Ana Sayfa Dergi Sayıları 118. Sayı Kızlı-erkekli Osmanlı sarayları

Kızlı-erkekli Osmanlı sarayları

4813
0

Dokuz, on yaşında kızların bikrini izaleden (bekâretini bozmaktan) pek büyük zevk duyan Sultan Abdülmecit… Şâb-ı emretlere (genç delikanlı) düşkün olan Sultan Abdülaziz… Hareminde genç ve şirin kızlardan teşkil ettiği oyun takımı pek tekellüfle hazırlanmış elbiselerin tenevvüü ve parlaklığı, oyuncuların maharetleri ve hoşlukları ile emsalsiz denilecek bir mükemmeliyet arz eden “Ulu Hakan” Abdülhamit… İşte Cumhuriyet’in hemen arifesindeki kızlı-erkekli Osmanlı sarayları…

Üniversite öğrencilerinin kızlı-erkekli aynı evde kalmaları halkımızın geleneklerine uygun değilmiş. Başbakan Erdoğan böyle buyurdu! Bu muhafazakârlar aynı zamanda Osmanlı’nın mirasına sahip çıkıyorlar ve “Yeni Osmanlıcı” geçiniyorlar. Biz de okuyacağınız derlemede, bu Osmanlıcıların ve Cumhuriyet yıkıcılarının neyi muhafaza etmek istediklerini araştırdık. Karşınızda kızlı-erkekli Osmanlı sarayları ve bu sarayların beyleri olan padişahların marifetleri. Bu derlemede Cumhuriyet ile birlikte kadınların neyi kazandıklarını ve Yeni Osmanlıcıların neyi geri almak istediklerini görebilirsiniz.

ABDÜLMECİT BEY’İN EVİNDE KIZLI-ERKEKLİ YAŞANANLAR

Sultan Abdülmecit (1823-1861), 31. Osmanlı padişahı ve 110. İslam halifesidir. Osmanlı’nın son 4 padişahının (V. Murat, II. Abdülhamit / Ulu Hakan, V. Mehmet ve VI. Mehmet / Vahdettin) babası. 38 yaşında ölmesine karşın neden bu kadar çocuğu var (50’den fazla olduğu söyleniyor), birazdan anlaşılacak.

Tam bir muhafazakâr demokrat! Tanzimat Fermanı’nı yayımladı.

“Abdülmecid güvercin çiftleştirir gibi genç ve güzel bir mabeyncisi ile bir cariyeyi sarayında gözleri önünde birleştirmekten, bunu seyretmekten hoşlanırdı.”

Evinde yaşananlardan örnekler aşağıda. Kaynağımız: Süleyman Kâni İrtem, Osmanlı Sarayı ve Haremin İçyüzü, Haz. Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul, 1999.

“Her Ramazan Kadir Gecesi padişaha (Abdülmecid’e) genç bir cariye takdimi mutad idi. Bu cariyeler Valide Sultan, hemşire sultan, sadrazam veya şeyhülislam tarafından küçük iken satın alınır, bu maksatla terbiye edilerek raks ve musiki ile padişah hareminin âdetleri öğretilir, yetişince takdim olunurdu.” (s.40)

“Abdülmecid dokuz, on yaşında kızların bikrini izaleden (bekâretini bozmaktan) pek büyük zevk duyardı. Bu kızlardan birisi bu yüzden vefat etti; fakat o yine bu iptilâsından vazgeçmedi.” (s.41)

“Abdülmecid güvercin çiftleştirir gibi genç ve güzel bir mabeyncisi ile bir cariyeyi sarayında gözleri önünde birleştirmekten, bunu seyretmekten de hoşlanırdı. Böyle çiftler bazen havuzda su perileri gibi padişah huzurunda oynaşırlardı. Bazen padişah iradesi ile kız yerine diğer bir taze mabeynci ikame edilirdi!” (s.41)

