Chavez’in “ölüsü” ABD’ye dirisinden pahalıya patladı. Uluslararası medyanın yaptığı tüm karşı kampanyaya rağmen Comandante’nin mesajı dünyanın en uzak köşelerine ulaştı. Chavez tüm dünyada anti-emperyalist bir sembole dönüştü ve ezilen uluslarda yeniden bağımsızlık idealini uyandırdı. Comandante, vedasıyla emperyalizmin yenemeyeceği bir “mükemmel düşman”a dönüştü. O artık dünyanın herhangi bir yerinde yükselecek halkçı güçlerin en önemli esin kaynağıdır.
Hugo Chávez 6 Aralık 1998’de oyların %56’sından fazlasını alarak devlet başkanı seçildiğinde Venezuela neoliberal ekonominin yıkıntıları altında iç savaşa sürüklenen bir ülkeydi. Halkın yarısından çoğu işsiz ve açlık sınırının altında yaşamaya çabalıyordu.
Neoliberal döneme girişin ilk güçlü etkisi 1989 ayaklanmasında hissedilmişti. Beş binden fazla Venezuela yurttaşının sokaklarda katledilmesi özellikle ordu kademelerinde ülkenin geleceğine ilişkin kaygıları artırdı. 1982’den bu yana ordu içinde MBR-200 (Bolivarcı Devrim Hareketi-200. yıl) adlı bir örgütlenmenin kurucularından olan Yarbay Chávez IMF çizgisindeki hükümete karşı darbe hazırlıklarına girişti. (1) Hava İndirme Birliklerinin bu genç komutanı 1992’de Başkent Caracas’ta, diğer yoldaşları Valencia ve Maracay’da hükümete bağlı kuvvetlerle girdikleri çatışmada başarıya ulaşamadılar. Chávez 4 Şubat gecesi basın önünde Bolivarcı operasyonun başarısız olduğunu kabul ederek isyancı askerlerden teslim olmalarını istedi ve tüm sorumluluğun kendisine ait olduğunu söyledi.
Chávez Başkent Caracas’ın kuzeyinde San Carlos cezaevine kapatıldı. Fakat hareket iktidarı derin biçimde sarsmıştı. Daha güçlü bir darbeden korkan iktidar onu başkentten uzağa Miranda’daki bir cezaevine nakletti. Beklenildiği gibi 27 Kasım’da Hava Kuvvetleri içinde bir kalkışma yaşandı. 20 Mayıs 1993’de Carlos Andres Perez hükümeti mecliste yapılan yolsuzluk suçlamalarıyla düştü. Yapılan yeni seçimlerde Sosyal Hıristiyan Parti iktidara geldi. Chávez ve silah arkadaşları 27 Mart 1994’de serbest kaldılar.
Devrimci komutanın ordudan tasfiye edilmesi ve hatta hapsedilmesi bile halk arasındaki desteğini yitirmesine yol açmadı. Hapiste bulunduğu süre içinde irili ufaklı sol parti ve hareketlerle iyi ilişkiler geliştirdi. Çıktığında V. Cumhuriyet Hareketi’ni (MVR) kurdu ve 14 Ekim’de Küba’da Fidel Castro’yla görüştü.
İçlerinde Venezuela Komünist Partisi (PCV) ve Sosyalizme Doğru Hareket’in (MAS) de bulunduğu bir cepheyle 1997’ye kadar yeni bir anayasanın yapılmasını öngören projesini halka anlattı. MVR 8 Kasım 1998 parlamento seçimlerinde 49 sandalye elde ederek en güçlü grubu oluşturdu. 6 Ekim Başkanlık seçimlerinde oyların %56’sından fazlasını alan Hugo Chávez iktidara geldi.
Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti
Chávez iktidara gelir gelmez programında açıkladığı gibi yeni anayasayı oluşturacak meclisin seçim sürecini başlattı. Venezuela Anayasası 1961’den bu yana değişmemiş ve bir faşist cuntayla kesintiye uğramamış nadir Latin Amerika anayasalarından biriydi. Sadece 1973 ve 1983’te sınırlı iki değişikliğe uğrayan 1961 anayasasında federalizme güçlü bir vurgu hakimdi. Chávez başkanlık yetkilerini daha da artıran fakat aynı zamanda ekonomik ve kültürel açıdan halkın çıkarına bir demokratik anayasa hedefliyordu. Fakat bunu eski sistemin kurumlarıyla gerçekleştiremeyeceğine emindi. Venezuela’da 1959’dan beri sistem sosyal demokrat eğilimli Demokratik Eylem Partisi’yle Hıristiyan Sosyal Partisi arasındaki dengeye dayanıyordu. Chávez’in iktidara gelişi ve anayasa hamlesi kırk yıllık sisteme son verdi.
İlk sorun anayasayı yapacak temsilcilerin görev tanımında yaşandı. Normalde yeni meclisin seçilmesiyle 1998’de seçilen temsilcilerin görevinin sona ermesi gerekiyordu fakat Yüksek Mahkeme yeni meclisi “yedek bir meclis” gibi değerlendirdi. Kurucu Meclis yargıya müdahale etti ve yolsuzluğa bulaşmış beş bine yakın memur ve hakimi görevden aldı. Kurucu Meclis’in anayasayı çiğnediği kararını alan Yüksek Mahkeme Başkanı istifa etti. İki meclis arasındaki kriz derinleşti. Ancak yeni Anayasa’nın 15 Aralık 1999’da %72 oyla referandumda onaylanması eski düzenin savunucuları açısından bir kırılma noktası oldu. 30 Temmuz 2000’de yeni anayasaya göre yapılan genel seçimlerde Chávez’e %60 destek çıkması ise iki meclis sorununu ortadan kaldırdı.
Ayrıca Chávez bürokrasiyi etkisizleştirmek için 3 Aralık 2000’de sendika seçimlerinin 180 gün içinde yapılamasını öngören bir referandumu halka onaylattı.
Chávez’e karşı darbe
11 Eylül’ü izleyen günlerde ABD’nin Florida Tampa Askeri Üssü’ne yalnızca üç saat mesafedeki Venezuela başkentinde durum hiç kolay değildi. ABD’nin dünyanın öteki ucundaki petrol kaynaklarını ele geçirmek için yüz binlerce askerini hazırladığı sırada kendisine en yakın ve dünyanın en önemli petrol rezervlerinden birine sahip Venezuela’da milli bir yönetimi kendi haline bırakacağı düşünülemezdi. 2001 Kasımında Venezuela devlet radyo ve televizyonlarından Afganistan’da ABD bombardımanında ölen çocuklar gösterildiğinde iki yönetim arasındaki ilk resmi gerilim ortaya çıktı. ABD Dışişleri yayınları protesto ederek Caracas’taki elçisini geri çağırdı.
Birkaç ay sonra batılı şirketlerle ortak olan patronların ittifakından oluşan bir sağ muhalefet sokağa döküldü. Bu ittifak son bir yıldır Toprak, Hidrokarbon ve Balıkçılık Yasalarıyla Toprak Reformuna karşı birlikte mücadele sürdürüyordu. Şubat boyunca bazı askerler basında açıkça Chávez’in istifasını istediler. Mart’ta ülkenin en büyük işçi sendikası CTV işveren sendikasıyla ve Vatikan’a bağlı Katolik kilise yönetimiyle Chávez’e karşı bir deklarasyona imza attı. Bunu takip eden günlerde silahlı kuvvetlerden sağcı ittifaka yönelik desteğin arttığı gözlendi.
