“Bir fikir eğer en başta saçma görünmüyorsa, o zaman o fikirden hiç ümit yoktur”
-Albert Einstein
Öngörülerde bulunmak tehlikelidir. Olanaksızlıkların günün birinde günlük hayatın içinde yer alıp almayacağını, alırsa bunun ne zaman gerçekleşebileceğini merak ederiz. Son iki bin yıl boyunca fiziğin en büyük başarılarından biri, evrene hakim olan dört kuvvetin izole edilerek tanımlanmasıdır. Tümü, Michael Faraday’ın getirdiği alan dili vasıtasıyla tanımlanabilir. Faraday’ın kuvvet alanları, elektrikli buldozerlerden günümüzün bilgisayarlarına, internete ve lazerlere kadar uygarlığı harekete geçiren kuvvetlerdir ve bir buçuk yüzyıldan bu yana fizikçilere ilham kaynağı olmuştur.
Bunlardan birisi City College of New York’ta teorik fizik alanında Henry Semat Profesörü unvanına sahip teorik fizikçi Michio Kaku; bilimin popülerleşmesi ve insanlara ulaşması için okurlara ulaştırdığı bu kitapta olabilirlik açısından olguları üç gruba ayırarak inceliyor. İlk grubu I.Sınıf olanaksızlıklar diye adlandıran yazar; bunları günümüzde olanaksız olan fakat bilinen fizik yasalarına aykırı olmayan teknolojiler olarak tanımlıyor. Bu grupta yer alan olgular mümkün olabilirler. Örneğin, ışınlanma, anti-madde motorları, telepatinin bazı türleri, psikokinezi ve görünmezlik. II. Sınıf olanaksızlıklar olarak adlandırılanlar ise, bizim fiziksel dünyaya ilişkin algılayışımızın en kenarında bulunan teknolojilerdir. Uzun zaman sürecinde gerçekleşebiliriler. Zaman makineleri, hiper uzayda yolculuk olasılığı ve solucan delikleri içinden yolculuk bu kategoride yer alır. III. Sınıf olanaksızlıklar fizik yasalarına aykırı düşen teknolojilerdir. Şimdiye kadar incelenen teknolojiler arasında yalnızca devir-daim makineleri ve önsezi III. Sınıf olanaksızlıklar arasında yer almaktadır. Benzer bir şekilde olanaksız olan başka teknolojiler de yaşam boyu söz konusu olmaya devam edecektir. Yazarın çocukluğundan bu yana büyülendiği soruları içeren kitap bir nevi hayal gücümüz için devasa bir oyun bahçesi. Kaku’ya göre; gözlemci ve gözlenen uyuşmazlığından arınmış bilinen bütün deneyleri açıklayabilecek bir her şeyin kuramını oluşturmak mümkün olabilir. Eğer böyle bir her şeyin kuramı büyük Patlama’nın kökeninden bugün etrafımızda bulunan görülebilir evrene kadar her şeyi açıklayabilirse, o zaman gözlemci ile gözlenen arasındaki ayrımı ne şekilde yaptığımızdan tümüyle bağımsız olması bu kuram için gerekli kriterlerden biri olmalıdır. Telepatiden görünmezliğe, yıldız gemilerinden zamana yolculuğa ve robotlara değin uzanan bu yolculukta yazar; tümüyle bağımsız olan coşkusuyla kitabında bir nevi çocukluğundan bu yana peşinde olan meraklarına kapı aralamıştır. Günümüz teknolojileri ile paralel bir şekilde öngörülerde bulunmuş, aslında bizim de az çok benzer bir şekilde merakla beklediğimiz potansiyel geleceği gözler önüne sermiştir. Bilgisayarların gücündeki astronomik artış göz önüne alınırsa, makineler günün birinde kontrolü ele geçirebilir mi? Robotlar, varlığımız için en büyük tehdidi oluşturabilecek kadar gelişebilir mi? Bu, bilim toplumunu yüz yıldan fazla bir süre boyunca ikiye bölmüş bir sorudur.