“Ihlamur Köşkünde mabeyncilerle birçok maceralar halkın diline düştü! Abdülmecid’in altı kadını var idi. Sarayı odalıklarla dolu idi. Sarayda bir orkestra, rakkaseler, asker elbisesi giydirilen muzikacı kızlar da vardı. Rakkaselerle muzikacılara bazen erkek kıyafetleri giydirilir, hatta bu kıyafet tamam olsun diye bıyık bile taktırılırdı!” (s.42)

“Abdülmecid, saray halkının eğlencelerine hayırhahane bir müsamaha gösterirdi. Kendisi sarayında, köşklerinde, hareminde kadınefendileri, ikballeri, gözdeleri, hazinedarları, mabeyn dairesinde Çâr-ebrû (bıyığı terlemiş) mabeynci beyleri ile, o zaman daha hayatta olan Sadullah Ağa, Dede Efendi gibi en maruf üstatların iştirak ettikleri alaturka fasıl takımlarıyla eğlemiyor mu idi? Bir orkestra teşkil eylemiş, damlara, dansözlere de merak etmiş değil mi idi? Bu halde başkaları da niçin eğlenmemeliydi?

Bazı vilayet valileri para ile satın aldıkları kızları saraya takdim ederlerdi.

“Reşit, Âli, Fuat Paşalar’dan alafrangalıkla en ziyade metbu olanı Fuat Paşa idi. Fakat, Fuat Paşa bu gibi zerrelere, tarizlere aldırmazdı. Devrin hemen bütün nazırları, vükelâsı da rint adamlardı. Yalılarında yaz sefası sürmek, zevk ü safa eshabının her türlüsünü topladıkları konaklarında zülveçheyn dairelerine çekilip ağyarlar hali kış âlemi yapmak, ömürlerini böyle geçirmek isterlerdi. Nüfuzlu vüzeradan Damat Halil, Mehmet Ali, Fethi ve Cihan Seraskeri Rıza Paşalar nabızgir adamlardı. Bir taraftan padişahın mizacına hizmet eder, diğer taraftan kendilerini düşünürlerdi.” (s.101)

ABDÜLAZİZ BEY’İN EVİNDE KIZLI-ERKEKLİ YAŞANANLAR

Sultan Abdülaziz (1830-1876), 32. Osmanlı padişahı ve 111. İslam halifesidir. II. Mahmut ve Pertevniyal Sultan‘ın çocuğu, Abdülmecit‘in kardeşidir. Abdülaziz 25 Haziran 1861 tarihinde kardeşinin ölümü üzerine, 31 yaşında iken tahta geçti.

Evinde yaşananlardan örnekler şöyle (kaynağımız aynı kitap):

“Abdülâziz de biraderi gibi şâb-ı emretlere (genç delikanlı) düşkün idi. Ancak fazla olarak Abdülâziz de babası Sultan Mahmutd gibi iki cinsten tazeler ile zevklerin her veçhine meyli bulunduğu hakkında saraydan tereşşuh etmiş rivayetler de vardır.

“Gençleri araştırıp bulmakta Abdülaziz’in en ziyade işine yarayan ….başı H… Bey idi. Bu araştırma ve tasallutlarda bazen pek ileriye gidilirdi. Mesela mekteplerde talebe boru ile davet olunur; memur bunları gözden geçirir; içlerinden en hoşa gidecekleri seçerdi; bunlardan razı edilebilenler saraya alınırdı.

Sultan Abdülâziz bizzat Çinili Köşkte oturur, gelip geçeni seyreder, gözüne kestirdiği gençleri davet ettirirdi!

“Bazen de Abdülâziz bizzat Çinili Köşkte oturur, gelip geçeni seyreder, gözüne kestirdiği gençleri davet ettirirdi! Bu gençler bir haftadan altı aya kadar sarayda kalır, sonra beşer yüz kuruş maaş ile çırağ edilirlerdi.” (s.117)

“Abdülâziz yemekten evvel Ihlamur, Yıldız, Çamlıca Validebağı, Beykoz, Tokat, Beylerbeyi, Göksu, Kağıthane köşklerinden birine yahut Silahtarağa, Ayazağa, Göksu üstünde Hekimbaşı Çiftliklerine gider, çok defa öğle, bazen de akşam yemeklerini oralarda yerdi.

