Ana Sayfa 121. Sayı Antik Roma’da kölecilik, emperyalist yayılma ve bir isyan: Aristonikos Ayaklanması

Antik Roma’da kölecilik, emperyalist yayılma ve bir isyan: Aristonikos Ayaklanması

3400

Başarısızlıkla sonuçlansa da Aristonikos Ayaklanması geniş bir ezilenler kitlesini kapsaması ile bir taht mücadelesi olmanın yanında aynı zamanda bir sosyoekonomik başkaldırı ve toplumsal bir değişim talebi olarak da ele alınabilir. Aristonikos’un söz konusu mücadeleye yalnızca tahtı ele geçirmek için giriştiği ileri sürülebilecek olsa bile, birlikte başkaldırdığı kitleleri “Güneş Ülkesi” gibi bambaşka bir toplumsal düzeni öngören ve öven bir program altında birleştirebilmesi ayaklanmanın niteliğine dair önemli bir açılım sunar.

Kölelik, Yakındoğu coğrafyasında Sümer, Asur, Urartu vb. tüm erken devletlerde, Antik Yunan dünyasında ve Roma’da çarpıcı bir biçimde karşımıza çıkmaktadır ve iktidara karşı girişilen birçok harekette doğrudan hareketin öznesidir veya dolaylı olarak kapsamı içerisindedir. Elbette resmi tarih dahilinde bilinenler dışında, günümüze ulaşmayan veya kaydı tutulmamış olan belki bildiğimizden daha fazla veya daha farklı direnişler ve başkaldırılar da mevcuttur. Çünkü kavramsal olarak baktığımızda, sosyal, kültürel ve ekonomik olarak hegemonya kuran ve kendi varlığını bu hegemonyanın sömürüye dönüşümü üzerinden sürdürebilen politik iktidarın bir başkaldırı ile karşılaşmaması tarihsel olarak olanaksızdır.

Aristonikos Ayaklanması da, Roma devleti için tarihsel olarak böyle bir karşılık taşır. Yerleşik otoriteye ve o otoritenin sürdürülebilirliği için ihtiyaç duyduğu yerleşik sisteme karşı politik, ekonomik ve askeri hegemonya kurmaya çalışılan geniş bir coğrafyanın farklı yerlerinde, özellikle köleler ön planda olmak üzere toplumun ezilen sınıflarından birçok kesimin başkaldırıları ve hak talepleri söz konusudur. Aristonikos Ayaklanmasını da böyle bir tarihsel çerçeve dahilinde ele almak, isyanın karşı çıktığı otoritenin doğasını anlamak ve isyanı sınıfsal, ekonomik politik ve sosyokültürel arka planından koparmamak adına önemlidir. ([1])

Roma’da kölecilik

Roma toplumunda köle sınıfının oluşumu, Roma toplumunun sınıflı bir toplumun karakteristik özelliklerini kazandığı Patrici ve Plebs ayrışmasının karakterize olduğu sürece içkindir. Roma devleti sömürü alanlarını coğrafya bağlamında genişlettikçe, sömürü biçimlerini ve sistemini bu genişlemeye paralel bir şekilde ürettikçe ve bu yayılım ve sömürünün ideolojik hegemonyasını kurumsallaştırdıkça, Roma’nın hem köle kaynakları artmış hem de sistemin köleci niteliği pekişmiştir. Roma’nın Akdeniz ve Anadolu’da ideolojik, ekonomik ve siyasal olarak egemen olması bu süreci tetikler. Bölgede Antik Yunan “uygarlığı”nın mirası olarak sınıflı, ataerkil ve köleci sistem hâlihazırda işlemektedir. Roma’nın ise bunu bir bağlamda kendi siyasal sistemine entegre ettiğini ve toplumu ideolojik ve siyasal olarak kendisine bağladığını söyleyebiliriz. Akdeniz havzasının köle emeği üzerinden örgütlenmiş ülkelerinin ele geçirilmesiyle ve savaşlarla gelen esirlerle birlikte, Roma’nın köle emeğine ulaşma olanakları çeşitlenmiştir. (Diakov, Kovalev, 2008: 111)