Başkan Chávez 7 Nisan’da PDVSA yönetimini görevden aldığını ilan etti. CTV ve işveren sendikası PDVSA yöneticilerine destek için genel grev başlattı. 11 Nisan’da Başkanlık sarayına yönelen on binlerce muhalif Chávez taraftarlarınca durduruldu. İki grubun çatışmasına Ulusal Muhafızlar ve Kent Polisi müdahale etmekte yetersiz kaldı. Bununla beraber medya Caracas sokaklarında muhaliflere saldırıldığı yönünde yayınlara başladı. Bu görüntülerde bir takım sivil kişiler halka ateş açmaktaydı. CNN ve BBC başta olmak üzere uluslararası medya Venezuela olaylarını kesintisiz yayınlarla vermeye başladı. (2) Bir gün önce silahlı kuvvetlerden ülkede sükunetin sağlanması için harekete geçmesini isteyen (Plan Avila) Başkan Chávez gece yarısından sonra gözaltına alındı. Sabaha karşı kendisine sadık General García Carneiro’yla (3) beraber başkentteki Fuerte Tiuna askeri üssünde alıkondu.
12 Nisan’da Miraflores’teki Başkanlık Sarayına gelen işveren sendikası başkanı Pedro Carmona ardına bazı asker, politikacı, işadamı, gazeteci, kilise ve üniversite yönetimini alarak kendini başkan ilan etti. ABD ve İspanya Carmona’ya desteğini deklare etti. Başında neoliberal hükümetlerin bulunduğu Ekvador, Kosta Rika ve Nikaragua da aynı cephede yer aldı.
Yönetimi destekleyen güvenlik güçleri başkent sokaklarında Chávez taraftarlarını öldürmeye ve kaybetmeye başlamışlardı. Bütün kentlerde bir sürek avı başlatıldı. Kentlerdeki Küba temsilcilikleri kuşatıldı.
13 Nisan sabahı Chávez taraftarları örgütlenerek başkente giden tüm ana yollarını kesti. Turiamo Deniz Üssü’nde tutulan Chávez istifa etmediğine dair bir el yazısını dışarıya ulaştırmayı başardı. Ordu yönetimi Chávez’i Caracas’ın 160 km kuzeyinde Karayip denizindeki bir askeri üs olan Orchila Adası’na nakletti.
Ülkenin her yanında sokaklara dökülen milyonlarca Venezuelalıyı hiçbir televizyon kanalı göstermiyordu. Chávez taraftarları sonunda Venezuela Televizyonunu ele geçirmeyi başardılar. Akşamın ilk saatlerinde bir milyon Chávez destekçisi başkanlık sarayını kuşatınca ordu birliği yetersiz kaldı ve darbenin ele başları Başkanlık Sarayı’ndan kaçtılar. Aynı sıralarda Maracay’daki Chávez’in eskiden komutanı olduğu 42. Hava İndirme Tugayı tüm komuta kademesi ve bağlı birliklerle yasadışı darbe hükümetine karşı ayaklandı.
Meclis Başkanı Chávez’in yardımcısı Diosdado Cabello’yu geçici devlet başkanlığına atadı. Bir grup komando Chávez’i Orchila adasından alarak başkente helikopterle getirdi. Darbenin sorumluları ele geçirildi. Olaylar sona erdiğinde resmi rakamlara göre 19, yerel kaynaklara göre 40 kişi hayatını kaybetmişti.
2002 darbesinin analizi
Kuşkusuz darbenin 72 saatte başarısızlığa uğramasındaki temel etken Chávez liderliğindeki Bolivarcı Harekete büyük kitle desteğiydi. Bununla beraber karşı-devrimci cephenin de çıkardığı gürültü kadar güçlü olmadığı ortaya çıktı. Öncelikle Venezuela ordusu darbeye üst kademelerden verilen sınırlı destekle katıldı ve asla daha ileri gitmedi. Yüksek komuta kademesinde Koramiral Hector Ramirez Perez gibileri genelkurmay başkanlığına göz dikmişti, diğerleri de kendilerine vaat edilen ganimetin peşindeydi. Ordu içindeki darbe taraftarlarının bir harekat planına sahip olmadığı ya da varsa da bunu uygulamaya koyamadığı anlaşılmaktadır. Darbeci ekip meseleyi Chavez’in etkisizleştirilmesine indirgemiş, onu iktidara getiren toplumsal tabanı görmezden gelmişti.
Darbenin sivil ve askeri uygulayıcıları eylemlerinin bir hükümet darbesi anlamına gelmediğini savundular. 11-14 Nisan 2002 tarihleri arasında Venezuela’da bir iktidar boşluğu bulunduğunu ifade ettiler. Savunmalarındaki en kritik nokta Chávez’in Genelkurmay Başkanı Lucas Rincón Romero’nun (4) 12 Nisan’ın ilk saatlerinde Başkanın istifayı kabul ettiğini açıklamasıydı. Üstelik bir söylentiye göre Başkan Chávez Küba’ya sürgüne gitmeyi kabul etmişti. Her ne kadar Romero böyle bir açıklama yaptığını kabul etse de Chávez’in istifasını kanıtlayan bir belge mevcut değildi. Ayrıca Anayasa’ya göre Başkanın görevini sürdüremediği hallerde Başkan Yardımcısı onun işlevini yerine getirirdi. Darbeciler Anayasa ve meclisi tümden yok sayarak “iktidar boşluğu” olduğunu iddia etmekteydiler.
Chávez karşıtı harekete destek veren generaller darbeye kalkışmadıklarını, Plan Avila’nın uygulamaya konulmasını engelleyerek bir katliamın önüne geçtiklerini iddia ettiler. Avila ya da “Egemenlik Planı” olarak adlandırılan askeri plan 30 Mayıs 1988 ve 20 Şubat 1990 kararnamelerine dayanmaktaydı. Plan, Bolivarcı Venezuela Anayasası’nın 236. ve 326. maddesinde tanımlanan Ulusal Güvenlik tanımına ve İç Hizmet Kanunu’na uygun biçimde geçerliliğini sürdürmekteydi. Sorumluluk alanı coğrafi, kültürel, siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri olayları kapsamaktaydı. Amacı ulusal ya da bölgesel ölçekte Venezuela vatandaşlarının eğitim, sağlık, enerji, gıda ihtiyaçlarının karşılanması; haberleşme ve ulaşım (istasyonlar, limanlar ve havaalanlarına) gibi hizmetlerin güvenliğinin garanti edilmesiydi.
Avila Planı basitçe üç aşamadan oluşmaktaydı: İlki, alarm ve hazırlık aşaması (Bu aşamada güvenlik kuvvetlerinin koordinasyonu da sağlanmalıydı), ikincisi stratejik noktaların ele geçirilmesi ve son olarak güvenliğin kalıcılaşmasıyla beraber birliklerin çekilmesi.
Chávez’e bağlı Tümgeneral Carniero ve Orgeneral Romero’nun açıklamalarına göre Başkan 10 Nisan’da Avila Planı’nın başlatılmasını emretmişti. Aynı gün Müşterek Komuta Merkezi’nde bir toplantı yapılarak hazırlıklar gözden geçirilmiş 11 Nisan öğleden sonra -Carniero’nun Meclis Araştırma Komisyonuna verdiği ifadeye göre- Başkan harekatın başlamasına sınırlı bir izin vermişti. Bu amaçla yalnızca Başkanlık Sarayı çevresinin güvenliğinin alınması için iki tank bölüğü Miraflores’e doğru harekete geçti.
