuş bir özellik. Nedir Marx’ın ve Marksizmin sırrı?

***

Büyük düşünsel devrimler insanlığa yeni bakış açıları, yeni yöntemler getirirler. Büyüklükleri, esas olarak var olan sorulara verdikleri yanıtlardan değil, yanıt verilmesi gereken yeni soruları gündeme sokmalarından kaynaklanır. İnsanlığa o güne dek bilinmeyen yeni pencereler, yeni kapılar açarlar. Var olanı kökten değiştirirler ve insanlık artık her şeye, her sürece, bu köklü değişikliğin getirdiği yeni yöntemlerle bakar ve yeni bir keşifler çağı başlar. Devrimler, çağ kapamalarıyla değil çağ açmalarıyla, yıktıklarıyla değil yapmaya başladıklarıyla gerçek birer devrim olurlar. Marx’ın oluşturduğu kuram, bu tür düşünsel devrimlerin en güzel örneklerinden biridir.
Marx felsefeyi, felsefe yapma etkinliğini kökten değiştirdi. Henüz genç bir politik aktivist ve filozof adayıyken, 1845’te, bugün herkesin 11. Tez olarak bildiği şu cümleyi yazmıştı: “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.” Marx, felsefenin kadim idealizm-materyalizm tartışmasında tabii ki materyalizmden yanaydı. Ama bu kadarı onu sadece “materyalist filozoflardan biri” yapar. Marx farklı bir kıstas önerdi: yorumlamak-değiştirmek. Bu tezini, döneminin en büyük materyalist filozoflarından Feuerbach’ı eleştirerek geliştirdi. Onun materyalizmi militan bir materyalizmdi ve bunu tüm yaşamı boyunca kendi pratiği ile uyguladı. Marx o güne kadar alışılagelmişten farklı bir felsefe yarattı. Herakleitos’un ırmağının nasıl aktığını yorumlamakla yetinen bir felsefe değil, bizzat o ırmağın içine girip ırmağın yatağını değiştirmeye çalışan bir felsefe. Böylece felsefeyi toplumsallaştırdı, göklerden yerlere indirdi. Materyalizmi materyalistleştirdi. Bu müthiş bir düşünsel devrimdi ve felsefe etkinliği artık başka bir şey olmuştu.
Marx ve çalışma arkadaşı Engels, yaptıkları diğer bütün çalışmaların yanı sıra, toplumbilimleri alanında devrim yaratmış iki düşünür ve bilim insanıdır. Marx, toplumların dönüşümünün genel yasaları üzerinde kafa yordu ve bilim tarihinde ilk kez bu alanda bazı genel yasalara ulaştı. Toplumbilimcilere, toplumların değişimini ve dönüşümünü analiz etmek için -ondan önce hiçbir düşünür ve bilimcinin ulaşamadığı- bir anahtar sundu: Bir toplumun gelişimini analiz etmek istiyorsak, esas olarak maddi üretim güçlerine, üretim ilişkilerine (mülkiyet ilişkilerine) ve bunlar arasındaki çatışmanın düzeyine bakmak gerekir; asıl belirleyici budur. Marx ve Engels, toplumbilimlerinde bir devrim niteliği taşıyan bu yöntem (Tarihsel Materyalizm) ışığında kapitalist toplumu, onun iç çelişkilerini, gelişim aşamalarını ve bilgileri elverdiği ölçüde kapitalizm öncesi toplum biçimlerini analiz ettiler. Örneğin, kapitalizmin temel çelişkisini, üretimin giderek toplumsallaşmasıyla mülkiyetin giderek tekelleşmesi arasındaki çelişki (başka bir deyişle emek-sermaye çelişkisi) olarak saptamışlardır. Giderek keskinleşen bu çelişkinin çözülmesiyle kapitalizm son bulacaktır.
Marx ve Engels’in geliştirdikleri Tarihsel Materyalizm, üretim biçimlerinin ve bunların birbirine dönüşümlerinin genel kuramıdır. Toplumların değişimi ve dönüşümü insan iradesinden bağımsız nesnel yasalara bağlıdır. Marksizmin kurucuları bu genel yasaları keşfettiler ve gerek geçmiş tarihteki toplumlara gerekse içinde yaşadıkları toplumu yorumlamada uyguladılar. Toplumbilim, Marx ve Engels’in katkılarıyla bağımsız bir bilim dalı olabildi.
Marksist kuram, felsefeyi ve toplumbilimini kökten değiştirdi, yeni evrensel yöntemler ve kıstaslar önerdi. Marx’ın çağını aşan bir düşünür ve bilimci olmasını sağlayan ve kuramını geleceğe taşıyan temel nitelik budur. Dünyanın hangi köşesinde olursa olsun, toplumlarını ilerici yönde dönüştürmenin pratiğine kalkışanlar, teorik esinlerini ve yöntemlerini günümüzde de -ancak- Marksist kuram içinde bulabiliyorlar. Henüz bunu aşabilmiş daha kapsamlı bir kuram geliştirilebilmiş değil. Bu nedenle Marx, sadece 19. yüzyılın değil 21. yüzyılın da, sadece Avrupa’nın değil dünyanın bütün toplumlarının da öncü bir düşünürü ve bilimcisidir.

