Ana Sayfa 122. Sayı Şiddet Tehdidi Altında: 20. Yüzyıl Felsefe Tarihi

Şiddet Tehdidi Altında: 20. Yüzyıl Felsefe Tarihi

452

“Fikirlerin tarihi hiçbir zaman ‘saf’ değildir. Her fikir kendisiyle birlikte, bilimsel, siyasal veya dini kaynaklı tartışmaları harekete geçirir.”

Christian Delacampagne

Bütünlüklü görebilmek kolay olmasa gerek. Öncelikle bunun öğrenilebilen bir şey olduğunu kabul etmek, ardından bu araştırma sürecinde gerekli öğeleri bir bir seçmek, elemek, toplamak zorunluluğu doğuyor. Zaman içinde elde edilenlerin kimileri önemli bulunup seçilirken, kimileriyse değersiz görülüp dışlanıyor. Bu bakış ortaya konulan eserin niteliği üzerinde belirleyici bir rol oynuyor şüphesiz. Yazarlarda aradığım ve önemsediğim bu bütünlüklü bakışla Christian Delacampagne’ın 20. Yüzyıl Felsefe Tarihi kitabında karşılaştım.

Felsefi tartışmaları siyasal iklimden bağımsız görenler olduğu gibi, ikisinin iç içe geçmiş ve birbirinden ayrılamaz olduğunu düşünenler de vardır. Delacampagne ikinci gruba dahil olanlardan. Kavram tartışmalarının yapıldıkları dönemden ayırt edilemeyeceğini düşünüyor. 20. yüzyıl felsefe tarihinde önemli yere sahip olan derin tartışmaları, kavram krizlerini, filozofların yürüttüğü metinlerarası savaşları, birbirlerine yönelttikleri itirazları, bunlara karşılık verdikleri cevapları, düşünce sistemlerini, uyguladıkları metotları, kendi düşüncelerine zaman içinde geliştirdikleri itirazları, kendi dünyalarını, toplumları büyük ölçüde etkileyen dönemin siyasal olaylarıyla birlikte ele alıyor. Delacampagne’ın bunu yapmaktaki amacı ise filozofları doğru okumak! Belki de doğru anlamaya yaklaşmanın ilk şartı.

20. yüzyıl iki dünya savaşının, devrimin, devletler tarafından sistemli uygulanan şiddetin, direnişlerin yüzyılı oldu. Kant’la akılcılığın zaferi ilan edilmişti. Bilim, teknoloji ve kültürün doruğunda, 1910’larda Altın Çağını yaşayan Avrupa’da ortaya çıkan savaşlar akılcılığın ciddi anlamda sorgulanmasına yol açtı. Felsefenin bilimlere temel oluşturması ideali, bilim ve teknolojinin ölçüsüz kullanımı karşısında filozofları önce felsefenin ölümünü ilan etmeye, sonraları “aslında bir temel de yok” deme noktasına getirdi. Kant, Marx, Frege, Husserl, Wittgenstein, Heidegger, Adorno, Sartre, Lévi-Strauss, Foucault, Derrida kitapta üzerinde durulan önemli isimlerden. Barthes, Althusser, Deleuze, Foucault… Delacampagne bu dönem filozoflarının trajik ölümlerinin tesadüf olup olmadığını soruyor.

Delacampagne’ın “şu kavram iyice açıklığa kavuşsun, okuyanlar anlasın,” gibi öğretici bir tavrı yok. Kavramlara ya da dönemin olaylarına kısaca değiniyor. Zaten bir felsefe tarihi kitabından beklenen de bu olmalı sanırım; ne bir kavramdan uzun uzadıya bahsetmeye ne de olayları ayrıntılı anlatmaya ihtiyaç var. Ancak gerekli gördüğü durumlarda karşılık olarak kendi cevabını veriyor ve sorguluyor. Delacampagne’ın mahareti bu öğeleri dinamik bir biçimde birbirine bağlamış olmasında. İnsanlık suçlarına karşı eleştirel ve uyanık bakışı, olaylar karşısında kuvvetli gözlem gücünü ortaya koyan kesinlik ve netliği gazeteciliğinden geliyor olabilir. Delacampagne, felsefe alanında eğitim aldıktan sonra yaklaşık 30 yıl boyunca Le Monde‘a düzenli olarak yazılar yazmış. Lise ve üniversitelerde felsefe ve edebiyat dersleri vermiş. Delacampagne’ın olaylara net bakışıyla ilgili olarak aklımda özellikle iz bırakan bir örnek, Batılı pek çok kimsenin Nazizmi siyasal bir tavır olarak görmek yerine patolojik bir sorun olarak Hitler’in şahsına yükleyip intiharından sonra takındıkları tutum. Delacampagne, “1945 Mayıs’ından sonra artık hiç kimse Nazizmin Hitler’le birlikte yok olmadığına inanmak istememektedir…” diyor. (s. 212)