Chávez karşıtı Koramiral Carlos Molina Tamayo’nun ifadesine göre ise tanklar Silahlı Kuvvetler İkinci Başkanı Tümgeneral Jose Felix Ruiz Guzman’nın emriyle geri dönmüştü. Ayrıca Silahlı Kuvvetler Birleşik Komutası (CUFAN) Başkanı General Manuel Antonio Rosendo da Avila Planı’nın uygulanmasına karşı çıkmıştı. Orduya ait ağır silahların barışçıl gösterilere karşı kullanılması Anayasa’ya aykırıydı. Avila Planı 1989 olaylarında uygulandığında katliama yol açmıştı.
Başkan Chávez, Avila Planı’nın barışçıl amaç taşıdığını iddia etmektedir. Papa’nın ziyaretinde de benzer önlemler alındığını, bu tür uygulamaların normal olduğunu söylemiştir. Planın uygulanması için General Carniero’ya doğrudan emir vermesinin nedenini ise CUFAN Başkanı General Guzman’ın hiçbir şekilde telefon ya da telsizden yaptığı çağrılara cevap vermemesi olarak açıklamaktadır. Guzman harekata engel olmuştu; çünkü bir darbe hazırlığı içindeydi. Eğer o gün harekata engel olunmasaydı ajan-provokatörler tarafından öldürülen 19 sivilin hayatı kurtarılmış olacaktı.
Aylar süren yoğun Chávez karşıtı medya propagandası sonucunda kitlesel çatışma ortamı yaratılmasına, Anayasal Başkan Hugo Chávez’in alıkonmasına, sermaye örgütünün başkanı Pedro Carmona’nın kendi kendini başkan ilan edip meclisi ve anayasayı ortadan kaldırmasına karşın 14 Ağustos 2002’de Yüksek Mahkeme Venezuela’da bir darbenin yaşanmadığına hükmetti. Darbecilerin küçük bir kısmı kısa süreliğine tutuklandılar ve serbest bırakıldılar. (5) Aynı Yüksek Mahkeme 2005 ve 2007’de önceki kararını ortadan kaldırarak darbenin sorumlularının yargılanmasına hükmetti. Darbeciler ülkeyi terk ettiler.
Petrol ve çok kutuplu dünya stratejisi
1999 Bolivarcı Venezuela Anayasası petrol kaynaklarının özelleştirilmesini durduruyor ve bu kaynakların cumhuriyetin malı olduğuna güçlü bir vurgu yapıyordu. Aslında Venezuela’da petrol 1976’dan beri ulusun malıydı. Fakat bu mülk sahipliği biçimseldi. Venezuela devleti petrol kaynakları üzerindeki kontrolünü çoktan yitirmişti. Yabancı taşeron firmalar ve üçüncü şirketler üzerinden kontrol Kuzey Amerikalıların eline geçmişti.
Ulusal kaynakları yeniden kontrole almak Bolivarcı yönetim için hayati önemdeydi. Venezuela’da bağımsız bir ekonomi ve halkın refahının sağlanmasının tek yolu petrol ve gazdan elde edilen geliri ulusallaştırmaktı. Batılı petrol şirketlerinin desteklediği patronlar ve sendika buna karşı 2002 Aralığında genel grev başlattı. Petrol üretimi ve ihracı durdu. Darbe döneminde olduğu gibi tv yayınları ve sokak eylemleri başladı. Petrol kuyuları ateşe verildi. Ülke milyarlarca dolar zarara girdi. Ülkeden dışarıya petrol akışının durması krizi uluslararası hale getirdiğinden Amerikan Devletleri Örgütü, ABD ve AB aracılığıyla uzlaşma temasları sağlandı. Şubat 2003’te grev kırıldı.
Chávez’in iktidara geldiği yıl ham petrolün varili 9,72 dolardı. Dünyanın beşinci büyük ham petrol ihracatçısı olan Venezuela sefalet içindeydi. Chávez özelleştirmeye son verdi ve atıl durumda olan OPEC’i (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) harekete geçirdi. 25 yıldır toplanmayan OPEC Chávez’in çabalarıyla bir araya geldi. Chávez’in örgüt aracılığıyla uygulamaya koyduğu petrolün fiyatını koruma stratejisi başarılı oldu ve beş yıl içinde ham petrolün varil değeri üç katına çıktı. (6) Çıkartılan ham petrol rezervi açısından, Chavez’in PVDSA’nın kontrolünü ele geçirdiği 2005 tarihinden itibaren, %285 artarak dünyanın bir numaralı üreticisi haline geldi. PVDSA bu süre içinde PB, Chevron, Shell gibi şirketleri geçerek Exxon’dan sonra dünyanın dördüncü büyük petrol şirketi oldu.
Başkan Chavez, petrol silahının uluslararası ekonomik ve stratejik avantajlarından faydalanarak, dış politikasını bağımsız ittifaklar üzerine kurdu. Petrol stratejisini İran’la birlikte hareket ederek mümkün kıldı. 1991 Körfez Savaşı’ndan beri Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’i ziyaret ederek destek veren ilk lider oldu. İsrail’in bölgedeki politikalarına açıkça tavır aldı. ABD’nin tek kutuplu dünya stratejisine karşı Rusya, Çin ve kontrollü biçimde Avrupa Birliği’yle ekonomik-siyasal ilişkilerini güçlendirdi.
Venezuela’nın Çin’le 1999’da 358 milyon dolar olan ticaret hacmi 2011’de 17 milyar dolara yükseldi. (7) Bolivarcı yönetim Rusya’yla kapsamlı bir işbirliğine gitti. Rusya gaz-petrol üretiminde jeopolitik önemde gördüğü Venezuela’yla petro-kimya, lojistik ve ulaştırma alanında önemli ortaklıklar kurdu. PVDSA Rus petrol şirketleriyle yeni rezervlerin işletilmesi için anlaşmalar imzaladı. Gazprombank bu kapsamda Venezuela’ya 4 milyar dolarlık kredi açtı. 2010 yılından itibaren ise bu ortaklık askeri bir boyut aldı. Venezuela Rusya’dan S-300 füzelerinin yanı sıra, Varshavinka sınıfı üç denizaltı, 92 T-72 tankı, 24 Sukhoi-30 savaş uçağı ve 53 helikopter alımı anlaşması yaptı. (8)
Birleşik Latin Amerika politikası
Chavez yönetiminin Latin Amerika’ya yönelik politikalarının bir örneği Güney Amerika’daki bütün ulusları yeni bir siyasal ve ekonomik proje altında bir araya getiren Güney Amerika Ulusları Birliği’nin (UNASUR) kurulmasıdır.
Bolivarcı yönetim Küba’yla ortak bir politik hat üzerinde Latin Amerika’nın bağımsız kurumlarını yaratma çabası içinde oldu. ABD egemenliğindeki ALCA’ya (9) karşı “Amerikan Halkları İçin Bolivarcı İttifak (ALBA)”ın kurulmasına öncülük etti. Chavez ALBA’yı Venezuela, Küba, Bolivya, Ekvador ve Nikaragua’nın temel bileşkeni olduğu; ortak para birimi “Sucre”yi gelecekte kullanmayı hedefleyen bir kıtasal örgüt olarak formüle etti. (10)
Venezuela 2011’de Karayip ve Latin Amerika Devletler Topluluğu’nun (CELAC) kuruluşuna öncülük etti. 2012’de ise Venezuela’nın Güney Amerika Ortak Pazarı MERCOSUR’a üyeliğiyle dünyanın en büyük beşinci ekonomik devletler grubu oluştu. (11)
“Amerikalılar Okulu”nun egemenliğini kırmaya dönük önemli adımlar Chávez hükümetince desteklendi. ALBA’ya bağlı “Onur ve Egemenlik Askeri Okulu” Bolivya’da açıldı. UNASUR kapsamında “Güney Amerika Savunma Stratejileri Eğitim Merkezi” Buenos Aires’de hizmete girdi.
