Ana Sayfa 117. Sayı Psikonevrotik Atomik Keçiler: Aacayip biliminsanları ve aacayip deneyleri

Psikonevrotik Atomik Keçiler: Aacayip biliminsanları ve aacayip deneyleri

Bilim Kurdu

453

 

Boese, bilim tarihi kırlarında hoplaya zıplaya dolaşırken topladığı “aacayip” malzemeyi kitabında mikroskop altına yatırıyor: Sindirim sisteminin sırlarını ortaya dökmek için, ip, taş, cam, demir bilye, kusmuk ve hatta dışkı, tenya larvası, sülük vb. yutanlar… Zehirlerin etkilerini anlamak için, kendilerini örümceklere, yılanlara sokturanlar… Duyarlılığını test etmek için, penisine sivri şeyler batıran, muhtelif darbeler uygulayanlar… Ölüme götüren beden mekanizmalarını tanımak için, zehirli gaz soluyan, donmaya yatan ve kendini asanlar…

 

İçeri girmekte tereddütlü sanki. Camın arkasından göz göze geliyoruz, anında indiriyor bakışlarını. Kapının kolunu bırakıp her an gerisingeri kaçabilir. Cesaretlendirmek için “Buyrun” diyorum, başımla. Yakalandığını anlıyor, kaçmaya yeltenmesi artık daha zor.

“Şeey” diyor. Sesi de, ayakları kadar isteksiz. İkisini de sürüyerek yaklaşıyor.

“Nasıl yardımcı olabilirim?”

Sıkıntısı apaçık okunuyor.

“İlaç alacaktım.”

Doğum kontrol hapı, basur kremi, iltihaplar için vajinal ovül ya da rektal fitil, kim bilir belki de cinsel uyarım için tablet isteyecek herhalde, onun için çekiniyor diye geçiyor aklımdan.

“Tabii, işimiz bu. İstediğiniz bir ilaç var mı, şikayetiniz neydi?”

“Reçetemde yazılı.”

“Alayım reçetenizi.”

“…”

“Kayıp mı ettiniz?”

“Yok…” Bir an duraklıyor, sonra karnını işaret ediyor:

“Burada.” Şaşkınlığım sesimden de okunuyor olmalı:

“Reçetenizi mi yuttunuz!? Yani … yanlışlıkla?”

Başını iki yana sallıyor, yüzü kıpkırmızı. Ne olmuş olabilir? Diğer müşterilerin ve çalışanların ilgi odağı olmazsa, daha rahat söyleyebilir meramını. Arkayı işaret ediyorum kafamla:

“Böyle gelin, isterseniz”
Satış bölümüyle aramızdaki perdeyi çekiyorum. Arkamı döndüğümde, onu tişörtünü yukarı kaldırırken buluyorum.

“Buraya yazdı.” Kim, neyi, niye yazdı?

Yaklaşıp okumaya çalışıyorum, göbek deliğinin altındaki dövmeyi.

“Teşhis: Vajinit

Tedavi: Neo-penotran forte vajinal ovül

S:1×1    DIB

(Yedi gün, akşamları yatmadan önce, hazneye ↓ yerleştirilecek.)

İmza: K.”

Okun ucu genç kadının genital organını gösteriyor!

Dehşet içinde soruyorum:
“Kim yaptı bunu sana?”

Ağlamaklı yanıtlıyor:
“Dr. Evan O’ Neill Kane…”

 

Apandisit ameliyatı sırasında, cerrahın elinden neşteri kapıp kendi kendisini ameliyat eden “Sıradışı Dr. Kane”in öyküsünü okurken, yukarıdaki sahne canlandı zihnimde. Şu satırları okuduktan sonra:

“Dr. Kane, 1925’te hastalarının ciltlerini Hint mürekkebinden dövme şeklinde imzalama uygulamasını getirdi. … Cerrahların standart bir dövme kodu geliştirmelerini önerdi. Böylece hastaların bedenlerine hastalıklarıyla ilgili bilgileri yazabileceklerdi…”

Sayfayı çevirirken zihnim de sahnesinin üzerine perdeyi indiriyordu. Neyse ki insanları bir anlamda tıbbi geçmişleriyle damgalayacak böylesi bir öneri tutmamış diye düşündüm, bütün gövdemle ürpererek.

 

“Dikkat, ölüm tehlikesi”

Ürpermek Psikonevrotik Atomik Keçiler kitabına gösterdiğim “hafif” tepkilerden sayılabilir aslında. Sıra dışı Dr. Kane, “Kendine Edip Kendi Bulanlar” bölümünde okuduğum diğer biliminsanları yanında, oldukça sıra içi kalıyor. Ne demek istediğimi anlayacaksınız:

İsimlerine bilim tarihinin “Dikkat, ölüm tehlikesi” işareti içeren bölümlerinde rastlayacağımız türden kimi biliminsanları, deneklerin tanıklığına güvenmedikleri için, deneyleri kendi bedenlerinde yürütmüşler. Sindirim sisteminin özelliklerini anlamak için yürütülen deneyleri öğürmeden okuyabilmek, gerçekten sağlam bir mide istiyor. Söz konusu deneyleri yürütenler, bütün o deneyleri kaldırabildiklerine göre, mideleri taş gibiydi herhalde. Kömür, ameliyat pamuğu, ip, taş, cam, tahta, demir bilye ve diğer metalleri yutmak hiç de kolay olmamalı. Dahası var: Kusularak çıkarılan nesneleri ve hatta bağırsaktan çıkarılanları tekrar tekrar yutmak… Tenya larvası, kurtçuk yumurtası ve sülük lüpletmek… Hastalıkların bulaşıcılıklarını test etmek için, hastaların terlerini, idrarlarını içmek, dışkılarını yemek ya da kendi yaralarına sürmek… Vücutta tam olarak nelere yol açtığını anlamak için çeşitli dozlarda uyuşturucu almak… Dikkat, daha da fazlası var: Zehirlerinin etkisini anlamak için, kendilerini (ve hatta çocuklarını) denizanalarına, örümceklere, yılanlara sokturmak… Duyarlılığını test etmek için, penisine darbe uygulamak, sivri şeyler batırmak, üzerine muhtelif ağırlıklar koymak… Ölüme götüren beden mekanizmalarını tanımak için, zehirli gaz solumak, oksijensiz ortamlara dayanıklılık testi yapmak, donmaya yatmak ve kendini asmak…

Okuduklarınıza inanasınız gelmiyor değil mi; ama hepsi doğru; üstelik daha fazlası da var. Yazar Alex Boese, bu sıra dışı deneylerin, hangi soruyu yanıtlamak için, nasıl tasarlandığını, gerçekleştirildikleri koşulları ve tabii ki bu deneyleri yapan biliminsanlarının ilginç öyküsünü, kitabında teker teker anlatıyor. Biliminsanları, kendilerini denekleştirdikleri deneylerde, ölüm riskini bertaraf etmek için tabii ki önlemler almışlar. Gelin görün ki, bütün öyküler mutlu sonla bitmemiş…

 

Bilim tarihi kırlarında o çiçekten bu ağaca…

Yazar Alex Boese’un yüksek lisansı bilim tarihinden. Psikonevrotik Atomik Keçiler kitabında, bilim tarihi kırlarında hoplaya zıplaya dolanırken bir o çiçeğe, bir bu ağaca yanaşıyor, sıra dışı ve eğlenceli öykücükler topluyor, bu renkli malzemeyi zaman ve mekân ayrılığına bakmaksızın aynı temanın çevresine yerleştiriyor ve ilk sayfadan son sayfaya keyifle ilerleyeceğiniz bir güzergâhı hizmetinize açıyor. Salah Birsel ve Sunay Akın’ın denemelerinde izledikleri tarih içre zigzaglı yolların bilim tarihine uyarlanmış haliyle karşılaşıyorsunuz. “Yok artık, bunu da mı yapmışlar, bu da mı olmuş!” nidalarıyla duraksasanız da, eninde sonunda seğirtiyorsunuz Boese’un kaleminin peşinden.

Yazar Kafası Güzel Filler ve En Acayip Deneyler adlı kitabında da aynı yöntemi izlemişti. Aralarındaki fark Kafası Güzel Filler ve En Acayip Deneyler’in bilinmeyenin sınırlarında yapılan “acayip” deneylere odaklanmış olması; Psikonevrotik Atomik Keçiler ise, “acayip deneyler” kadar, kendileri ve hatta insanlıkla ilgili riskler ve etik açısından hiçbir sınır tanımayan “acayip” biliminsanlarını sahne önüne taşıyor.

Odasında kurduğu koca bir pil düzeneğiyle inzivada yaşayan; gece gündüz bedeninde elektrik deneyleri yapan; diline, kulağına, gözlerine ve hatta penisine elektrik vermekten çekinmeyen Johann Wilhelm Ritter… Çocukların benmerkezci bir dille konuştuğu, buna karşın yetişkinlerin sosyalleştikçe bu dili bıraktığı tezini test etmek için, kaldığı yurtta yatak altlarına gizlenerek, duşta saklanarak, paralel telefonları açarak arkadaşlarını dinleyen Mary Henle… Afrika’da kendisini kapattığı bir kafesin içinde yaşayarak, maymunlarla iletişim kurmaya, böylelikle onların kendi aralarında da konuştuklarını kanıtlamaya çalışan Richard Lynch Garner… Dünyanın iklimini değiştirmek için Ay’ı atom bombasıyla ortadan kaldırmak gibi “çılgın bir proje” öneren Alexander Abian… Elektrik verilen çocukların boy atacağı, fiziksel olarak gelişeceği savını sınamak için kızı Yvonne’u elektriklenmiş bir kafesin içine oturtan Thomas Baker…

 

Kitabın boyunun yetmediklerini, siz uzanıp alın..

