Ana Sayfa 121. Sayı AYKUT KENCE’NİN ARDINDAN…

AYKUT KENCE’NİN ARDINDAN…

776

Yitirdiğimiz çok değerli ve kahraman bir biliminsanı: Aykut Kence

Benden on yaş kadar küçük olan Aykut Kence dostumla tanışmam, 1970’lerin ortalarına rastlıyor olabilir. Daha sonra, sık olmasa da, değişik bağlamlarda birlikte olduk; telefonda konuştuk… Ben burada öz olarak, onun yakından bildiğim, tanık olduğum, önde gelen yönlerine değineceğim.

Onun bir biyolog ve akademisyen, özellikle araştırıcı olarak büyük değerini gündeme getirmek yetkisini kendimde görmüyorum, çünkü önemli kesişmeleri ya da ortaklıkları olsa da akademik alanlarımız ayrıdır. Bu konu için, onun ölümü üzerine, kendisini yakından tanıyan iki değerli biyoloji öğretim üyemizin yazdıkları, çok bilgilendirici ve çok da anlamlı bir yazıya (1) başvurulabilir.

Uluslararası düzeydeki değerini bildiğimiz Prof. Kence’nin bir kahraman oluşunu, fırsat oldukça dile getirmişimdir; ölümünden sonra ODTÜ’de fakültesinin önünde yapılan törende de bu yönünü belirtmiştim. Sevgili dostum Kence’nin kahramanlığı, özellikle onun iki alanda ortaya çıkan etkinlikleri, yılmaz çabaları, çok ısrarlı tutumuyla kendini göstermiştir. Onun ilgili tutum ve davranışları, iki öğretim üyesinin burada kaynak olarak verilen aydınlatıcı yazılarında (1) ayrıntılı olarak belirtilmiştir.

Aykut Kence, kanımca düşünülebileceği gibi, en başta evrim konusu olmak üzere ülkemizde (dışardan da desteklenen) bilim karşıtlığı, daha da ilerisi düşmanlığının başlıca hedeflerinden biriydi. Böyle bir biliminsanı için bundan daha doğal ne olabilir? Ancak o, bunlara aldırmadı; tam tersine, az sayıdaki akademisyeni de yanına alarak direndi ve topluma bilimsel gerçekleri açıklamaktan vazgeçmedi; arkadaşlarını ve gençleri bu yolda sürekli destekledi.

Onun ikinci kahramanca etkinliği, Çernobil olayındaki tutumudur. Burada adlarını bile anmak istemediğim, halktan özellikle Karadeniz bölgemizdeki ışın-etkin (“radyo-aktif”) kirliliğini saklayan, o zamanın devlet başkanı, başbakanı, YÖK’ün kurucu başkanı ve Atom Enerjisi Kurumu Başkanı, toplumla alay edermiş gibi televizyonlarda çay yudumlarken, Aykut Kence, yine az sayıdaki kadın/erkek akademisyen arkadaşıyla birlikte üzerinde araştırma yaptıkları bu konuda gerçeği, araştırma sonuçlarını halkla paylaşıyordu. (Benim, yaşları 30 ile 50 arasında değişen ve küçüklüklerinde o bölgede yaşamış, kesin olarak bildiğim, en az üç kadın arkadaşımda, kanser de içinde olmak üzere şu anda troid bezi rahatsızlıkları vardır.)

Kence’nin, 1 Mayıs 1994’te Nemrut Dağı’na yaptığı geziden.

Bilimi savunmak için pek çok sayıda toplantı düzenleyen, sunumlar yapan, yazılar yazan, uzun yıllardır da sağlık sorunları bulunan Kence, son günlerine dek “ne bilimsel çalışmalarını aksattı ne de mücadelesini.” (1) Ben, geçen yılın sonlarında, onun hastanede yattığını öğrenince kendisini aradım; onu çalışma yerinde buldum. Hekimce bir tutumla kendisine dinlenme öğüdü verince, bir miktar kızgınlık içeren, “Ne yapayım istiyorsun, evde dinleneyim mi?” gibi bir yanıtla karşılaşmıştım. Kısa zaman sonra, benim kendisine tanıştırmış olduğum öğrencisi Eda’dan “kara haber” geldi…

ODTÜ Felsefe Bölümü’ndeki doktora tez çalışmam biyoloji felsefesi üzerineydi ve Sevgili Kence tezimin sunumunda jüri üyesiydi. Böyle çok değerli bir akademisyen dostumun çalışmamı değerlendirmiş olması da kuşkusuz benim için ayrıca bir anlam taşımıştır.

Kendisi gibi biyolog ve ODTÜ Biyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olan Sevgili Meral Kence’ye buradan bir kez daha, büyük kaybı için içten baş sağlığı dileklerimi sunuyorum.