Hugo Chavez yönetimindeki Venezuela, Küba’yla stratejik düzeyde politik ve ekonomik ilişkiler kurdu. 2000 yılında yapılan enerji anlaşmasına göre ambargo altındaki adaya günlük 40 bin varil ham, 13 bin varil işlenmiş petrol ihracına başladı. (12) 2012’de 82 bin varile çıkan bu oran Venezuela’nın politik ittifakı olan Küba’yı önemli bir ticaret ortağı haline getirdi. İki ülke arasında kurulan 36 ortak şirket 2011’e kadar 200’den fazla ticari girişimi tamamladı. Venezuela ile Küba arasında maliyeti 70,4 milyon dolar olan 1630 km uzunluğunda fiber optik kablo döşendi.
Küba, adaya taşınan petrole karşılık, ödemelerinin büyük kısmını Venezuela’nın ihtiyacı olan doktor, öğretmen, pedagog ve teknik personel desteği sağlayarak yapmaktadır. Küba’dan çoğu tıp alanından 2000’de 13 bin, 2003’te 45 bin 174 personel Venezuela’ya geldi. (13) Buna ek olarak 24 bin Venezuelalı gencin Küba’da tıp eğitimi alması sağlandı.
Ayrıca PVDSA tecrübesine dayanarak Küba Devlet Petrol Şirketi CUPET ada çevresinde yeni petrol rezervlerinin işletilmesi ve diğer Karayip ülkelerine ham petrol ticaretinde önemli adımlar atmaktadır. İki ülke arasındaki dayanışma sayesinde Küba enerji sorununu çözmüş, daha önemlisi yarım asırdır süren ambargoyu kırarak, yalıtıldığı anakarasıyla yeniden bütünleşme olanağı kazanmıştır.
Chavez hükümetinin yalnızca Venezuela’da değil Latin Amerika genelinde halkların eğitim, sağlık, gıda, enerji gibi temel ihtiyaçlarını karşılamaya dönük programları bulunmaktadır. Venezuela hükümeti kıtadaki ulusal endüstrileri destekleyen bir ekonomi politikası yürütmektedir.
Kolombiya’yla ilişkiler
Venezuela batı komşusu Kolombiya’yla sosyal, tarihsel, politik ve ekonomik alanda köklü bağlara sahiptir. Her iki ülke de Simon Bolivar’ın kurduğu “Büyük Kolombiya”nın parçasıydılar. Jeostratejik düzeyde birbirine bağlı olan Kolombiya’yla Venezuela’yı birbirinden yalıtmak olanaksızdır. Aralarındaki ilişki her dönem sınır komşusu olmaktan çok ötededir. Bu güçlü bağın doğal sonucu da iki ülkenin sorunlarını birbirlerine taşımalarıdır. Özellikle daha stratejik bir konuma sahip olan Kolombiya’ya yönelik Kuzey Amerika müdahaleleri, kirli savaş ve uyuşturucu trafiğinin Venezuela’da yıkıcı etkileri kaçınılmazdı.
Bunun yanı sıra Venezuela endüstriden yoksun, geleneksel olarak petrol gelirine dayanan bir ülke olmanın dezavantajıyla ihtiyacı olan malların önemli bir kısmını Kolombiya’dan karşılamak zorundadır. Üretim geleneği, endüstri ve pazar tecrübesine sahip olan Kolombiya, Venezuela ekonomisindeki etkin güçlerden biridir. Venezuela’da yaşamını sürdüren iki milyon dolayındaki Kolombiya vatandaşı bu ekonomik etkinliğin bir parçasıdır.
Venezuela sağıyla sıkı bağları olan Kolombiya, özellikle Alvaro Uribe yönetiminde, Chávez yönetimine karşı düşmanca bir tavır sergiledi. Venezuela’yı istikrarsızlaştırma adına her türlü faaliyeti destekledi: Uyuşturucu trafiğini Venezuela’ya doğru kaydırdı. Sınır bölgelerine giren kontrgerilla grupları Venezuelalı köylüleri öldürmeye başladı. Başkent Caracas’taki Kolombiyalı paramiliter güçler mahallelerde kokaini ücretsiz dağıtmaya bile başladı.
İki ülke arasında 2007 sonunda başlayan gerilim (14) 22 Temmuz 2010 tarihinde Amerikan Devletleri Örgütü (OEA) toplantısında Kolombiya’nın Venezuela’yı terörizmi desteklemekle suçlamasıyla doruğa çıktı. Sözü geçen toplantıda Kolombiya temsilcisi, FARC ve ELN gerillalarıyla Venezuelalı askerler arasındaki ilişkileri gösteren bazı fotoğraf ve belgeleri sunmuştu. Venezuela topraklarında bazı gerilla kampları olduğunu iddia eden Kolombiya hükümeti, Venezuela’yı OEA’ya bağlı İnsan Hakları Komisyonu’na şikayet etti. Ayrıca Chávez’in yargılanması için Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvuruldu. Alvaro Uribe Başkanlığındaki Kolombiya Hükümeti OEA’da “terörist kamplara” müdahale edebileceğini bildirdi. Venezuela hükümeti bu gelişme üzerine Kolombiya’yla ilişkilerini kestiğini açıkladı.
Halbuki Chávez 2008 başından beri Kolombiya’da sürmekte olan gerilla savaşının ABD’nin bölgeye müdahalesi için bir bahane olduğunu, bu sayede bölgede yeni askeri üsler açma fırsatı yakaladığını söyleyerek FARC’a silah bırakma çağrısında bulunmaktaydı. Venezuela yönetimi, Kolombiya’daki gerilla güçlerine -siyasal varlıklarına ve taleplerine saygı duymakla beraber- herhangi bir destek sunmamaktaydı. Az sayıda gerilla kampının Venezuela sınırları içinde bulunmasının nedeni coğrafi iç içe geçmişlikten kaynaklanmaktaydı. (15) Üstelik bu yeni değil 40 yıldır sürmekte olan bir durumdu.
7 Ağustos 2010’da Manuel Santos Kolombiya’da başkanlık koltuğuna oturdu. 10 Ağustos’ta Kolombiya’nın Santa Marta kentinde sürpriz bir toplantı gerçekleşti. Bir araya gelen Chávez ve muadili Santos 6 maddelik “Prensipler Deklarasyonu” başlığı altında bir belgeye imza atarak iki ülkenin vardığı çatışma pozisyonuna son verdiler. (16) 20 Ağustos’ta iki ülke Dışişleri Bakanlarının bir araya gelmesiyle “normal” diplomatik ilişkilere geri dönüldü.
2010 yılında İspanya FARC ve ETA’yla bağlantılı kişilerin Venezuela’da bulunduğunu iddia ederek iadelerini istedi. Aynı yılın Aralık ayından itibaren Chávez, kendinden beklenmeyen ve sol kesimlerde sert eleştirilere neden olacak şekilde, 4 ELN ve 3 FARC üyesini tutuklayarak Kolombiya’ya teslim etti.