Boese’un her iki kitabında da esasta yaptığı aykırı bilim öykülerinin bir kolajını oluşturmak; çoğunlukla onları eleştirel biçimde değerlendirmek gibi bir yaklaşım göstermemiş. Elbette yazarın, normalin dışında olanı derleyebilmek için, normalin sınırları üzerine biraz düşünmesi gerekmiştir. Kendi normalini belirlemek, kişinin ideolojisinden azade değildir haliyle. Örneğin, kendi çocukları olarak büyüttüklerinde ne olacağını anlamak için, bir şempanzeyi evlat edinen psikolog karı-kocaya dair şöyle bir cümle yazabilmiştir Boese: “Tuhaflık, ortalama bir orta sınıf Amerikalı ailenin değer yargılarına sahip olmadıkları ortaya çıkacak olan Temerlin’lerden kaynaklanıyordu. Temerlin’lerin gelenekleri hiçe sayma tutkuları, Lucy’i evlat edinmelerinden belliydi zaten.”

Gene de yazarın “doğru yolda olduklarını umarak bilmedikleri bir alana körlemesine dalan ve çıkmaz yollara sapan” biliminsanlarına, genellikle şefkatle yaklaştığını söyleyebiliriz. Onun eleştirel yargılarını, ancak derleme mantığı ve satır aralarına sinen kimi ipuçlarından çıkarıyoruz. Hayvanlara eziyet boyutlarına varan deneyler yapılmasıyla ilgili bir duyarlılığı olduğu aşikâr ya da nükleer denemelerin insanlığı götüreceği olası yıkıma dair örtülü bir kaygısı… Kuşkusuz bunlar önemli duyarlılıklar, ama örnekleri tümüyle değerlendirdiğinizde nahif kalabiliyorlar.

Salt bir veri deposu olarak görüp, yazarın eksik bıraktıklarını tamamlayarak, Psikonevrotik Atomik Keçiler kitabıyla daha zengin bir ilişki yaşamak da mümkün. Boese’da eksik olana, bilim etkinliğini emperyalist-kapitalist sistem bağlamında değerlendirme bakışına sahipseniz; kitapta bol malzeme bulabilirsiniz. Örneğin 1900’lerde, maymunların pamuk tarlalarında çalıştırılması için eğitilmesi girişimlerini, dönemin kölelik uygulamaları ve ırkçı yaklaşımlarla ilişkilendirerek (hakkını yemeyelim, Boese da buna birkaç cümleyle değiniyor) sağlam bir eleştiri geliştirebilirsiniz. Ya da CIA’nın 1955’den 1963’e kadar tam 8 yıl boyunca gizlice işlettiği genelevde, müşterilere fark ettirmeden LSD içirmiş ve sonra olanı biteni psikologlara izlettirmiş olmasını, CIA’nın yürüttüğü diğer “kara deneyler” ve Amerika’nın emperyalist girişimlerindeki insanlık suçları bağlamında derinleştirerek değerlendirmek pekâlâ mümkün olabilir. Ya da Edison’un pazarladığı doğru akım (DA) ile Westinghouse’un Tesla yardımıyla geliştirip pazarladığı alternatif akım (AA) arasında yürüyen kıyasıya savaşı, bilimin insanlık lehine değil, rekabetçi mülkiyet ilişkileri içinde kullanılmasının bir örneği olarak ele alabilirsiniz.

Benim kitap boyunca aklıma takılan bir konu da, aldığı bireysel riskin boyutlarını bazen oldukça ileriye götüren biliminsanlarını güdüleyen esas etmenin ne olabileceği sorusu etrafına örülüydü. Bazen göz göre göre ölüme gitmiş olmak; bilime tutkusal bir bağlılık duymak; ömrünü bilimsel bir gerçeği ortaya çıkarmaya aşkla adamış olmak; hem kendinin hem bilimin sınırlarını aşmayı arzulamak; gösterdiği çabaların meyvelerinden ün, şan, para gibi kazançlar ummak ya da aynı konuda çalışan biliminsanlarıyla kıyasıya rekabet ediyor olmakla açıklanabilir mi? Yoksa bunun, en azından kimi örnekte, başka psikiyatrik, psikodinamik süreçlerle ilgisi var mıdır?

Örneğin, halihazırda ölü mü yoksa hayatta mı olduğunu bütünüyle belirsiz bırakarak, kendini adeta Schrödinger’in kedisi kılmış olan, nötrinoların bir kütleye sahip olduklarını ilk kez öngörmüş dahi fizikçi Ettore Majorana’nın girişimi… Nasıl açıklanmalı?

Keyifli okumalar.

Önceki İçerikYayın Dünyası
Sonraki İçerikKimyada ezberler bozuluyor mu?
İÜ Eczacılık Fakültesi mezunu. Eczacı ve popüler bilim yayıncısı. Başta Bilim ve Ütopya ile Bilim ve Gelecek olmak üzere, #tarih, Roman Kahramanları, Papirüs, Aydınlık, Cumhuriyet Kitap Eki, Radikal Kitap Eki gibi dergilerde çok sayıda yazısı, söyleşisi ve çevirileri yayımlandı. "Savaş Emek Kitabı - Gel Ey Seher" adlı biyografik bir nehir söyleşi kitabı ve "Hayal Hızı Çetesi İnsanın Atasını Arıyor" adlı bir çocuk kitabı bulunuyor.