(1) Cihan Demirci, Haluk Ertan: “Prof. Dr. Aykut Kence’nin yaşamı üzerine”, Cumhuriyet Bilim Teknoloji, Sa. 1404, 14 Şubat 2014, s.14-15.

Prof. Dr. Yaman Örs
Emekli Tıp Öğretim Üyesi


Bilimin, evrimin tartışıldığı her ortamda anılacak

Aykut Kence ile yollarımız yıllar önce kesişti. Çağdaş biyoloji kavramlarının ülkemizde yerleşmesi için verdiği savaş onu bir simge yapmıştı. Evrime karşı her türlü saldırıya bitmez bir azimle direnmesi ve bilimin ışığını yaymak için hiçbir engel, baskı, sindirme girişimine boyun eğmemesi onu farklı kılan özellikleriydi. Kendisi ile ortak Amerikan Bilimler Akademisi’nin “Bilim ve Yaratılışçılık” başlıklı kitabının çeviri editörlüğünü yaptık. Bu kitabın özellikle gençler tarafından bu denli yaygın bir biçimde okunması hepimiz için güzel bir sürpriz ve teşvik olmuştu. Daha sonraları birlikte gerici unsurların açtığı yıldırma amaçlı davalarla uğraştık. Birçok bilimsel toplantıda birlikte olduk.

Aykut Hoca bilimin, evrimin, çağdaş düşüncenin tartışıldığı her ortamda anılacak.

Hatırası önünde saygıyla eğilirken kendisinin her zaman övgüyle söz ettiği hocası evrim biyoloğu Douglas Futuyma’nın bir sözünden alıntı yapmak istiyorum:

“Evrim de tarihin hemen tümü gibi büyük oranda rastlantılara dayanmaktadır ve sonuçta ortaya çıkanların çok az bir bölümü başlangıçtan belirlenmektedir.”

Prof. Dr. Şevket Ruacan
Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi


Söyledikleri ve yazdıkları, hepsi birer ders…

Hacettepe’de Biyoloji Bölümü öğrencisi olduğum yıllarda, genetik ve evrim alanında saygı duyulan bir hoca olarak duymuştum Aykut Hoca’nın adını. 1983 yılında, Türkiye evrimi belli bir politikanın parçası olarak tartışmaya başladığından itibaren, Aykut Hoca’nın evrim kuramını bilimsel rasyonalizm temelinde anlatan yazılarını sık sık okuduk.
İTÜ’de ilk yüksek lisans öğrencimi seçerken Aykut Hoca’nın öğrencisi olması benim için çok önemli bir kriterdi. Bilim ve Gelecek dergisinde evrim ile ilgili bir yazımın Aykut Hoca ile aynı sayıda yayımlanması şerefi ve mutluluğunu da tattım.

Kence’nin gençliğinden bir kare. (9 Mayıs 1967, Bolu)

Kendisini uzun yıllar görmedim. En son Üniversite Konseyleri Derneği’nin IV. Evrim Bilim ve Eğitim Sempozyumu’nda kendisiyle karşılaşıp sohbet etme şansım oldu. Aykut Hoca, sempozyumdaki sunumunda, Darwin’den bağımsız olarak, topladığı verilerle evrim kuramına ulaşan ikinci büyük araştırmacı Wallace’ı, ölümünün 100. yıldönümünde anıyordu. Aykut Hoca, evrim kuramının gelişiminde büyük önem taşıyan Wallace’ın geri planda kalmasına razı olmamış, onu hatırlatmayı görev bilmişti.

Söyledikleri ve yazdıkları, hepsi birer ders olan Prof. Dr. Aykut Kence’yi saygıyla anıyorum.

Prof. Dr. Benan Dinçtürk
Sakarya Üniversitesi Biyoloji Bölümü Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı Başkanı


Dost bir bilimadamının kaybı ve düşündürdükleri

Akademik yaşantı gereği üniversitelerdeki yakın dallar arasında daha sıkı bir iletişim olagelir. Bu nedenle biyoloji, tıp ve genetik ile ilgili yaşambilim alanlarında iletişim de daha fazladır. Elbette Ankara’dakiler arasında çalışma ve düşünce bazında uygunluk olanlar bilimsel ve formal görevler nedeniyle daha fazla yakınlaşırlar.

Bir tıp genetikçisi olarak benim alanım ve bilgilerim, insanı evrenin biriciği sayan, diğer canlıları ayıran, özellikle evrim konusunun evrenselliğini görmek istemeyen, dogmatik düşüncelere sımsıkı bağlı görüşlere ters düşmektedir.

Antalya’da ailesi ile birlikte.