***

Marx sadece bir kapitalizm eleştirmeni değildi; bir uygarlık (sınıflılık) eleştirisi yaptı. Tabii ki materyalist bir bilim ve düşün insanı olarak içinde yaşadığı toplumu, döneminin Avrupa’sında gemi azıya almış kapitalizmi analiz etti ve keskin bir eleştiri süzgecinden geçirdi. Ama ulaştığı sonuçlar, içinde bulunduğu mekânı ve zamanı aşmıştır. Bir “Anti-Kapitalist Manifesto” yazmadı, “Komünist Manifesto” yazdı. Her türden sınıflılığın, sömürünün, ezilmenin, eşitsizliğin, özgürlüksüzlüğün ve yabancılaşmanın kökenine inmeye ve bunların nasıl ortadan kaldırılabileceğinin yollarını bulmaya çalıştı. Marx’ın, toplum kuramını oluştururken geliştirdiği kavramlar sadece Avrupa’ya ve 19. yüzyıla özgü değildir, evrensel niteliktedir.
Marksizmin proletaryanın ideolojisi olduğunu söylemek yanlış değildir; bizzat Marx ve Engels de bunu defalarca vurgulamışlardır. Fakat proletarya iktidarı (daha doğru bir deyimle proletarya diktatörlüğü) Marx için bir amaç değil, daha büyük bir amacın aracıdır. Asıl amaç, insanlığın karşıt sınıflara bölünmüşlüğünün, her türden sömüren-sömürülen, ezen-ezilen, yöneten-yönetilen çelişkisinin ortadan kaldırılacağı, insanların değil sadece eşyaların yönetileceği büyük uyum toplumuna ulaşmaktır. Kısacası, uygarlığın aşılması, tarihin sonunun getirilmesidir. Proletarya bu hedefin kaldıracıdır sadece; kendisiyle birlikte bütün sınıfları ortadan kaldırma yeteneğine sahip öncü sınıftır. Bu anlamda Marksist kuramı sadece bir sınıfın ideolojisi olarak nitelemek onun kapsamını darlaştırır; Marksizm sınıfsızlık hedefinin kuramıdır. Büyük insanlık yürüyüşünün, bugüne kadar geliştirilmiş en kapsamlı kuramıdır.
Sınıfsızlığın çok uzak bir hedef, neredeyse bir ütopya olduğu, dolayısıyla Marksizmin bu niteliğini vurgulamanın pratik bir değerinin bulunmadığı, kaldı ki Marx ve Engels’in de bu konuda fazla atıp tutmadıkları, daha somut sorunlara yoğunlaştıkları söylenebilir. Bu da doğrudur; Marx ve Engels “işlerine baktılar”, içinde yaşadıkları toplumun nasıl dönüştürüleceği meselesine yoğunlaştılar. Ama Marksist kuramın yukarıda özetlediğimiz “ütopik” yönüne dikkat çekmenin, günümüz açısından can alıcı bir pratik değeri var. Marx’ın bu “ütopya”sını es geçersek, onun içinde bulunduğu mekânı ve zamanı (sadece geleceğe değil geçmişe yönelik de) aşabilmesinin sırrına vakıf olamayız. 19. yüzyıl Avrupa’sında geliştirilmiş bir kuramın nasıl olup da -50, 100, 150… yıl sonra dahi- Asya’nın, Latin Amerika’nın, Afrika’nın ezilenlerine, sömürülenlerine esin kaynağı olabildiğini anlayamayız. En ufak bir yenilgi veya geri düşüşte, Marksist kuramın geçmişe ve geleceğe dönük kapsamını terk etme sözde kolaycılığına sapıp, gelenekselciliğin, milliyetçiliğin, dinciliğin karanlık girdaplarına sürüklenmekten veya liberalizmin tuzaklarına düşmekten kurtulamayız. Bu konuyu biraz daha irdeleyelim.

