Afrika savanlarındaki bir yaşam içinde gelişmiş olan primat beynini kullanarak Nazım Hikmet’den, Shakespeare’den, Brecht’den keyif alıyoruz. Deneysel ve bilişsel psikoloji profesörü Stanislas Dehaene buna okuma paradoksu diyor: Primat beynimiz neden okuyor?
Bu basit sorunun bir paradoks olarak nitelendirilmesinin geçerli nedenleri var. Sözü görselleştirerek kalıcılaştıran yazının geçmişi yaklaşık 5800 yıl. İnsanın geliştirdiği bütün bir uygarlığı kapsayan bu süre, evrimsel açıdan dikkate değer bir zaman dilimi değil. Yani evrimin, beyinde Homo sapiens’e özel okuma devreleri geliştiremeyeceği kadar kısa bir zaman dilimi, uygarlık tarihi. Peki o zaman, okur yazar bir beynin, yazılı sözcükleri tanımak için uyum sağlamış özel bir devre barındırdığının keşfedilmiş olmasına ne demeli? Daha da şaşırtıcı olan ise, sanki okumak için beyinde yeni bir organ varmış gibi, bu mekanizmanın tüm insanlarda aynı beyin bölgelerinde bulunuyor olmasını nasıl açıklamalı? İşte, Dehaene’ın okuma paradoksu dediği şey tam da bu.
Dehaene’ın bu paradoksu çözmek için geliştirdiği bir nörokültürel etkileşim kuramı var: “Nöron geri dönüşümü” hipotezi dediği bu teze göre, insan beyninin yapısı, güçlü genetik sınırlamalara itaat etmektedir; ancak kimi devreler, çevresel çeşitliliklerle baş edebilmek için evrimleşmiştir. Örneğin görsel sistemimizin bir kısmı fiziksel bağlantılara sahip değildir, çevredeki değişikliklere açıktır. Yani, yeni bir yeti öğrendiğimizde, eski primat beyin devrelerimizden bazılarını geri dönüştürürüz; elbette bu dönüşüm, devrelerin değişime izin verdiği ölçüde olur. Yani, beynimizin biyolojik yapısı ve mekanizmaları, okuma ve yazmayı, onun izin verdiği biçimde geliştirmemize olanak vermiştir.
Dehaene’in söz ettiğimiz okuma paradoksunun üzerinde temellendirdiği Beyin Nasıl Okur?, adlı yapıtı, okuma eylemenin biyolojik altyapısına bakan, okur-yazarlık eylemine beynimizin yapısının getirdiği sınırlamaları deşifre eden, okuması son derece keyifli bir bilim kitabı. Okuma tutkunlarını, eylemlerinin üzerine hiç düşünmedikleri ayrıntıları üzerine düşündürüyor, öğretiyor, fark ettiriyor, şaşırtıyor.
Sekiz bölümden oluşan kitabın ilk bölümü, ne kadar hızlı okuruz ve okuma davranışının ana belirleyicileri nelerdir gibi sorulara yanıt arıyor. Örneğin, satırlar boyunca bakışlarımızı ilerleterek okurken, sadece 12 harfi gördüğümüzü söylüyor; o da simetrik bir görüş değil, bakışlarımızın odaklandığı kısmın sağında 3-4, solunda ise yalnızca 7-8 harf görüyoruz; geri kalan kısımlar ise, biz ancak bakışlarımızı kaydırdığımız zaman bizim için belirginleşiyor. Bunun nasıl saptandığına dair ilginç bir deneyin ayrıntılarını ilk bölümde okuyabilirsiniz. 2. Bölüm, beynin okuma yaparken çalışmakta olan alanlarını ve bu alanların beyin görüntüleme teknikleriyle nasıl görüntülendiğini anlatıyor. 3. Bölümde ise biraz daha bilimsel ayrıntıya iniliyor, nöronların harflerle sözcükleri tanıyan devreler halinde nasıl dizildikleri anlatılıyor. 4. Bölüm, primat görsel sisteminin barındırdığı kusurların, yazıyı yaratma, yazıyı oluşturan sembolleri üretme sürecimizi nasıl belirlediğini ele alıyor. 5. Bölüm, beynimizin okuma için gelişmediği, ama bu yeni kültürel etkinlik için devrelerinden bazılarını yeniden dönüşüme uğrattığı fikrinden yola çıkarak, çocukların okumayı nasıl öğrendiğini inceliyor. 6. Bölüm okuma sıkıntıları da yaratan bir bozukluk olan disleksinin beyindeki köklerinin ve genetik temellerinin incelenmesine ayrılmış. 7. Bölüm ise, görsel sistemin ayna hatalarının normal görsel tanımlama hakkında bize neler söyleyebileceğine yoğunlaşıyor. Son bölüm olan 8. Bölüm, kitabın üzerine inşa edildiği temel paradoksa geri dönüyor ve ve beynimizin evrimsel temelli biyolojik düzeni ve ürettiğimiz kültürün, birbirleriyle nasıl iç içe olduklarını gösteriyor. Okumak hayatınızın önemli bir parçasıysa eğer, okumanın bilimi ilginizi epeyce çekecektir.
Beyin Nasıl Okur? – Okumanın Bilimi ve Evrimi-, Stanislas Dehaene, Çev. Ozan Karakaş, Alfa Bilim, Haziran 2014, 481 s.