“Ayazağa Köşkü müntehap yerlerinden biri idi. Buradaki havuz başında dama oynamaktan hazzettiği için bu köşke Dama Köşkü de denilirdi. Padişah bazen buraya cariyelerinden birkaçını getirirdi. O zaman hadımağalar etraftan yakından kimsenin geçmemesine nezaret ederlerdi. Akşam yaklaşınca kızlar havuza girerlerdi; padişah da havuz başında; köşkün sayenabı altında kızların suda vücutlarının hareketlerini, birbirlerine sataşmalarını gözleri ile takip ederek şen haykırışmalarla suketlerini, şu perileri gibi şinaverlik ettiklerini seyreyleyerek eğlenirdi.” (s.121)

“Her Kadir Gecesi padişaha körpe bir kız takdimi yolundaki saray adeti muktezasında Valide Pertevniyal Sultan oğlu için son derece güzel bir Çerkes kızı bulmuş, bunun talim ve terbiyesine de fevkalade dikkat eylemişti. Bu ‘Misliyekta’yı yetiştirmeye sarayın en bilgili, tecrübeli kalfalarından biri memur edilmişti.

“Misliyekta, on üç yaşında Abdülaziz’e takdim olundu ve pek hoşa gitti. Ancak kızcağız babası yerinde padişahtan hoşlanmadı. Yaşça bu kadar genç kızların kendilerinden ‘ilk meyve vusati’ koparanlara karşı nefret hisleri taşımaları çok görülmüş tabii hadiselerdendir. Misliyekta’da da Sultan Aziz’e karşı böyle bir his uyanmıştı.” (s.123)

ABDÜLHAMİT BEY’İN EVİNDE KIZLI-ERKEKLİ YAŞANANLAR

II. Abdülhamit (1842-1918), 34. Osmanlı padişahı ve 113. İslam halifesidir. “Ulu Hakan” diye de anılan II. Abdülhamit, günümüz muhafazakârlarının ve yeni Osmanlıcıların da gözdesidir.

Şimdi onun sarayında yaşananlardan örnekler verelim (kaynak aynı):

“Kafkasya’nın genç ve güzel kızları, ekseriya küçükten saraya alınır, orada terbiye edilirdi. Esirci Hüseyin Efendi ile Emine Hanım sarayın cariye müteahhidi gibi bir vaziyette idiler.

“Bazı vilayet valileri para ile satın aldıkları kızları saraya takdim ederlerdi. Çerkesler ve Gürcülerden evladını ve akraba kızlarını saraya takdim eyliyebilmeği şeref addedenler var idi. Sultan Mahmud’un kızı ve Abdülhamid’in halası Adile Sultan’ın yetiştirdiği kızlar sarayca muteber addolunurdu. Abdülhamid, çocuklarına vereceği kadınların ekseriya Adile Sultan sarayında terbiye edilmiş güzel kızlardan olmasını tercih ederdi.” (s.163)

“Abdülhamid’in daima dört kadını olmuştu. İkballerinin adedi de dörtten aşağı düşmemiştir. Ayrıca hazinedarları ve gözdeleri de vardı. Gözdelerden birisi çocuk doğuracağı zaman kendisine üç odalık bir daire hazırlanırdı. Gözdeler padişahın yatak odasına başlarında hotozları, uzun etekli elbiseleriyle giderlerdi.

Osmanlı haremindeki havuz başından bir görüntü.