Buna karşılık Venezuela 2011 Mayıs’ında Kolombiya hükümetinden Honduras’ın devrik başkanı Zelaya’nın yeniden serbest seçimlere katılması için destek aldı. Ayrıca Venezuela, Kolombiya hükümetiyle gerilla güçleri arasında barış görüşmelerine başlanması için aracı oldu. 27 Ağustos 2012’de Santos hükümeti Küba başkenti Havana’da FARC komutasıyla barış sürecini başlatan anlaşmaya imza attı. 4 Eylül’de Kolombiya Başkanı, Oslo’da başlayıp Küba’da devam edecek olan diyalog masasını resmi olarak belirledi.
Böylece Kolombiya’yla Venezuela arasında ihtilafa bahane olan gerekçeler tümüyle ortadan kalkmış oldu.
Chávez yönetiminde ekonomik ve sosyal ilerleme
2003’te %55,1 olan yoksulluk seviyesi 2007’de %27,5’e; açlık sınırının altında yaşayan %25’lik kesim %7,9’a geriledi. Chavez’in iktidara geldiği 1999’da asgari ücret 28 dolarken, 2012’de 476 dolar oldu. 2003’te işsizlik oranı %20,7’iyken bu rakam 2009’da %7,4’e düştü.
Çelik üretimi (Sidor), telekomünikasyon (Cantv), çimento üretimi (Cemex), bankacılık (Banco de Venezuela) ve besin dağıtımı (Éxito) gibi alanlardaki kilit endüstriler kamulaştırıldı. Petrol dışındaki alanlarda kamulaştırmalar geç geldi ve -SIDOR’da olduğu gibi- toplumsal dayatmanın sonucunda gerçekleşti. Nisan 2008 tarihinde SIDOR çelik tesisindeki 15 bin işçi yaklaşık iki aydan beri grevdeyken Başkan Chavez şirketin kamulaştırıldığını açıkladı. Bu olay greve başarısız bir polis müdahalesi sonrası gerçekleşmişti. (17)
Bolivarcı Hükümet, Fransız Lafarge, İsviçreli Holcim ve Meksikalı Cemex’in elinde bulunan çimento sanayini kamulaştırdıktan sonra asgari ücreti ve kamu hizmeti maaşlarını artırdı. 2009’da ise gıda sanayinde Cargill gibi şirketleri etkileyen önemli kamulaştırmalara imza attı.
Elektrik alanındaki kamulaştırmalar da sistem tamamen işlemez hale geldiğinde gerçekleşti. Uzun süredir bilinçli şekilde ihmal edilen sistem sebebiyle enerjinin büyük kısmı kayboluyor ve büyük özel sanayi şirketlerince çalınıyordu. Elektrik dağıtım şirketleri yapmaları gereken yatırım ve bakımı gerçekleştirmediğinden 2009’da ülkede büyük bir enerji krizi doğdu. Kriz ülke güvenliği ve üretimini etkilemeye başladığı zaman kamulaştırmalar gerçekleşti.
Chávez kısa sürede devletin üretilen petrol üzerindeki hakkını %1’den yüzde 33’e çıkardı. Toprak reformunda olduğu gibi bütün bu kamulaştırmalar yüksek tazminatlarla sonuçlandı. Hükümet uluslararası bir krize yol açmamak için “mal sahiplerine” bedelleri fazlasıyla ödedi. Fakat yine de Exxon gibi bir şirketin 2008 yılında Hollanda ve İngiltere mahkemeleri tarafından bloke edilen PDVSA’ya ait olan 12 milyar doları elde etmesine engel olamadı. (18)
2005’te Birleşmiş Milletler tarafından okuma yazma sorunu kalmadığı ilan edilen Venezuela, UNESCO listesinde yüksek öğretime kayıt oranı açısından dünyanın beşinci sırasında bulunmaktadır. Latin Amerika’da nüfusa oranla üniversiteye kayıt yüzdesi Küba’dan sonra ikinci sıradaki en yüksek ülkedir.
Başta kadın ve çocuk olmak üzere ailelerin yaşam kalitesinin artırılmasına dönük yirmiden fazla sosyal programdan milyonlarca Venezuelalı yararlandı. Bugün yedi binden fazla merkezde ücretsiz sağlık hizmeti verilmektedir. Sadece “Mision Milagro” adı verilen göz sağlığı programında 36 milyon muayene, 4,5 milyon göz operasyonu yapıldı.
Tüm haberleşme hizmetlerinin devlete ait olduğu Venezuela’da 1999’da nüfusun yalnızca %1,3’ü internet sahibiyken bu oran 2011’de %40,3’e çıkmıştır. 28 milyon nüfuslu ülkede 30 milyondan fazla cep telefonu abonesi vardır.
Venezuela ilk uydusu Simon Bolivar’ı 2008’de ve ikinci uydusu olan Francisco Miranda’yı 2012’de Çin’le ortak inşa ederek dünya yörüngesine yerleştirdi.
1998’te Venezuela’da kamu borçları GSYİH’nın %73’üne denk gelirken bu oran 2008’de %13’e inmiştir. Ülkenin 2002’deki toplam net borcu 35,4 milyar dolardan, 2010’da 72,9 milyar dolara çıkmıştır.
Halihazırda %35’lik bir oranla ülkenin en büyük ithalatçısı Venezuela kamu idaresidir.
Demokratik gelişme
Batılı çevrelerin Chávez’den şikayet etmek için fazla gerekçeleri bulunmuyor. Zira “batının diliyle” konuşmak gerekirse; Chávez yönetimindeki Venezuela “demokrasi, özgürlükler ve fırsat eşitliği” alanlarında olağanüstü bir sıçrama yaşadı.
Batılı normlarda “demokrasinin” en önemli işareti olan seçimler açısından Venezuela’nın, ABD’nin ve birçok Avrupa ülkesinin önünde olduğu 7 Ekim 2012 başkanlık seçimlerinde görüldü. Hiçbir kısıtlama ve olayın yaşanmadığı kampanya ortamının yanı sıra, on bin gazetecinin gözlemci olduğu ülkede seçime katılım oranı %81’dir. (19) Üstelik 1999 öncesi nüfusa kayıtlı seçmen oranı %79’dan tamamına ulaşmıştır. Kullanılan ikili (elektronik ve zarf usulü) oy sisteminin güvenilirliği %100 kanıtlanmıştır. Venezuela seçimleri dünyanın en açık ve güvenilir sonucunu yansıtmış, her kesimden takdir görmüştür.
2006’da çıkarılan Belediye Konseyleri Yasasıyla halkın yerelden merkeze, yönetime demokratik katılımı sağlanması hedeflendi. Konseyler her belediyede 15 yaş üzeri nüfusun en az %20’sini kapsamak durumundadırlar. 2011 Nisan’ında sayısı 41600’e ulaşan Belediye Konseylerinin 9 bininden fazlası daha ileri bir formda örgütlenmiş olan “Sosyalist Konseyler”dir. Belediye Konseylerinin müdahale alanı ise neredeyse sınırsızdır. (20)
Yapılan toprak reformu sayesinde kurulan on binlerce kooperatife üye binlerce aile işleyecek toprağa sahip oldu. Borçlanma, toprak reformu ve kamu eğitimi ile yoksulluğu azaltma gibi toplumsal programlarda kadınlara ve yerli halklara öncelik tanındı.
Basın özgürlüğü açısından da Chávez dönemi sorunsuzdur. Venezuela’da tek bir gazeteci hapis ya da herhangi bir kovuşturma tehdidi altında olmamıştır. Basın yayın alanındaki gelişimden yalnızca medya tekelleri rahatsızdır. (21) Bu dönemde bağımsız 243 radyo ile 37 televizyon kurulmuştur.