Köleleri Roma toplumunda iki farklı şekilde ele alabiliriz. Savaşlar yoluyla hegemonya altına alınan ülkelerden Roma’ya getirilen köleler madencilik, çiftçilik gibi genellikle ağır işlerde kullanılırken, esir düşmeden önce yaşadıkları toplumda entelektüel birikime sahip olmuş olan Yunan köleler evlerde tutularak öğretmenlik gibi işlerde çalıştırılmışlardır. İkinci kategoride ele aldığımız bu köleler ağır işlerde çalıştırılanlara kıyasla daha iyi şartlarda yaşamaktaydılar ve özgürlüklerini satın alabilmek için gerekli parayı biriktirme olanakları vardı. (Ergin, 2013: 229)

Roma toplumunda köle sınıfını oluşturan kesimlerden bir diğeri ise borcunu ödeyemeyen borçlular olmuştur. MÖ 3. yüzyılda yükselen Pleb mücadelesinin bir kazanımı olarak karşımıza MÖ 326 tarihli Poetelia Yasası çıkar. Bu yasaya göre borç dolayısıyla özgürlüğünü kaybeden yurttaşların borçları silinmiştir. Ancak bu yasa yalnızca Roma yurttaşlarını kapsar ve dolayısıyla zaten bir azınlığa tanınıyor olan yurttaşlık hakkına sahip olmayanlar için borç ve dolayısıyla kölelik devam etmiştir. (Diakov, Kovalev, 2008: 111) Ayrıca bu yasa kâğıt üzerinde borç köleliğini kaldırıyor olsa da küçük toprak sahibi köylülerin zengin ve ayrıcalıklı sınıf karşısındaki konumunu değiştirememiştir. Bahsi geçen bu küçük toprak sahipleri ve yoksullar zenginlerin topraklarında çalıştırılmaya devam etmiştir. Yasa sayesinde, zenginlere borçlanmış olan yoksul kesim zengin toprak sahibi alacaklıların “malı” haline gelmekten kurtulmuş olsalar da, sömürü devam eder. Borç köleliğinin kısıtlanması ile işgücü ve emek ihtiyacını gidermede köle emeğinde bir kısıtlamayla karşı karşıya kalan Roma dış pazara yönelmek zorunda kalmıştır ve bu bağlamda Roma’nın politik yayılımına paralel bir şekilde pekişen köleci devlet niteliği belirginleşir. Yukarıda saydıklarımıza ek olarak kimsesiz çocukların da köleleştirildiğini bilmekteyiz. Roma devleti yoksul ve kimsesiz kesim için özellikle Aristonikos Ayaklanmasının gerçekleştiği ve geniş bir coğrafyada çeşitli ekonomik ve sosyal huzursuzlukların olduğu bir süreç olan cumhuriyet döneminde bir sosyal politika geliştirmemiştir. ([2])

Resmi Roma ideolojisi ve hukuku, kölelilik sisteminin ideolojik meşruiyetini sağlayabilmek adına, çeşitli nedenler ve şekillerle köleleştirilen bireyin alınıp satılabilir, insanlık dışı koşullarda ve yöntemlerle çalıştırılabilir bir “mal” olarak algılanması için çeşitli temeller üretmeye çalışmıştır. ([3]) Belki de, Antik Yunan siyasal sisteminden bir miras olarak yurttaşlık hakkına sahip olmayan çoğunluk içerisindeki en ötekileştirilen sınıflardan biri kölelerdir. Yalnızca yurttaşlık hakkına sahip erkek bireylerin siyasi karar alma mekanizmasına dahil olabilmeleri bağlamında “insanlaştığı” göz önünde bulundurulduğunda, kölelerin “insan” sayılmadığını görebiliriz. Sistemin ideolojik meşruiyetinin böylece sağlanmasıyla köle sahibine köle üzerinde sınırsız bir iktidar hakkı tanınmıştır.