“Gebelikleri tahakkuk edince padişah gözdesinin hotozunu başından alır, keserdi. Bu muamele gözdenin kıymeti arttığını mevkii yükseldiğini gösterir ise de diğer taraftan padişaha takarrübünün seyrekleşeceğine dahi delalet ederdi! Gözdeler, ikballer arasına geçince kısa etekli elbise giymeye mezun olurlardı.” (s.167)

“Padişahın firaşına (yatağına) uğramadan hazinedar olmak mümkün değildi. Hazinedar usta yahut kadınefendiler yanında terbiye gören sekiz on yaşlarında iki üç ‘hazinedar kız’ bulunurdu ki, bunlar zamanı gelinceye kadar bu firaşa (yatak) namzet addedilirdi. Bunlara raks, musiki, el işleri, jimnastik oyunları gibi hoşa gidecek hünerler öğretilmesine suret-i mahsusada ve diğerlerinden fazla itina olunurdu.

“Sarayda yetiştirilen küçük kızlardan birisinin bir şehzade dairesine gönderilmesi kendisine arzolunur da Abdülhamid:

“- Dursun!

“Emrini verecek olursa, bu kızın kendisi için yetiştirilmesini istediği anlaşılırdı. O zaman bu kız başka dairede ise hazinedar usta nezdine gönderilirdi. İyi terbiye görmüş, kırk yıllık hayatını sarayda geçirmiş hazinedar ustalar sarayın zabıta memuru idiler. Valide Sultan’dan sonra haremde bunların hükmü geçerdi.” (s.168)

“Abdülhamid, Abdülmecid ve Abdülaziz’e nisbetle bendeganını ve cariyelerini az döverdi. Mamafih en ziyade emniyet ettiği kadın ve ikballerini bile dövdüğü olurdu. Her dayaktan sonra bunlar birer elmas ve hediye ile taltif edilirdi.

“Abdülhamid eline su döken kızı beğenirse latife olarak yüzüne su serperdi. Abdülhamid’den böyle bir iltifata nail olmak o kız için hayatınca unutulmayacak bir hadise olurdu.” (s.169)

“Harem dairesi bahçesindeki küçük havuz başında kurulan bir salıncakta kızlar, keyifli zamanlarında Abdülhamid’in gözdeleri önünde kolan vururlardı. Bu salıncağın oturulacak yeri marokenden yapılmıştı.

“Bazen kızlar ve kadınlar haremde ‘Nis’in çiçek muharebelerini taklit ederlerdi; iki takım olurlar, her bir takım aynı renkten hoş ve hafif esvaplar giyer, karşı karşıya geçerler, gülüşerek çiçeklerle dövüşürlerdi. Abdülhamid de bu çiçek atışma manzarasını zevk ve lezzetle temaşa ederdi.

“Fatih’in, Yavuz’un, Kanuni’nin bu torunu da işte böyle muharebelerde hazır bulunurdu!

“Ekseriya küçük yaşlarında saraya getirilen bu kızlar arasında ateşli çağında letafetini, körpe tazeliğini vücudu biçimsiz, kendinden başkasını düşünmez ve sevmez bir ihtiyara -padişah dahi olsa- feda etmeye razı olmayanlar, Sultan Hamid’e mukavemet edenler de çıkmıştır.

“Abdülmahid bu yolda mukavemetlerde çok üzülür, kızar, mukavemeti kırmak, ret edeni uslandırmak için her çareye başvururdu. Bunlardan birisi hayli mukavemet ettikten sonra nihayet padişahın firaşına (yatağına) girmeye rıza göstermişti. Abdülhamid de maksada vusulden sonra bir daha kadıncağızın yüzüne bile bakmamıştır.” (s.170)

II. Abdülhamit (Ulu Hakan) en ziyade sarışın, ufak tefek kızlardan, kadınlardan hoşlanırdı.

“Bir defa böyle kız seçme memuriyetiyle giden bir haremağası Albus Bey’in on iki, on üç yaşlarında bir kızını görmüş, beğenmiş, fakat validesi Nazlı Hanım’ı ikna edemediği için almamış, İstanbul’a avdetinde keyfiyeti Abdülhamid’e anlatmıştı.

“Padişah kızı saraya celbi için mahsusen bir haremağası gönderdi. Nazlı Hanım bu defa da muvafakat etmedi; ancak haremağası kızın bir şehzade hanımı olacağını söyleyerek iknaa muvaffak oldu. Behice Hanım saraya gelince:

“- Annemi babamı isterim!

