Ana Sayfa 125. Sayı Duyabilmenin dayanılmaz hafifliği

Duyabilmenin dayanılmaz hafifliği

472

Son günlerde seslere karşı ciddi bir hassasiyet içerisindeyim. Trafik ve inşaat gürültülerine dayanamıyorum. Sesleri ayrıştırmamı sağlayan kulak içi tüy hücrelerime ve dolayısı ile işitme yetime zarar verdiğini bildiğim halde etrafımdaki gürültü kirliliğini bastırmak için kulaklıkla müzik dinleyip, müziğin sesini de sonuna kadar açıyorum. Oysa bu çok kötü bir fikir. Çünkü tüy hücrelerime zarar gelirse, önce yüksek frekanstaki sesleri, zamanla da düşük frekanstaki sesleri ayırt etme yetimi ve hatta işitme yetimi tamamen kaybedebilirim. Kaybedersem de tedavi alternatiflerim çok kısıtlı.

Gürültü hassasiyetime paralel olarak müzik üzerine sinirbilim kitaplarına merak sardım. Bunlar arasında sinirbilimci Oliver Sacks’in Musicophilia (Müzik Sevgisi) kitabı sade anlatımı ve bilimsel bakış açısıyla en beğendiğim kitap oldu. Charles Darwin gözlerimizi “evrimin mucizesi” olarak tanımlasa da, Sacks kulaklarımızın da gözlerimiz kadar karmaşık ve güzel olduğunun altını çiziyor.

Kitapta Jacob isimli 60’lı yaşlarda bir bestekârdan bahsediliyor. Jacob duyma yetisini kaybetmeye başlamıştır. 2000 hertz’den daha yüksek frekanstaki sesleri duyamamakta ya da saptırılmış bir şekilde algılamaktadır. Lakin bestelerini artık kulakları ile duyamasa da, beynindeki müziksel tasvirler tamdır. Bu sayede hâlâ beste yapmaya devam eden Jacob, çok karmaşık bir beste için yoğun bir tempo içerisinde çalışmaya başlayınca, duyma yetisi düzelmeye başlar!

Finli entomolog Olavi Sotavalta, bir böceğin uçarken çıkardığı sesin notasını anlayabiliyor. Sotavalta, Plusia gamma isimli güvenin, fa notasından yarım ses daha tiz olan fa diyez civarında kanat çırptığını söylüyor.

Bazı günler daha iyi, bazı günler yine kötü duymaktadır; ama genellikle duyma yeteneği artmıştır. Bu iyileşme özellikle armonik ve dokusal olarak geniş bir yelpaze kaplayan eserleri bestelerken ve üretirken artmaktadır. Belli ki beste yapma dönemi, beynindeki belirli mekanizmaları harekete geçirmiştir. Belki de Jacob’un müzisyen beyni yaşlanmakta olan kulaklarındaki mekanik sorunları aşmak için yoğun müziksel aktivite ile yeniden şekillenmektedir!

İşitme kaybı pek çok müzisyende görülse de, üzerinde konuşulmayan bir konu. Ne de olsa işitme kayıpları duyulursa profesyonel hayatları etkilenecektir. İşitme kaybı olan müzisyen deyince tabii akla hemen Alman bestekâr ve piyanist Beethoven ve klasik senfonik müzik tarihinde bir çığır açan bestesi Eroica geliyor.

Beethoven’in 26-27 yaşlarında başlayan kulak çınlamalarıyla ilgili şikayetleri artınca gittiği doktorlar, işitme sistemini yormayacak bir dinlenme kürü tavsiye etmişler. Bu sebeple Beethoven 1802’de Viyana sırtlarındaki Heilingenstadt isimli küçük bir kasabaya yerleşmiş. Orada iç parçalayıcı bir vasiyetname hazırlamış; işitme yetisinin giderek azaldığının ve zamanla yok olacağının farkında; bu sebeple intiharın eşiğinde. Fakat intihar etmez, Viyana’ya geri döner ve kendi stilinden tamamen farklı, yepyeni bir yolda ilerleyerek klasik senfonik müzik tarihinde bir dönüm noktası teşkil eden Eroica’yı besteler. Eroica diğer klasik senfonilerden daha uzundur ve daha geniş bir duygusal yelpazeyi kapsamaktadır; müzikteki romantik dönemin başlangıcının simgesi olur. İşitme duyusunun giderek kaybolduğu dönemde, Bethooven birçok orijinal besteye de imzasını atar.

