Ana Sayfa 121. Sayı Antik Roma’da isyanlar

Antik Roma’da isyanlar

7002

Spartaküs isyanı, her açıdan, antik çağda Grekoromen dünyada bir daha eşi benzeri görülmeyecek bir kalkışmaydı. Her ne kadar Roma cumhuriyeti ya da kölelik kurumu üzerinde dönüştürücü etkileri olmasa da, Roma’nın kalbi olan İtalya’yı kasıp kavuran bu isyan, daha sonraki benzer girişimler için bir ilham kaynağı haline geldi.

Antik Yunan ve Roma toplumlarının köleci karakterleri, belirli açılardan, bu toplumlarda cereyan eden sınıf mücadelelerinin karmaşık ve çok düzeyli doğasının anlaşılmasını güçleştirici bir etkide bulunmuştur. Sınıflı toplumların tarihsel evriminin başına yerleştirilen köleci üretim biçimi, kaba bir Marksizm yorumuyla birlikte evrensel bir olgu olarak görülmüştür. Bunun sonucunda da köleci toplumlarda temel sınıfların köle sahipleriyle köleler olduğu düşünülmüş ve sınıf mücadelesi bu iki sınıf arasında tespit edilmeye çalışmıştır.

Kuşkusuz kölelik, insanlığın tarih öncesine uzanan ve günümüzde de çeşitli formlar altında varlığını sürdüren evrensel bir kurumdur. Fakat hâkim ya da mülk sahibi sınıfların zorla el koydukları toplumsal artığın, kaynağını büyük oranda köle emeğinden alması anlamında köleci üretim biçimi, tarihsel ve coğrafi koşulların özgün evriminin sonucunda, yalnızca Grekoromen dünyada ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte Ste. Croix’nın da belirttiği gibi, hâkim sınıfın artığı büyük oranda köle emeğinden elde ediyor olması, hiçbir biçimde, antik Yunan ve Roma toplumlarında siyasal açıdan en önemli ve faal sınıfın köleler olduğu ya da üretimin büyük bir kısmının köleler tarafından gerçekleştirildiği anlamına gelmez. (1) Her iki toplumda da, ama özellikle de Roma İmparatorluğu’nda, köylüler ve bağımsız zanaatkârlar, diğer tüm kapitalizm öncesi sınıflı toplumlarda olduğu gibi üretimin büyük bir bölümünü gerçekleştirmiş ve nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturmuşlardır.

Yine tüm diğer kapitalizm öncesi toplumlarda olduğu gibi, toplumsal artığın zor yoluyla temellükü temelinde örgütlenen Roma toplumunda sınıf mücadelesi, bu temel üzerinde çok düzeyli bir seyir izlemiştir. Bu düzeylerden ilki bir siyasal oluşum olarak Roma devletinde örgütlenen hâkim sınıfın, diğer siyasi oluşumlardaki sınıfdaşlarıyla giriştiği mücadeledir. Aynı zamanda devasa bir askeri mekanizma olan Roma İmparatorluğu’nun başta savaş olmak üzere çeşitli yöntemlerle gerçekleştirdiği bölgesel genişleme ve bu genişleme karşısında yerel hâkim sınıf mensuplarının geliştirdikleri stratejiler bu ilk düzeyin konusunu oluşturur.

Sınıf mücadelesinin ikinci düzeyi verili bir siyasi oluşumda örgütlü hâkim sınıfın kendi içinde verdiği mücadeledir. Roma İmparatorluğu örneğinde, siyasal yapı üzerinde büyük etkilerde bulunan bu mücadele zaman zaman iç savaş boyutu da kazanmıştır. Üçüncü düzeyde, hâkim sınıfla sömürülen geniş kitleler arasındaki mücadeleler yer alır. Roma örneğinde taraflar mülk sahibi sınıflarla, köleler, köylüler ve zanaatkârlardan oluşan, emeğiyle geçinmek zorunda olan geniş kitlelerdir. Dördüncü düzeyse, mülk sahibi olmayan toplumsal sınıfların kendi aralarındaki mücadelelerden oluşur. Nadiren siyasi bir hüviyet kazanan bu mücadelelerin en somut örneği, kırsal alandaki geniş çaplı eşkıyalık ya da haydutluk hareketleriyle, kentlerdeki “hizipler” arası mücadelelerdir.

Bu çok düzeyli sınıf mücadelesi tarifi, elbette bir soyutlamadan ibarettir ve fiiliyatta söz konusu düzeyler birbirlerinden bağımsız olmadıkları gibi, tarihsel çözümleme yapılırken ayrıştırılmaları da imkânsızdır. Fakat antik Roma’daki isyanları ele alan bu yazıda, bu tür bir soyutlama en azından isyanları sınıflandırabilmek açısından kimi avantajlar sağlayacaktır. Söz konusu her dört düzeyde de sınıf mücadelesi sık sık açık, siyasi ve şiddetin kullanıldığı bir biçim almıştır. Dolayısıyla bu biçimin en kristalleşmiş hali olan isyan ya da ayaklanmalar, sınıf mücadelesinin tüm düzeylerinde tespit edilebilirler.

