1960’lı yıllarda buzdolaplarından yangın söndürme makinelerine kadar her alanda kullanılan aletlerin etkisini arttıracak bir organik bileşik keşfedilmişti. Üstelik maddenin doğaya bilinen hiçbir zararı yoktu. Bu efsane bileşen topluluğunun ismi CFC idi. CFC’ler kısa sürede popüler oldu. Sıktığımız deodorantların, sinek ilaçlarının, hatta saç spreylerinin bile içine girmeye başlamıştı 1980’lere geldiğimizde.
Bir gün kutuplarda araştırma yapan bir grup fizikçi buzullarda garip şekillere rastladı. Antarktika buzullarında kare kare çatırdamalar gözükmekteydi. Biliminsanları şok oldular. Böyle kalın çizgileri yalnızca ultraviyole (uv) ışınları yapabilirdi. Ama bu kadar çok ultraviyole ışının ozon tabakasından geçebilmesi mümkün değildi! Üstelik bu yalnızca görünen etkiydi. Eğer kutuplara ultraviyole ışınlar girmişse, neden Dünya’nın diğer yerlerine girmemiş olsun ki? Dünyalılar kitlesel bir cilt kanseri tehdidi altındaydılar. Peki, buna sebep olan etki neydi?
Araştırmacıların, buna etki eden bileşenin CFC olduğunu keşfetmeleri çok uzun sürmedi. CFC adı verilen organik moleküller bir saç spreyinden ya da deodoranttan çıktıktan sonra bir süre sıkılan yerde hiçbir bozunmaya uğramadan kalıyor, bir şekilde açık alana çıkabilmişse yoğunluk farkından yükselmeye başlıyordu. Sonrasında ise CFC molekülündeki klor (Cl) ultraviyole ışınlarının etkisiyle ana molekülden kopup ozon tabakasını yaratan moleküllerinden oksijen çalıyor, dolayısıyla da ozon tabakasını parçalıyordu. İnsanoğlu, kendi kendini yok etmekteydi.
Tepkime süreci
I) Cl+→ClO+
II) ClO+O→Cl+
Genel tepkime
+O→2
Duyulduktan sonra CFC sayesinde kâr etmiş şirket, bazı sahtekâr biliminsanlarını meydana çıkardı. Kısa süreli kârı insan hayatına tercih eden şirketler, “CFC kullanmazsak iflas ederiz, ekonomi çöker” diyorlardı. Ancak kanıtlar reddedilemez ölçüdeydi. 1984’e gelindiğinde 20 yıldır atmosfere gönderdiğimiz CFC’lerin ozon tabakasını parçalamasının gözle görülür etkileri yaşanmaya başladı. Ciltte yanma şikâyetiyle hastaneye giden insanlar tüm dünyada arttıkça Birleşmiş Milletler üzerindeki baskı da arttı. Artık adım atılma zamanıydı.
Takvimler 22 Mart 1985’i gösterdiğinde Viyana’da “Ozon Tabakasını Kurtarma Konferansı” yapıldı. Konferansa özellikle CFC’li aletleri üreten ABD, Birleşik Krallık ve Çin gibi sanayileşmiş devletler davet edildi. Durumun ciddiyetinin farkına varan otoriteler, 5 yıl içerisinde kademeli olarak CFC kullanımına son vereceklerini ilan ettiler.
CFC tüketimi dursa bile, 2000’li yıllara geldiğimizde, ozon tabakası hâlâ gitgide inceliyordu. Öyle ki öğlen saatlerinde bazı yerlerde dışarı çıkamaz hale gelmiştik.
2005’ten sonra aldığımız raporlar CFC üretiminin durdurulmasında ne kadar haklı olduğumuzu gösterdi. Ozon tabakasındaki incelme azalmaya başlamıştı. Ancak yine de tehlike devam ediyordu. Tüm bunlardan sonra Eylül ayında Birleşmiş Milletler’in raporları adeta yüreğimize su serpti. Elde edilen verilere göre 30 yıldan sonra ozon tabakasının incelmesini durdurmayı başardık. 1960-90 yılları arasındaki tahribatımızı durdurmak bile 20 yıl aldı.
Her ne kadar insanlığı yok etme imkânı olan bir tehlikeyi saf dışı bırakmış olsak da, başka bir tehlike yanı başımızda. Havaya saldığımız karbondioksit () gazları her geçen gün atmosferimizi daha da kalınlaştırıp Dünya içindeki sıcaklığı arttırıyor. Bu artış bu şekilde giderse 50 yıl içinde Dünya’nın yüzde 10’luk bir bölgesinde yaşamak imkânsız hale gelecek.
Bu tehlikenin çözümü o kadar basit değil. Yüzlerce yıldır sahip olduğumuz yaşam tarzımızı değiştirmemiz gerekiyor. Arabalara, kömüre ve petrole bağlı olan, kirlilik üreten endüstriler var olduğu müddetçe, küresel ısınma devam edecek. Çözüm ise devlet politikaları, doğru eğitim ve halkı bilinçlendirmede yatmakta.
İleri okuma için kaynaklar:
– http://www.bbc.com/news/science-environment-29152028
– http://en.wikipedia.org/wiki/Chlorofluorocarbon#Commercial_development_and_use
– http://en.wikipedia.org/wiki/Vienna_Convention_for_the_Protection_of_the_Ozone_Layer