Ana Sayfa 129. sayı Çağdaş Sümer’le Ste. Croix’nın Antik Yunan Dünyasında Sınıf Mücadelesi Yapıtı Üzerine

Çağdaş Sümer’le Ste. Croix’nın Antik Yunan Dünyasında Sınıf Mücadelesi Yapıtı Üzerine

658

G.E.M. de Ste. Croix’nın Antik Yunan Dünyasında Sınıf Mücadelesi isimli yapıtı nihayet Türkçede. Yayımlanmasının ardından pek çok  kişi bu kitabın Türkiyeli okurlarla buluşmasının öneminden söz etti. Kitabın çevirmeni ve aynı zamanda tarihçi olan Çağdaş Sümer ile Croix ve yapıtı hakkında konuştuk.

Sizce Croix’nın eserini bu kadar önemli kılan nedir?

Aslında bu sorunun tek bir yanıtı yok. Croix’nın eserini bu denli önemli kılan, hem ilkçağ tarihine ilişkin tartışmalar, hem de bizatihi Marksist tarih yazımı açısından durduğu yer. İsterseniz ilkçağ tarihiyle başlayalım. Biliyorsunuz ilkçağ, özellikle de antik Yunan ve Roma tarihi, 19. yüzyıldan bu yana üzerine en fazla yazılıp çizilen alanlardan biri. Aslına bakarsanız, İngilizcede Classics ya da Classical Studies adıyla anılan antikite araştırmaları, Avrupa’daki beşeri bilimler fakültelerinde kendi bağımsız kürsülerine sahip, önemli dergilerin bulunduğu, kurumsal ve kendi gelenekleri olan bir alan. Fakat antikite araştırmalarıyla ilgili çok temel bir sorun var. O da diğer dönemlere kıyasla elimizdeki kanıtların çok kısıtlı ve sorunlu bir doğaya sahip olması. Gerçi bu diğer dönemler için de iddia edilebilir fakat Antik dönemden günümüze kalan kaynakların çok büyük bir kısmı edebi nitelikte. Yani henüz bilimin felsefe ve edebiyattan ayrışmadığı bir dönemde, entelektüeller tarafından kaleme alınmış tarih, kronik, nutuk ve anlatılardan oluşuyorlar. Söz konusu entelektüellerin hemen tamamının dönemin hâkim sınıfları ya da Croix’ın tercih ettiği ifadeyle mülk sahibi sınıfları içinden çıktığı düşünüldüğünde bu kısıtlı ve sorunlu doğa daha iyi anlaşılabilir. İlkçağ tarihçilerinin kullanımındaki diğer önemli kaynaklarsa arkeolojik nitelikte, büyük oranda parçalı, eksik ve dağınık durumda.

Sonuç olarak, ilkçağ tarihçilerinin kaynakların doğası nedeniyle pek çok noktada boşlukları varsayımlarla doldurmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Croix’nın kitabının bu açıdan çok önemli olduğunu düşünüyorum. Elbette Croix da sık sık bu sorunlara dikkat çekiyor ve doldurmaya çalıştığı boşluklar hakkında büyük bir alçakgönüllükle konuşuyor. Fakat eser ele aldığı hemen her başlıkta kendisinden önceki külliyatla girilen sert polemiklerin izlerini taşıyor. Croix yorulmadan bütün kitap boyunca yaygın inanışları sarsıyor, hatalı olduğunu düşündüğü yaklaşımlarla kavga ediyor, hatta bunu kimilerinin kibirli, belki de küstah bulabileceği bir üslupla yapıyor. Ama kitabın sonuna geldiğinizde gerçekten de ilkçağ tarihçiliğinin sorunlu ya da boşluklu alanlarına dair tutarlı ve bütünlüklü bir müdahalenin yapıldığını görüyorsunuz.