Roma tarihinde isyan ya da ayaklanmaların önemli bir kısmı siyasal iktidar mekanizmaları üzerinde tekel kurmaya çalışan farklı hâkim sınıf hiziplerinin açık siyasi çatışmalarının sonucunda ortaya çıkmıştır. Göreli istikrar dönemleri dışında bütün bir Roma tarihi, önce cumhuriyetin, sonrasındaysa imparatorluktaki veraset sisteminin doğasından da kaynaklı olarak, bu tür ayaklanma ve isyan örnekleriyle doludur. Yine dördüncü düzeydeki sınıf mücadelesi de nadiren bağımsız bir kanalda aktığından, her halükârda diğer düzeylerle ilişki içinde değerlendirilmelidir. Bu nedenle bu yazıda, diğer düzeylerdeki sınıf mücadelelerinin açık isyan ya da ayaklanmalara evrildiği tarihsel momentler üzerinden, Roma İmparatorluğu’ndaki siyasi mücadelelere dair genel bir çerçeve çizilmeye çalışılacaktır.

İMPARATORLUĞA KARŞI DİRENİŞLER

Çağdaş yazarlar tarafından “Dünyanın Kraliçesi ve Efendisi” olarak tanımlanan Roma İmparatorluğu, İspanya’dan Mezopotamya ve Ermenistan’a kadar uzanan topraklar üzerinde, kendisinden sonraki hiçbir güce bir daha nasip olmayacak bir egemenlik kurmayı başarmıştır. Kuşkusuz bu başarının arkasında yatan şey Roma’nın devasa askeri ve idari makinesidir. Fakat söz konusu imparatorluğun kurulması savaş ve fetihlerin yanı sıra, çeşitli entegrasyon stratejileriyle mümkün olabilmiştir. İmparatorlukla bütünleşen bölgelerin, bu sürece verdikleri tepkiler de yine büyük bir çeşitlilik göstermiştir. Bazı bölgeler mevcut toplumsal yapı ve ilişkilerin bütünüyle dağıtılması pahasına imparatorluğa katılırken bazı yerlerde, örneğin Yunanistan ve Makedonya’da, hâkim sınıflar Roma egemenliğini alt sınıflardan gelen baskılara karşı bir kurtarıcı olarak selamlamıştır. Bu noktada, biri Britanya’da diğeriyse Filistin’de gerçekleşen iki ayaklanma, imparatorluk karşıtı direnişlerin isyan biçimini aldığı örnekler olarak öne çıkar.

Boudicca İsyanı

Ünlü Asterix çizgi romanının kitaplarından birinde Caesar’ın Britanya’yı işgali ve direngen Galyalıların, Britanyalı kardeşlerinin Roma karşıtı direnişine verdikleri destek resmedilmiştir. Roma tarihinin en büyük genişleme evrelerinden birine imza atan Caesar’ın Britanya seferinin ardından Roma, büyük oranda kabile ilişkilerini sürdüren Kelt kökenli topluluklara hakimiyetini aşama aşama kabul ettirmiştir. Bu sürecin tarihsel olarak en fazla hatırlanan aşamasıysa Boudicca İsyanı olarak bilinen, Doğu Anglia’da yerleşik bulunan Kelt kökenli Iceni kabilesinin Roma ilerleyişi karşısındaki direnişidir.

Roma’yla ittifak halindeki Iceni kabilesinin kralı olan Prasutagus’un, vasiyetinde krallığının topraklarını kızlarıyla Roma imparatorunun ortak yönetimine bırakarak ölmesinin ardından, bunu fırsat bilen Roma valisi krallığın topraklarını ilhak eder. Prasutagus’un karısı olan Boudicca kırbaçlanır ve kızlarına Romalılar tarafından tecavüz edilir. Bu Iceni kabilesi açısından Roma imparatorluğunun gaddarlığının açık bir örneğidir. (2) Bu gaddarlık karşısında direnmeyi seçen Boudicca, milattan sonra 60-61 yılında diğer Britanya kabilelerinin bir kısmını da birleştirerek Roma başkenti Colchester’a bir saldırı düzenler. Kabile ordusu Romalı her şeyi yakıp yıkarak güneye doğru ilerler. Roma villaları yakılır, sakinleri kılıçtan geçirilir. Colchester’ın düşmesiyle birlikte, şehir yakılır. Boudicca güneye doğru ilerlemeye devam eder ve Chelmsford ve St. Albans’da bulunan Roma lejyonu bütünüyle katledilir.

Roma askeri valisi Seutonius Paulinus, tehlikenin farkında olarak Londra’ya döner, fakat şehri kurtaramaz. Pek çok Londralı daha güneydeki Roma yanlısı kabilelere sığınır; kalanlarsa katliamdan kurtulamaz. Tacitus’a göre şehre düzenlenen saldırı sırasında 70.000 kişi öldürülür. Paulinus’un peşine düşen Boudicca, Roma işgaline nihai bir darbe indirme peşindedir. Fakat Roma lejyonları disiplinleri ve savaşta aldıkları konum sayesinde kendilerinden on kat daha kalabalık olan kabile ordusunu bozguna uğratırlar. Savaşın sonunda 400 Romalıya karşı, 80.000 Britanyalı ölmüştür. Boudicca kendisini zehirler (başka kaynaklara göreyse hastalanıp ölür). Paulinus’un bu zaferi, imparatorluğun elinden çıkmak üzere olan Britanya’nın yeniden Roma hakimiyetine girmesini sağlar.