Delacampagne’ın filozofların yaşam öykülerine, yani kişisel tarihlerine verdiği önem göze çarpıyor. Kitapta hoşuma giden anekdotlardan biri: Wittgenstein Tractatus‘unu yazmayı yeni bitirmiştir. Ancak yazdıklarını değerlendirecek birini bulamamaktadır. Kitabına önsöz yazması için önce Frege’ye danışır; Frege bir şey anlamadığını söyler. Sonra hocası Russell’a sorar. Russell da pek gönüllü olmamakla birlikte önsöz yazmayı kabul eder. Maalesef bu önsöz Wittgenstein’ı tatmin etmez. Wittgenstein’ı bir Russell anlamış, o da yanlış anlamıştır… “Wittgenstein’a göre bu yazı Russell’ın da kendisini Frege’den daha iyi anlamadığının göstergesidir.” diyor Delacampagne. (s. 52) Dilbilimle uğraşarak yanlış anlamalardan kaynaklı sorunların üzerine gittiği halde, Wittgenstein’ın yalnızlığından kurtulamamış olması ironiktir.

Delacampagne kitabının yayınlanmasından 4 yıl sonra yeni baskısı için bir sonsöz yazar. Burada genel bir bakış sunma kaygısıyla kitapta çok sayıda eksik olduğunu itiraf eder, gerekçelerini sıralar, önemli bulduğu isimleri verir. İspanyol felsefesine sevdiği halde yer vermemiştir, din felsefesine de din ilgisini çekmediği için. Sanayi toplumlarında çıkan Feminizm ve Çokkültürcülük gibi akımları felsefi değil siyasal ve sosyolojik bulmaktadır. Bir de bile isteye dışladığı filozoflar vardır. Deleuze’e olan saygısını belirttikten sonra, “Deleuze’ün en iyi eserleri Proust üzerine, resim hakkında (Bacon), sinema ile ilgili yazıları değil midir?” diye sorar. (s.334) Delacampagne, bu durumu eksiklik olarak görmesine rağmen, kitabı bahsetmiş olmak için bahsetmek zorunda kalacağı isimlerden kurtarmış, tam bir söz tasarrufu sağlamış bana kalırsa. Ayrıca yazarın öne çıkarmak istediği isimleri, yazarın anlayışına dair bilgi vermesi bakımından önemli buldum. Sözünü ettiği isimler kadar dışarıda bıraktığı isimler de bize bir fikir veriyor.

Nihayetinde, Christian Delacampagne 20. Yüzyıl Felsefe Tarihi kitabında felsefi tartışmaları ve dönemin önemli olaylarını birlikte ele alarak bütünlüklü bir bakış sunuyor. Filozofların biyografilerine de önemli bir yer ayırıyor. Eldeki malzemenin çokluğu ve tutarlılık nedeniyle yapmak zorunda kaldığı sınırlama, kendisinin eksiklik olarak tabir etmesine rağmen, rafine bir çalışmayı ortaya çıkarmış. Delacampagne teknik ve soğuk bir analiz yapmak yerine insanı ve yaşamı her zaman göz önünde bulundurmayı seçiyor. İnsanlık suçları konusundaki tavrını oldukça açık ve net bir biçimde dile getiriyor, zihnimizi harekete geçirecek sorular yöneltiyor.

– Christian Delacampagne, 20. Yüzyıl Felsefe Tarihi, Çev. Devrim Çetinkasap, İş Bankası Kültür Yayınları, 4. basım, 2014, 367 s.

Önceki İçerikViyana Kahvelerinde Bilim Tarihi: Gödel ve Cafe Central
Sonraki İçerik“Bu Makine Faşistleri Öldürür”