İktidar ve başkaldırı: Aristonikos isyanı

Yukarıda çizmeye çalıştığımız tablo çerçevesinde köle emeği üzerindeki sömürüye karşı MÖ 2. yüzyıldan itibaren Roma pek çok köle isyanı ve itaatsizlik eylemleriyle karşılaşır. Sistem özellikle ağır işlerde çalıştırılan kölelerin maruz kaldıkları koşulların yarattığı ortamdan doğan kısa veya uzun süreli çeşitli hareketler, direnişler, ayaklanmalar ile karşı karşıya kalır. Kölelerin ve bazen köleler ile birlikte yoksul kesimin bu başkaldırı hareketleri Roma toplumunun egemen sınıfları tarafından “haydutluk” olarak algılanmıştır. (Ergin, 2013: 230) İş yavaşlatmak, üretim araçlarına zarar vermek, kaçmak gibi itaatsizlik eylemlerinin yanında, devleti uzun süre oyalayacak ve hegemonyasını sarsacak nitelikte isyan hareketleri şeklinde de ortaya çıkan bu başkaldırıların, sınıfsal bir bilinçten doğan politik bir arka plana sahip olup olmadığı tartışılan bir konudur. ([4]) Aristonikos Ayaklanması da bu bağlamda geniş olarak tartışılmaktadır. Ancak genel olarak bu isyanların tümünün tabandan toplumun geneline yayıldığını söyleyemeyiz ve bu durum ayaklanmaların “devrimciliğinin” niteliğini de tartışılabilir kılan bir diğer önemli noktadır. Dolayısıyla söz konusu ayaklanmalar devletin otoritesini ve hegemonyasını uzun süre oyalamış ve zaaflarını görünür kılmış olsa da sistemi doğrudan değiştirme gücünü kazanamamıştır.

İzmir’de bulunan bir kabartmada, Roma’nın zincirlenmiş köleleri. (Ashmolean Müzesi)

Roma’nın Anadolu’daki hızlı ideolojik ve politik yayılımı ve ekonomik sömürüsüne paralel bir süreçte karşımıza çıkan Aristonikos Ayaklanması, kapsamı ve niteliği bağlamında önemli tartışmalar doğurmuştur. Söz konusu ayaklanmanın doğasının, taleplerinin ve bu bağlamda bir “köle ayaklanması” olarak sınıfsal niteliğinin ne olduğu halen net bir yanıta kavuşturulamamıştır. Ancak ayaklanmanın bileşenleri arasında köleler ile birlikte alt sınıfların da olduğu bilinmektedir. Esasen Aristonikos Ayaklanmasını çok boyutlu ve heterojen bir başkaldırı olarak ele alabiliriz: Pergamon Krallığının son kralının ölümünden sonra Aristonikos tahtta hak iddia ederken, ezilenler ise onun ordusu içerisinde kendi sosyoekonomik hak mücadelelerini vermekteydiler. Bu bağlamda Aristonikos belki de ezilenlerin bir hak savunucusu ve temsilcisi veya bir sosyal reformcu olduğu için değil, kendi amacına ulaşmak için desteğini almak zorunda olduğu alt sınıflar ve kölelerle birlikte hareket etmekteydi. (Ergin, 2013: 66) ([5])

Aristonikos Ayaklanmasını anlamak için öncelikle ayaklanmanın doğduğu Pergamon Krallığında yaşayan halkın sosyoekonomik durumuna ve yoksul halkı, köleleri, alt sınıfları ayaklanmaya itecek koşullara dair bir sorgulama yapabiliriz. Pergamon Krallığı, kent ve kent toprakları dışında kalan krallık toprakları olarak polis ve khora’dan oluşmaktaydı. Polis nüfusu yurttaşlar, yabancılar, asker kökenliler, azatlı köleler ve köleler olarak ayrışmış durumdaydı. (Malay, 1987: 26) Bu durum “demokratik” Antik Yunan sisteminden kalan geleneğin siyasal ve sınıfsal ayrışmada devam ettiğini ancak sistemin merkezi bir krallık otoritesine entegre edilerek dönüştürüldüğünü düşündürebilir. ([6]) Krallığın en önemli gelir kaynağı, krallığa bağlı şehirlerin ve yerli küçük toplulukların ödediği vergilerdi. Mülk sahipleri vergilerini ödemedikleri takdirde arazileri ve arazileriyle birlikte arazilerinde çalışan köleleri kraliyet mülkü haline gelmekteydi. Yerli halklar ikamet ettikleri şehirlere vergi ödemekteydi. Şehirler ise yerel vergiler üzerinden merkeze daha yüklü miktarda bir vergiye tabi tutuluyordu, böylelikle bağımlı şehirlerin finansal kaynakları krallık tarafından kısılmaktaydı. Bu durum kentleri doğrudan merkeze bağımlı kılmaktaydı. (Malay, 1987: 32) Hellenistik dönem sosyoekonomik tarihi üzerine kapsamlı çalışmalar yapmış olan tarihçi Rostovtzeff, Roma ile yakın ilişkileri sayesinde bölgede siyasi olarak üstün bir konuma sahip olan Pergamon aristokrasisinin ekonomik anlamda halk ile arasında ciddi bir uçurum olduğunu söyler. (Ergin, 2009: 57) Rostovtzeff’e göre şehirli kesim oldukça rahat bir yaşam sürerken alt sınıflar zor koşullar içerisinde çalışmaktadır ve zenginlerin arazileri kiracı yoksul çiftçiler ve köleler tarafından işlenmektedir. (Ergin, 2013: 60) Buna eklenen vergi yüküyle birlikte üretimci yoksul kesim ile bu emeğe el koyan zenginler arasında gittikçe açılan uçurum, son kralın ölümü ile krallığın Roma’ya miras bırakılması arasındaki sürecin siyasi boşluğunda bir isyanın zeminini hazırlamış olabilir.