Bu tutarlı ve bütünlüklü müdahalenin temelini elbette Croix’nın sıkı sıkıya bağlı olduğu Marksist gelenek oluşturuyor. Bu da bizi eseri antikite araştırmaları açısından önemli kılan bir başka noktaya getiriyor. Croix’nın kitabının antik döneme ilişkin egemen okuma biçimlerine de güçlü bir meydan okuma olduğunu söyleyebiliriz. Mommsenci bir tarih okumasının temsilcileri olan muhafazakar tarih yazıcılarının egemenliği altındaki ilkçağ tarih yazını, tarihsel süreçleri yönetici sınıfların siyasal çekişmelerinden ibaret görüyordu. Buna alternatif olarak, esasen Mosses Finley tarafından geliştirilen Weberci yaklaşım da, antik dünyayı statü kavramı üzerinden açıklamaya çalışıyordu. Croix bu hakim okuma biçimleriyle sert polemikler içeren kitabında, alternatif bir Marksist yaklaşımın çerçevesini oluşturuyor. Bununla da yetinmiyor ve bu alanda kendisinden önce üretimde bulunmuş, pek çok açıdan yetersiz ve vulgar katkılar yapmış Marksist ya da Marksgil yazarı da eleştiriyor.

Eserin Marksist tarih yazımı açısından da önemli bir yerde durduğunu söylediniz. Bu noktayı biraz açabilir misiniz? Croix’ın bu alanda çalışan tek Marksist tarihçi olmadığını biliyoruz. Onu diğerlerinden farklı kılan ne?

Öncelikle Croix’nın bir tespitiyle başlayalım. Croix kitabında ünlü Marksist sosyolog Thomas Bottomore’a atıfla, “Marksizmin kapitalist toplumun hareket yasalarını açıklamakta son derece başarılı bir sistem olduğunu, fakat kapitalizm öncesi toplumlar söz konusu olduğunda aynı başarıyı gösteremediğini, bunun da esasen Marksizmin özel olarak kapitalist sistemi açıklamak üzere geliştirilmiş bir kuram olduğunu” iddia eden görüşleri eleştirir. Açıkçası kapitalizm öncesi toplumsal formasyonlara ilişkin çok değerli bir Marksist külliyata sahip olmamıza rağmen, bugün bile saygın Marksistlerden duyabileceğimiz bir argüman bu. En azından ben şahsen duyduğumu hatırlıyorum. Corix’nın kitabının bu iddialara karşı verilmiş en önemli yanıt olduğunu düşünüyorum. Marksist kuramla, tarihsel dönüşümlere ilişkin ampirik verileri bu kadar ustalıkla bir araya getiren başka bir eser okumadığımı söyleyebilirim.

Bu aslında, Croix’ın Marksizm içi tartışmalarda ikirciksiz bir biçimde savunduğu konumdan kaynaklanıyor. Meşhur özne-yapı ya da daha doğru bir formülasyonla üretim ilişkileri-sınıf mücadelesi tartışmalarından söz ediyorum. Kitabın adından da rahatlıkla anlaşılacağı üzere, Croix bu tartışmalarda çok net bir pozisyona sahip olduğu gibi Antik Yunan ve Roma dünyasında üretim ilişkilerine, üretim biçimlerine ilişkin skolastik tartışmalara hiç girmeden, sınıf mücadelesinin aldığı biçimlerle bu biçimlerin siyasi ve ideolojik etkilerini ayrıntılı olarak ortaya koyuyor. Ve açıkçası bunu yaparken söz konusu tartışmalara da önemli kuramsal girdilerde bulunuyor.

Bu noktayı bir miktar açmanız mümkün mü?

Açalım. Kitabın daha başında, henüz Weberci tarih yorumuyla hesaplaşmadan önce, kendi anladığı şekliyle Marksizmin temellerini ortaya koymaya çalışır ve eğer okuyabilseydi Marx’ın kendi yorumuna ilişkin temel bir itiraz geliştirmeyeceğine inandığını belirtir. Corix’ya göre Marx’ın hayatı boyunca yazdıkları arasında en önemlilerinden biri Kapital’in üçüncü cildinde yer alan bir pasajdır. Marx burada, karşılığı ödenmemiş artık emeğin doğrudan üreticilerden çekildiği özgül iktisadi biçimin, hakim olanla tahakküm altında olan arasındaki ilişkiyi belirlediğini söyler. Tüm toplumsal yapının ve buna bağlı olarak egemenlik ilişkilerinin siyasi biçiminin, yani devletin mütekabil özgül biçiminin gizli temellerini, en içteki gizin açığa çıkaran, her zaman üretim koşullarının sahipleriyle üreticiler arasındaki doğrudan ilişkidir. Croix Antik Yunan Dünyasındaki toplumsal ve siyasal dönüşümleri bu tezi temel alarak açıklamaya çalışır ve mülk sahibi sınıflarla mülksüz sınıflar arasındaki sömürü ilişkilerine, yani sınıf mücadelesine odaklanır.