Seçimler ve Chávez’in hastalığı
Yeni Bolivarcı Venezuela Anayasasına göre 2000 yılındaki başkanlık seçimlerinde Hugo Chávez oyların %59,76’sını (3.757.773 oy) alarak başkanlığa hak kazanmıştı. O tarihte kayıtlı 11.720.971 seçmenin yalnızca %56,63’ü sandığa gelmişti. Karşısındaki LCR’den Francisco Arias Cárdenas’ın (22) destekçileri 2.359.459 oyda kaldı.
2006’da seçmen sayısı 15.784.777’ye yükseldi ve seçime katılım oranı %74,69’a (11.790.397) ulaştı. %62,84 oy oranı (7.309.080 oy) Hugo Chávez’i başkanlığa taşıdı. Sağ muhalefetin temsilcisi Manuel Rosales 4.292.466 (%36,90) oy aldı.
7 Ekim 2012 Başkanlık seçimleri sırasında seçmen sayısı 18.903.937’ye, katılım oranı ise tarihinin en yüksek seviyesi olan %80,72’ye çıktı. Chávez oyların 8.185.120’sini (%55,08), rakibi Capriles ise 6.583.426’ını (%44,30) elde etti.
Chávez’in zaferine rağmen sağ cephenin oylarındaki artış dikkate değerdi. 12 yıllık Bolivarcı iktidar süresince sağ cephe hiç bu kadar örgütlü ve dinamik bir liderliğe sahip olmamıştı. Ayrıca kayıtlı seçmen sayısının %19,76 artışına karşın Chávez karşıtı oylar %53,37 oranında yükseldi. Chávez’e destek verenlerin oylarındaki artış ise %11,98’de kaldı.
Oysa seçim rakamlarının bu parıltısı bile sağcıların yenilgiyi unutması için yeterli değildi. Capriles seçim yapılan 24 eyaletin 22’sinde Chávez’i geçmeyi başaramamıştı. Ekonomi 2006’dan bu yana ilk yıllar kadar üstün bir gelişme göstermediği halde Chávez üstünlüğünü koruyordu. Üstelik Chávez seçimlere ağır bir kanser tedavisi sürecinde girmiş, öleceği neredeyse kesinleşmiş bir rakipti.
Sağ cephedeki demoralizasyon, Chávez’in kırılamayan etkisinden çok, Bolivarcı Sosyalizmin toplumsal mekanizmalara yerleşmiş olduğunu kabul etmek zorunda kalmasından kaynaklanıyordu. Capriles seçimi almak için programını Chávez’inkine benzetmiş, hatta onun “sol” bir eleştirisine bile soyunmuştu. Sağ cephe program düzeyinde, Chávez’in onca muharebe sonucu kabul ettirdiği, halkçı ve devletçi ekonomi politikalarını sahiplenmek mecburiyetinde kalmıştı. Bunca tavize karşın seçimi alamayan sağ, 2019’a kadar işleri yoluna koyan bir Bolivarcı iktidar karşısında iyice gereksiz hale gelecekti.
Başkan Chàvez kanser kaynaklı hastalığı yeniden nüksettiğinden Kasım sonuna doğru yeniden Küba’ya gitmek durumunda kaldı. Bu şartlarda Aralık ayının ikinci haftası eyalet seçimleri sürecine girildi. Seçimlerden bir hafta kadar önce Chàvez, kendisine bir şey olması durumunda yerine yardımcısı Nicolas Maduro’yu önerdiğini ilan edince herkes onun yakın zamanda öleceğine kesin gözüyle bakmaya başladı. Eyalet seçimlerinin gerçekleştirileceği hafta çok ağır bir ameliyata girdi. Bu koşullarda Partisi PSUV 16 Aralık bölgesel seçimlerinde 23 valiliğin 20’sini kazandı.
Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi (PSUV) ve bazı eleştiriler
Latin politikasında devlet başkanı adayları, bir parti liderinden çok, irili ufaklı siyasal parti ve hareketleri kendi etrafında birleştiren bir rol oynar. Başkanın yeteneği toplumsal sınıf ve örgütler arasındaki çıkar dengesini iyi yönetmesiyle ölçülür.
Oysa Bolivarcı Devrim’de Chavez’in liderliği yarım asırlık siyasal dengeyi bozma üzerine kuruludur. Bolivarcı liderliğin sırrı, parçalı durumdaki solu birleştirmiş ve bu sayede demoralize durumdaki yoksul halk kitlelerini harekete geçirecek enerjiyi yaratmış olmasıdır.
Bolivarcı Devrim Venezuela halkı için birliğe giden yolu açmıştı. Chávez 2006 Aralığındaki Başkanlık seçimlerine girerken birleşik bir sosyalist partinin inşasının gerekliliğinden söz ediyordu. O seçim döneminde Chávez’i 24 siyasi parti ya da hareket destekliyordu. Seçim zaferi sonrası bu yapılar Chávez’in işaret ettiği gibi Birleşik Sosyalist Parti’nin inşası sürecine katıldılar ve Komünist Parti gibi birkaçı haricinde PSUV’u meydana getirdiler. Süreç 24 Aralık 2007’de gerçekleşen ilk PSUV toplantısından 12 Ocak 2008’deki Kuruluş Kongresine uzandı. Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi 14 Mart 2008’de resmen kurulduğunda kayıtlı 5 milyon 800 bin üyesi bulunuyordu. Bunların 1 milyon 200 bini aktif parti militanıydı.
PSUV’un inşası Bolivarcı Devrim kurumlaşması açısından büyük bir adımdı. Parti devrimden reforma ilerici kanatların tümünü kapsama yolunda büyük çaba gösterdi. Chávez varolduğu sürece partinin bütünlüğünü ve etki alanını sürdüreceğine kimsenin şüphesi bulunmuyor. PSUV yeni bir parti olmanın dinamizmine ve esnekliğine sahip. Sosyalist demokrasi kültürünün yerleşmesi uzun bir pratiği gerektirir fakat parti yönetiminin Chávez hükümetinin bakanlarınca doldurulması ve devlet bürokrasisiyle partinin iç içe girmişliğinden kaynaklanan sorunlar mevcut: Bürokrasi içerisindeki yaygın rüşvet ve yolsuzluklara partinin de dahil olması gibi.
Bolivarcı Devrim 12 yılda Venezuela’nın ekonomik yapısında ve siyasetle toplum arasındaki ilişkide keskin değişiklikler yaptı. Ancak ülkenin siyasal ve kültürel alışkanlıklarında bunun yansıması henüz görülmedi. Refah düzeyinin yükselmesi kapitalist tüketim kültürünü güçlendirdi. Tüketilen ürünlerin büyük kısmı yurt dışından -özellikle de ABD’den- geliyor. Bu Karayip bölgesinde yerleşik “yanki kültürü”nün Venezuela’daki toplumsal yapıda yerini korumasına yol açıyor.