***

Marx’ın eleştirisinin kapsamı, tarih ile birleşmemizi sağlar. İnsanlık, ilk uygar toplumlar ortaya çıktığından beri, yani insanlar karşıt çıkarları olan sınıflara bölündüğünden beri, yeniden sınıfsızlığa ulaşabilmek için, eşitlik ve özgürlük için mücadele ediyorlar. Tarihin motoru, sömürülenlerin sömürenlere, ezilenlerin ezenlere, yönetilenlerin yönetenlere karşı bu sınıf mücadelesidir. Sümerlerden günümüze dek süren bu savaşım, insanlığın her dönemde ulaşabildiği düşünce düzeyine koşut olarak çok çeşitli ideolojilerin bayrağı altında verilmiştir. Marx ve Engels’in oluşturdukları kuram, aslında bu binlerce yıllık mücadele zincirinin günümüzde ulaşılmış son halkasıdır. Tarih boyu ezilen sınıfların verdikleri mücadelenin ve bu büyük pratik içinde geliştirilmiş düşüncelerin günümüzdeki sentezidir.
Marx ve Engels, doğal olarak, bu binlerce yıllık pratiğin ve yarattığı düşünce birikiminin tamamına vakıf değillerdi; olmalarına olanak da yoktu. Marksist tarihçi Eric Hobsbawn, Marx’ın Kapitalizm Öncesi Ekonomi Şekilleri adlı eserine yazdığı önsözde, Marx ve Engels’in toplumların tarihine ilişkin neyi ne kadar bilebildiklerini çok güzel özetler (bu önsözün tamamını kitaba koyacağız). Bilgileri dönemlerinin bilgi birikimiyle sınırlıydı, ama oluşturdukları kuram ve geliştirdikleri yöntemler, insanlığın bütün birikimiyle birleşebilmenin anahtarlarını sunabilmiştir. İşte bu nedenle, sadece Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkelerinde değil, dünyamızın Avrupa’dan çok farklı tarihsel birikimlere sahip toplumlarında da sömürüye ve ezilmişliğe karşı eşitlik ve özgürlük için ayağa kalkan ve mevcut sistemi dönüştürüp aşmaya çalışan pratikler Marksist kuram ile buluştular (buluşuyorlar) ve onun bayrağı altında toplandılar (toplanıyorlar). 150 yıldır dünyanın neresinde olursa olsun, sınıflılığı aşmak isteyen dönüp dolaşıp Marx’ı bulmuş; bu bir olgudur. Marx’ın kuramı bu büyük birleşme potansiyelini içinde barındırır. Daha doğrusu, günümüze kadar Marksizmden daha fazla bu potansiyele sahip ve daha kapsayıcı bir başka kuram geliştirilmedi; eğer -yeni pratiklerin eşliğinde- geliştirilirse en başta Marksistler olmak üzere hepimiz gider o bayrak altında toplanırız.
Marksist kuramın bu kapsayıcılığını ve evrensel yönünü dikkate alan bir sosyalizm anlayışı geliştirmek can alıcı bir sorundur. Bunu kavrayamayan bazı Marksistler Marx’ın kuramını sınırlılıkları çerçevesinde ele aldılar; Marx’ı 19. yüzyıl Avrupa’sında dondurdular, dogmalaştırdılar. Bunun sonucunda ya çizgilerini bu sınırlı çerçeveye uydurmaya çalışıp kendi coğrafyalarının birikiminden koptular ve politika yapma özürlü oldular, ya da bu çerçeveye uydurulamayacağını görüp Marksizmden vazgeçtiler veya Marksist kuramı orasından burasından çekiştirip yozlaştırdılar. 20. yüzyılda Marksizmin evrensel yönünü kavrayıp kendi coğrafyalarının somutuna uygulayabilenler ise büyük devrimci pratiklere önderlik edebildiler. Bu konuyu “Marksizmin Başyapıtları”nın 20. yüzyılı ele alan ikinci cildinde ayrıntılarıyla tartışacağız.
Kısacası, uygarlık tarihi sınıflılığa karşı direnişin tarihidir; uygarlığın gelişiminin motoru budur. Sosyalizm, sınıflılığa ve sömürüye son verme çabasıdır; bu anlamda insanlığın en az 6000 yıllık bir ütopyasıdır. Sosyalizm, insanlığın doğaya karşı zaferinin, birbirini sömürmeden de gerçekleşebilmesi çabasının adıdır. Bir anlamda, türümüzün (Homo sapiens sapiens) 200 bin yıllık tarihinin şu son 6000 yılının tamamına “sosyalizm dönemi” adı da verilebilir. Aslında 6000 yıldır, türümüzün 200 bin yıllık ütopyasının (yaşamını garanti altına alma) gerçekleşme sürecini yaşamaktayız. 200 bin yıllık bir ütopya da, ancak 6000 yıllık bir sancı ile doğabilir zaten.
Marx’ın kuramı, bu 6000 yıllık savaşım ile kendi topraklarımızın rengini ve çeşitliliğini de yansıtarak birleşmemizin anahtarını sunar. Bizi evrenselleştirirken yerelleştirir, yerelleştirirken evrenselleştirir.