Celile İsyanı

Boudicca isyanının bastırılmasından beş yıl sonra, imparatorluğun çok uzak bir köşesi olan Filistin bir başka Roma karşıtı ayaklanmaya sahne olur. Milattan sonra 66 ile 73 yılları arasında devam eden Yahudi-Roma savaşı, Roma’nın Doğu Akdeniz’de hâkimiyetini kurması açısından önemli bir kilometre taşı olmuştur. (3)

Milattan önce 64 yılında Pompey’in Antakya’yı ele geçirmesiyle Doğu Akdeniz’e giren Roma, Caesar döneminde Yahudi bölgelerini özerk bir yönetim altında imparatorluğa bağlamıştır. Caesar’ın ölümünü takip eden iç savaş döneminde özerklik alanını genişleten Antipatros’un oğlu Herodes, Yahudiye (Judaea) bölgesinin denetimini tamamen eline geçirir ve burada Roma’ya tabi bir krallık kurar. Herodes’in ölümünün ardından krallık üç oğlu arasında paylaştırılır; fakat hiçbiri krallık unvanını alamaz. Yahudiye, Herodes’in torunu Agrippa’nın kral olduğu 41-44 yılları dışında Romalı valiler tarafından yönetilir. Roma yönetimine, imparatorluğun askeri ve mali baskıları, Yahudilerle Yunanlılar arasındaki gergin ilişkiler ve Yahudilerin yurttaşlık için verdikleri mücadele damgasını vurur. Bu gergin ilişkiler 66 yılına gelindiğinde, baş rahibin öldürülmesi ve Yahudilerle Yunanlıların birlikte yaşadıkları şehirlerde kanlı çatışmaların çıkmasıyla sonuçlanır. Yahudi hâkim sınıfının Roma yanlısı ve karşıtı olarak ikiye bölünmesiyle birlikte bir iç savaş görüntüsü de alan Roma karşıtı mücadele sekiz yıllık bir savaşın ardından, Roma ordularının kesin zaferiyle sona erer. İsyanın sonucu, Kudüs’ün ve Yahudilik açısından hayati önem taşıyan kurumların, tapınağın ve baş rahipliğin ortadan kalkmasıdır.

İmparator Neron döneminin siyasi karışıklıklarına da denk düşen bu iki Roma karşıtı direniş örneği, söz konusu bölgelerin önce belirli bir özerklik statüsüyle imparatorluğa dahil edilmesinin, sonrasındaysa aşama aşama imparatorlukla bütünleştirilmelerinin yerli hâkim sınıflar üzerinde yarattığı etkileri ortaya koymaktadır. Her iki örnekte de, söz konusu siyasi coğrafyaların imparatorlukla olan ilişkilerinin nasıl düzenleneceği sorunu isyanların çıkışı üzerine belirleyici olmuştur.

KÖLE İSYANLARI

Yazının başında da belirtildiği üzere Roma’nın köleci bir toplum olması, esas siyasi çatışmanın kölelerle efendiler arasında vuku bulduğu anlamına gelmez. Bununla birlikte, Roma tarihinde sayıca az olsa da köle isyanlarına rastlanır.

Köle isyanları söz konusu olduğunda karşı karşıya kaldığımız en önemli sorunlardan biri, bunlara ilişkin tarihsel kayıtların azlığı ve taraflılığıdır. Roma dönemindeki siyasi olaylara ilişkin bilgilerimizi borçlu olduğumuz edebi kaynakların büyük bir kısmı Roma hâkim sınıfının mensupları tarafından kaleme alınmıştır ve bu yazarlar ait oldukları sınıfın kölelikle ilgili zihniyetini paylaşırlar. Buna ek olarak, köle sahibini öldürme ya da kaçma gibi bireysel direniş pratikleri çok yaygın olsa da, geniş çaplı ve kolektif direniş hareketleri nadiren vuku bulmuştur. Aşağıda birkaç örneğini göstermeye çalışacağımız bu tür hareketler de, köle sahiplerine karşı direniş ne kadar uzun sürmüş olursa olsun, kölelik kurumunun ortadan kalkması yönünde herhangi bir etki yaratamamıştır.

Sicilya

Roma dönemindeki ilk büyük çaplı, kolektif köle hareketi Sicilya’da ortaya çıkmıştır. Milattan önce ikinci yüzyılın ilk yarısında, çiftliklerde çalışmak ve çobanlık yapmak üzere çok sayıda köle Sicilya’ya gönderilmişti. Fakat yiyecek ve giyecek gibi kölelerin en temel ihtiyaçlarını bile düzenli olarak karşılayamayan çok sayıda köle sahibi vardı. Bu durum bir süre sonra kölelerin silahlanarak kırsal alanda haydutluğa başlamasına neden olmuş ve Sicilya’daki yolların pek çoğu üzerinde denetim kurmalarıyla sonuçlanmıştı.

