Bu bilim merkezinde isteyen diskotekte dans eder, isteyen ağaçlar arasında doğa yürüyüşü yapar; önemli olan insanlığın, varoluşun sırlarını çözmeye gönül verenlerle hep beraber önemli katkılarda bulunabilmek. Bilim kahramanlarımdan Watson’un bir skandalla emekliye ayrılmış olmasına üzülsem de, biliminsanlarının huzur içerisinde çalışmaları için doğru olan adımın atılmış olmasına da bir o kadar seviniyorum.
Trenimin kalkmasına 15 dakika kalmış, ama ben de kaldığım misafirhanenin kapısında kalmışım. Büyük bir panikle güvenliğin numarasını çevirip yardım istiyorum: “Kaldığım binanın adını hatırlamıyorum, çok acelem var, üç katlı bir bina, yanında denize bakan bir gazebo var” sözlerime güvenlik görevlisi baygın bir ses tonuyla cevap veriyor “buradaki bütün binalar öyle hanımefendi binanın adını öğrenin sonra tekrar arayın”. Sonra bende paniğin verdiği bir ışık yanıyor: “Vals yapan polipeptitlerin oradayım”. Telefondaki ses birden sıcaklaşıyor: “Aaa öyle desenize, tamam, nerede olduğunuzu anladım, hemen geliyorum!”.
New York şehrinin trenle bir saat kadar kuzeyinde, yemyeşil ağaçların kapladığı minik tepelerle çevrili, deniz kenarında kurulu Cold Spring Harbor Laboratories (Soğuk Su Kaynağı Limanı Laboratuarları), kısa adı ile CSHL’de idim son birkaç gün. Şehrin trafik gürültüsü ve mazot kokusundan sonra ilaç gibi gelen bu ziyaret için biyolojik veri yönetimi üzerine bir konferansta sunum yapma bahanem vardı.
Benim için günü kurtaran “vals yapan polipeptitler”, ilhamını ribozomlardan almış bir heykelin adı. Ribozomlar sadece elektron mikroskobu ile görülebilen, hücrelerimizin içinde protein sentezine ön ayak olan minik organeller. Heykel tek bir tane proteinin ribozomlar tarafından üretimini simgeliyor; bu minnacık ama yaşam için kritik işlemin heykeli ise içinde yürüyebileceğimiz kadar büyük!
Yüzyıl sonu biyolog ve doğa bilimcileri çalışmalarını Darwin’in evrim teorisi üzerinde yoğunlaştırmışlar. Bu sebeple genellikle çeşitli hayvanların ve bitkilerin bol olduğu deniz kenarı bölgelerde laboratuar inşa etme furyası başlamış. CSHL de bu akımın etkisi ile Brooklyn Sanat ve Bilim Enstitüsü (Brooklyn Institute of Arts and Sciences) tarafından New York eyaletinin Long Island (uzun ada) kıyısında kurulmuş ve 1890’da derslere başlanmış. İlk kuruluş amacı lise ve üniversite öğretim görevlilerine deniz biyolojisi üzerine eğitim vermekmiş. Lakin çok kısa bir süre içerisinde bir genetik bilimleri araştırma merkezine dönüşmüş. Şöyle ki, Harvard Üniversitesi evrim biyolojisi profesörü Charles Davenport 1898’de CSHL’in başkanı olarak atanmış. Tam da o esnada Gregor Mendel’in bitkilerde kalıtım üzerine yaptığı çalışmalar tekrar önem kazanmaya başlıyormuş ve Davenport da CSHL’de bir genetik araştırmaları programı kurulmasına önayak olmuş. Hatta Mendel’in araştırmalarının tekrar ön plana çıkmasına sebep olan üç araştırmacıdan biri olan Hugo de Vries genetik programının açılış konuşmasını yapmış.
Kısa bir zaman öncesine kadar, CSHL’in başkanı James Watson idi. Hani DNA’nın yapısının ikili sarmaldan oluştuğunu ortaya çıkaran ve bu sayede 1962 yılında Francis Crick ve Maurice Wilkins ile Fizyoloji ya da Tıp alanında Nobel ödülünü paylaşan meşhur bilim insanı James Watson.
1993’de Türkçeye çevrilen “İkili sarmal: DNA Yapı Çözümünün Öyküsü” isimli kitabında Watson Crick ile beraber buluşa yol açan maceralarını yalın ama heyecanlı bir dille anlatır (İngilizcesi: The Double Helix: A Personal Account of the Discovery of the Structure of DNA). Bu kitap benim genetik bilimi çalışma kararı almamda büyük rol oynamıştı. O nedenle Watson’un 39 yıl başkanlığını yaptığı CSHL’e bir biliminsanı olarak katılmak, gençlik rüyalarımdan birisini gerçekleştirmek anlamını taşıyor.
