Ana Sayfa Dergi Sayıları 129. sayı Engels’in ‘Doğanın Diyalektiği’ne Haldane’in önsözü

Engels’in ‘Doğanın Diyalektiği’ne Haldane’in önsözü

607
0

Sunuş

J. B. S. Haldane (1892-1964), popülasyon genetiğinin kurucularından olan İngiliz genetikçi ve evrimsel biyolog, aynı zamanda Marksist bir biliminsanıydı. Karl Marx ile birlikte Bilimsel Sosyalizmin kurucularından olan Friedrich Engels’in ünlü eseri Doğanın Diyalektiği’nin 1940 yılında ABD’de basılmış İngilizce baskısını Haldane yayına hazırlamıştı. Haldane, Engels’in kitabına bir Önsöz (Kasım 1939 tarihli) de yazmış, aynı zamanda dipnotlarla uzun açıklamalar eklemişti. Artık bir belge niteliği kazanmış bu Önsöz’den bazı parçaları okurlarımıza sunuyoruz.

Marksizm’in bilime dayanan iki yanı vardır. İlk olarak, Marksistler diğer insan etkinlikleri içinde bilimle uğraşmışlardır. Bilimsel etkinliklerin, her toplumun değişen ihtiyaçlarına nasıl bağlı olduğunu ve de uzun vadede üretim yöntemlerini ve bilimin üretim yöntemlerini -ve böylece toplumun kendisini- nasıl değiştirdiğini ortaya koymuşlardır. Bu analize, tarihe yönelik bilimsel yaklaşımlar için ihtiyaç duyulmuştur ve Marksist olmayanlar bile bunu bir ölçüde kabul etmektedirler. Bunun yanında, Marx ve Engels yalnızca toplumun değişimlerinin incelenmesini yeterli bulmamışlardır. Diyalektik yöntemle; yalnızca toplum ve insan düşünüşünün değil, aynı zamanda insan düşüncesiyle etkileşen dış dünyanın değişiminin genel ilkelerinin bilimini kavramışlardır. Bir başka ifadeyle, diyalektik yöntemin, sosyal bilimler kadar kuramsal bilim problemlerine de uygulanabileceğini söylemişlerdir.

(…)

Elyazmalarının çoğu, 1872 ile 1882 arasında yazılmış gibi görünmekte, başka bir deyişle 60 yıl öncesinin bilimsel verilerine dayanmaktadır. Bu yüzden, o zamanın bilimsel uygulamalarını ve kuramının tarihini bilmeyen biri için kavranması güçtür. Şimdi enerjinin korunumu olarak adlandırılan düşünce; fizik, kimya ve biyolojiye henüz etki etmeye başlamaktadır. Ancak hâlâ çoğu kısım anlaşılmamış ve uygulanmamıştır. Kuvvet, hareket ve “vis viva” (enerjinin korunumu) gibi, şimdi enerjiden söz ederken de kullanacağımız sözcükler kullanılmıştır. “Hareketin temel biçimleri”, “hareket ve işin ölçülmesi” ve “ısı” hakkındaki makaleler, enerji hakkındaki tamamlanmamış veya hatalı teorilerden kaynaklanan ihtilaflarla büyük ölçüde ilgilenmiştir. Bu makaleler bu konudaki fikirlerin nasıl geliştiğini ve Engels’in kendi zamanındaki ihtilafları nasıl ele aldığını göstermeleri açısından ilginçtir. Bununla birlikte bu ihtilafların pek çoğu hâlâ sürmektedir. Kinetik enerjinin karesi için “vis viva” ifadesi artık kullanılmıyor ve “kuvvet” fizikte kesin bir anlam kazandı. Engels, gelgitten kaynaklanan sürüklenme hakkında sonraki bir makalede, daha modern bir terminoloji kullandığından, onları mevcut biçiminde yayımlamamıştı. Onların ilgisi, çoğu önemini kaybetmiş olan teorilerin detaylı eleştirisi üzerinde çok durmuyor, fakat Engels’in düşünsel problemlerle nasıl uğraştığını gösteriyor. Elektrik üzerine olan makale daha da eskiden kalmadır. Wiedemann’ın tutarsızlıklarının bir eleştirisi olarak oldukça ilginçtir ve Engels’in “araştırma alanlarının her ikisinde de önemli sonuçlara yol açacak” demesiyle, kimyasal ve elektriksel olaylar arasındaki bağlantının daha yakından incelenmesi hakkında bir ifadeyle biter. Bu tahmin -elbette- fazlasıyla doğrulanmıştır. Arrhenius’un iyon kuramı kimyayı dönüştürmüştür ve Thomson’ın elektron teorisi fizikte köklü değişiklikler yapmıştır. Yeniden belirtmek gerekir: Elyazması basımdan önce kesinlikle gözden geçirilmiştir. 23 Kasım 1882’de Marx’a yazılmış bir mektupta, Siemens’in British Association’da başkanlık konuşmasında duyurduğu, elektromotor kuvvet dirençle akımın çarpımı iken, elektriksel güç için tanımladığı yeni bir birime, dirençle akımın karesinin çarpımı olan watt’a dikkat çekmiştir. O, “hareket ve iş ölçümleri” makalesinde tartıştığı momentum ve enerji denklemleriyle bunları karşılaştırır ve her iki durumda da enerjinin bir formdan başka bir forma dönüşmediği durumlarda basit bir orantı (hız için momentum ve akım için elektromotor kuvveti) olduğuna işaret eder. Ancak enerji ısıya veya işe dönüştüğünde, doğru değer, hız veya akımın karesini alarak bulunur. “Böylece bu, ilk olarak benim formülleştirdiğim bir genel hareket yasasıdır.” Bunun neden böyle olduğunu şimdi anlayabiliyoruz. Vektörel olan momentum ve elektromotor kuvveti, hız ve akım tersine döndüğünde tersine döner. Fakat enerji değişmez. Bu yüzden, (-x) 2 = x2 olduğundan, hız veya akım formüle kareleri biçiminde yazılmalıdır.

