Bedenlerini sakınmadan kamusal alanda erkeklerle birlikte gündelik hayatını yaşayan kadından daha şeytani, imanı daha fazla tehdit eden pek az şey var, İslamcılar için. Esasta ise, diğer tek tanrılı dinler gibi İslam’ın da üzerinde yükseldiği erkek egemenliğinin tehdidini taşıyor. Ortaçağ’ın cadıları da Said Nursi’nin Amazonları da tarihsel olarak aynı cephede duruyorlar. Tehdit ettikleri düzen de, karşı karşıya kaldıkları suçlamalar da birbiriyle nasıl örtüşüyor.
“Keşke bu analar babalar, yine eskiden cahilliye devrinde olduğu gibi, istikbaldeki iffetlerinin muhafazasını düşünerek kız çocuklarını diri diri toprağa gömselerdi de, bugün bu soysuz, ahlaksız, hayâsız, tahrik edici mezarları gözlerimiz görmeseydi.” (1) Şule Yüksel Şenler’in İslam’da ve Günümüzde Kadın isimli kitabından. Şenler, bugün “türban” dediğimiz arkadan bağlamalı “modern” örtünme biçiminin yaratıcısı. Fakat geleneksel olan ile modern olanı birleştirme çabası bu noktadan ileri gitmiyor. Şenler için modern olan (kadın) “tahrik edici” ve dolayısıyla “ahlaksız”. Bu nedenle keşke diri diri gömülseler diyerek Şenler, yeni bir cadı avının sirenlerini çalıyor.
Abartıyor muyum?
“İlk günah”ın getirdikleri
Ortaçağ’da 13. ve 17. yüzyıl arasında baş gösteren cadı avları sırasında, büyük çoğunluğu kadın olmak üzere -genellikle erkekler cadılıkla suçlanan kadınların oğulları ya da kocaları idi- kimi çalışmalara göre on binler kimilerine göre ise milyonlarca insan korkunç işkencelerle katledildi. Bu insanlar, şeytanla işbirliği yaparak insanları ve toplulukları felakete sürüklüyordu. Kilisenin söylediği böyle. Aradan geçen asırlarda, avlananların gerçekten geceleri süpürgelerini alıp uçtuklarına, düzenledikleri ayinlerde bebekleri öldürüp yediklerine, kara büyüler yaptıklarına inanmayanlar ise maddi temellere yoğunlaştılar. Lois Martin, bu avı temel olarak anatanrıça kültünü sürdüren pagan topluluklara kilisenin verdiği tepki olarak yorumluyor. (2) Fatmagül Berktay ise sınırları genişletiyor. 11. yüzyılda tıbbın bilimsel bir alan ve meslek haline gelmeye başlaması ile birlikte, Ortaçağ’da ebelik-sağaltıcılık yapan kadınların, kilise tarafından cadılıkla suçlandığını belirtiyor. Berktay’a göre bunun nedeni kadınların birbiriyle ilintili üç egemenlik biçimine meydan okuması: “Ruhban sınıfı dışındaki halk üzerinde kilisenin, kadın üzerinde erkeğin ve köylü üzerinde toprak sahibinin egemenliği ”. Kiliseye meydan okuyorlardı çünkü kiliseye göre hastalık bir tanrı vergisiydi ve dinsel bir denetim uygulanmalıydı. Üstelik sağaltıcılığı “elinin hamuruyla” yaparak kilisenin erkek egemenliğine meydan okuyorlardı. Toprak sahiplerinin ayrıcalıklı konumunu da yok sayıyorlardı çünkü bu “cadılar” genellikle toplumsal statü bakımından aşağı, 41-60 yaş arasında dul ya da evli kadınlardı. Kısacası kadınlar, tıpkı “ilk günah”ı işledikleri gibi yine şeytanla işbirliği yaparak bütün bir düzeni tehdit ediyorlardı. (3) Fakat bu sefer ilki gibi olmayacak, düzeni “yedirtmeyeceklerdi”. Ne var ki, kilisenin mutlak egemenliği cadılar tarafından değil ama aydınlanma ile tarihe gömüldü. Peki, 20. yüzyıl sonlarında ahlaksızları gömmekten bahseden Şule Yüksel Şenler’in söylemi ile Ortaçağ karanlığının avları arasında nasıl bir ilinti var?
Başka bir soruyu cevaplayarak ilerleyelim: Şenler’in hayatını vakfettiği İslam inancına göre, neden modern yaşam biçimi ahlaksız? Kadın -bilhassa modern kadın- neyi, nasıl tehdit ediyor?