“Diye tutturdu; babası Albus Bey İstanbul’a getirilerek silahşörlüğe tayin edildi.

“Abdülhamid hanımı görerek beğendi. Bir şehzadesine verecek iken kendisi almayı tercih etti. Baş ikbal Müşfika hanıma arzusunu açtı. Fakat Behice Hanım’ın ikna edilmesi pek kolay olmadı. Bir defa Abdülhamid’in yüzüne karşı:

“- Sen benim babam olursun!

“Bile dedi. Fakat nihayet gerek baş ikbalin, gerek hazinedarların tergibiyle ve 2000 liraya nikah kıyılmak suretiyle Behice Hanım padişah firaşına (yatağına) girmeye razı edildi. Yeni gözde gebe kalınca çocuğunu düşürmesi istenildi. Behice Hanım:

“- Ben çocuğu köyden getirmedim ya! Niçin düşürecekmişim! diye reddetti. Beşinci ikbal sıfatıyla Behice Hanım’a bir daire verildi.” (s.171)

“Abdülhamid’in dairesinde ‘cici bebek’ diye çağırdığı ve pek sevdiği on üç, on dört yaşlarında Nazlıyar isminde bir Çerkes kızı var idi. Abdülhamid bu kızı sevimli bir Van kedisi gibi yanından ayırmazdı. Büyük bir ikbal ve hakimiyete namzet görüldüğü için daha bu yaşta kendisini kıskananlar oluyordu. Bir gün bu genç kız yanında iken padişah namaza durdu. O namaz kılarken kızcağız masa üstünde bulduğu bir revolver ile oynamaya başladı.

“Abdülhamid selâm verirken bunu gördü. Kızın elinden hemen revolveri aldı; kızı da bir daha odasına uğratmadı. Bu kızcağızın bu hareketi bir suikast talimiyle yapmış olup olmadığı öğrenilmek üzere işkencelere konulduğu rivayeti vardır. Her halde kız biraz zaman sonra çırağ edilerek evlendirildi.” (s.178-179)

“Bazen Abdülhamid’in nazarı şehzadelerin, sultanların dairelerine kadar uzanırdı. Daha şehzadeliğinde ‘büyük efendi’nin -yani biraderi veliaht Murad Efendi’nin- dairesine gider, gelir iken orada Vuslatseza isminde güzel bir kız görmüş, beğenmiş, mektuplaşarak, haberleşerek kızı Hacı Hüseyin bağına aşırmış idi. Murad Efendi bunu haber alınca:

“- Biraderim kızı benden isteseydi vermez miydim ki böyle uygunsuz bir harekette bulundu?

“Diye serzeniş ile iktifa eylemişti. Hamid Efendi bir müddet sonra Vuslatseza hanımdan aldığı gönlünü başkalarıyla eğlendirmeye baktığı için hareminde kıskançlık gürültüleri olmuş, nihayet Vuslatseza hanımı Sakızlı bir zat ile evlendirmek suretiyle dairesinden çıkarmaya mecburiyet hisseylemişti.

“Abdülhamid’de bu başka dairelere göz atma hevesi saltanata geçtikten sonra da devam etmiştir.” (s.179)

“Sarayda çocuk düşürtmek eski bir adet idi. Bilhassa şehzade haremleri için bunda ısrar edilirdi. Tanzimattan sonra şehzadelerin, sultanların doğan çocuklarını boğmak, yahut göbeğini kesmeyerek ölüme bırakmak gibi vahşetler ortadan kalkmış ise de, çocukları doğmadan düşürtmek geleneği son zamanlara kadar devam etmiştir.

“Abdülhamid zamanında da sarayda çocuk düşürtmekte bilgiç sayılan kalfalar vardı. Çocuk düşürmek, düşürtmek bu devirde de çok olmuştu.