Bunu yaparken de asla sınıfları kendinden menkul, bilinçleriyle tebarüz eden yapılar olarak ele almaz. Ona göre sınıflardan ya da sınıf mücadelesinden söz etmemiz için, her iki tarafta da sınıfa ilişkin herhangi bir açık kolektif farkındalık ya da mücadele bilinci tespit etmemiz gerekmez. Sınıf ve sınıf mücadelesi her şeyden önce toplumsal sömürü ilişkileri tarafından belirlenen nesnel koşulların ürünüdür ve sınıf mücadelesi tek başına sınıf bilincine ve siyasi bir unsurun varlığına indirgenemez. Bir başka deyişle sınıf mücadelesi sınıf ilişkilerine içsel bir olgudur.

Peki ya köleci üretim biçimi? Marksistler arasında hararetli tartışmalara neden olan bu konuda Croix ne diyor?

Biraz amiyane bir tabir olacak ama Croix’ın bu topa girmediğini söyleyebiliriz. “Kölecilik ayrıksı bir üretim biçimi olarak tarihsel ilerlemenin evrensel bir aşaması mıydı, yoksa sadece belirli bir tarihsel ve mekânsal formasyona, yani Akdeniz çevresindeki antik Yunan ve Roma dünyasına mı özgüydü” tartışmasında Croix’ın konumu bellidir ve köleciliğin bir sömürü biçimi olarak özgüllüğüne ilişkin çok önemli kanıtlar ortaya koyar. Fakat özel olarak bu tartışmayı üretim biçimi kavramı üzerinden yürütmez. Hatta bu kavram karşısındaki ilgisizliği o kadar açıktır ki, Marx’ın ünlü Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkıya Önsöz’de, Prusya sansürünü aşmak için, “üretici güçler-üretim ilişkileri-üretim biçimi” kavramsal setini “sınıf mücadelesi”ni ikame etmek amacıyla kullandığını iddia eder. Croix için önemli olan toplumsal artığın mülk sahibi sınıflar tarafından, üreticilerden nasıl çekildiğidir. Bu açıdan bakıldığında Antik Yunan Dünyası köleci bir toplumdu; çünkü bütün bir medeniyet, belirli tarihsel koşullar altında köle emeği sömürüsü üzerine kurulmuştu. Bununla birlikte Croix ele aldığı dönem boyunca, üretimin büyük oradan bağımsız ya da bağımlı köylüler tarafından yapıldığı gerçeğini reddetmez. Ona göre önemli olan üretimin büyük bir kısmını kimin nasıl yaptığı değil, hakim sınıfın toplumsal artığın büyük bir kısmına hangi mekanizmalarla el koyduğudur. Zaten ona göre Roma’nın çöküşüne neden olan süreç de bu mekanizmalarda yaşanan değişimdir. Köleciliğin tarihsel sınırlarına ulaşmasıyla birlikte, Roma’nın hakim sınıfları köylülük üzerindeki sömürüyü tahammül edilemez ölçüde arttırmış ve bu da imparatorluğun çöküşüyle sonuçlanmıştır. Yani imparatorluğun çöküşü tek başına ne barbar akınlarının, ne de yozlaşmış siyasi yapının bir sonucudur, bilakis bunları da belirleyen sınıf mücadelesinin bizatihi kendisidir.

Marksist tarih yazımı ve sınıf mücadelesi deyince akla hemen aşağıdan tarih tartışmaları geliyor. Kitap bu tartışmalarda nereye oturuyor?

Kitabın son dönemin popüler “Halkların Tarihi” serisine dahil olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun iki sebebi var. Birincisi söyleşinin başında da belirttiğim gibi, antikite araştırmalarında kullanılan kaynakların doğası. Croix’ın da kitabında sarih bir biçimde ifade ettiği üzere, dönemin kaynaklarının hemen tümü mülk sahibi sınıfın içinden gelen ve ikirciksiz bir biçimde onun çıkarlarını savunan kişiler tarafından yazılmış. Bu sadece yazıtlar ve imparatorluk buyrukları için değil, bütün bir siyasi ve edebi yazın açısından da böyle. Alt sınıfların sesinin en az kayıt altına alındığı tarihsel dönemlerden biriyle karşı karşıyayız. Buna ilişkin Croix’nın altını çizdiği çok önemli bir istisna var. O da hepimizin ilkokulda öğrendiği, okuduğu bir kıssa türü, yani fabl. Croix inandırıcı bir biçimde fablın, sömürüye karşı tepkisini açık bir şekilde ortaya koyamayan kölelerin itiraz biçimi olduğunu gösteriyor.