Ülkemizde Cumhuriyet öncesinde başlayarak evrim konusunda çeviriler yapan, bu konuda yazan ve düşünen insanlarımızın varlığına karşın, 80’li yıllarda eğitim sistemimiz üzerinde değişiklik yapma hevesleri kendini gösterdi. Bu arada ülkemiz dışında da bağnaz görüşlerin özellikle fanatik Hıristiyan grupların evrim karşıtlığının yankıları bizde de etkisini gösterdi. Böylece, ilerici adımlar, düşünce gelişimi ve bilimsel anlayış hedef alındı. İşte bu durum, akademik zorunlu görevlendirilmeler, yasaklar, kadroların açılmaması gibi zorlamalar ile birleşince bu konudaki mantık dışılığa karşı çıkmak hem zorlaşmış, hem de karşı çıkanları daha da yakınlaştırmıştır.

Evrim karşıtlığı kendini, orta öğretimde evrim konusunu daraltma ve dini görüşlere de yer vererek kuşku altında bırakmayı amaçlamıştır. Yüksek öğretimde ise öğrenciler arasında yayılan kuşkuyu artırıcı yayınlar nedeniyle ders sunumları karşı görüşten öğrencilerin tehdide kadar varan davranışlar sergilemelerine neden olmuştur. Bu tehditler mektup, elektronik posta, gazete ve televizyon programlarında da yer bularak ciddileşmeye başladığında, bilimciler arasında ortak metinlere imza vermeyen, verdikten sonra geri çeken, bu mücadeleyi popülist bulan kişiler de çıkmış ve uzaktan izlemeyi yeğlemişlerdir.

Bu sisli günlerde kendi güvenliğimiz için başvurduğumuz resmi kurumlardan da “sizi korumak için ne yapabiliriz, size maddi zarar vermeye karar verilirse ne yapar eder, bunu başarırlar” denmiş ve kendimizi kollamamız tavsiye edilmişti. Bu başvurudan sonra ne yapacağımızı düşünüp bir kış akşamı hüzünle eve döndük. Ancak Aykut Kence bu yasal mücadelemizi başlatmak için devlet, hükümet ve askeri üst düzey yöneticilere yazılar yazmamızın iyi olacağını düşündü. Bu girişimin ardından bizi arayan kimliğini bilmediğimiz bir kişi bize mahkeme yolunu önerdi. Bu öneriyi benimseyerek, üniversitemizden saygıdeğer bir hukuk profesörünü arayarak randevu aldık. Konuyu dinleyen ve avukatımız olmayı kabul eden hoca bize gerekli bilgiyi ve ne yapılması gerektiğini anlattı. Geriye baktığımda bu girişimin bence en can alıcı noktası avukatımızın bizden para istememesi, ancak mahkemeye başvurmak için masraf parası talep etmesiydi. Orada bulunan altı kişiden, Serhat Özyar arkadaşımız hariç hepimiz profesördük. Hiçbirimizin cebinden istenen tutarı karşılayacak para çıkmadı. Ancak ertesi gün parayı denkleştirip iletebildik. Sonra davayı kazandık ve elimize geçen para ile bazılarımız bilgisayarlarımızı yeniledi. Bu dönem içinde ise evrimi inkâr edenler, ülkenin değişik yerlerinde yabancı anti-evrimci bilim adamlarını (?) ağırlıyor, toplantılar düzenliyor ya da çok güzel kâğıtlara basılmış şık ciltler içinde bol resimli kitapları özel kuryelerle binlerce dağıtıyordu.

Kence, ODTÜ’deki bölüm başkanlığı döneminde iki sekreteri ile birlikte.

Aykut bir gün telefon ederek Science dergisinden kendisini aradıklarını ve röportaj için geleceklerini söyledi. Koenig’i ağırlamaya çalıştık. O da bizleri daha iyi tanıdığını söyleyerek şartlarımızı görmekten mutlu oldu. Benzer ekonomik problemler kıymetli evrimci profesörlerin ülkemize davet edilmesiyle yapılan toplantılarda da söz konusu olurdu. Bütün olanaksızlıklara karşın, Aykut Kence, eşi Meral ile birlikte mücadeleden, daha çok insana evrim ile ilgili bilgi vermekten, keçilerden arılara kadar türlü canlılarla çalışmaktan, gençlere örnek olacak davranışlarını tüm doğallığıyla sergileyerek sonuna kadar çalışmaktan vazgeçmedi.

Tanışıklığımız nedeniyle onur duyduğumuz insanların kaybı, büyük boşluklara neden olur, acı duyarız. Hele şimdi bu yazıda olduğu gibi onlardan geçmiş zaman diliminde söz etmek içimizi daha da acıtır.

