Ana Sayfa 130. sayı Arkamda biri var!

Arkamda biri var!

2249

Arkasında birisi vardı, emindi. Kötücül bir varlık: Hep bir adam, hep onun sağında. Ama ne zaman arkasına baksa, yok oluyordu.

Yıl 2006’ydı. Kadın, beyninin epileptik nöbetlere sebep olan bölümlerinin tedavisi için Geneva Üniversite Hastanesi ameliyathanesinde bekliyordu. Cerrahlar, nörolog Olaf Blanke tarafından yapılan led (ışık yayan diyotlar) çalışmasıyla, korumaları gereken önemli bölgeleri belirlemek için elektriksel yolla kadının beynini uyaracakları operasyona hazırlandılar. Cerrahlar belirli bir alana (sol temporoparietal bağlantı noktası) şok uygular uygulamaz, kadın arkasında hayali bir tehdit hissetti. Bakmak için arkasını döndü. Blanke neden döndüğünü sorduğunda, arkasında “sessiz ve hareketsiz bir gölge” hissettiğini söyledi. Ekip aynı bölgeyi her uyarışında, kadın hep aynı tepkiyi verdi. Blanke “Çok sahiciydi. Gerçek olmadığını söylememize rağmen ikna olmadı” diye konuştu.

Bu tip bir his yeni değil. Eski zamanlardan beri insanlar, kuvvetle hissedilen ama asla görünmeyen, rahatsız edici varlıklar olan hayaletler hakkındaki hikâyeleri birbirlerine anlatmıştır. Dağcılar, görünmeyen bir varlığın yanlarında onlara ayak uydurduğunu sık sık bildirmektedir. Nörolojik veya psikiyatrik sorunları olan birçok insan da aynı hissi bildirmiştir. Blanke hastasında da aynı olguyu görüyordu, ama kritik bir fark vardı: bu hissi açıp kapatabiliyordu.

Ekip kadına pozisyonunu değiştirmesini söyledi. Kadın yatağa düz bir şekilde uzandı ya da dizlerini tutarak oturur pozisyona geçti. Her durumda, hayali görüntü aynı şekilde davrandı. Blanke, kadının beyninin kendini duyumsamasını bir şekilde yanlış bölgeye yerleştirdiğinden şüphelendi.

Beynimiz durmadan bedenin sahipliği hissini kurmaya çalışır ve görünüşte sağlam olan bu his gerçekte oldukça kırılgandır. Biliminsanları bu hissi, vücudun dışındaymış deneyimi yaşatmak gibi basit illüzyonlarla kolaylıkla bozarlar. Blanke, sağlıklı bir insanın hayalet gibi bir varlık hissetmesine yol açan bir illüzyon geliştirilip geliştirilemeyeceğini merak etti. İsviçre’deki EPFL’den biyomedikal mühendis Giulio Rognini ile birlikte, iki robottan oluşan bir kurulum tasarladı; gönüllü olan kişinin önünde duran bir baş robot ve arkasında duran öndeki baş kısma bağlı olan arka robot. Sağ işaret parmağının ucunu baş robota koyuyorsun ve parmağını hareket ettiriyorsun. Bu hareketler aynı basınçla, aynı şekil ve zamanda seni arkandan dürten arka robota gönderilir. Hareket sırasında, baş robot da, parmak ucunun hareketine bağlı olarak dokunsal geri bildirim verir. Sonuç olarak, kolunu öne uzatmana rağmen, sırtını okşuyormuş gibi hissedersin.

Bu zekice bir numaradır. Ama robotlar arasında kısa bir gecikme olması, işleri gerçekten ilginç hale getiriyor. Baş kısmın hareketi ile kişiye arkadan dokunan arka robotun hareketi arasında bir yarım saniyelik fark. Beş katılımcı da, aniden odada arkalarında duran ve onlara dokunan biri varmış gibi hissetti. Blanke’ın hastasının hissettiğiyle aynı his. Bu, herhangi birisinin laboratuvar ortamında o duyguyu kasten canlandırabildiği ilk çalışmadır.

Şimdi, gönüllülerin arkasında duran ve onlara dokunan birisinin kesinlikle var olduğu iddia edilebilir; arkadaki robot! Gönüllülerin hepsi kurulumu görmüştü ve hepsi robotların varlığından haberdardı. Bunu biliyor olmaları pek bir şey değiştirmedi; arkalarından onları dürten gerçek bir kişinin var olduğunu fazlasıyla hissettiler. Bu, baş ve arka robotların senkronize bir şekilde hareket edişinden bütünüyle farklı bir duyguydu.