Alâeddin Şenel ahlâkı insan-insan, birey-toplum ilişkilerinde ‘iyi’ ile ‘kötü’ ya da ‘doğru’ ile ‘yanlış’ olarak değerlendirilen davranışlarda bir yargıya varılırken kullanılan kavram” olarak tanımlıyor ve benimsenen değerlere bağlanmış olgularla ve yargılarla ilgili olduğunu ekliyor. (4) O halde Şenler gibi İslami düşünceyi benimseyenlerin gördüğü “ahlaksızlık”ın arkasında örülü olan değer ve yargıları açık etmek gerekiyor. Bu işi, İslam düşüncesinin derinliklerine inip teorik ve maddi bir temel kurmaya çalışarak değil, bu düşüncenin güncel ve hayatımızı son yıllarda doğrudan etkileyen ideolojik tezahürleri üzerinden yapmaya çalışacağım. (Teorik temelleri dosyamızın içinde bulunan Fatmagül Berktay’ın yazısında bulabilirsiniz.)
Şeytani “yarı çıplaklar”
İslam’da ahlaksızlığın başat nedenlerinden birinin fitne olduğunu biliyoruz. Fitne “Allah’ın rızasının dışına çıkartıp” düzensizlik, anarşi yaratan her şey olarak tanımlanabilir. Pek çok günah, gaflet, kusur fitne olarak sayılabilir; fakat bir hadiste Muhammed’in şöyle söylediği bildirilir: “Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, kadın fitnesidir.” Nedir bu kadın fitnesi? Artık üniversitelerde adına yapılan anma etkinliklerinin sıradanlaştığı bir zat, Gülen cemaatinin düşünsel önderi Said Nursi bu kez de bizlere yol göstersin:
“Ahirzamanın fitnesinde en dehşetli rolü oynayan tâife-i nisaiye (kadın taifesi) ve onların fitnesi olduğu hadisin rivayetlerinden anlaşılıyor. Evet, nasılki tarihlerde, eski zamanlarda “Amazonlar” namında gayet silâhşör kadınlardan mürekkep bir tâife-i askeriye olarak hârika harpler yaptıkları naklediliyor. Aynen öyle de: Bu zamanda zındıka (dinsizlik) dalâleti, İslâmiyete karşı muharebesinde, nefs-i emmarenin (kötülüğü emreden nefsin) plânıyla, şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki; açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana (inananlara) taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamaya, fuhuşhâne yolunu genişlettirmeye çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebâir (büyük günahlar) ile yaralıyorlar. Belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar.” (5)
Said Nursi, bacağını açan yarı çıplak(!) kadınları İslamiyet’e savaş açmış “zamane Amazonları” olarak nitelendiriyor. Bu kadınlar, kalpleri tertemiz masum inananları (ki tamamı erkek) hedef alıyorlar ve bu savaşta ne yazık ki bir kısmı “şehit” düşüyor. İşte şeytanla işbirliği yaparak bu savaşı başlatabilen fitne kadında mevcuttur ve karşı durulması zor olduğu için çok tehlikelidir. Said Nursi’nin açıkça yaptığı savaş benzetmesi günümüzü anlamak açısından da önemli. “Doğru” ile “yanlış”, “iyi” ile “kötü”, “ahlak” ile “ahlaksızlık”, “şeytan” ile “inanan” arasında yürütülen bu savaşta, doğal olarak ya düşman sizi yok edecek, ya da siz onu. “Demokrasi”, “bireysel özgürlük”, “yaşam biçimine saygı” gibi bir arada yaşamayı olanaklı kıldığı söylenen kavramların bu düşüncenin içinde yer bulması olanaksız. Fakat karşımızda bir taraftan Said Nursi geleneğini benimsemiş, bir taraftan da demokrasiyi dilden düşürmeyen bir muhafazakârlık duruyor. Mısır’da Mursi’ye yapılanları demokrasiye yapılmış bir darbe olarak nitelendirip kınayan Fethullah Gülen, konu kadınlara dayanınca gözyaşlarını silip saldırganlaşıyor:
