Ana Sayfa 126. Sayı Dünyanın saptanan ilk savaşının 13 binyıllık kalıntıları

Dünyanın saptanan ilk savaşının 13 binyıllık kalıntıları

353

İngiliz Ulusal Müzesi’nde ilk defa sergilenmekte olan iki iskelet, sol taraflarına doğru yan yana kıvrılarak yatmış halleriyle ne kadar da huzurlu görünüyor. Oysa onlar dünyanın bilinen en eski savaşı denebilecek kalabalık ve silahlı çatışmanın kurbanlarından sadece ikisi. Yaklaşık 13 binyıl önce vahşice bir ölümü tatmışlar; kemikleri üzerindeki jilet keskinliğinde taşların bıraktığı yaralar, sayısız kırık ve kesik, eski çağ silahlarının izleri.

Bu iskeletler bugünkü Kuzey Sudan’da Nil’in doğu yakasında bulunan Jebel Sahaba toplu mezarından geliyor. Mezarlık 1960’larda Aswan Barajı’nın yapılmasıyla su altında kalacak olan arkeolojik siteleri araştırmak için yürütülen kazılarda gün yüzüne çıkarılmıştı. Barajın yapımı sırasında bütün dünyadan arkeologlar Mısır’a gitmiş, sular yükselmeden önce tarih adına kurtarılabilecek ne varsa kurtarmaya çalışmışlardı. Bölgeden o kadar çok materyal çıkarıldı ki, bunların incelenmesi sonrasındaki yarım yüzyıl boyunca devam etti.

Jebel Sahaba Mezarlığı 1964’te ünlü Amerikalı arkeolog Fred Wendorf tarafından keşfedilmişti. Wendorf bulduğu 61 insana ait kalıntıları ve onları öldüren silahlardan parçaları Teksas’a üniversitesine götürmüş, 2001’de emekli olduktan sonra araştırma notlarını, fotoğraflarını ve yerleşim yerlerinin çizimlerini de içeren tüm koleksiyonunu İngiliz Ulusal Müzesi’ne bağışlamıştı. Koleksiyon halka açılmaksızın dünyanın dört tarafından biliminsanlarının incelemesine sunuldu. Nihayet iskeletlerden ikisi ve bazı silah kalıntıları İngiliz Ulusal Müzesi’nin yeniden açılan erken dönem Mısır galerisinde sergilenmeye başlandı. Müze’nin Eski Mısır ve Sudan Departmanı Küratörü Dr. Daniel Antoine, iskeletlerin sadece büyük bir çatışmanın bulguları olmasından değil, ait oldukları Jebel Sahaba Mezarı’nın şimdiye dek Nil Vadisi’nde bulunan en eski mezarlık olmasından dolayı da büyük önem taşıdığını belirtiyor.

Vahşet çocuk-kadın tanımamış…

Son yıllara kadar, kalıntılar henüz modern teknoloji kullanılarak incelenmiş değildi. Kalıntıların sergilenmeye başlanmasıyla birlikte, paylaşılan araştırma sonuçları, çoğu çakmaktaşından yapılmış uçlara sahip oklarla öldürülmüş onlarca insanı gösteriyor. Müze küratörlerinden Renee Friedman “Bu kadar eski bir zamana ait kalıntılar söz konusu olduğunda, genellikle gerçekten ne olduğunu asla bilemezsiniz. Bu iskeletler ise hiçbir soru işareti bırakmıyor, omurgalara saplanmış ok uçları, göz çukurlarına girmiş mızrak uçları bulduk, çoğu bariz bir şekilde bir ok yağmuru altında ölmüş. Bu insanların ölümleri hiç hoş olmamış” diyor.

Kalıntılar üzerinde tespit edilen sonradan iyileşmiş yaralar ve kaynamış kırıklar bu insanların daha öncede benzer çatışmalar yaşadığını gösteriyor. Araştırmacıların yorumu, bu insanların yaşadıkları dönemin olağanın ötesinde vahşi bir dönem olduğu, çatışmaların uzatmalı ve düşük yoğunluklu bir savaş şeklinde aylara ya da belki yıllara yayıldığı şeklinde. “Bir dış düşman olmadığını sanıyorum” diye ekliyor küratör Friedman; “Bunlar kıt kaynakları kullanmak için birbirine karşı düzenli ve acımasız baskınlar düzenleyen kabileler. Kimse bağışlanmamış, ölüler arasında çok sayıda kadın ve çocuk var. Bu bir toplu mezar için alışılmadık bir bileşim.”