Venezuela’da gündelik hayatla politik dil arasındaki uçurum bir “geçiş” dönemine mi işaret etmektedir? Belediye Konseyleri gibi sosyalist halk demokrasisinin temelini oluşturan organların iktidar alanı daralacak, genişleyecek ya da sönecek midir? Valilerin yetkileriyle konseyler arasındaki çarpışma hangisinin lehine sonuçlanacaktır? Giderek kastlaşan bürokrasi sorunu nasıl çözümlenecektir? PSUV yönetimi bürokratikleşmeden ve “kızıl bereli burjuvalar”dan nasıl arındırılacaktır? Yalnızca Bolivarcı Anayasaya sadık, bağımsız yargı gücü nasıl oluşturulacaktır? Ekonomide özel girişimin artan etkisinin sürecek midir? Venezuela’da uygulanan devletçi planlama petrol gelirine dayanan bir “sosyalist pazar ekonomisi” midir? Eğer öyleyse; büyük petrol geliri sebebiyle, üretmek yerine daha ucuza mal olan ithal ürüne yönelişin önüne nasıl geçilecektir? (23)
Chavez sonrası
Gerçek şu ki tüm bu sorular Comandante’nin gidişiyle ikinci plana düşmüştür. Bolivarcı Devrim, sosyo-ekonomik gelişmeyi henüz tartışacak durumda değildir. Venezuela’da devrim, bir ülke sorunu olmanın çok ötesinde bölge hatta dünya politik dengeleri için hayati bir ağırlık arz etmektedir. Chavez’in kurduğu ittifaklar Venezuela’yı uluslararası dengeler içinde stratejik bir konuma getirmiştir. Bu nedenle Chavez’in hastalığıyla Küba, Rusya ve Çin yakından ilgilenmişlerdir.
Son bir yıllık tedavi sürecinde Bolivarcı liderlik neredeyse Küba’ya taşınmıştır. Defalarca kez Bolivarcı Hükümet Bakanlar Kurulu toplantısı Küba başkentinde gerçekleşmiştir. Comandante’nin halka görünmediği üç aylık süreç, Küba Devrimi Yüksek Komutanlığı’yla Bolivarcı liderliğin bütünleşmesinin sonucu mükemmel biçimde yönetilmiştir. Küba sürecin tüm aşamalarının planlanmasından istihbarat ve Chavez’in sağlık ve güvenliğine kadar tecrübesini kanıtlamıştır. Küba’nın bu uzun süreli “operasyon”u hiçbir karşı sızma yaşanmadan mükemmel biçimde yönettiğini belirlemeliyiz.
İçeride sistem tüm ekonomik-sosyal-siyasal temelleriyle değişmiş durumdadır. Bolivarcı Ulusal Silahlı Kuvvetler (FANB), Brezilya’dan sonra Latin Amerika’nın en güçlü ordusu konumuna yükseldi. FANB Chavez’e karşı 2002 darbesinden sonra olağanüstü bir değişime uğramıştır. Ordunun eğitim, silah-mühimmat ve komuta kademesi tamamen devrimin ihtiyacına uygun biçimde dönüştürüldü.
Chavez’in ölümünün ilan edildiği andan itibaren Bolivarcı Silahlı Kuvvetler Comandante’ye bağlılıklarını her bir askerinin gözyaşları ve bir bütün olarak cenaze sürecinin sorumluluğunu alarak gösterdi. FANB Komutanlığı 15 Mart gecesi Savunma Bakanı Amiral Diego Molero’nun açıklamasıyla “Birinci görevinin Sosyalist Devrimi savunmak” olduğunu tüm dünyaya ilan etti.
Chavez 8 Aralık 2012’de halka yaptığı son konuşmada (24) Devlet Başkanlığı için yerine yardımcısı Nicolas Maduro’nun seçilmesini istedi. Sendikacılıktan gelen Maduro’nun siyasal yönetimin başına gelmesi yalnızca Chavez’e güçlü bağlılığı nedeniyle değil iktidar ve halk arasındaki bağ açısından da önemliydi.
14 Nisan başkanlık seçimlerinde tahminler Maduro’nun rakibi Capriles’e en az 15 puan fark atacağı yönünde. ABD, Bolivarcı Devrimi artık savaşmadan yıkamaz. Kuzey Amerika kuşkusuz yıpratma faaliyetine devam edecektir ama savaşı göze alamaz. Bolivarcı yönetimin yıkılma ihtimali ise ABD’ye hiçbir yarar sağlayamayacaktır. Venezuela’da Bolivarcılardan başka herhangi bir iktidar ABD’nin enerji ihtiyacını karşılayacak petrolü garanti edemez.
ABD destekli Venezuela sağına Bolivarcı yönetimin çöküşünü ummaktan başka yol gözükmüyor. Zira mesele seçim kazanmanın ötesinde kimsenin hesap etmediği bir hal aldı. Onları ne bölge ülkeleri ne de batı dışındaki dünya güçleri istiyor. Üstelik artık Venezuela’da ABD’ci sağcılarla çalışacak bir devlet bürokrasisi ve bir ordu yok.
Chavez’in “ölüsü” ABD’ye dirisinden pahalıya patladı. Uluslararası medyanın yaptığı tüm karşı kampanyaya rağmen Comandante’nin mesajı dünyanın en uzak köşelerine ulaştı. Chavez tüm dünyada anti-emperyalist bir sembole dönüştü ve ezilen uluslarda yeniden bağımsızlık idealini uyandırdı. Comandante, vedasıyla emperyalizmin yenemeyeceği bir “mükemmel düşman”a dönüştü. O artık dünyanın herhangi bir yerinde yükselecek halkçı güçlerin en önemli esin kaynağıdır.
DİPNOTLAR
1) Venezuela ordusunun “darbeci” bir geleneği yoktur. Bununla beraber Venezuela Silahlı Kuvvetlerinin Görev Belgesinde “Herhangi bir iç veya dış tehdide karşı ulusun egemenliğinin kalıcılığını garanti ve muhafaza etmektir” denilmektedir. Chàvez yönetiminde 4 Şubat “Onur Günü” olarak kutlanmaktadır. Chavez’in 4 Şubat Ayaklanmasına katılan 300’e yakın silah arkadaşından 94’ü bugün Bolivarcı Ulusal Silahlı Kuvvetlerde “danışman” olarak görev sürdürüyor.
2) Oysa gerçeğin tam tersi olduğu, muhalif taraftan provokatörlerin Chávez taraftarlarına karşı silah kullandığı daha sonra ortaya çıktı.
3) Carneiro 2003-2004 yıllarında Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı olarak görev yaptı. Emekliliği sonrasında ise Chávez’in partisinden seçime girerek Vargas Eyalet Valisi seçildi.
4) General Romero darbe hükümetinde yoktu fakat bu açıklaması onun hakkında bazı kuşkular doğurmuştur. General bu açıklamayı Başkanın hayatını korumak ve kan akmasını önlemek için yaptığını söylemiştir. Romero daha sonra yine Chávez hükümetinde İçişleri ve Adalet Bakanı olarak 2006’ya kadar görev yaptı. O tarihten sonra Venezuela’nın Portekiz’deki Büyükelçiliği görevini getirildi.
5) Tutuklananlar içinde Baruta Belediye Başkanı Henrique Capriles Radonski de vardır. Capriles darbeye destek veren bir grupla Küba temsilciliğini kuşatıp, elçiliği yakma girişiminde bulunmuştu. Capriles 2012 başkanlık seçimlerine sağ cephenin lideri olarak girdi.
6) OPEC’e üye 13 ülke dünya petrol rezervinin %70’ini elinde bulundurmaktadır. OPEC üyelerinden Angola, Irak, İran, Libya (ve üyeliğe davet edilen Suriye) ABD’nin doğrudan askeri müdahalesine uğramıştır.
7) Aynı tarihte Venezuela’nın ABD’yle ticaret hacmi 30 milyar dolardır. Rakamın yüksekliğinin nedeni Venezuela’nın günlük 1,2 milyon varil petrolü Kuzey Amerika’ya ihraç etmesidir.
