Üç ayda bir yayımlanan Cogito dergisi, her sayısında bir kavramı veya özel bir konuyu, içinde birçok karşıt görüş ve farklı yorumun bulunabileceği yazıları da barındıran kapsamlı bir dosya çerçevesinde ele alarak, Türkiye’nin düşünce atmosferine değerli katkılarda bulunuyor. Yine her sayıda, “Rüzgâr Gülü”, “Yeni Perspektifler”, “Söyleşi”, “Odak” ve “Kitap” gibi başlıklar altında farklı disiplinlerin öğrenme ve anlama isteğiyle dolu ilgililerine, dosya konusunun yanında ufuk açıcı yazıları okuma imkânını da sunuyor.
Cogito, son sayısının dosya incelemesini, sinir sisteminin araştırıldığı bilim dalı ‘nörobilim’ (sinirbilim) ile felsefenin etkileşiminden doğan nörofelsefeye ayırmış. Nörobilim, insanın varoluşunun en derin yönlerinden olan beyin ve zihin olgularını inceleyen bilim dalıdır. Son yıllarda çok büyük ilerlemeler kat eden bu bilim dalı, yerleşik bilinç, sorumluluk, refah ve ahlak anlayışımıza meydan okuyor. Nörofelsefe ise, nörobilimsel kavramların geleneksel felsefi sorulara uygulandığı bir bilim felsefesi akımıdır. Bilinç, kişisel farklılıklar/benlik, öznellik, karar verme (özgür irade), deneyim, algılama, dış dünyayı yorumlama, düşünce süreçleri, zihnin işlevleri, yapay zekâya dair sorular nörofelsefenin ilgilendiği sorular arasında yer alıyor.
Nörofelsefenin kuramsal yapısını tanıtabilmek için 25-26 Mayıs 2013 tarihlerinde Koç Üniversitesi Felsefe Bölümü tarafından düzenlenen “Nöroloji, Biyoloji Felsefesi ve Yapay Zeka” başlıklı konferansta sunulan bazı tebliğlerden yararlanılmış. Bu denemeler, bilinç, benlik, ahlak, özgür irade, estetik deneyim, zaman algısı, yapay zekâ gibi meseleleri inceliyor. Ayrıca, “Odak” bölümünde “İşgal Hareketlerinin Anarşist Kökenleri” başlığı altında geçtiğimiz Haziran ayındaki Gezi Parkı İsyanı ile 2011’den bu yana süregelen Occupy Hareketi’nin toplumsal dönüşüm açısından sunduğu imkânları araştıran yazılara yer verilmiş. Bunların yanında, “Söyleşi” bölümünde de, geçtiğimiz aylarda ülkemizi ziyaret eden siyaset felsefecisi Susan Buck-Morss ile gerçekleştirilen “Neoliberalizm, Ekoloji ve Küresel Ayaklanmalar Üzerine” başlıklı önemli bir söyleşi bulunuyor.
Dosya konusu içerisindeki denemeler arasından nöroestetik ve nöroetikle ilgili denemeler ilgimizi en çok çekenler oldu. Patrick Roney’in “Beynin Sanatı. Nöroestetiğin Ortaya Çıkışı” başlıklı denemesi bize nöroestetiğin ortaya çıkışına, tanımına ve sorunlarını da içeren günümüzdeki konumuna dair genel bir inceleme sunuyor. Bilim insanları, son yıllarda, sanattan zevk almamızın ve sanat eserlerini takdir etmemizin evrimsel bir adaptasyon, başka deyişle hayatta kalmamıza yardımcı olan içgüdüsel bir özellik, olduğunu kuramını geliştirmişlerdir. Roney’nin incelemesine göre de, nöroestetiği en uygun şekilde “bilişsel ve duygulanımsal sürecin nöral ve evrimsel temeline dair inceleme” olarak tanımlamak mümkün (83). Bu alandaki tartışmaların daha iyi anlaşılabilmesi için Nobel ödüllü nöropsikiyatrist Eric Kandel’in The Age of Insight adlı eserine gönderme yaparak Roney, yaratıcı bir beyin üzerine geliştirilen bir teori ile sanat teorisinin ne şekillerde bir araya gelebileceğinin olanaklılığını da tartışıyor. Bu konulara kafa yoranların bu denemeye bakmasında fayda olabilir.[1]
Dosyanın bir diğer ilgi çekici denemesi, nörobilimle ilişkili başlıca sorgulama alanlarından biri olan etik üzerine. Son on yılda, beyin görüntüleme ve manipülasyonundaki ilerlemeler, özellikle bu teknolojilerin kullanımının ahlaki sınırlarını ilgilendiren etik itirazlara yol açıp, nöroetik disiplininin doğmasını sağlamıştır. Temel zihin ve beyin bilimleri ile psikiyatrik ve nörolojik bozuklukların tedavisindeki baş döndürücü ilerlemeler, yeni bir soruyu ortaya atmıştır: bu teknolojinin kullanımının ahlaki sınırları nelerdir? Bu sorudan yola çıkarak, nöroetik, nörobilim alanındaki gelişmelerin sosyal, legal, etik ve siyasal çıkarımlarını inceler. Bunun yanında, nöroetiğin bir ikinci işlev olarak, Zeynep Direk ve Ceyda Saralı’nın “Nöroetik ve Levinas’ın Başkalık Etiği” başlıklı denemelerinde belirttiği şekilde etik kavramlarla etik davranışların nörolojik temellerini de sorgular (94).