Araştırmacıların bir başka düşüncesi ise, düşman bir topluluk tarafından acımasızca öldürülmüş bu kurbanların kendi insanları tarafından gömüldüğü yönünde. Dikkatlice ve özenle gömülmüşler, bütün vücutlar sol yanlarına yatırılmış. Başları doğuyu gösteriyor, yüzleri ise güneye bakıyor, yani yaşamın iki kaynağına, hayatta kalmanın iki esas dayanağına, nehrin ve güneşin doğduğu yere. Friedman şöyle açıklıyor: “Bunlar avcı-toplayıcıların kök salmaya başladıkları bir zamandan kalmış. Atalarını belirli bir yere gömmek, bir bölge üzerinde hak iddia etmenin en temel yollarından biri. Besbelli ki bu insanlar topraklarını savunmak durumunda kalmışlar, hem de çok defa ve büyük bedeller pahasına.”

Levantenler Sahra-altı Afrikalılara karşı

İngiliz Ulusal Müzesi’nden biliminsanları bundan sonra kurbanlar hakkında, cinsiyetlerinden, hastalıklarına, ne yediklerinden ölüm yaşlarına kadar, daha pek çok şey öğrenmeyi hedefliyor. Şimdiye dek bu yönde yapılan araştırmalar kurbanların modern siyahi Afrikalıların ataları olan Sahra-altı kökenli insanlar olduğuna işaret etmişti. Katillerin kimliklerini belirlemek ise daha güç. Şimdiye kadarki bulgular tamamen farklı bir gruptan, Kuzey Afrika/Levanten/Avrupalı halklardan olduklarını düşündürüyor.

Her ikisi de kesinlikle türümüz Homo sapiens’in parçası olan bu iki grup birbirinden oldukça farklı görünüyor, aynı zamanda muhtemelen kültürel ve dil olarak da birbirinden farklılar. Sahra-altı kökenli kurbanlar uzun kol ve bacaklara, görece kısa bir vücuda, yuvarlak alın, çıkık alt ve üst çene ve geniş burunlu bir kafaya sahipler. Düşman grup ise kısa kol ve bacaklar, uzun bir vücut ve düz yüzüyle ayırt ediliyor. Her iki grup da oldukça kaslı ve sağlam yapılı vücutlara sahip.

O dönemde Kuzey Sudan bölgesinin bu iki grup için bir sınır bölgesi olduğu tahmin ediliyor. Saldırgan topluluğa ait bazı kalıntıların Jebel Sahaba’nın 300 km güneyine dek yayılmış olması, onların da bu bölgede yaşadıklarının kanıtı olarak görülüyor.

Araştırmalar bu vahşi çatışmanın, kaynaklar için büyük rekabetin yaşandığı bir çağda gerçekleştiğini ortaya koyuyor. Younger Dryas olarak adlandırılan bu iklimsel dönemde, bölgenin bugünkü kavurucu çöl manzarasından da sulak verimli nehir vadisinden de farklı bir iklimsel özellik gösterdiği, havanın soğuk ve kuru olduğu, bereketli toprakların ise çok az olduğu düşünülüyor. Su kaynaklarının azaldığı ve bitki örtüsünün kuruduğu koşullarda, hayvanların bütün yıl boyunca su kaynaklarının elverişli olduğu tek yer olan Nil kıyısına göç ettiği tahmin ediliyor. Aynı şeyi yapmak zorunda olan insan toplulukları da kaçınılmaz bir rekabete ve çarpışmaya girmiş olmalılar.

Kaynaklar

1) http://www.independent.co.uk/news/science/archaeology/saharan-remains-may-be-evidence-of-first-race-war-13000-years-ago-9603632.html

2) http://www.theguardian.com/science/2014/jul/14/13000-year-old-skeletons-war-dead-british-museum

Önceki İçerik2017’de bilimde neler bekleniyor?
Sonraki İçerikBoğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nde geliştirildi: Türkiye’nin ilk fiber lazerli fotoakustik mikroskop sistemi