İkinci nedense biraz önce çerçevesini çizmeye çalıştığım Croix’nın kendi sınıf ve sınıf mücadelesi nosyonu. Kitabın isminden yola çıkarak Spartaküs isyanına, köle ayaklanmalarına, geç dönemin köylü eşkıyalarına dair sayfalar süren kahramanlık öyküleri okumayı bekleyenleri büyük bir hayal kırıklığının beklediğini söyleyebiliriz. Croix sınıf mücadelesinden söz ederken, ezilen insanların sömürüye nasıl direnmeye çalıştığıyla ilgilenmiyor özel olarak. Onun açıklamaya çalıştığı şey, sömürü ilişkilerinin yani toplumsal yapıların en içteki gizinin, toplumsal ve siyasal dönüşümü nasıl şekillendirdiği.

Fakat bu söylediklerimden Croix’nın ezilen sınıflar karşısında nötr bir konuma sahip olduğu, ya da empati geliştirmediği sanılmasın. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu açıdan Croix okuduğum en cesur, en öfkeli tarihçi. David Harvey, ölümünün ardından yazdığı yazıda Croix için, “yazma konusundaki gayreti mülk sahibi sınıfların daha talihsiz olanları sömürmesi, yani şişman kedilerin sıska farenin aleyhine semirmesi karşısında duyduğu dürüst öfkeden kaynaklanıyordu,” diyor. Bu öfkeyi kitabın bütününde hissetmemek mümkün değil. Hatta yer yer Croix kendisini tutamıyor ve gericiliğin mümtaz örnekleri olarak gördüğü Platon, Cicero gibi isimlere demediğini bırakmıyor. Dahası Harvey’in de belirttiği gibi Croix için insanlığın en büyük düşmanı olarak gördüğü Platon’un yerini zamanla önce Hristiyanlığın kurucusu Aziz Pavlus, sonraysa doğrudan Eski Ahit’in Yehovası alıyor. Croix’nın Yehova’ya ilişkin yorumlarının mutlaka okunması gerektiğini düşünüyorum.

Safını bu kadar net belli eden bir eser, taraflı olmakla eleştirilmiştir herhalde.

Muhtemelen, dediğim gibi tarihteki safını bu kadar açık bir şekilde ortaya koyan az sayıda eser vardır sanırım. Sadece mülk sahibi sınıflara karşı öfkesinde değil, sömürenlere karşı sağladığı güvenceler nedeniyle demokrasiye duyduğu saygı ve bağlılıkta da görüyoruz Croix’nın bu tavrını. Ama ben, bilimsel olmak adına karnından konuşmanın Marksistler arasında bile geçer akçe olduğu günümüzde Croix’nın tavrından ve üslubundan etkilendiğimi belirtmeliyim.

Son olarak kitaba ya da çevirisine dair eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Aslına bakarsanız hem kitabın içeriğine ilişkin hem de çevirirken düşündüğüm ve hissettiğim şeylere dair çok şey söyleyebilirim. Örneğin Croix’nın Hristiyanlık üzerine yazdıkları, ya da toplumsal cinsiyet meselesini genel çerçevesinin içine oturtma biçimi üzerinde mutlaka durmak gerekiyor. Aynı şekilde, Croix’nın Marksist bir tarihçi olarak ortaya koyduğu tezlerin, başka alanlar ve dönemler, örneğin kendi çalışma alanım olan geç dönem Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili olası çağrışımları hakkında konuşmak da son derece ufuk açıcı olurdu. Son olarak kitabın geç de olsa Türkçeye kazandırılması konusunda önemli bir sorumluluğun altına giren Yordam Kitap’a teşekkür etmek istiyorum. Çevirmen olaraksa dileğim elbette çevirinin, yapıcı eleştirilere konu olması ve böylece yeni baskılarda daha güzel bir metnin okurla buluşması.

– Antik Yunan Dünyasında Sınıf Mücadelesi, Geoffrey Ernest Maurice de STE. CROIX, Çev. Çağdaş Sümer, Yordam Kitap, 2014, 880 s.

Önceki İçerikİnsanın genetik tarihinde kadınlar baskın!
Sonraki İçerikEngels’in ‘Doğanın Diyalektiği’ne Haldane’in önsözü