“Çocuk düşürmeye razı olmayan bazı odalıklar göğüslerine sünger yerleştirerek ilacı bu süngere içirtmek marifetini gösterirler, çocuklarını saklamak, kurtarmak yolunu bulurlardı.” (s.185)

“Raks, Abdülhamid’in sarayının başlıca eğlencesi idi. Hidiv İsmail Paşa Abdülaziz’e altısı muhtelif sazlar çalan sazende, dördü hanende, ikisi perende atarak köçek havaları oynayan en güzel Çerkes kızlarından mürekkep bir takım hediye etmişti. Bunlar birkaç gün Osmanlı sarayı adabını öğrendikten, bir de Valide Sultan’ın önünde hünerlerini gösterdikten sonra Beşiktaş Sarayı’nın büyük salonunda huzura çıkarılmış, padişah tarafından pek beğenilmişti.

“Bundan sonra bu takımın haftada bir olsun padişahı eğlendirmesi adet olmuştu. Abdülaziz bu takıma ‘cümbüş takımı’ derdi.

“Sultan Hamid de böyle eğlencelerden nefsini mahrum etmezdi. Kızlar ziller takarak, tef ve ud sadalarıyla Çerkes, Arap oyunları oynarlardı. Abdülhamid Arap oyunlarını tercih ederdi; bir ara kısa boylu, şişman, sarkık dudaklı bir zenciyenin göbek atmaktaki maharetiyle pek eğlenmişti.

“Abdülhamid bu raks eğlencelerine bütün ikballerini davet ederdi. Bazen hususi dairesinin karşı cihetindeki hünkar sofasının alt katında karagöz oynatılmasını emreder, yanına şehzadelerini de celbeylerdi. Bu sırada kadınlar da yukarıda merdiven başında karagözü seyrederlerdi.

“Hemen her şehzade dairesinde genç kızlardan mürekkep bir oyun ve raks takımı vardı. Bu takımların mükemmeliyetini temin için şehzadeler ve hanımları arasında rekabet bile cari idi. Bittabi hiçbiri mükemmeliyette padişah takımına tefevvuk edememişti.” (s.187-188)

“Abdülhamid en ziyade sarışın, ufak tefek kızlardan, kadınlardan hoşlanırdı, bilhassa bunların elleri güzel olmasını isterdi. İri vücutlar nadiren rağbetini celbederdi. Sarayda Diyaman ‘Elmas’ isminde bir Çerkes kızı vardı. 20 yaşlarında olan bu kız 12 yaşına kadar küçük, ince, zarif bir kula gibiydi. Bu kızdan çok hoşlanan Abdülhamid bir gün:

“- Dile benden ne dilersin! kabilinden kıza ne istediğini sormuştu.

“Diyaman:

“- Elmas balık isterim! demesi üzerine muhtelif cesamette bir çok elmas balıklar ısmarlanmıştı.

“Abdülhamid Diyaman’ı giydirtir, kuşattırır, bu elmas balıkları elbisesinin her tarafına serpiştirir, bu halile kızı altındaki tahta kaidelerin aralıklarından hava alan büyük bir fanosun içine kor, elektrik ziyasını bu küçük ve pek zarif heykele aksettirir, mini mini Diyaman’ı bu haliyle bir tablo gibi dakikalarca teşmaşadan haz ve zevk alırdı.

“Buna mukabil Kafkasya’dan 12 yaşlarında saraya getirilmiş olan Rakspiyar hanım uzun boyu, fakat pek mütenasip endamıyla Abdülhamid’in huzurunda öyle çabuk ve çevik Kafkas rakısları oynardı ki, Abdülhamid adeta büyülenirdi. Abdülhamid’in uçarı vuracak kadar nişancı olduğu malûmdur.

“Rakspiyar hanımın bir defa Abdülhamid’in huzurunda ayaklarına rovelver sıkılsa kendisine ilişemeyeceğini iddia ettiği, Abdülhamid’in de böyle bir tecrübeye kalkıştığı, fakat Rakspiyar’ın son derece süratli hareketleri, tam anında ayaklarını havalandırışı sayesinde tehlikeli iddiasını kazandığı bile sarayda rivayet olunurdu.