Direk ve Saralı bu denemede, nöroetiğin ahlaki davranışı kavrayış biçiminin etiğin anlamını karşılamaya yeterli olup olmadığını tartışmaya açıyor. “Nöroetik, ahlaki davranış biçimini yalın bir diğerkâmlık biçimi olarak kavrar” ve “[d]iğerkâmlıktan anlaşılan şey benim bir başkasının duygusal halini ve bakış açısını anlayabilmem ve bu anlamanın ışığında, kendimi korumaktan taviz vermeden ona yardımda bulunmamdır” (96). Yazarlara göreyse, bu kavrayış biçimi etiğin anlamını kavramaya yeterli değildir; oysa, Litvanya kökenli Fransız filozof ve fenomenolog Emmanuel Levinas’ın “Başkası ile olan etik ilişki kişinin kendi yararından vazgeçmekle kefaret ödediği, Başkası’nın yerine acı çektiği bir aşkınlık ilişkisi”ne denk düşen radikal diğerkâmlık kavramı etiğin anlamını karşılamada daha çok yardımcı olabilir (96).
Felsefe tarihi boyunca, etiğin anlamına dair farklı düşünürler farklı yorumlar getirmiştir. Direk ve Saralı’nın nöroetikle karşılaştırmak için Levinas’ın etiğini seçmelerinin nedenleri, kendilerinin de belirttiği üzere, nörobilimin fenomenolojik yaklaşımla diyaloga girmeye başlaması, fenomenolojik geleneğin beyin ve zihin hakkındaki düalist söylemi reddetmesi ile nörobilimsel söylemin benzer olması ve Levinas’ın etiği “bedensel, duyarlığa dayalı ve Başkası ile ilişkili olduğu ölçüde yönelimsel olmayan bir zihinsel deneyim” olarak görmesidir (96). Bir diğer nedenin de, Levinas’ın etiğinin “diğerkâmlık” kavramını içermesi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bunun yanında Levinas’ın etiğinin Aristotelesçi ‘erdem etiği’, Kantçı ‘ödev etiği’ veya faydacı etik gibi diğer etik sistemlerden daha doğru ya da gerçeğe uygun olduğunun da bir önkabulü sözkonusu olabilir. Diğer etik sistemlerin de incelendiği denemeleri de bu dosya içerisinde okumak, hem “Hangi etik gerçeğe daha uygun?” sorusunu düşünmek hem de nöroetik hakkında daha bütünlüklü bir fikir edinmemiz için iyi olabilirdi. Nöroetiğin ahlaki davranışın doğasına nasıl yaklaştığını, diğerkâmlık ve Levinas’ın ilk felsefe olarak gördüğü etiğe yönelik düşünceleri üzerine düşünmek isteyenler bu ilgi çekici denemeye göz atabilirler.
– Cogito, Nörobilim ve Felsefe, Sayı: 75, Kış 2013, Yapı Kredi Yayınları
Dipnot
[1] Nöroestetiğin bu alandaki içgörülerinden faydalanarak, her ne kadar bunlar tartışmalı iddialar olsa da, felsefeciler ve sanat kuramcıları da sanatın neden bütün kültürlerde bulunduğuna dair kuramlar geliştirmişlerdir. Bu kuramları ve daha fazlası merak edenler için Kandel’in eseri ayrıca yol gösterici olabilir.