“… göze, kulağa ve daha başka uzuvlara seslenen, ve tahrik unsuru olan şeylerin hepsinin yok edilmesi lazımdır ki, fuhuştan da, tefahhuştan da uzak kalmış olalım. Günümüzün insanı çok ciddi bir tehlike ile karşı karşıya bulunmaktadır. Efendimiz yer yer bu tehlikeye dikkat çekmiş, “Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, kadın fitnesidir.” buyurmuştur. Başka bir hadiste, “Ümmetim için kadından daha büyük bir fitne bırakıldığını hatırlamıyorum.” demiştir. Kadın fitnesi, pek çok geçmiş milletleri hâk ile yeksan etmiştir. Evet, pek çok eski cemaat ve milletler kadın yüzünden mahv-u perişan olmuştur. Roma ve Bizans şehvet ve şehevâni duygular altında kalarak ezildi. O güzelim Endülüs de öyle…” (6)
Gülen yaptığı bir konuşmasında, “Asya, Meryem gibi sultana benzeyen hemşirelerimiz, analarımız var; onlar mazur görsünler fakat şeytanın çoğu kez oltasına kadını taktığı buyrulur.” diyor. (7) Özellikle genç erkekleri, kendilerini “kadınlarla avlamaya çalışan” inançsızlara karşı uyarıyor ve iffetlerine sahip çıkmaya çağırıyor. Başka bir deyişle durum şu: İnanan erkekler kadınların aracılığı ile sürekli şeytanın saldırısı altındalar. Düşünün, kadının her yeri kapalı olsa sesi tahrik edebilir ya da yürüyüşü, kolunu kıpırdatması, başını sallaması… Sultana benzemek zor, her kadının harcı değil. Fakat erkeklerin imanını zor durumda bırakmamak ve şeytana mesai yaptırıp toplumsal ahlakı bozmamak için en azından bedeni örtmek şart.
Geçtiğimiz ay hamilelerin sokakta dolaşmasının göz zevkini bozduğu gerekçesiyle uygun olmadığını belirten Ali Rıza Demircan, Fethullah Gülen’le aynı düşünceye sahip. Kadınların şeytana kapı aralayan fıtratına ilişkin İslam’a göre Cinsel Hayat kitabında şöyle diyor:
“Şanı yüce olan Allah, kadını câzibeli yaratmış ve sevdirmiştir. Onun bütün organları cinsel bakımdan çekici ve cinsel çağrışım yaptırıcı olduğu içindir ki; İslam Dîni’nde kadın, evlenebileceği erkeklere karşı eller, yüz ve ayaklar dışındaki bütün vücût organlarını örtmekle emrolunmuştur.” (8)
Nursi’nin bugüne bıraktıkları
Şule Yüksel Şenler’in dem vurduğu “ahlaksızlık”ın altında işte böyle bir düşünce yatıyor. Yeni doğan kız çocuklarını gömmeyi “ahlaklılık”tan sayıp, modern dönemin kadınlarını ahlaksızlıkla suçlayan değerler bütününün kalbi bu. Bu anlayış, erkeğe “nefsine sahip çık” demek yerine kadınların bedenleri ve hayatlarına erkeğin nefsini uyandırmamak üzere kısıtlamalar dayatmayı ahlaklı kılıyor. Bedenlerini sakınmadan kamusal alanda erkeklerle birlikte gündelik hayatını yaşayan kadından daha şeytani, imanı daha fazla tehdit eden pek az şey var, İslamcılar için. Esasta ise, diğer tek tanrılı dinler gibi İslam’ın da üzerinde yükseldiği erkek egemenliğinin tehdidini taşıyor. Ortaçağ’ın cadıları da Said Nursi’nin Amazonları da tarihsel olarak aynı cephede duruyorlar. Tehdit ettikleri düzen de, karşı karşıya kaldıkları suçlamalar da birbiriyle nasıl örtüşüyor.