“Abdülhamid’in hareminde genç ve şirin kızlardan teşkil ettiği oyun takımı pek tekellüfle hazırlanmış elbiselerin tenevvüü ve parlaklığı, oyuncuların maharetleri ve hoşlukları ile emsalsiz denilecek bir mükemmeliyet arzederdi. Abdülhamid’e haremdeki kadınefendileri, ikballeri, gözdeleri, odalıkları, bu oyun ve raks takımı ve bunların sarayın hayatını dolduran hususî eğlenceleri kifayet ederdi. Dışarıya göz atmasına lüzum ve ihtiyaç yoktu.” (s.200)

OSMANLI SARAYLARINDA KIZLI-ERKEKLİ OYUNLAR

Harem halkının biteviyeleşmiş hayatını değiştirmek için zaman zaman meddahlar, karagözcüler ve orta oyuncular gösteriler yaparak haremi biteviyelikten kurtarmaya çalışırlardı.

İşlerini bitiren harem halkı, ya odasına kapanır bir şeyler okur, ya bahçede dolaşır, ya da arkadaşlarıyla konuşur, oyun oynar. Haremde oynanan en eski oyunlar bekiz, kös ve sürme (dokuztaş) imiş. 19. yüzyılda bunlara tavla, dama, domino da eklenmiş. İskambil öteden beri hiçbir sarayın kapısından girmemiştir; kimse bilmez, uğursuz derlermiş; oynanması yasakmış. Fakat Safiye Ünüvar, Mahmed Reşat zamanında, iskambilin saraylı kadınlar arasında oynandığını, hele papaz kaçtının çok yaygın olduğunu yazar.

Fakat haremde oynanan oyunların seyre doyumu olmayanı, saraylı cariyelerin haftada bir iki defa düzenledikleri oyun ve saz geceleriydi. Sarayın çok eski zamandan beri bir oyun takımı vardı. II. Beyazıt, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni zamanında erkek oyunculara çengi deniliyordu. Bu devirde Çengi Behram, Çengi Hasan, Çengi Mehmet, Çengi Nimetullah ve Çengi Mustafa oğulları çok namlıydı. Bir tane de gündeliği on akçe olan kadın çengi Nevbahar Hatun vardı. Daha sonraları erkek oyunculara Köçek, kadın oyunculara “Çengi” adı verilmiştir.

Cariyelerden bir kısmına oyun öğretilirdi. Bunlar da haftanın belli bir gününde oyun dersi alırlardı. Oyuncuların başına oyuncubaşı derlerdi. Bunlar, gösterilerden önce egzersiz yaparlardı. Sazendeci kalfalar meşk sırasında yüzlerini kapadıkları halde oyuncular, örtünmezlerdi.

Zaman zaman, özellikle düğünlerde, İstanbul’un ünlü oyuncuları hareme getirilir, oynatılırdı. Hele Sultan İbrahim devrinde çok ünlü olan Akide kolunu sık sık saraya getirtir, Süğlün Şah, Mahmud Şah, Çerkez Şah ve Nazlı Yusuf gibi köçeklerin oyunlarına ve numaralan karşısında kendinden geçerdi.

Gerek padişahın hareminde, gerekse sultanların saraylarında namlı oyuncular bulunurdu. 19. yüzyılda Abdülmecit’in kızları Seniha ve Mediha Sultanlar’la, II. Abdülhamit’in kızları Zekiye ve Naime Sultanlar’ın oyuncuları pek ünlüydüler. Haremde en çok “Köçek”, “Tavşan”, “Matrak” ve “Kalyonça” oyunları oynanırdı.