(…)

Öte yandan, örneğin yıldızlar ve protozoa bölümlerinde olduğu gibi, kesinlikle yanlış olan bazı ifadeler bulunuyor. Fakat burada Engels zamanının en iyi astronom ve zoologlarının bazılarını takip ettiği için suçlanamaz. Teleskop ve mikroskobun teknik gelişimi elbette geçtiğimiz 60 yılda bu alanlardaki bilgimizde büyük bir artışa neden olmuştur.

(…)

Yapılan bu eleştirilerin tümüne bakıldığında, Engels’in yazmasından bugüne geçen 60 yılda olan bilimsel ilerlemeyi nasıl sezdiğini görmek şaşırtıcıdır. 1900’den 1930’a kadar tartışmaları süren elektriğin atomik teorisini kesinlikle beğenmedi ve teori; elektronun yalnızca bir parçacık gibi değil, aynı zamanda bir hareketli dalga sistemi gibi davrandığını göstererek sonuç verene kadar “yanlış ata oynadığını” düşünmüş olması muhtemeldir. Her hücrenin proteinlerin yanında başka pek çok organa ait kimyasal maddeler bulundurduğundan pek çok biyokimyacıya fazla tek taraflı görünen; yaşamın, proteinlerin belli biçimleri olduğu görüşünde ısrarcıydı. Yalnızca son dört yılı içinde, belirli saf proteinlerin, çevresel değişimlerle kendilerini yenileyerek canlıların en önemli özelliklerini ortaya çıkardıklarını öğrendiğinde bu değişti.

Engels’in düşünme yönteminden faydalanarak her alanda çalışabilecek olsak da, bugün biliminsanları için en değerli olanın, kitaptaki biyolojiyle ilgili bölümler olduğuna inanıyorum. Bu elbette, bir biyolog olarak, fizikten söz ettiği yerlerde kaçırdığım Engels düşünüşünün inceliklerini burada algılıyor olmamdan da kaynaklanıyor olabilir. Çünkü biyoloji son iki nesilde fiziğe kıyasla daha az önemli değişiklikler geçirmiştir.

(…)

Fakat Doğanın Diyalektiği’nin yalnızca biliminsanlarına hitap ettiği düşünülmemelidir. Her eğitimli insan ve herkesten çok felsefe öğrencileri kitap boyunca; özellikle 1, 2, 7, 9 ve 10. bölümlerde kendilerinin ilgisini çekecek pek çok şey bulacaktır. Engels’in bu kadar büyük bir yazar olmasının bir nedeni de, döneminin muhtemelen en geniş çapta eğitim görmüş insanlarından olmasıdır. Yalnızca engin ekonomi ve tarih bilgisine sahip değildi; aynı zamanda Roma evlenme hukukunda söz edilen anlaşılması güç Latince bir ifadenin anlamından veya saf olmayan bir parça çinko sülfürik aside temas ettiğinde gerçekleşen süreçlerden söz edecek kadar bilgisi vardı. Bu muazzam bilgi birikimine sahip olmayı, manastırda öğrenilen bir yaşam sürerek değil; politikada aktif rol alarak, iş peşinde koşarak ve hatta tilki avlayarak başarabilmiştir.

O bu bilgiye ihtiyaç duydu, çünkü Marx’la birlikte kurdukları felsefe olan diyalektik materyalizm yalnızca bir tarihsel felsefe değil, aynı zamanda bir taşın düşüşünden bir şairin düş dünyasına kadar her türlü olayı aydınlatan bir düşünce sistemidir. Üstelik tüm süreçlerin birbirleriyle bağlantılarına verilen özel bir önemi ve sadece omurgalılar ve omurgasızlar veya sıvılar ve gazlar arasında değil; insan bilgisinin ekonomi, tarih ve doğa bilimleri gibi farklı alanları arasında da insana işlenmiş ayrımların yapay karakterini ortaya koymaktadır.

(…)