***

Başın göğe erişmesi için ayakların yere sağlam basması gerekir. Marx ve Engels, Aydınlanma filozoflarını, ütopyacı sosyalizmi, burjuva materyalizmini ve klasik Alman felsefesini keskin bir eleştiriden geçirdiler. Hatta denebilir ki, Marksist kuram bu eleştirinin temelinde yükselmiştir. Fakat diğer yandan aristokrasiye karşı mücadelenin yarattığı bu düşünsel birikimin de hakkını verdiler. Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm adlı eserinin Almanca birinci baskısına (1882) yazdığı önsözü şöyle bitirir: “…biz Alman sosyalistleri, hem Saint-Simon, Fourier ve Owen’dan, hem de Kant, Fichte ve Hegel’den kaynaklandığımız için gurur duyuyoruz.” Lenin de “Marksizmin Üç Kaynağı ve Üç Öğesi” başlıklı ünlü makalesinde bu noktaya vurgu yapar: “(Marksist öğreti) Alman felsefesi, İngiliz ekonomi politiği ve Fransız sosyalizminin temsil ettiği, insanlığın 19. yüzyılda yarattığı en iyi ürünlerin, meşru mirasçısıdır… Marksizmin üç kaynağı ve aynı zamanda üç öğesi bunlardır.”
Bu, çelişkili bir durum değil, deyim yerindeyse bir “müzeye kaldırma operasyonu”dur.  Marx ve Engels, kendi kuramlarını oluşturmak, sınırlarını ve farklılıklarını vurgulamak, öncülleriyle hesaplaşmak durumundaydılar. Onlar tarihin sahnesine yeni çıkmış başka bir sınıfın ve gündeme yeni girmiş başka bir hedefin aydınlarıydılar. Öte yandan, bu hesaplaşmadan -pratikte sınanarak-  başarıyla çıktıktan ve alanlarındaki düşünsel hegemonyalarını oluşturduktan sonra, kapsayıcılığa ve düşünce tarihine eklemlenmeye vurgu yapmayı da unutmadılar. Burjuva düşüncesine karşı bugüne kadarki en keskin reddiyeyi geliştirdiler, ama köklerini reddetmediler. Aşmak böyle bir şeydir. Eleştirdikleri ve aştıkları büyük aydınlanma filozoflarını, burjuva materyalistlerini ve ütopik sosyalistleri “müzedeki” nadide yerlerine yerleştirdiler. Geleceğe uzanabilmek için geçmişi devrimci bir biçimde aşmak gerekir, ama geçmişi olmayanın da geleceği olamaz.
Bu diyalektik yöntemle Marx ve Engels, hem var olan birikimin geleceğe uzanan sentezini yaratabildiler hem de insanlığın büyük yürüyüşüne devrimci bir biçimde eklemlendiler. Marksist kuramın, geliştirildiği zaman ve mekânın sınırlılıklarını aşıp sağlam bir biçimde dünyalılaşabilmesinin (evrenselleşebilmesinin) sırlarından biri de buradadır. Marx’ın kuramının geleceğe o güne kadar hiçbir fikir akımına nasip olmamış biçimde uzanabilmesinin ve bin bir türlü gerici ideolojik rüzgâra karşı dimdik durabilmesinin temelinde bu sağlamlık ve köklülük yatar.