Geçtiğimiz yıl, sağlık sistemindeki değişiklikler nedeniyle kendi doktoru ile görüşmesinde sorun yaşayan Aykut, benden yardım istemişti. Ankara Tıp Fakültesinden Muharrem Hoca’ya “durum acil, takılı olan kalp pili arıza yapınca, gürültülü sarsıntılar geçiriyormuş” deyince “hemen gelsin bakayım” dedi. Ben geri dönüp sevinerek randevu aldığımı söylediğimde “iyi ama ben yarın İstanbul’a gidiyorum Ancak iki gün sonra doktora gidebilirim” demişti. Önce doktora gitmesi için ısrar edince “konuşmam var onu erteleyemem” diyerek randevuyu erteletmişti. Kendisine iyi bakmasını, sağlığın önemli olduğunu ifade ettiğimde ise “ne yapayım öleceğim diye oturup bekleyemem ya” demişti. Nitekim kaybından çok kısa bir süre önce İstanbul’da bir toplantıya katıldığını duydum.

Aykut Kence, sabırlı, kendini bilime adamış, paylaşımcı, öğretici, aydınlatmacı, aldatmacılara karşı tavizsiz ve çalışma azmi çok yüksek bir insan olarak aramızdan ayrıldı. Onun gibi insanların genç bilimcilere rol-model olarak yapacağı katkıların emekliliğinde de sürmesi beklenirdi.

Ardından sevgi, hasret ve anılar bırakan bu güzel insanı tanımak benim için her zaman büyük bir onur ve mutluluk olacak…

Prof. Dr. Işık Bökesoy


Örnek, yurtsever bir biliminsanıydı

ODTÜ Biyoloji Bölümü’nde 40’a yakın sene emek vermiş olan Prof. Dr. Aykut Kence halkı için çalışan bir biliminsanıydı.

ABD’de doktora yaptıktan sonra 1974’te Türkiye’ye dönen Kence, Türkiye’de evrimsel biyoloji ve popülasyon genetiği çalışmalarının öncülüğünü yapmış, Türkiyeli onlarca evrimsel biyologun bilimsel danışmanı olmuştu.

Aykut Hoca’nın çalışmaları laboratuvarda ve arazide temel bilim araştırmalarıyla sınırlı kalmamıştı. Türkiye’de ana araştırma konusu olarak bal arısını seçen Kence, bir yandan öğrencileriyle beraber Türkiye’deki yerli bal arısı ırklarının genetik ve morfometrik çeşitliliğini belirliyor, ıslah çalışmaları yürütüyor, bir yandan da yerli ırkların ithal bal arıları karşısında korunmasını sağlamak için uğraş veriyordu. Bu kapsamda Türkiye’nin dört bir yanını gezen Aykut Hoca, bazı tüccarların tepkisine rağmen arıcılara dönük çok sayıda eğitici çalışma gerçekleştirmişti.

Kence, aydın tavrını 1986’daki Çernobil kazası sonrasında da koymuştu. Dönemin ANAP hükümetinin ‘sorun yok’ iddialarına karşı Aykut Hoca, Türkiye’de ciddi bir radyasyon tehlikesinin varlığına ODTÜ’lü bir grup bilim insanıyla beraber işaret etmişti.

Aykut Hoca’nın en yaygın tanınan faaliyeti ise eğitim konusundaydı. Her düzeyde bilimsel ve nitelikli bir eğitimin önemini yaşamı boyunca vurgulayan Kence, 1980 darbesi sonrası ANAP iktidarında ortaöğretim biyoloji müfredatına ‘yaratılış’ın eklenmesine karşı Türkiye’de ilk sesini yükselten biliminsanı olmuştu.

Aykut Hoca bilimsel bir eğitimin önemini vurguladığı faaliyetlerini farklı düzeylerde ömrünün sonuna kadar sürdürdü. Bu çabaları sonucunda Adnan Oktar grubu gibi yaratılışçı kesimlerin başlıca hedefi haline gelmiş ve zaman zaman tehditler almıştı. Buna rağmen ÜKD’nin Evrim, Bilim ve Eğitim Sempozyumları da dahil olmak üzere çok sayıda etkinliğin organizasyonunda yer almıştı.

Uzun yıllar muzdarip olduğu sağlık sorunlarına rağmen laboratuvarda, arazide, öğrencileriyle, meslektaşlarıyla, arıcılarla, bilime susamış vatandaşlarla beraber olmuştu.

Aykut Kence ömrünü yalnızca bilime değil, her düzeyde bilimsel bir eğitime, halkın sağlıklı ve insanca yaşadığı bir Türkiye ve dünya için mücadeleye adamıştı.

Örnek, halkına karşı sorumlu bir biliminsanıydı. Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

Üniversite Konseyleri Derneği

Önceki İçerik10. yıl geceleri
Sonraki İçerikAykut Kence Okulu