Roma’da sınıf çatışmaları, reform ve isyan

Pergamon Kralı III. Attalos’un ölümü ile krallık vasiyet yoluyla Roma’ya bırakılır. Bu süreçte Aristonikos Ayaklanması patlak verir. Ayaklanmanın tarihsel seyri, kapsamı ve niteliğine değinmeden önce bu süreçte Roma’nın siyasal ve ekonomik durumuna bakmakta fayda var.

Roma’nın resmi tarih yazımının arka planında, uzun bir sürece yayılan Patrici-Plebs mücadelesi eksenli bir sınıf çatışması ve bunun uzantısı olarak populares hareketi ile çeşitli boyutlarda köle ayaklanmaları söz konusuydu. Kentli ve köylü özgür halk da hareketlenmekte; kentlilerin yaşam koşulları gittikçe ağırlaşmakta ve köylüler topraksızlaşmaktaydı. (Diakov, Kovalev, 2008: 138) Çiftçiler ve köylüler o güne dek onlara ulaşmamış hizmetler ve savaşlar için vergi ödemekten hoşnutsuzdu. (Ergin, 2013: 151) Bu tarihsel arka plandan doğan bir reformcu olarak Tiberius Sempronius Gracchus MÖ 133 yılında halk tribunusu seçilmiş ve topraksız halka toprak verebilmek adına kamu topraklarının yoksullara dağıtımını organize edecek bir tasarı sunmuştur. Tiberius Gracchus bu tasarının gerçekleşebilmesi için, bu sürece denk gelen Pergamon Kralı III. Attalos’un ölümü ve krallık topraklarının Roma’ya devri ile buradan gelecek olan gelirin halka devredilecek şekilde düzenlenmesi için senatoya başvurmuştur. Ancak zaten senatonun iktidar alanına müdahalesi ile dikkatleri üzerine çekmiştir ve ilerleyen süreçte planladığı reformları tam anlamıyla gerçekleştirerek bir dönüşüm yaratamadan öldürülecektir.

Aristonikos’ın III. Euminides ismiyle
kendi adına bastırdığı sikke.

MÖ 133 yılında Roma III. Attalos’un vasiyetini onaylasa bile gerekli düzenlemeler için görevlendirilen komisyonun Pergamon’a varışı MÖ 132 senesini bulur ve bu süreçte ayaklanma başlamıştır.