8) Venezuela 2012-2015 döneminde 3,2 milyar dolarlık alımla Rusya’nın silah ihracatında ikinci büyük müşterisi konumuna geldi. Birinci sırada 14,3 milyar dolarla Hindistan bulunuyor. 2011’de Venezuela’nın Rusya’nın yanı sıra Çin, Hindistan, Belarus ve İran’la yaptığı askeri anlaşmaların toplamı 6-7 milyar dolar kadardır.
9) İngilizce adıyla “Free Trade Area of the Americas” serbest ticaret anlaşmasının tüm kıtaya yayılmasını amaçlamaktaydı. Arjantin’deki IV. Amerikalılar Zirvesinde 2005’te başarısızlığa uğratıldı.
10) Dört ülkenin ALBA’da aldığı karara göre Sucre 1,25 USD olarak sabitlendi.
11) Venezuela’nın MERCOSUR üyeliği bir süredir Paraguay tarafından engellenmekteydi. Devlet Başkanı Fernando Lugo’nun parlamenter bir darbeyle görevinden alınması sonrası MERCOSUR Paraguay’ın üyeliğini askıya aldı ve Venezuela’yı topluluğa kattı.
12) 1958’de Küba Venezuela’dan 66,5 milyon, devrimin gerçekleştiği yıl 1959’da 48 milyon dolarlık ithalat yapmıştı. %99’u petrol ve türevi olan bu alımlar 1961’de 0,1 milyon dolar seviyesine düştü. Adanın Venezuela’yla yıllık ticaret hacmi 1998’te 388,2 milyon USD, 1999’da 464 milyon USD, 2000’de 744 milyon USD, 2004’te 1,5 milyar USD, 2006’da 3,2 milyar USD’dir. 2008’de 4,4 milyar doları Venezuela’dan taşınan petrol, 5,5 milyar doları teknik personel gideri olmak üzere iki ülkenin toplam ticareti 10,4 milyar dolarla rekor kırdı. 2010’da ise bu oran 6 milyar dolarda kalmıştır. (Küba İstatistik Bürosu/ONE)
13) 2007’de Venezuela’da 31 bini tıp çalışanı, toplam 39 bin Kübalı personel bulunmaktaydı. 2011’de bu rakam 30 bini tıp alanında, 15 bini tarım-endüstri-idari ve 5 bini politik karakterde olmak üzere 50 bine yükseldi (ONE)
14) Aynı dönemde Venezuela’nın Kolombiya’dan yaptığı ithalatı hızla düşürdüğü gözlenmiştir. Kolombiya 2008 yılında Venezuela’ya 6 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirirken; 2009’da 4 milyar dolar, 2010’da 1,4 milyar dolara kadar gerilemiştir. 2011’de ise Kolombiya’nın Venezuela’ya yönelik ihracatı 1,7 milyar dolardı. Buna karşılık 2003’te Venezuela’ya 130 milyon dolarlık ihracat yapan Arjantin 2011’de bu rakamı 1,9 milyar dolara çıkardı.
15) Venezuela’nın en batı sınırını oluşturan ve Karayip Denizine kadar inen Doğu Sıradağları -Kuzey Santander bölgesi de dahil- aşılmaz bir set görünümündedir. 1200 km boyunca uzanan Doğu Sıradağlarının %36’lık kısmı Venezuela sınırını oluşturmaktadır ve yüksekliği 5400 m’dir. Sık ormanlarla kaplı dik arazi gerilla için doğal bir koruma alanıdır.
16) http://wsp.presidencia.gov.co/Prensa/2010/Agosto/Paginas/20100810_09.aspx
17) 1950’lerde devlete ait bir şirket olarak kurulan SIDOR, Caldera Hükümeti sırasında 1997 yılında özelleştirilerek yabancı sermayeye satılmıştı.
18) Tüm bu kamulaştırmalara rağmen (CEPAL verilerine göre) 2002-2010 yılları arasında Venezuela’da özel sektörün GSYİH’daki payı %61 seviyesinde görülmektedir (1998’de kamunun GSYİH içindeki payı %34,8’ken 2008’de %29,1’e düştü). Bu, Fransa gibi kamunun güçlü olduğu gelişmiş kapitalist ülkelerdekine yakın bir durum sergilemekte ve ekonominin “karakteri” hakkında ipucu vermektedir.
19) ABD’deki 2008 Başkanlık seçimine katılım oranı 1960’dan beri en yüksek oran olan %63’tür. Venezuela’nın komşusu Kolombiya’da ise hiçbir zaman seçime katılım oranı seçmen sayısının yarısını aşmamıştır.
20) Öyle ki 2006’da çıkarılan yasa, konseylerin müdahale alanını “sağlık, eğitim, kentsel ya da kırsal alanlarda toprak yönetimi, barınma, sosyal güvenlik ve toplumsal eşitlik, halk ekonomisi, kültür, güvenlik, iletişim ve bilgilendirme, boş vakit ve spor, gıda, su ve gaz konusunda teknik rehberlik, hizmetler ve ele alınması topluluk açısından faydalı olacak herhangi bir konu” diye belirlemiştir.
21) Bu konudaki en büyük gürültü -2002 darbesi sırasında provokatif yayınlar yapan- RCTV’nin 2010 Ocağında kablodaki sözleşmesinin yenilenmemesi nedeniyle kopmuştu. RTÜK benzeri bir kurumun bulunmadığı ve sansürün söz konusu olmadığı Venezuela yasalarına göre, RCTV gibi yurtdışından yayın yapan kanalların kabloya kabulü için bazı standartlar bulunmaktaydı. RCTV’nin kablodaki sözleşmesinin yenilenmemesi uluslararası bir kampanyaya neden oldu ve “Chávez Diktatörlüğüne” kanıt olarak sunuldu.
22) Cardenas, Chávez’le beraber 4 Şubat 1992 darbesinin komutanlarından ve ordu içerisindeki MBR-200 örgütünün bir üyesiydi. Chávez’le beraber hapsedildi. 1998’de Chávez’in başkanlığının en önemli destekçilerinden oldu. Sonra 2000’de fikrini değiştirdi ve ona karşı sağ cephenin başkan adayı oldu. 2002 darbesi ve yaşanan olaylardan Chávez’i sorumlu tuttu. 2005’te günah çıkardı ve geri döndü. Chávez tarafından Venezuela’nın BM’deki daimi temsilcisi olarak atandı. PSUV’un kurucuları arasında yer aldı.
23) Chávez’in sabit kur politikasında 2010 Ocağında bir “düzeltme” yapıldı. Öncelikle Ulusal Para Birimi Bolivar %21 devalüe edilerek dolar karşısında 2,60’a sabitlendi. Buna rağmen karaborsada 1 dolar tüketiciden 6,50 Bolivar’a satın alınıyordu. Hükümet yaptığı devalüasyona bir de “petro-dolar” değeri biçti. Petro-dolara göre -meşrubattan cep telefonuna, bilgisayardan tekstile- ithal malların alım ve satımında 1 Dolar 4,30 Bolivar değerindeydi. Fakat Chavez’in hastalığı Şubat 2013’te hükümet %32’lik bir devalüasyon yaparak Dolar’ı 6,30 Bolivar’a yükseltti.
24) Konuşmanın tam metni için bkz. http://www.gazetelatin.com/Gundem-Chavez%E2%80%99in–Son-Konusmasi-22.html