İlk olarak Enna’da bulunan kölelerin, sahiplerinden gördükleri son derece kötü muamele karşısında baş kaldırarak onları öldürmeleriyle başlayan Sicilya’daki köle isyanları, kısa süre içinde başka kölelerin de silaha sarılmasıyla adanın başka bölgelerine sıçradı. Adanın güney sahilindeki Acragas kentini ele geçiren köleler bir süre sonra güçlerini Enna’dakilerle birleştirdiler. Kölelerin Romalılar karşısında elde ettikleri başarılar, başta Roma ve Attika olmak üzere başka bölgelerdeki köleleri de etkiledi ve küçük çaplı yerel ayaklanmalar baş gösterdi.

Sicilya ayaklanmasının ayırt edici özelliklerinden biri Sicilya’nın özgür nüfusunun da desteğini sağlayabilmiş olmasıydı. (4) Sicilyalı yoksulların köle sahiplerine karşı isyancıların yanında yer almalarında, kendilerini de sömüren ortak bir sınıfa karşı mücadele etme isteği kadar, isyancıların arazilere ve hasatlara zarar vermemeleri, toprakta çalışan insanları taciz etmemeleri de rol oynamıştı.

Eş zamanlı olarak İtalya’da da patlak veren köle isyanları bu bölgede kısa süre içinde bastırılırken Sicilya’da sayıları kimi kaynaklara göre (5) 200.000’i geçen isyancılar yedi yıl boyunca adanın kontrolünü ellerinde tutmayı başardılar. 132 yılında konsül Publius Rupilius’un komutasındaki sert Roma saldırısı köleler tarafından kurulan krallığın sonunu getirse de, yaklaşık otuz yıl sonra 104-101 yıllarında yeni bir ayaklanmanın çıkmasını engelleyemeyecekti. Özellikle adanın batı bölgelerini etkileyen bu ikinci ayaklanma da, tıpkı ilki gibi bir köle krallığının kurulmasıyla ve Roma’nın sert müdahalesiyle sonuçlandı. Roma, Sicilya’da benzer bir ayaklanmanın tekrar ortaya çıkmaması için süreklileşmiş bir terör rejimi kurdu. (6)

Pergamum

Sicilya dışında gelişen köle ayaklanmalarıyla ilgili pek fazla bilgi sahibi olmamamızın nedenlerinden biri de birçoğunun kısa süre içerisinde ezilmesiydi. Antik Pergamum kentinde çıkan isyan, görece başarılı olması nedeniyle buna bir istisna oluşturur. Pergamum’daki köle ayaklanması, yazının giriş kısmında dile getirilen farklı isyan hareketlerinden ikisine birden uyması nedeniyle de ilgi çekicidir. Pergamum krallığı, kral III. Attalos’un vasiyeti üzerine Roma’ya katılmış ve Roma’nın Asya vilayeti haline gelmişti. Bu durumdan hoşlanmayan Pergamum’un özgür insanları, 133 yılında silaha sarılan kölelere katıldılar. İsyanın başına, eski kralın gayrımeşru kardeşi Aristonicus geçti, ve kısa bir süre içinde Romalılara direnecek bir ordu kuruldu. Dört yıllık bir mücadelenin ardından Roma’ya boyun eğen Pergamum’daki köle isyanının başarısının nedeni, eski kralın vasiyeti üzerine hâkim sınıf içinde ortaya çıkan ihtilaftan faydalanabilmesi ve özgür insanların Roma karşıtı direnişiyle birleşebilmesiydi.

Spartaküs ya da Bellum Servile (Kölelerin Savaşı)

Antik çağdaki köle isyanları arasında kuşkusuz, bir popüler kültür malzemesi haline gelmesinin de etkisiyle, en fazla bilineni Spartaküs isyanıdır. Hem bir siyasi ikon haline gelen, hem de halen popüler kültür endüstrisinin iştahını kabartmaya devam eden Spartaküs isyanı, her açıdan, antik çağda Grekoromen dünyada bir daha eşi benzeri görülmeyecek bir kalkışmaydı. Her ne kadar Roma cumhuriyeti ya da kölelik kurumu üzerinde dönüştürücü etkileri olmasa da, Roma’nın kalbi olan İtalya’yı kasıp kavuran bu isyan, daha sonraki benzer girişimler için bir ilham kaynağı haline geldi.

Çarmıha gerilmiş köleler.

Spartaküs ve liderlik ettiği isyan söz konusu olduğunda, diğer köle ayaklanmaları ya da liderlerine kıyasla görece daha fazla bilgiye sahip olduğumuz doğrudur. Spartaküs’ün ordusunun İtalya’da hareket halinde olması, bizzat Roma’yı tehdit etmeleri ve pek çok Roma ordusuna acı mağlubiyetler tattırmaları bilgi kaynaklarımızdaki bu göreli bolluğun nedenleri arasında yer alır. Bunun yanı sıra, daha önce de belirtildiği gibi, hemen hemen hepsi Roma hâkim sınıfına mensup olan yazarlar bu etkileyici lidere karşı, diğer köle liderlerine karşı göstermedikleri bir ilgi göstermişler ve isyanı yerdiklerinde bile Spartaküs’ü ayrı bir yere koymaya çalışmışlardır.