Roma’nın sosyoekonomik tahakkümüne karşı huzursuzlukların ve çeşitli boyutlarda girişimlerin başladığı bu süreçte, Pergamon’da Aristonikos Ayaklanması gibi bir ayaklanmanın patlak vermesi tarihsel olarak belki de kaçınılmazdı. Pergamon’un egemenleri de böylesi bir ihtimali öngörmüş olacak ki, Pergamon’un Roma’ya bırakılışının vasiyet edilmesinden hemen sonra bir yasa çıkarılmıştır. Buna göre özellikle kırsal kesimde yaşayan, özgür olan ancak yurttaşlık hakkına sahip olmayan büyük bir kitleye yurttaşlık hakkı tanınmış, bazı kölelere ise yabancı statüsü verilmiştir. Bu yasanın olası ayaklanmaya dair bir korku içerisinde yazıldığını düşündüren bir başka vurgu ise kenti terk edenlerin veya terk etme hazırlığı içerisinde olanların mallarına el koyulacağı tehdididir. Bu durum, kentte ve civarında yaşayan yoksul ve alt tabakadan birçok insanın Pergamon’u terk ederek ayaklanmaya katıldığını veya katılmaya hazırlandığını düşündürebilir. (Malay, 1990: 227)

Ayaklanmanın gelişimi

III. Attalos’un ölümü ile sahneye çıkan Aristonikos, II. Eumenes’in oğlu olduğunu iddia ederek ([7]) tahtta hak iddia eder ve böylece MÖ 133-129 yılları arasında sürecek olan ayaklanma başlar. Ayaklanmanın seyrine baktığımızda Aristonikos’un öncelikle Batı Anadolu sahillerine yöneldiğini ve buradaki kentleri ele geçirmeyi hedeflediğini görürüz. Kölelerden ve yoksullardan oluşan ordusu ile birlikte İzmir Körfezi’nin kuzeyindeki Leukai’yı ele geçirdikten sonra Pergamon savaş filosunu kendine bağlar ve Phokaia’dan da gemi desteği alır. Kolophon ve Samos Adası’nda ise kendisine karşı bir direniş vardır ve buraları işgal ederek fetihlerini Karia’ya dek genişletir. Phokaia dışında başka bir büyük şehirden destek alamayan Aristonikos, Stratonikeia, Apollonis ve Thyateira’yı da ele geçirir. Bu süreçte bölgede Roma birlikleri bulunmamaktadır, dolayısıyla Roma’nın yapabileceği tek şey Aristonikos’a karşı olan şehirler ve müttefik yerel krallıklarla işbirliği yapmaktır. Bu çabalar yeterli olmaz ve bu süreçte Aristonikos’un ordusu yenilgi almadan ilerler. Ancak Ephesos’un filosu, Kyme açıklarında Aristonikos’u yener ve bu yenilgiden sonra Aristonikos Orta Mysia’nın dağlık kesimine çekilir. Bu noktadan sonra Aristonikos’un kendisini “köleler ve alt sınıfların lideri” olarak tanımlamaya başladığını, ayrıca üzerinde duracağımız “Güneşin Vatandaşları” söylemini oluşturduğunu görürüz. Bu süreçte MÖ 130 yılı konsülü Marcus Perperna orduyla birlikte iç kesimlere doğru ilerlemektedir ve iki güç karşılaştığında Aristonikos ciddi kayıplar verir, Stratonikea’ya çekilmek zorunda kalır, yakalanır ve öldürülür. (Ergin, 2013: 62)

Pergamon Akropolisi.