Hatta ayrıntıya girecek olursak, daha kısa erkek kesimi saçlı, vatka omuzlu tulum modasına ayak uydurmuş bir ortaokul öğrencisi iken Adapazarı’nın geleneksel Akyazı-Akbalık yağlı güreşlerinde (babam o yıl güreş ağalığı yaptığı için) bir punduna getirilerek kendimi er meydanına kurulu bir güzellik yarışması jürisinin karşısında, “ileride ne olacaksın?” sorusu ile karşı karşıya bulmuş, yoğun ayçiçek yağı ve çimen karışımı başımı döndüren güçlü kokunun da tesiri ile “saldır ya da kaç” moduna girmiş ve James Watson’dan okuduklarımın da etkisiyle “Genetik Mühendisi olacağım!” diye atlamıştım. Jüri üyeleri de uzun kahkahalarla gülmüşlerdi. Bu ziyaretten sonra ey jüri, şimdi de hâlâ gülüyor musun diyebileceğim artık eski Yeşilçam filmlerinin kahramanları gibi.
Elbette o zamanlar genetik bilimi, Watson ve Crick benim için Yunan mitolojilerindeki öyküler gibi erişilmez görünüyordu. Mesela Watson’un başarıya ulaşmasında etkin olan ve bilim kulislerinde bolca anekdota yol açan aklına gelenleri pat diye ortalık yerde söyleme huyunun, aynı zamanda başına çok da işler açtığını bilmiyordum. Oysa Watson, en sonunda Londra’daki The Times gazetesinde yayınlanan bir yorumu yüzünden 39 yıldır başında bulunduğu CSHL’den 2007 yılında emekli olmak zorunda bırakıldı.
Watson’a atfedilen sözler kabaca Türkçeye çevirecek olursak şöyleydi “Afrika’nın geleceği hakkında karamsarım çünkü bütün sosyal politikalarımız onların bizim kadar akıllı oldukları varsayımı üzerine kurulu- ama bütün testlerimiz bunun aksini gösteriyor. Bütün insanların eşit olmasını arzuluyoruz ama siyah görevliler ile çalışan herkes bunun gerçek olmadığını öğreniyor”. Bu skandalın en enteresan tarafı ise birkaç ay sonra patlak verecek, DNA dizilimi ilk çözülen insanların başında gelen Watson’un DNA’sı üzerinde yapılan araştırmalar, kendisinin ortalama bir beyaz kökenli insandan 16 kat daha fazla Afrika kökenli gene sahip olduğunu gösterecekti.
İzlandalı Kari Stefansson ve grubu tarafından yapılan hesaba göre Watson’un büyük-büyük anne ya da babalarından birisinin Afrika kökenli olma olasılığı çok yüksekti. “Bir damla” Afrika kanı taşıyanların kısa bir zaman öncesine kadar ABD’de siyah ve dolayısı ile ikinci sınıf sayıldığı hatırlanırsa, DNA’nın şifresini çözen müthiş biliminsanı ve siyahların daha az akıllı olduğu iddia ettiği varsayılan Watson da, bir “siyah”tı. İzlandalı biliminsanlarının araştırma sonuçlarının doğruluk olasılığı Watson’un aile tarihçesi dikkate alınırsa tartışmalı olsa da, bu skandalın genetik bilimine yaptığı inanılmaz katkılara rağmen Watson ismi ile anımsanması kaçınılmaz görünüyor. Nitekim ABD’nin bugünkü bilimsel ortamında Watson’un bu patavatsızlığı yüzünden CSHL’den emekliye ayrılmaya zorlanması şaşırtıcı değil.
Ziyaretim sırasında öğrendim ki dünyanın saygıdeğer kuruluşlarından olan CSHL, tüm sessiz sakinliğine rağmen genç biliminsanlarını da düşünüp içerisine bir de diskotek kurmuş! Konferanstaki “diskotek gecesi”ne katılamasam da, sonradan öğrendiğime göre en çok dans eden gençler değil, konferansın davetli “keynote” konuşmasını yapan bayan profesör olmuş (!) İşte dünyanın her yerinden biliminsanlarının katıldığı, her türlü din, dil, ırk, kıyafeti temsil edenlerin eşit, mümkün olduğunca önyargılardan uzakta bilim odaklı bir araya geldiği bir bilim merkezi. İsteyen diskotekte dans eder, isteyen ağaçlar arasında doğa yürüyüşü yapar; önemli olan insanlığın, varoluşun sırlarını çözmeye gönül verenlerle hep beraber önemli katkılarda bulunabilmek. Bilim kahramanlarımdan Watson’un böyle bir skandalla emekliye ayrılmış olmasına üzülsem de, biliminsanlarının huzur içerisinde çalışmaları için doğru olan adımın atılmış olmasına da bir o kadar seviniyorum.