İkinci Sicilya ayaklanmasından sonra Roma, bir yanda hâkim sınıf içi mücadeleler, diğer yandansa Doğu’daki Mithridates tehlikesiyle boğuştuğu yaklaşık otuz yıllık bir bunalım döneminin sonunda belki de tarihindeki en büyük tehditlerden birisiyle kaşı karşıya kaldı. Milattan önce 73 yılında Capua şehrindeki bir grup gladyatör sahiplerini öldürerek, okullarından kaçtı. Olaya karışanların sayısı 200 civarında olmakla birlikte kaçmayı başarabilenler 78 (bazı kaynaklarda 74) kişiydi. Fakat bu 70 kişinin en önemli özelliği, Sicilya’daki ayaklanmalara önderlik edenler gibi çoban ya da çiftçi değil, profesyonel savaşçı olmalarıydı.

Kaçak gladyatörler kendi aralarından üç kişiyi, Spartaküs, Crixus ve Oenomaus’u lider olarak seçtiler. Her üç lider de, bazı kaynaklara göre Mithridates’in ordularında Roma’ya karşı savaşırken tutsak düşmüş ve köle olarak satılmışlardı. (Spartaküs’ün Roma lejyonlarında hizmet verdiği de ileri sürülmüştür. Fakat bunun Romalı yazarların, kendilerini bu kadar zor duruma sokmuş bir kişinin mutlaka Roma tedrisatından geçmiş olması gerektiğine inanmalarından kaynaklandığı ihtimal dahilindendir.) Kısa süre içinde bölgedeki köleler ve özgür insanlar gruba katılmaya başladı. Giderek genişleyen köle ordusu, üzerine gönderilen Roma konsüllerini teker teker yenilgiye uğrattı. Her galibiyet ordunun sayısını artırıyordu. Önce İtalya’nın kuzeyine Mutina’ya, daha sonraysa güneye doğru ilerlemelerini sürdürdüler. Bazı kaynakların belirttiği gibi sadece köleler değil, özgür statüsüne sahip yoksul köylüler de Spartaküs’ün ordusuna katılıyor ve yerel milisler asilere karşı savaşmak konusunda isteksizlik gösteriyorlardı. (7) Bunun en önemli nedenlerinden biri, önceki yıllarda yaşanan iç savaşlar ve Roma’nın İtalya halklarını kendi boyunduruğu altına almak için attığı adımların, bölge halkını Roma’ya yabancılaştırmış olmasıydı. (8)

İsyancılar İtalya’nın güneyindeki Lucania ve Bruttium’dan geçerken kendisine katılan çok sayıda çoban köleyle birlikte gerçek bir ordu haline gelirken, Roma da hareketi bastırmak için daha ciddi önlemler almak üzereydi. Büyük bir köle sahibi olan, Sulla’nın arkadaşı M. Licinus Crassus, kendisini diktatörlük yetkileriyle donatarak ve daha önce Spartaküs karşısında bozguna uğrayan konsüllerin ordularından arta kalanları da altı lejyondan oluşan kendi ordusuna katarak Spartaküs’ün üzerinde yürüdü.

İtalya’yı bir uçtan diğerine dolaşan bu ordunun ve Spartaküs’ün neyi hedeflediği, tarihçileri çok uğraştırmış bir sorundur ve hareketlerine dair ekseriyetle birtakım tahminlerde bulunulmuştur. Fakat kesin olan şey, Crassus’un ordusuyla nihai karşılaşmasından önce Spartaküs’ün, güney İtalya’dan kiraladığı gemilerle Sicilya’ya geçmeyi ya da en azından 2000 adamını bu adaya göndermeyi planlamış olmasıdır. Otuz yıl önceki Sicilya köle krallığının hatırasının henüz hafızalardan silinmemiş olduğu düşünüldüğünde, Spartaküs bu adımla köle ayaklanmasını daha da büyütmeyi hedeflemiş olmalıdır. Spartaküs, kendilerini Sicilya’ya götürecek Kilikyalı korsanların Roma’yla anlaşması üzerine bu plan sonuçsuz kalınca yeniden kuzeye dönmüştür.

Süreç içerisinde, ordunun hedefi konusunda yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle zayıflamış ve önderlerinden birini, Crixus’u kaybetmiş köle ordusu, Lucania’da Trakya ve İspanya’dan gelen birliklerle takviye edilmiş Crassus’un ordusuyla karşılaştı. Romalıların galibiyetiyle sonuçlanan savaş ardında 100.000’den fazla ölü köle bırakmış ve sağ ele geçirilen 6000 köle de Capua’ya giden yol boyunca çarmıha gerilmişti. Fakat bu yenilgiden on yıldan daha uzun bir süre sonra bile, köle ordusundan geriye kalanlar dağınık bir biçimde varlıklarını sürdürüyordu.