Güneş ülkesine özlem

Aristonikos Ayaklanması’nın alt sınıflar, yoksullar ve kölelere yani ezilenlere dair kapsamı ve niteliği; yani ayaklanmanın yalnızca Aristonikos’un taht iddiası ve mücadelesi ekseninde mi şekillendiği yoksa talepleri ve itici gücü bakımından ezilenlerin bir başkaldırısı mı olduğu tartışmasına dair bir açılım, Aristonikos’un dağlık iç kesimlere çekilmesi ile belirginleşen “Güneşin Vatandaşları” vurgusu üzerinden yapılabilir. Sloganın belirginleştiği bölge ve hitap ettiği kitlenin kırsal nüfus olduğu düşünülebilir. (Ergin, 2013: 63) Alternatif bir gelecek ve yeni bir düzen vaat eden böylesi bir slogan ile ayaklanma, gerek teorik olarak gerekse de zaten pratikte de görüldüğü üzere köleleri, özgür statüde olan fakat ekonomik ve sosyal olarak sistemin alt tabakalarına itilenleri ve özellikle kırsaldaki yerel toplulukları kapsamıştır. (Ergin, 2013: 64) “Güneşin Vatandaşları” ifadesinin -hikâyenin özeti Sicilyalı Diodoros tarafından aktarılmıştır- MÖ 3. yüzyılda Hellenistik dönemde yaşamış olan Iambulos’un “Güneş Ülkesi” (Heliopolis) hikâyesinden doğduğu düşünülmektedir. Bu hikâyeye göre Iambulos Etiyopya sahillerinde bir adada kabilelerden oluşan bir halkla karşılaşmıştır. Adada yaşayan bireylerin üç metre boyunda olduğu ve fiziksel olarak oldukça esnek oldukları belirtilmektedir. (Ergin, 2013: 64) Kabilelerin politik örgütlenmeleri savaş, çatışma vb. kavramlardan çok uzaktır; ordular, silahlar veya tahkimatlı yerleşim alanları yoktur. Elde edilen ürünler kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere herkesin tasarrufundadır, tekelleşme ve mülkiyet kavramları söz konusu değildir. Yetişkinler ancak ihtiyaç duyulduğunda çalışmaktadır ve iş periyodik olarak bireyler arasında dönüşümlü bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla işbölümü ve uzmanlık gibi ayrışmalar da söz konusu değildir, üretim ve tüketim ortaklaşadır. Her kabilenin en yaşlı üyesi “şef” konumundadır ancak bu konum bir politik güç doğurmaz. Ancak herkes kuralla belirlenmiş bir süre yaşar ve bu sürenin sonunda intihar ederler, dolayısıyla şef yani en yaşlı üye de 150 yaşına geldikten sonra intihar eder ve yerine diğer en yaşlı üye geçer. (Ergin, 2013: 65)

Bu öykü çerçevesinde baktığımızda, “Güneşin Vatandaşları” vurgusu öyle ya da böyle bir program çerçevesinde ayaklanmanın taleplerine, seyrine, sistemine ve arka plandaki ideolojisine entegre edilmişti. Dolayısıyla Aristonikos kendisini taht sahibi bir lider haline getirmek için giriştiği bu mücadelede belki ezilenleri bir araç olarak görüyordu, belki de tahtı araçsallaştırarak geçmiş toplumların da mirası olan bu eşitlikçi, kolektif yaşam biçimine dair belleği yeni bir toplumsal düzeni şekillendirmek için canlandırmaktaydı. Iambulos’un hikâyesi ise bu geçmişin hatırlanmasını sağlayacak bir mit, yani bir araçtı. Söz konusu mitin Stoa felsefesi ile yakından bağlantılı olduğu belirtilmektedir. Nitekim hikâye örnekleştirilerek vaat edilen bu yeni sistemde bulunmayacak olan sömürü düzeni ve ilişkileri, mülkiyet veya ordu, savaş gibi kavramlar Stoa felsefesine de zıttır. (Ergin, 2013: 70) Romalı Stoacı filozof Blossius’un da Aristonikos’a katıldığını bilmekteyiz. (Ergin, 2013: 67) Blossius, Aristonikos’un yanında karşımıza çıkmadan önce de Gracchus’larla birlikte anılan bir filozoftur. Çeşitli sosyal ve ekonomik talepler ve huzursuzluklar ile geçen bu süreçte Roma’da reform veya başkaldırı gibi değişim talep eden hareketler içerisinde karşımıza çıkmaktadır. Bir ihtimal, Aristonikos’un “Güneşin Vatandaşları” vurgulu programı Blossius ile birlikte kurgulamış olabileceğidir.