Köçek oyunu

Köçek oyunu erkekler meclisinde oynanırdı. Fakat haremdeki cariyeler de köçek elbisesi giyerek eğlencelerinde bu oyunu oynarlardı. Köçek oyunu oynayacak kızlar, kadife üstüne sırma işlemeli mintan, canfesten, dibâdan sırmalı üstûfeden yapılmış çok geniş bir eteklik giyerlerdi. Bellerine sırma kemer takarlardı. Başları açık ve saçları dağınık olurdu. Parmaklarına pirinç ziller geçirirler veya kaşıklarla oynarlardı.

Tavşan oyunu

Tavşan oğlanı kıyafetine giren cariyeler ise siyah çuhadan topuklara kadar şalvar, yine çuhadan gayet dar, vücutlarının hatlarını belli edecek biçimde bir entari giyerler, bellerine renkli şallar sararlar, başlarına çok süslü ufak bir külâh giyerlerdi. Tavşan oğlanları kıyafetine girerek orada bulunan kadınları, oyunları ve türküleriyle serhoş etmeye çalışırlardı. Erkek meclislerinde, köçeklerin çengi kıyafetine girmesi ve birtakım kadın oyunları oynayarak gösteriler yapması da mecliste bulunan erkekleri çileden çıkarırdı.

Tavşan ve köçek oyunları çok hareketli ve canlı idi. Seyredenleri tahrik ederdi. Vücutlar, figürler, sazların ahengine uydurulurdu. Vücudun kıvrılması, göbek atılması, başın geriye doğru kıvrılması ve saçların yere doğru yelpaze gibi açılması gayet ustaca yapılırdı.

Oyuncu kızlar, bu hareketlere gamzelerini, fettanlıklarını ve gülüşlerini de katınca meclis sanki yerinden oynardı. Sâzendelerin çaldıkları havalar da çok oynak olurdu. Bunlar, yalnız seyircileri değil, orada bulunan erkeklerin gözüne girmek isteyen oyuncu kızları da coştururdu.

Çengiler

Çengilerin kıyafetleri ve numaraları daha başka olurdu. Çengiler 12 kişilik gruplar halinde çalışırlardı. Biri usta öbürü yamak olmak üzere 10 oyuncu olurdu. Genç ve güzel çengiler, pırıl pırıl yanan uzun saçlarını salıverirler, göğüslerini yarıya kadar açarlar, üstlerine tül gömlek, yollu kadifeden yelek, çok geniş bir eteklik, ayaklarına da yemeni giyerlerdi.

Tül gömlek ve yelek vücudun bütün güzelliğini ve ince hatlarını gösterecek şekilde vücuda uydurulurdu. Çengilerin vücutları ince ve biçimli idi. İnce bellerine taktıkları sırma kemerler vücudun bütün hatlarını ve organlarını göstermek için bir âyarlama işi görürdü. Geniş eteklerin oyun sırasında bir paraşüt gibi açılması, hoş manzara arzederdi.

Çengiler, oyun yerine gelirken, sazendeler sazlarını çalarlar; onların geçit töreni yapmalarını sağlarlardı. Ondan sonra oyun faslına geçilirdi. Ortada dönen çengiler, göbek atarlar, topuk çarparlar, vücutlarını titretirler, geri geri atılarak tenlerinin parlaklığını ve göğüslerini bütün açıklığıyla gösterirlerdi.

Bu oyunların önemi hünkârın önünde yapılan numaralarla birdenbire artar, herkesin de heyecanını artırırdı. Hünkâr sofasında, tahtın önünde, tavana asılmış yuvarlak billûr bir top bulunmaktadır. Oyunun kızıştığı bir sırada oyuncular hünkârın önüne gelirler, orada asılı bulunan topu yakalamaya çalışırlar. Top oldukça yükseğe asılı bulunduğundan, yakalamak için şahlanırlar, etekleri açılmış şemsiyeler gibi havada uçuşur, vücutlarının hatları ve incelikleri bütün çıplaklığıyla padişahın gözü önüne yayılır. Bu figür her eğlencede istenir, başarılı gösteri yapan oyuncu kızlara hünkâr tarafından armağanlar verilir.

Kaynak

1) Çağatay Uluçay, Harem II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Akara, 2001, s.154-157