Roma hâkim sınıfı içindeki bölünme ve uzun iç savaşlar, Cumhuriyet’in yerini Principate’ye, yani tek adam yönetimine bırakmasıyla sonuçlandı. Bu Roma hâkim sınıfı, vilayetler ve ordular üzerinde daha sık bir denetim anlamına geliyordu. İmparatorluk bürokrasisinin sıkı kontrolü, köle isyanlarının da daha seyrek görülür hale gelmesine neden oldu. Köleler kaçmaya ya da direnmeye devam ettiler; ama Spartaküs isyanı ölçeğinde bir hareket bir daha görülmedi. (9)

Fakat bu Roma’nın bir daha büyük ölçekli ayaklanmalarla sarsılmayacağı anlamına gelmiyordu. Geç İmparatorluk dönemiyle birlikte Roma hâkim sınıfının zorla el koyduğu toplumsal artık miktarını muhafaza etme yönündeki çabaları, yoksul köylülüğün ve curia sınıfının (Klasik ve Helenistik dönemlerde Meclis tarafından seçilirken daha sonra bizzat Konsey tarafından belirlenmeye başlayan üst düzey devlet mevkilerini dolduran mülk sahibi sınıf mensupları ve aileleri.) üzerindeki baskının artmasıyla sonuçlanacak ve Roma köylülüğünün serfleşme süreci, beraberinde Bacaudae ismiyle anılan geniş çaplı köylü ayaklanmalarını getirecekti.

GEÇ İMPARATORLUKTA KÖYLÜ İSYANLARI VE HAYDUTLUK (10)

Ste. Croix Grekoromen dünyada sınıf mücadelelerini ele aldığı ayrıntılı çalışmasında, Geç İmparatorluk döneminde köylülüğün giderek artan bir şekilde nasıl sömürüldüğünü ve imparatorluğun bütün yükünü taşımak zorunda kaldığını etkileyici bir şekilde anlattıktan sonra, köylü isyanları konusunda ne kadar az bilgi sahip olduğumuzdan yakınır. Bu tür olayların pek çoğu için elimizdeki kanıtlar kötü ve alttan gelen bir devrime ya da toplumsal bir itiraza ilişkin herhangi bir kayda değer unsur olup olmadığı konusunda muğlaktır. (11) Fakat Thompson’un da belirttiği gibi, köylü isyanları yetkililerin açık referanslarının düşündürdüğünden çok daha sık yaşanıyordu. Bu isyanlara imparatorluk coğrafyasının çeşitli bölgelerinde zaman zaman etkili olan geniş çaplı eşkıyalık ya da haydutluk hareketleri de eşlik ediyordu.

Ste. Croix’nın da belirttiği gibi, eşkıyalık ya da haydutluk kuşkusuz genellikle toplumsal itirazın bir belirtisiydi, fakat büyük oranda köylülerden, çobanlardan, kaçak kölelerden ve diğer sıradan insanlardan oluşan takipçilerle başladıktan sonra yerel despotlar haline gelen bazı haydut şefleri de söz konusuydu. Toplumsal eşkıyalık ile sıradan haydutluk arasında karmaşık ilişkiyi tartışmak için yerimiz yok ve Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Celali İsyanları örneğinde de olduğu gibi bu ikisini birbirinden ayırmak her zaman mümkün değildir. Bu nedenle bu yazıda, milattan sonra üçüncü yüzyıldan beşinci yüzyıla kadar Roma dünyasının batı bölgelerini sarsan ve dönemin yazarları tarafından sessizlikle karşılanan Bacaudae adı verilen şiddet hareketleri, bu tür eşkıyalık hareketlerinin en ünlü örneği olan Bulla ile birlikte ele alınacaktır.

Maternus İsyanı

İlk büyük Galya ve İspanya ayaklanması, MS ikinci yüzyılın sonlarında Marcus Aurelius’un felaketle sonuçlanan savaşlarını ve korkunç bir veba salgınını takip eden Septimus Severus ile rakipleri arasındaki iç savaşın ardından ortaya çıkmıştı. Muhtemelen büyük toprak sahipleri bu felaketlerin neden olduğu ağır yükleri ellerinden geldiğince yoksul köylülerin omuzlarına yıkmaya çalışmışlardı. Köylülerin kitlesel tepkisi ise 180’lerde görünür hale gelmişti. Maternus ayaklanması, niceliği ve hedefleri açısından imparatorluk tarihinde daha önce rastlanmamış bir örnekti.

Maternus 186 yılında ordudan firar eden ve bazı arkadaşlarını da aynısını yapmaya ikna etmiş bir askerdi. Kısa sürede etrafına çok sayıda adam toplamış ve eşkıyalığa başlamıştı. Maternus ve adamları zenginleştikçe Roma’nın gözünde eşkıyadan düşman statüsüne terfi ettiler. Büyük şehirlere saldırıyor, suçları ne olursa olsun hapishanelerde tutulanları serbest bırakıyor ve onları kendilerine katılmaya ikna ediyorlardı. Bütün Galya ve İspanya’da terör estirdiler.