Başarısızlıkla sonuçlansa da Aristonikos Ayaklanması geniş bir ezilenler kitlesini kapsaması ile bir taht mücadelesi olmanın yanında aynı zamanda bir sosyoekonomik başkaldırı ve toplumsal bir değişim talebi olarak da ele alınabilir. Iambulos’un ütopyasının hitap ettiği kitleye dair tartışmalar ve bu bağlamda bu ütopyanın alt sınıfları cezbedemeyeceği ve hatta “fazla entelektüel” kaçabileceğine dair görüşler veya Aristonikos’un bu vurguyu başarısızlık yaklaştığında son bir çare olarak kurguladığına dair tezler de vardır. (Ergin, 2013: 67) Ancak Aristonikos’un söz konusu mücadeleye yalnızca tahtı ele geçirmek için giriştiğini ve dolayısıyla toplumsal, ekonomik ve kültürel bir sistematik ve yapısal dönüşüm sağlayarak ezen-ezilen ilişkisini alt üst edecek bir “devrimci” harekete girişmemiş olduğunu varsaysak bile, söz konusu hareket tarihsel ve kavramsal olarak alt sınıfların, ezilenlerin, yoksulların süregelen sömürü düzenine ve gerek Pergamon gerekse de Roma’da cisimleşmiş otoriteye karşı giriştikleri bir harekettir. Aristonikos’un birlikte başkaldırdığı kitleleri “Güneş Ülkesi” gibi bambaşka bir toplumsal düzeni öngören ve öven bir program altında birleştirebilmesi veya kitlelerin bu programı takip etmesi, dolayısıyla bir özlemin dolaylı olarak dile getirilmesi ayaklanmanın niteliğine dair önemli bir açılım sunar.

İktidarın müdahale etmediği ve varlığını mümkün kıldığı kaynaklardan yola çıkılarak yapılan çalışmalar bağlamında, dolayısıyla resmi tarih yazımının sunduğu çerçeveyle sınırlı veriler üzerinden ele alınan Aristonikos Ayaklanması kabaca böyle bir tablo sunar. Eğer tarih daha farklı seyretseydi ve biz bir köle ayaklanmasını, ezilen sınıfların başkaldırısını ya da bir taht mücadelesini -veya bu örnekte tümünün bir birleşimini sunan bir hareketi-,  bileşenlerin tümünü ifade eden, birbirine karşı çıkan veya birbirini tamamlayan çok daha çeşitli kaynaklardan takip edebilme imkânına sahip olabilseydik, o zaman belki tüm bileşenlerin böylesi bir harekete dair taleplerini, umutlarını veya motivasyonlarını ve hatta sosyoekonomik konumlarına dair algılarını daha farklı ve daha keskin bir şekilde tarihsel bağlamına oturtabilirdik. Yine de tüm bunlara rağmen tarihsel olay ve olgular teorik, politik ve kavramsal perspektiflere oturtuldukları müddetçe bağlamlarına belki de yaklaşabileceklerdir ve dolayısıyla tarih yazımı belki de hiçbir zaman “objektif” olamayacaktır.

Dipnotlar

[1] Bu çerçevede bir görüş Foucault tarafından ortaya koyulmuştur ve Ergin tarafından Roma İmparatorluğu bağlamında isyan, başkaldırı vb. hareketleri anlamak adına tarihsel bağlama oturtulmaktadır: Buna göre Foucault, isyanları anlarken aynı zamanda doğrudan iktidarı da anlamaya başladığımızı söylemektedir. Elbette bir isyanın doğduğu sosyal, politik, kültürel ve ekonomik arka planı ortaya koymak, isyanın nedenlerini anlamaya ek olarak isyanın taleplerini de verir. Aynı zamanda isyanın nedenleri ile birlikte doğrudan veya dolaylı olarak isyanın karşı çıktığı iktidarın da politik ve ekonomik aygıtlarını ve sistemini de görürüz. (Ergin, 2013: 20)

[2] İmparatorluk döneminde ise İmparator Nerva iktidarında yoksulların ve çocukların korunmasına yönelik birtakım önlemlerin alındığını bilmekteyiz. Elbette bu durum devlet organizasyonunun emperyal, köleci ve sınıfsal ayrışmaya dayalı niteliğini değiştirmese de tekil bağlamda ele alınabilecek bir sosyal politika olmuştur.

[3] Hukukçu Caius köleleri “köleler, hayvanlar ve öteki şeyler” sözü bağlamında kategorize ederken, bir başka Romalı hukukçu Domitius Ulpianus’un da “köle yahut başka hayvan” söylemi bu ideolojiyi yansıtmaktadır. Roma hukuku ayrıca köleye yurttaşlık hakkı tanımamanın yanında evlenme, aile sahibi olma, mülk edinme ve isim sahibi olma hakkını da tanımaz (Diakov, Kovalev, 2008: 112).

