Princeton Üniversitesi’ndeki ilk günümdü. Kaldığımız doktora öğrencisi yurdundaki ilk akşam yemeğimde gelip karşıma oturmuştu. Masmavi, pörtlek pörtlek, sanki yuvalarından çıkacakmış gibi bakan, meraklı, akıllı ve saf gözleri vardı. İpincecik sarışın bir çocuktu. Tuhaftı, garipti, inatçıydı, acayipti. Neler konuşmuştuk? Ne anlatmıştı bana? Detaylarını hatırlamıyorum.
Ama hatırladığım, annesinin koyu bir Hıristiyan, babasının da kötü davranan bir insan olduğu ve zor bir çocukluk yaşadığıydı. Zamanla annesi daha dindarlaşmış, babası ise daha az kötü olmuştu. Tabii soramamıştım. Kötü derken; fiziksel baskı mı, cinsel taciz mi? Sorulmaz ki böyle şeyler. Dinlersin sadece. Soramazsın. Karşındaki böyle özel, böyle zor bir konuda sana açıldıysa, sağa sola da bakamazsın; oturur dinlersin.
Ve şimdi, bilimsel bir ziyaret için geldiğim Princeton Institute for Advanced Study’de eski bir yurt arkadaşıma rastlayıp laflarken, tuhaf, garip ve acayip bir şekilde kendisini öldürmüş olduğunu öğreniyordum. Daha 36 yaşındayken.
Oysa ismini bile unuttuğum halde, ne ona shower boy (duş çocuğu) lakabını taktıran skandallarını unutabilirdim, ne de o pörtlek gözlerini.
Bir de o zamanlar Amerikalıların en özellerini pat diye ortaya dökme huylarını bilmiyordum. Kol kırılır, yen içinde kalırdı benim bildiğim. Kısacası o ilk akşam yüzlerce öğrenci arasında, shower boy ile baş başa, çok derin konularda konuşurken bulmuştum kendimi.
Plazma fiziği alanında doktora yapıyordu. Dünyanın en iyi teknik okullarından Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nden gelmişti Princeton’a. Diğer günlerde shower boy ile farklı ortamlara düştük. O ise gündemden düşmedi.
Şöyle ki, meğer onun uzun duş alma huyu varmış. Uzun derken… gerçekten uzun… 2 saat, hatta daha fazla. Bu bilgi yurtta fısıltı gazetesiyle kulaktan kulağa yayıldı. Sabah 2 saat, akşam 2 saat. Bazı günler daha da uzun. Hepimizi bir merak sardı. Fiziksel olarak bu kadar çok duş alabilmek mümkün müydü? Parmakları nasıl pörsümüyordu?
Kat arkadaşlarının gözlemleri sonucu ortaya çıktı ki, fizik kitaplarının hepsini plastikle kaplıyordu. Duş girişindeki eşya koyma bankına oturup kendisine buhar banyosu yapıyor, banyo esnasında da fizik, matematik çalışıyor, denklem çözüyordu. Bununla da kalmayıp o esnada dış fırçalamak ya da lavaboyu kullanmak için içeri giren kat arkadaşlarıyla “Günün nasıl geçti?” muhabbeti yapmaya çalışıyordu. Çünkü her kata 8 öğrenci, 8 öğrenciye de sadece 2 duş ve 2 lavabo düşüyordu. Hem duş ve lavabonun girişi ortaktı.
Benim katım sadece kız öğrencilere tahsis edilmişti, ama onun katı kız-erkek karışıktı. Lakin Princeton’da doktora yapan kız öğrenci sayısı o kadar azdı ki, karışık kata sadece bir tek kız öğrenci düşmüştü. Fransız dili ve edebiyatında doktora yapan, şu anda da bir üniversitede profesör olan ufak tefek Fransız kız, onun yüzünden katındaki lavaboyu kullanamaz olmuştu. Zaten katında kimsecikler duş alamıyor, başka katlara gitmek zorunda kalıyordu.
Yurtta beraber yapılan kahvaltılarda, akşam yemeklerinde, eğlencelerde herkes onu konuşur olmuştu. Yurttan atılması için imza toplandı, kampanyalar düzenlendi. Oysa babası yüzünden diyordum içimden. Babasının günahlarını temizlemek için.
Üzücü haberi öğrendikten sonra Google’dan araştırdım. Unuttuğum ismi Ronald H. Stowell imiş. Princeton’dan sonra MİT’de doktora sonrası araştırma yapmaya başlamış. Her nasılsa Çinli bir bilimkadını ile evlenmiş, bir de çocuğu olmuş. Karısı ve kaynanası ile beraber yaşıyormuş. Bir akşam karısına sinirlenip karısının üzerine süt kreması atınca karısı polis çağırmış, polis de gelip Ron’u tutuklamış, yerel gazetelere düşmüş. Hem de ne düşüş. “MİT’li bilimadamından süt kremalı aile içi şiddet” türü başlıklar taşıyan dalgacı gazete haberlerini okuyan Ron, karısına tüm dünyaya rezil olduğunu söylemiş ve kendisini bir kablo ile yangın merdivenine asmış. Hem de kendisinden 6 yıl kadar önce intihar eden ağabeyi ile hemen hemen aynı günlerde.
Şimdi geriye bakınca düşünüyorum da, belki de onu bu kadar meşhur eden duşları, Ron’ın birer yardım çığlığı idi. “Bana yardım edin. Derinlerde bir yerlerdeyim. Sorunlarımla kendi başıma baş edemiyorum” diyen. Bu değerli bilimadamı, herkesin gözleri önünde, bütün bu meşhur üniversitelerdeki başarılarına, öğrencilerine ve bilim danışmanlarına rağmen, tedavi olamadığı için, saçma sapan bir sebepten çıkan garip bir rezaletle baş edemeyince, göz göre göre ölmüştü.
En başta Ron olmak üzere, kendi canına kıyan değerli biliminsanlarını anmak istiyorum bugün. Bilgisayar biliminin öncülerinden Alan Turing, 1950’lerin İngiltere’sinde eşcinsel olduğu ortaya çıkınca mahkeme tarafından kimyasal olarak hadım edilme cezasına çarptırılmış, o da bu rezalete dayanamayınca hayatına son vermişti. Ludwig Boltzmann, George Eastman ve daha nice biliminsanı benzer şekilde kendilerine kıydılar. Zorlu doktora yolculuğunda ve bilim macerasında maalesef intiharı seçen değerli başka biliminsanları ile de tanıştım. Ama “shower boy” skandalı ve o ilk akşam yemeğinde konuştuklarımız aklıma geldikçe içim bir başka acıyor.
Toprağı bol olsun.
Ron’un ölüm ilanı: http://tech.mit.edu/V127/N9/stowell.html