Maternus’un bir ayaklanma başlatması için sadece bayrağı çekmesi yeterli olmuştu. Öyle gözüküyor ki Batı Roma’nın pek çok bölgesinde böyle bir ayaklanmaya katılmak için hazır bekleyen çok sayıda malını mülkünü kaybetmiş, ezilen insan bulunuyordu. Maternus mücadeleye başladığında, çok geniş bir kaçak köle, sefalete düşmüş köylü ve asker kaçağı toplamından faydalanabildi. Başka bir Roma kaynağı da Maternus’un ayaklanmasından ‘‘Kaçakların Savaşı’’ olarak söz eder ve sayısız kaçağın ayaklanma sırasında Galya eyaletlerini yakıp yıktığını belirtir. (12)

Fakat her ne kadar asker kaçakları isyanın liderliğini sağlamış olsalar da, söz konusu hareket çok daha geniş bir toplumsal temele dayanıyordu. İsyanın ölçeği Galya ve İspanya’daki boyunduruk altına alınmış sınıfların ciddi bir kalkışma içinde olduklarını göstermektedir. Bu Bacaudae için bir peşrevdi. Yıllarca süren bu isyan sırasında eğer asiler sadece yakıp yıkmakla yetinip yerel halkın desteğini sağlayamasalar, bu kadar uzun süre faal kalamaz ve büyük şehirlere başarılı saldırılar düzenleyecek kadar güçlenemezlerdi.

Yerel otoriteler Maternus isyanı karşısında merkezi yönetimi yardıma çağırmak zorunda kaldıklarında, asiler küçük gruplara ayrılıp İtalya’ya sızma ve bir suikastla imparator Commodus’u öldürüp onun yerine Maternus’u imparator olarak ilan etmeye karar verdiler. Asilerin bu planı Thompson’a göre, aslında yeni bir toplum tasavvuruna sahip olmadıklarını ve yalnızca imparatorun yerine kendi liderlerini çıkarmak istediklerini göstermektedir. Maternus imparator olma hevesiyle takipçileriyle arasındaki duygudaşlığı yitirince, asi bir lidere sahip olmaktan memnun olan fakat bir efendi ve imparator istemeyen takipçilerinden bazıları tarafından ihanete uğradı. Maternus bu ihanetin sonucuna yakalansa ve başını kaybetse de isyan sona ermedi. Yirmi yıl sonra bile Roma, bölgedeki asilere karşı dört lejyona komuta eden bir general gönderiyordu.

Bulla ya da Felix

Başta Herodian olmak üzere Romalı yazarlar Maternus’un hareketini basit bir asker kaçaklığı ve eşkıyalık hareketi olarak göstermek isteseler de durum bundan oldukça farklıydı. Thompson, güçlü bir orduya dönüşen bu hareketi o dönemlerde oldukça yaygın olan fakat kaynaklara pek fazla girmeyen sıradan eşkıyalık hareketlerinden ayırt etmemiz gerektiğini söyler ve bunun için faaliyetlerini başarılı bir şekilde Roma’nın kapılarına kadar genişleten Bulla, ya da diğer ismiyle Felix’in hareketiyle karşılaştırmayı önerir. Bulla 600 yoldaşıyla birlikte üçüncü yüzyılın başlarında birkaç yıl boyunca İtalya’yı yağmalayan bir İtalyan’dı. Kurduğu istihbarat ağı sayesinde İmparatorun ve yetkililerin elini kolunu bağlayabilmiş, ayrıca yerel nüfustan bazı kişilerin de desteğini sağlayabilmişti. Bir tür Roma Robin Hood’u olan Bulla, kurbanlarının mallarının yalnızca bir kısmına el koyuyor, sonra gitmelerine izin veriyordu. Fakat eğer yakaladıkları zanaatkarlarsa onlardan hiçbir şey almıyor, kendisi için çalışmalarını istiyor ve işleri bittiğinde de onlara ödeme yapıyordu. Fakat Bulla’yı Roma tarihi açısından önemli kılan şey başarılarından çok, söyledikleriyle tarihe düştüğü izlerdi. Yakalayıp daha sonra serbest bıraktığı bir centurion’a (Roma ordusunda yüzbaşı rütbesi) haydutluğun nedenini şöyle açıklamıştı: “Efendilerine söyle eğer haydutluğa bir son vermek istiyorlarsa kölelerini beslesinler.” Bulla yine bir ihanet sonucu yakalanıp sorguya çekildiğinde, Prefect’in (Roma’da çeşitli tipleri bulunan bir tür resmi görevli) sorduğu “Neden bir hırsızsın?” sorusuna, “Sen neden bir Prefect’sin?” diye yanıt vermişti.

Bulla ve Maternus’un faaliyetleri her şeyden önce ölçek açısından farklılık gösteriyordu. Maternus’a karşı koca bir ordu gönderilmesi gerekirken, Bulla için bir centurion’a bağlı bir grup askerin yeterli olacağı düşünülmüştü. Thompson’a göre Bulla basit bir hırsızken, öyle gözüküyor ki Maternus’un Galya ve İspanya köylülüğünün ruhunu yakalamış olması, hem şehirlere hem de toprak sahiplerinin mülklerine saldırmasını mümkün kılmıştı.

