Ana Sayfa 128. Sayı Ahmet Doğan’ın yeni çıkan kitabına önsözü Neden, hangi, nasıl matematik?

Ahmet Doğan’ın yeni çıkan kitabına önsözü Neden, hangi, nasıl matematik?

490

 

İlkokul öğretmenliğine başladığımda benim yaşımda öğrencilerim vardı. Abartmıyorum. Ben 17 yaşımdaydım. Bazı öğrencilerim 18 yaşında. Ancak sorun olmadı. İlk öğretmen okulunda 6 yıl boyunca güven dolu olarak yetiştirilmiştik. Öğrencilerime Türkçe, Matematik, Fen Bilgisi, Sosyal Bilgiler derslerini ve yaşamı öğretecektim. Yaş yakınlığı sorun olmadı çünkü ben, “ne çok bilen”dim.  Radyo dinleyen (radyosu olan), kitap-gazete-dergi okuyan, olanak buldukça yazan, gezen, görendim. O yıllarda sıraladıklarımın dışında iletişim araçları yoktu zaten. Elbette bu olanaklara sahip olmak önemliydi. Ama onun kadar önemli olan 6 yıl boyunca İlk öğretmen Okulu’nda aldığım eğitimdi. İnsan sevmek, doğa sevmek, yurt sevmek gibi erdemler yanında; “kültürlü” olmayı, okumayı, araştırmayı genlerimize işlemeye çalışıyorlardı sanki. En iyi futbol oynayan, en iyi enstrüman çalan da olsan okumak, öğrenmek, araştırmak zorundasın.

Öğretmek üzere yetiştirilmişsin. İşbaşı yaptığında önce şöyle düşünüyorsun: “Bildiklerimi söylerim öğrenirler.” Bilmediklerimi de öğrenirim yine söylerim ve de öğrenirler! Öğrenmenin bu denli düz olmadığını daha öğretmenliğin eşiğinde öğrendim. Çünkü öğretmenin, öğrenene “öğrenme yeteneği yok” yazgısını yapıştırma hakkı yoktu. Nasıl öğreteceğimi aramaya başladım. Buldum da! Bana bilgi aktarmayı değil, “öğretmeyi öğretmişlerdi.”  Programda öngörülen bilgiyi aktarmaya ne zamanım yeterdi ne de soluğum.

İlkokulda matematik öğretmek zordu. Matematik öğretiminde “İşte orada” ya da “görüldüğü gibi” deme şansınız yok. Ama matematik öğretmek zor olduğu kadar eğlenceliydi. Hem öğrenciler eğleniyordu hem ben. Zoru başarmanın hazzı da cabası.

Branş öğretmeni olarak ortaokul ve lisede matematik öğretmenliğine başladığım zaman matematik öğretmenin zorluğunu daha yoğun yaşadım. O aşamada yeni bir şey daha öğrendim; “programda yazılı olanı bilmek” yetmiyordu. Öncelikle “matematiğin ne olduğunu bilmek” gerekiyordu. Art arda sorular gelmeye başladı ve ben bu sorulara yanıt bulmak zorundaydım. Ne zamandan beri matematik öğreniliyordu? Neden öğrenilmeliydi? Hangi matematikler vardı ve hangileri öğretilmeliydi? Nasıl öğretilmeliydi? Öğrenenin öğrenme düzeyleri neden farklıydı? Farkı aza indirgemek için neler yapılmalıydı?… Benzeri sorular benim için hep gündemde kaldı. Bunların biriyle bile tek başıma baş edebilmem kolay değildi. Değildi çünkü matematik yaşamın her alanında zor ama sevimli (hınzır mı demeliyim) yüzüyle karşımıza çıkıveriyordu. Ve bu hınzır güzelliğin (ve de gerekliliğin) soruları tarih boyunca gündemdeydi. Ve bu sorular sorulmaya devam edilecekti.

Tarihsel birikimin yarattığı bu kolektif disiplin sorulan sorulara verilen yanıtlar üzerinde yükselmişti. Yükseldikçe yeni sorular sorulmuş, yeni yanıtlar bulunmuş daha da derinleşmişti. Biteviye kolektif bir etkinlik…

Kolektifin unsurlarından biri olarak ben bu kitapta bazı sorulara yanıt aradım. Aslında sorular salt bana ait değil. Her eğitimcinin sorması gereken türden. Bu anlamda yanıt aradığım sorular da kolektifin ürünü. Yanıtları verirken de aynı yol geçerliliğini korudu. Çünkü yanıtlarda da yaşanmışlıkları, deneyleri ve araştırmayı önceledim. Onlar da kolektifin ürünüydü.  Üç temel soruya yanıt aradım kitapta: “Neden matematik, hangi matematik, nasıl matematik?”

Kimler okur bu kitabı? Hani hedef kitle derler ya… Bu sorunun bende net bir yanıtı yok. Matematikçi, matematik öğretmeni, her alanda eğitimci, mühendis, sosyal bilimci, öğrenci… Matematiğe ilgi duyan herkes. Elbette bir sosyal bilimci matematik ağırlıklı bölümlerde biraz zorlanabilir. Onlardan, okurken biraz sabır bekliyorum.

Kimler okur sorusuna “ilgi duyan herkes” yanıtını verirken de gerekçem var. Kitabı baskı öncesi birçok arkadaşım inceledi, düşüncelerini iletti, eleştirdi. Hani önsöz yazılırken katkıda bulunanlara teşekkür edilir…  Ama o denli çok ki inceleyen dostlarım, adlarını eksik sayarım endişesiyle yazamıyorum. Bana gücenmeyeceklerinden emin olarak.  Oğullarımdan yeğenlerime, matematikçi olan arkadaşlarımdan matematikçi olmayan arkadaşlarıma, akademisyenlerden öğrencilerime dek birçok dost… Hatta kitabın dizgisini yaparken (kaşla göz arasında) Zeynep Pia’nın babası sevgili Baha bile önerilerde bulundu.

Çok şanslıyım sanırım.

Önceki İçerikOlanaksızın Fiziği: Michio Kaku
Sonraki İçerikSosyal medya ne kadar sosyal?