Sacks’in kitabından sonra, Bethooven’ın geniş bir duygusal ve tonal yelpazeyi kapsayan Eroica’yı besteleme süreci, işitme kaybını yavaşlatmak için yaptığı bir özterapi miydi diye düşünmeden edemiyor insan.

Sifonun sesinin notasını çıkarabilir misiniz?

Mutlak (absolut) kulağa (perfect pitch) sahip olanlar, kusursuz duyum ve ses algılama, karşılaştırma yetenekleri ile duydukları sesin hangi notaya karşılık geldiğini bilebiliyor. Doğadaki kuş seslerini ve hatta tuvalet sifonu çekildiğinde çıkan sesleri bile tam notasında algılayabiliyorlar. Kendinizi test etmek isterseniz, çekilen sifonun sesi çoğu yerde mi notasının yarım ses altındaki mi bemoldur; fark ettiniz mi?

Oliver Sacks’in yazdığına göre Finli uçan böcek sesleri uzmanı, entomolog Olavi Sotavalta’nın kariyerinde, mutlak kulağa sahip olmasının büyük rolü vardır. Çünkü bir böceğin uçarken çıkardığı ses ile kanat çırpış frekansı doğrudan orantılıdır. Sotavalta’nın kulağı o kadar keskindir ki, yaptığı araştırmalar için müzik notalandırma sistemlerini yetersiz bulur: Mesela Plussia gamma isimli güve, fa notasından yarım ses daha tiz olan fa diyez civarında kanat çırpmaktadır, ama Sotavalta bunun tam olarak saniyede 46 kanat çırpış frekansına denk geldiğini kusursuz kulağı sayesinde tam olarak tahmin edebilmiştir. Bravo ona!

Yalnız mutlak kulak her zaman iyi bir şey değil; çoğu zaman gidilen bir konserde normal bir insanın farkına bile varmayacağı küçük hatalar, absolut kulağa sahip bir insanı çok rahatsız edebiliyor.

 

Yapılan bir çalışmanın sonucuna göre, Çinli öğrencilerin mutlak kulakları, ABD’li öğrencilerin mutlak kulaklarını dövüyor!..

Çinli çocukların “kulağı” ABD’lininkileri döver!

 

Bir teoriye göre bütün bebekler mutlak kulak ile doğuyor; şöyle ki aynı şarkı farklı notalarda söylendiğinde bebekler bunu iki farklı şarkı gibi algılıyor. Ama zamanla bu yeteneklerini kaybediyorlar. Diana Deutsch ve çalışma arkadaşlarının 2006 yılında yaptığı bir çalışmaya gore, Vietnamca ya da Çin dillerinden Mandarin konuşanların mutlak kulağa sahip olma yüzdesi, Batı dillerini konuşanlardan çok daha fazla. Müzik eğitimi de mutlak kulağın korunmasında büyük rol oynuyor.

Deutsch ve arkadaşlarının New York’taki Eastman Müzik Okulu ve Pekin Merkezi Müzik Konservatuvarı’nda yaptığı bir çalışmaya göre, müzik eğitimine 4-5 yaşlarında başlayan Çinli öğrencilerin yüzde 60’ında mutlak kulak olduğu halde, bu oran Amerikalı öğrencilerde yüzde 14 civarı. Müzik eğitimine 6-7 yaşlarında başlayan Çinli çocukların ise yüzde 55’i mutlak kulak sahibi iken, bu oran ABD’li öğrencilerde yüzde 6’ya düşüyor. Eğer Çinli öğrenci müzik eğitimine 8-9 yaşlarında başlamışsa, oran yüzde 42’ye düşmüş, ama bu yaş grubundan hiçbir ABD’li öğrenci mutlak kulak yetisi göstermemiş. Yani tonal dilleri konuşan çocuklar, sürekli bir nevi “tonal pratik” yaptıkları için absolut kulak yeteneklerini koruyabilmişler.

Yaşasın kuş cıvıltısı

Yaz tatili için İstanbul’un sessiz bir semtine yeni geldim. NY’un bitmeyen ses cümbüşünden sonra, şu anda açık penceremden duyduğum sadece farklı kuşların sesleri ve ağaçların hışırtıları. Kulaklıklarımı çıkardım. NY’a dönene kadar bir daha da takmam. Kuşlar hangi tonda ötüyor onu çıkaramasam da, duyabilmek, özellikle bu güzel sesleri duyabilmek, muhteşem bir his.

Kaynak

Oliver Sacks, Musicophilia, Müzik ve beyin üzerine hikâyeler, Vintage Yayinevi, New York, 2007.

Önceki İçerikVize Oppidum “Kutsal Kale”
Sonraki İçerikMantıklı düşünebiliyor musunuz?