Robot kelimesi Çekoslovak oyun yazarı Karel Çapek tarafından 1920 yılında yazılan R.U.R. adlı oyundan gelmektedir. Çek dilinde “angarya” anlamına gelen robotlar Rossum’un Universal Robotları adlı fabrikada önemsiz işleri yapmak üzere yaratılan bir ordudur. Dünya ekonomisi giderek et ve kandan yapılan bu robotlara muhtaç haline gelir. Fakat robotlar çok kötü muamele görmektedir ve sonunda insan efendilerine başkaldırarak onları öldürürler. Ancak robotlar, yeni robot yapabilecek ve eskilerini tamir edebilecek bilim insanlarını da öldürerek kendi kendilerini yok olmaya mahkum ederler.1968 senesinde yayınlanan Philip K. Dick tarafından yazılmış bilim kurgu romanı “Android’ler Elektrikli Koyun Düşler mi?”, bir android avcısı Rick Deckard’ın isyancı androidlerin peşinden gitmesini anlatır. Organik canlıların oldukça değerli olduğu bir çağda, makinelerin onların yerini alması imkansızdır. İnsanlar davranışlarının önceden tahmin edilemez olduğunu düşünmektedir; fakat her şey gitgide sentetikleşir ve insanlar da nesnelere benzemeye başlar. Aslında onların da davranışları başkalarınca dayatılan, gayet tahmin edilebilir şeylerdir. Eninde sonunda yenenle yenilenin arasındaki fark kaybolur. Mekanik yapılar düşünebilir mi? Yapay zeka altında yatan temel yasaların hala çok az anlaşılıyor olması nedeniyle tartışılan diğer teknolojilerden farklıdır. Zekanın temel yasaları hala bir gizem örtüsünün ardındadır. Bir odaya girdiğimizde biz henüz farkına varmadan sayısız hesaplamalar yaparak nesneler tanımlanır. Nesneyi derhal tanımlarız; beynimizin yaptığı bu işin farkında olmayışımızın nedeni evrimdir. Bir tehlike anında kaçma planımızın farkında olsaydık muhtemelen o an donup kalırdık. Fakat bir robot için oda, muazzam bir yığındır. Görebilir, hatta çok iyi görebilirler fakat gördükleri şeyleri algılayamazlar. Esasen gördükleri şey, bir nesne değil; yalnızca eğriler karmaşasıdır. Bilim insanları duyguların beynimizin merkezinde, derinlerde yatmakta olan limbik sistem tarafından yönetildiğini düşünmektedir. Neokorteks ile limbik sistemimiz arasındaki iletişim bozulduğunda karar vermekte güçlük yaşarız; fakat mantık yürütme gücümüz yerinde kalır. Bazen karar vermemize yol açan bir önsezi sahibi oluruz. Robotlar giderek daha zekileşince ve kendi seçimlerini kendileri yapmaya başlayınca Kaku’ya göre onlar da benzer şekilde kararsızlık felci geçirebilirler. Gelecekteki robotlara yardımcı olabilmek için, duyguların beyinlerine fabrikada yerleştirilmesi gerekebilir. Aklıselim sorunu aşıldığında, belki bizim gibi veya bizden daha akıllı düşünen makineler oluşturma fikri, bilim insanlarına göre bu yüzyılın sonlarına doğru dahi gerçekleşebilir.
Bilgisayarlar sonunda zeka yönünden bizi geçebilecek mi bilinmez ama eğer dünyada her şey akla uygun olsaydı, çok yüksek bir olasılıkla günümüzde şahit olduğumuz ilerlemeler sağlanamazdı. Michio Kaku da bilim insanlarının sinirsel mimarimizin bir makineye nöron bazında nakledeceği, bir anlamda insanlığa ölümsüzlük kazandıracak bir geleceği hayal ediyor. Esasen uzağı görmeye çalışan bazı bilim insanlarına göre insanlığın geleceğinde ölümsüzlük yatıyor. Ortada daima erişemeyeceğimiz, araştırılması olanaksız olan şeyler bulunacaktır; fakat evren huysuz, düzensiz veya kaprisli de olabilirdi. Öyle görünüyor ki, sağlıklı, uyumlu ve güzel. Bu da bizi bekleyen yeni ufuklar daima var olacak demektir.
Künye
Olanaksızın Fiziği, Michio Kaku, Çev.: Engin Tarhan, Odtü Yayıncılık, 2014, 367 s.