Bacaudae

Bacaudae isminin ilk kez karışımıza çıkışı 283-4 yıllarına denk düşer. Üçüncü yüzyıl ortalarındaki felaketlerin yükü büyük oranda en yoksul sınıfların üzerine düşmüş ve Galyalı köylülerin buna yanıtı isyan biçimini almıştı. Barbarlarla uğraşmakta olan imparator Carinus, isyan karşısında önce bir şey yapamadı. İki yıl sonra imparatorlukta önemli değişikliklere de imza atacak olan Diocletian ise bu isyanla başa çıkabilmek için Maximian’ı Batı’ya eş imparator olarak atadı. Maximian’ın temel görevi isyanın bastırılmasıydı. Maximian en azından başlangıçta bu görevde başarılı olmuş, fakat kendisine yardım eden Doğulu birliklerin de isyan etmesi sonucunda onları da kılıçtan geçirmek zorunda kalmıştı.

Bacaudae’ın Galya’daki temel faaliyet alanı Loire nehrinin ağzından Seine nehrinin ağzına kadar olan bölgeydi. Bacaudae isyanlarının en büyük ve en başarılısı olan 407 isyanı da burada başlamış ve 417 yılına dek bastırılamamıştı,. Tibatto önderliğinde çıkan 435-7 ve 442 yıllarındaki isyanlar da yine bu bölgede başlamıştı. Fakat Bacaudae’ın beşinci yüzyıl başlarında Alpler’de de etkili oldukları görülüyordu. Aynı zamanda beşinci yüzyılın ilk yarısında İspanya’da da Bacaudae isyanları yoğunlaşmış ve 442 yılında bölgeye giden Flavius Asturius çok sayıda isyancıyı katletmişti. Fakat görünen o ki bu katliamlar isyanı bastırmaya yeterli olmamış, Asturius’un halefi de düzeni sağlamak için çok çaba sarf etmek zorunda kalmıştı. 450’lerde yeniden alevlenen isyan, İmparatorluğun Batı’daki çöküşüne kadar varlığını korumuştu.

Roma kaynaklarında “köylü”, “cahil çoban” şeklinde adlandırılan Baracaudae asileri, piyadelerin çiftçilerden, süvarilerinse çobanlardan oluştuğu köylü orduları kurmuşlar ve “barbar” istilacıların taktik ve stratejilerini benimsemişlerdi. Tüm Bacaudae isyanlarının paylaştığı bu strateji, akıncıların bir dizi küçük gruba ayrılmasına ve düşmana pusu kurmasına ya da baskın vermesine dayanıyordu.

Thompson’a göre, Bacaudae’ın temel amacı Roma imparatorluğundan ayrılarak kendi devletlerini kurmaktı. Bu amaçla ele geçirdikleri bölgelerde toprak sahiplerinin mülklerine el koymuş ve onları bir zamanlar sahip oldukları arazilerde çalışmaya zorlamışlardı. Fakat Galya ve İspanya köylülerinin çeşitli ayaklanmaları, yıllarca başarılı bir şekilde sürmüş olsalar da, hiçbir yeni kurum ya da toplumsal gücün ortaya çıkmasıyla sonuçlanmadı. Yeni kurulması amaçlanan devletlerde eskisinden farklı bir toplumsal düzen inşa edileceğini gösteren herhangi bir şey bulunmamaktadır. Hatta Attila önderliğindeki Hunlar Galya’ya girdiklerinde, bölgedeki Bacaudae birlikleri Romalılarla birlikte savaşmıştır. Thompson’un iddiasına göre, eğer bu isyanlar başarılı olsalardı toplumsal sınıflar değil, o sınıfların mensupları değişecekti.

Romalı köylülerin bu isyana ve yeni “barbar” istilacılara kucak açmasının nedeni her iki hareketin de Roma düzeni altında bulamadıkları özgürlüğü kendilerine sağlayacağına inanmalarıydı. Sonuçta Ste. Croix’nın da belirttiği gibi, bu inancın yol açtığı kayıtsızlık ve Roma dünyasının batı sınırlarında benzeri görülmemiş bir baskıyla karşılaştığı dönemde gerçekleşen bu ayaklanmalar, Batı imparatorluğunun kayda değer bir bölümünün parçalanmasında önemli bir rol oynadı.

Dipnotlar

1) G. E. M. de Ste. Croix, The Class Struggle in the Ancient Greek World, Ithaca, Cornell UP, 1981.

2) Peter Ackroyd, Foundation, History of England, Cilt I., Londra, St. Martin’sGriffin, 2013.

3) Celile İsyanı için bkz. Susan Serok, The Jews Against Rome, Cornwall, Continuum, 2008 ve Nicholas de Lange, Yahudi Dünyası, İstanbul, İletişim, 1987.

4) Theresa Urbainczyk, Slave Revolts in Antiquity, Berkeley, University of California Press, 2008, s.13.

5) V. Diakov ve S. Kovalev, İlkçağ Tarihi, Cilt 2, çev. Özdemir İnce, İstanbul, Yordam, 2008, s.132.

6) A.g.e., s.137.

7) A.g.e., s.178.

8) Urbainczyk, s.47.

9) A.g.e. s.23.

10) Bu bölümde E. A. Thompson’un, “Peasant Revolts in Late Roman Gaul and Spain” başlıklı makalesinden yararlanılmıştır. [Past & Present, No. 2 (Kasım, 1952), ss. 11-23]

11) Ste. Croix, a.g.e., s.474-5.

12) Thompson, s.13.

Önceki İçerikAykut Kence’yle üniversite yılları
Sonraki İçerik10. yıl geceleri