***

21. yüzyılı sürüyoruz ve 150 yıl önce geliştirilmiş bir kuramı -bir tarih tartışması yapmak için değil, geleceğe uzanabilmenin esin kaynaklarını bulabilmek için- kapak yapıyoruz. Neden?
Tarihin (sınıflılığın) sonunu kim getirebilir? Bu kadim ütopyanın, bir ütopya olmaktan çıkıp gerçekleşebilmesine hangi fikir akımı öncülük edebilir? Neo-liberalizm mi, komünizm mi? Kapitalizm mi, sosyalizm mi? Hangi çağı yaşıyoruz? Burjuva demokratik devrimler çağını mı, (tabii ki aşamaları reddetmeden) sosyalist devrimler çağını mı? Dünya çapında düşündüğümüzde insanlığın büyük kurtuluşu için hangi hedef gündemdedir bugün? İnsanlığın güvenlik, eşitlik ve özgürlük gibi kadim ütopyalarına hangi sınıfın öncülüğünde ve hangi kuramın bayrağı altında ulaşabiliriz? İnsanlığın büyük sorunları nasıl çözülebilir?
Marx (ve Engels) bu sorulara; proletarya, bilimsel sosyalizm ve komünizm hedefi diye yanıt verdi. Tartışılabilir ve tartışıyoruz. Ülkemizde de, Rusya’da da, Çin’de de, Asya’nın derinliklerinde de, Ortadoğu’da da, Afrika’da da, güneyi ve kuzeyiyle Amerika’da da, Avrupa’da da tartışıyoruz. Günümüze kadar görülmemiş olağanüstü pratikler eşliğinde bu tartışma yapılıyor. İnsanlık halinden ve gidişattan memnun değil, bir kurtuluş yolu arıyor. Bugün herkes görüyor ki, günümüzün hakim sistemi ve ideolojisi olan kapitalizm ve neo-liberalizm tarihin sonunu değil ama insanlığın sonunu getirebilir.
Bu dosyamızla, bu sorulara verilmiş bir büyük yanıtı anımsatmak istedik. Sınıflılıktan kurtuluş ve tarihin sonunu getirmek, bugün yakıcı bir biçimde insanlığın gündemindedir. Marx’ın kuramına, bu kuramın geliştirilmesine, kapsamının genişletilmesine hiç olmadığı kadar ihtiyaç var.

Önceki İçerikDoğanın Diyalektiği / Friedrich Engels
Doğanın işleyişi diyalektiktir
Sonraki İçerikNeden Ubuntu GNU/Linux kullanmamalıyız?