[4] Ayaklanmaların sınıf bilinçli politik bir arka plandan doğup doğmadığı tartışmasını ayaklanmaları tetikleyen motivasyonlar bağlamında sorgulayabiliriz. Sömürü koşullarına karşı köle sınıfının yerel ölçekte de olsa bir araya gelerek başlattıkları isyan hareketlerini, bunlara paralel bir şekilde özellikle MÖ 200 yılından itibaren kölelerin çalıştırıldığı büyük malikanelerin artışıyla birlikte izleyebiliriz (Diakov, Kovalev, 2008: 129). Ayrıca bu tür ayaklanmaların gelişmesinin bir diğer tetikleyicisi kölelik kurumunun hızla yayılımı ve artışı da olmuştur. Özellikle Aristonikos, Sicilya ve Spartacus isyanlarının Roma’nın Akdeniz ve Anadolu’daki hızlı yayılma süreci ile paralelliği önemlidir. Bu durum köle ayaklanmalarını hızlandıran dinamikler olarak ele alınmaktadır (Ergin, 2013: 230).

[5] Ergin bu bağlamda çalışmasında çeşitli araştırmacıların konuya dair görüşlerini ortaya koyar ve tartışır: Buna göre Africa Aristonikos’u Roma’ya karşı milliyetçi bir direniş yürüten bir lider olarak ele alırken Vogt buradaki temel motivasyonun krallığın Roma’ya miras bırakılmış olması olduğunu öne sürer. Bömer ise yukarıda bahsettiğimiz gibi isyanı çok boyutlu, birden fazla yüzü olan bir hareket olarak değerlendirmiş ve bu bağlamda ezilenlerin kendilerini ezenlere, kırsaldakilerin şehirdekilere, proletaryanın burjuvaziye karşı bir mücadele verdiğini belirtmiştir. (Ergin, 2013: 66)

[6] Buna göre, geleneksel Antik Yunan polisinde yurttaş olarak sistemin yürütücüsü ve öznesi olan 18 yaş üstü erkeklerden oluşan azınlık, Pergamon Krallığı’ndaki sosyoekonomik yapının da üst sınıfıdır diyebiliriz. Ancak esas politik ve ekonomik hegemonya kralların elindeyken, tarihsel olarak Roma’nın da emperyal bağlamda krallık üzerinde hegemonya kurduğu bir sürece gelmekteyiz.

[7] Esasen Aristonikos’un gerçekten de II. Eumenes’in gayrimeşru oğlu olması muhtemeldir. Bu iddiayı destekleyen antik kaynaklardan biri, Romalı tarihçi Justinus’tur. Justinus, Kral Eumenes’in Ephesoslu bir arpçıdan Aristonikos adında evlilik dışı bir oğlu olduğundan bahsetmiştir ve Attalos’un ölümünden sonra Aristonikos’un tahta çıkmak istediğini söyler. (Malay, 1990: 228)

Kaynaklar

1) Diakov, V., S., Kovalev, İlkçağ Tarihi Cilt: 2 Roma, Yordam Kitabevi, 2008, İstanbul.

2) Ergin, G., Anadolu’da Roma Hakimiyeti: İsyanlar, Tepkiler ve Huzursuzluklar. Asia Eyaleti’nin Kuruluşundan (MÖ 129) Iustinianus Döneminin Sonuna Kadar (MS 565), Doktora Tezi, 2009, İstanbul.

3) Ergin, G. Anadolu’da Roma Hakimiyeti: Direniş ve Düzen, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2013, İstanbul.

4) Ergin, G., “İsyan ve İmparatorluk”, Tarhan Armağanı M. Taner Tarhan’a Sunulan Makaleler (eds. O. Tekin, M. H. Sayar, E. Konyar), Ege Yayınları, 2013, İstanbul.

5) Malay, H., “Batı Anadolu’da Aristonikos Ayaklanması”, Ege Üniversitesi Tarih İncelemeleri Dergisi III, 1987, İzmir.

6) Malay, H., Çağlar Boyu Kölelik, Gündoğan Yayınları, 1990, Ankara.

7) Malay, H., Hellenistik Devirde Pergamon ve Aristonikos Ayaklanması, Bergama Belediyesi Kültür Yayınları No: 10, 1992, İzmir.

Önceki İçerikAntik Yakındoğu’da halk isyanları
Sonraki İçerikHanedan savaşlarının gölgesinde Çin tarihinde köylü isyanları