Duyusal bilgiyle hareket ettirici bilginin uyumsuzluğu, gönüllülerin kafasını karıştırdı. Eğer şu anda göğsümü içeri doğru dürtsem, hareketli eklemlerimi hissedebilirim, göğüs kemiğime bastıran parmağımı görebilirim, parmağım sayesinde göğsümü ve göğsüm sayesinde parmağımı hissedebilirim. Her şey uyuşuyor, biliyorum ki ben kendi bedenimin içerisindeyim. Eğer bu kısıtlı bilgi eşleşmezse, beynim tutarsızlıkları açıklamak için gerçeklik algısını yeniden gözden geçirir. Belki de beynim, artık bedenimin içerisinde olmadığımı düşünebilir. Belki oralarda bir yerlerdeyimdir.

Blanke, gönüllüler illüzyona aldandığında, böyle bir durumun (insanın artık kendi bedeninin içerisinde olmaması) onlarda da gerçekleştiğinden şüphelendi. Beyinleri bedenlerinin iki sembolünü yaratır: Her zamanki yerde ve güçlü olan ve arkalarındaki daha zayıf olan.

Ekip, gönüllülere karşılarındaki duvara top fırlattıklarını hayal etmelerini ve hayali top havada olduğu sürece butonu tutmalarını söyleyerek bu fikir için bir dayanak buldu. Bu basit görev, gönüllülerin bulunduklarını düşündükleri yeri ölçer. Eğer onlar butonu daha uzun bir süre tutarlarsa, sezgisel olarak odada daha arkada olduklarını hissediyorlar demektir. Tuhaf varlığı hisseden insanlar, öyle hissetmeyen insanlardan daha uzun süre butonu tuttular.

Blanke şimdi, beyin hasarından dolayı acı çeken ve devamlı görünmeyen bir varlığı hisseden 12 insanla yaptığı çalışma sayesinde bazı ipuçlarına sahip. Bu insanların hepsinde, beynin aynı üç bölümünde hasar var: İnsula bölgesi, frontopariyetal korteks (FPC) ve temporoparietal korteks (TPC). Bunların içerisinde, frontopariyetal korteks (FPC), hayali bir varlığın olduğunu hisseden insanlarda özellikle hasar görmüş gibi gözüküyor, ama diğer halüsinasyon türlerini yaşayan insanlarda öyle değil.

Bu bölgeler, duyularımızdan ve hareketlerimizden gelen bilgileri toplamada ve vücudumuzu kontrol etmede görevli bölgeler. Diğer biliminsanları, beden sahipliği illüzyonlarına aldanan insanların bu bölgelerinin daha güçlü çalıştığını buldu. Karolinska Enstitüsü’nden , aynı zamanda beden sahipliği üzerine okumuş olan Henrik Ehrsson, “Bu bölgelerdeki doku bozulmalarının bedensel sinyallerin normal entegrasyonunda problemlere yol açması gayet mantıklı. Duyusal bilgiler, hayali bir varlığın olduğu hissine yol açan yanlış bölgeye yerleştirilir” diyor.

Bu tür uyumsuzluklar kendiliğinden gerçekleşebilir. Blanke bu yüzden bir sürü dağcının arkalarında bir varlığın olduğu hissini yaşadıklarını düşünmekte. “Bitkinsiniz. Az oksijeniniz var. Gri ve beyaz dışında bir şey görmezsiniz, ve yaptığınız tekrar tekrar bir ayağınızı öbürünün önüne koymaktır. Bu yüzden, beyniniz hem değişmiş bir bilinç durumu içerisinde, hem de bir hareketin robot gibi tekrarlanıp durduğu bir durum içerisinde olur” diye konuşuyor. Beyinde, duyusal ve hareket ettirici bilgiyi senkronize olmaktan çıkarabilecek bir sürü potansiyel vardır.

Sosyal soyutlanma ve aşırı stres durumunda, insanların yalnız ve endişeli zamanlarında da, sık sık böyle belirmeler görmesinin nedenini açıklayabilen benzer bir şeyin gerçekleşmesi mümkün. Onlar aslında doğaüstü varlıklara tanık olmuyor. Onlar sadece kendilerini hissediyorlar, ama yanlış bilgilendirilmiş ve allak bullak olmuş bir beyin tarafından birkaç metre bedenlerinin ötesinde hissediyorlar.

Bu bir hipotez, ama ekibin artık laboratuvarlarında test edebildikleri bir hipotez. Blanke, “İnsanları monoton ve yorucu bir durum içerisine alırsanız, hayali bir varlığa dair hisleri artacaktır diye düşünüyoruz” diyor. Ehrsson, hayali varlıklar genellikle ne olduğu bilinmeyen “gölgeler” olmasına rağmen, üç hastanın gerçek aile üyelerinden birinin onların arkasında durduğunu hissettiklerini ekledi. “Bilinmeyen bir gölgenin gerçek bir kişi haline gelmesini uyaran beyin mekanizmaları nelerdir?” sorusunu sorduklarını belirtti.

Önceki İçerikDers: Toplum ve eğitim
Sonraki İçerikBağlantıyı kesme hakkı