AKP’nin sahip çıktığı gelenek itibariyle bu meseleye kayıtsız kalamayacağı kesindi. Son on yılda, kadınların ince askılı elbiseler giymemesi gerektiğini, türbansız kadınların “kiralık ev”e benzediğini, kot pantolonun tacize zemin hazırladığını, kızlı erkekli oturmayı geçelim merdiven çıkmanın dahi sakıncalı olduğunu duyduk. Kürtaj yasağını tartıştık, bekâr olmasına rağmen hamile kalabilme cüretini gösteren kadınların ailelerine bizzat aile hekimliğince haber verildiğini gördük. Haziran direnişini karalamak üzere Gezi Parkı’nda kestirilemeyecek sebeplerle biriktirilen prezervatiflerin delil olarak kullanıldığını işittik. AKP için kadının ve dolayısıyla cinselliğin denetimi, her fırsatta üzerine gittiği, her boşluğu doldurmaya çalıştığı bir konu. Neyse ki artık ne Şenler’in referans gösterdiği cahilliye dönemindeki gibi bir kırımdan, ne de cadı avları gibi bir katliamdan söz etmek mümkün olabilir. Bunun yerine AKP iktidarının başka yöntemleri var. Örneğin bunun hukuksal ayağına örnek olacak ürpertici bir haber: Ankara’da eşini öldüren koca savunmasını şöyle yapıyor: Telefon kullanmasını yasaklamama karşın eşimde kırmızı renkli telefon çıktı; benden habersiz psikologa gidiyor, beyaz pantolon giyiyordu; çalışmak istediğini söylüyordu ve haklarını korumak için evin “aile konutu” olduğuna dair tapuya şerh düştü. (9) Bir savunma bile değil bu, hatta savunma diye yüzsüzce bunları söyleyene ek bir ceza daha vermeli… Fakat hâkim adamı haklı buluyor ve haksız tahrik indirimini veriveriyor. Kadınlara yönelik erkek şiddeti elbette AKP’den önce de vardı; keza ödüllendirme gibi indirimler de. Fakat kırmızı telefon ya da beyaz pantolonda cinsel çağrışımlar bulup tahrik saymakta Said Nursi’nin ve Fethullah Gülen’in katkısı büyüktür sanıyorum.
Yine ay içinden bir başka haber: Milli Eğitim Bakanlığı’ndan velilere mesaj gönderiliyor: “Anne-babanın izleme ve kontrol çabalarını artırması, erkek çocukların uzun vadede daha fazla problemli davranış göstermelerine neden olurken, kız çocukların problemli davranışlarının azalmasını sağlamaktadır. Çocuğunuza vereceğiniz tepki onun cinsiyetine göre farklı sonuçlara yol açabilir.” (10) Bir yerde “kızını dövmeyen, dizini döver”e varıyor, bakanlık. Kadın fitnesine binaen, yılanın başını küçükken ezme çabasına giriyor.
Ayın sonlarına doğru gelen bir haber ise AKP’nin anlayışını açık etmede tüm haberlere fark attı. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in kadına yönelik erkek şiddetini önlemeye dönük alınacak tedbirlerle ilgili bir toplantıda yaptığı ses getiren açıklamayı biliyorsunuzdur: “Birleşmiş Milletler kadına karşı şiddeti önleyeceğine insanlığa karşı cinayetleri önlesin.” Görmez haksız değildir; asırlardır erkekleri imandan çıkarmaya çalışan kadınları değil -hatta onlara karşı-, ümmetin selametini düşünmek onun en değerli hazinesidir. Muhtaç olduğu kudret ise cebindeki Risale-i Nur’da mevcuttur.
KAYNAKLAR
1) akt. Handan Koç, Muhafazakârlığa Karşı Feminizm, Destek Yayınları, 2012.
2) Lois Martin, Cadılığın Tarihi, çev. Barış Baysal, Kalkedon Yayınları, 2009.
3) Fatmagül Berktay, Politikanın Çağrısı, İstanbul bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011, 2.Baskı.
4) Alâeddin Şenel, “Ahlak, ahlaksızlık ve etik”, Bilim ve Gelecek, sayı 108.
5) “Ehl-i imana saldıran dehşetli bıçaklar!”, http://www.saidnursi.de/risale-i-nur/nurdan-katreler/3740-ehl-i-imana-saldiran-dehsetli-bicaklar.html
6) M. Fethullah Gülen, Hadis Şerhleri Asrın Getirdiği Tereddütler, http://tr.scribd.com/doc/96419780/Hadis-%C5%9Eerhleri-Asr%C4%B1n-Getirdi%C4%9Fi-Tereddutler-Serisi-4-kitap.
7) Fethullah Gülen Kadın Fitnesi Karşısında Hz. Yusuf İradesi, http://www.youtube.com/watch?v=rbzYu1XaW_0
8) Ali Rıza Demircan, İslam’a göre Cinsel Hayat, http://www.alirizademircan.net.
9) “Kırmızı telefon ve beyaz pantolon tahrik sayıldı”, http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=436164&kn=7&ka=4&kb=7, 21 Ağustos 2013.
10) “Milli Eğitim’den velilere skandal mesaj: Kızları kontrol edin, erkekleri serbest bırakın”, http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/milli-egitimden-velilere-skandal-mesaj-kizlari-kontrol-edin-erkekleri-serbest-bira, 20 Ağustos 2013.