Ana Sayfa Dergi Sayıları 131. Sayı 2014’ün en önemli on bilimsel gelişmesi

2014’ün en önemli on bilimsel gelişmesi

440
0

Kuyrukluyıldızın yörüngesindeki Rosetta… İşbirliği yapabilen robotlar… Kuşların dinozorlardan evrimleştiğini gösteren çalışma… Gençlik pınarının keşfi… Beyni taklit eden çipler… Diyabeti tedavi edecek kök hücreler… Anıları değiştirme yöntemi… Genetik alfabeye eklenen iki yeni harf… Endonezya mağara sanatının Avrupa’daki kadar eski olduğunun keşfi… Göğe yağan CubeSat’lar…

Sunuş

Science dergisi editörleri, 2014 için on gelişme içeren bir bilim bilançosu çıkardı. Derginin internet sitesi www.sciencemag.org’da özetlenen seçkide, gelişmeler ayrı editörlerce kaleme alınmış; özetleyerek sunuyoruz. Parantez içindeki aktarımlar Umut Can Yıldız’a aittir.

Rosetta projesi: Kuyrukluyıldızla randevu

Bu yılın bilimdeki en büyük atılımı, Mars’ın ötesindeki bir yerden Dünya’ya ışınla gönderilmiş bir dizi fotoğrafla kamuoyunun hayal gücünü yakaladı. Üç ayaklı, cılız bir aracın uzayın karanlığına doğru ilerleyişinin ve neredeyse siyah bir kuyrukluyıldıza düşüşünün fotoğrafı. Minik Philae, 67P/Churyumov-Gerasimenko’ya inişini başarıyla gerçekleştirebilecek miydi?

Kısa süre içinde, Philae’nin zemine konduğu yerin tozlu yüzeyini gösteren fotoğraflar da geldi. İniş aracı zıpkınlar, vidalar ve ters iticilerle donatılmıştı, ancak işe yaramadı; çok sert olan kuyrukluyıldız yüzeyine tutunamadı. Ardından endişe verici fotoğraflar geldi: Philae’nın planlanan noktadan uzakta, bir yükseltinin gölgesinde yan yatmış olduğu ortaya çıktı.

Kuyrukluyıldızlar toz, buz ve organik molekül kümelerinin topaklaşmış halidir ve kaya içermezler. Ne var ki, Philae kayaya oldukça benzeyen, sert bir yere çatmıştı. Pillerini yeniden şarj etmek için güneş ışığının cılız kalmasıyla, devre dışı olmadan önce 57 saat boyunca bilgi topladı. Philae’nin twitter hesabı, son anlarını oldukça “duygusal” aktardı: “Biraz yorgun hissediyorum, tüm verilerimi aldınız mı? Sanırım biraz kestireceğim.”

Philea gönderdiği veri ne olursa olsun önemli bir iş başardı, çünkü özellikle 67P Dünya dışında iniş aracıyla keşfedilen sadece yedinci yer. (Diğerleri Venüs, Mars, Ay, Satürn’ün uydusu ve iki asteroid.) Hatta kuyrukluyıldız üzerine inişinin daha çok sembolik bir önemi var. Projenin yöneticileri, tüm bilimsel geri dönüşün Philae’nin ana gemisi Rosetta’dan sağlanacağını belirtiyor. Rosetta, kuyrukluyıldıza geçtiğimiz Ağustos’ta ulaştı ve o zamandan beri yörüngesinde. 10 km gibi yakın bir mesafeden kuyrukluyıldızı inceliyor. Science, Rosetta projesini, 2014’ün dönüm noktası olarak kutluyor.

2004’teki fırlatmadan sonra, uçuş mühendisleri Rosetta için on yıl boyunca yörünge hileleri yaptı: Uzay aracını kuyrukluyıldızın 6,5 yıllık eliptik yörüngesiyle hizalayabilmek için, Mars ve Dünya yerçekimsel sapan olarak kullanıldı. Rosetta 67P’yi yakaladığı zaman, kuyrukluyıldız hâlâ Güneş’ten oldukça uzak ve soğuktu. Güneş yönünde düşüşe geçmesiyle birlikte, yüzeyinin altındaki buz birikintisinde gaz ve toz püskürmesine güç sağlayan süblimleşme başladı. En yüksek etkinliğin 2015 Ağustos’unda günberide gerçekleşmesi bekleniyor, bu sırada kuyrukluyıldız Dünya ve Mars yörüngelerinin arasında yarı yolda olacak. Püskürmelerin gelişimini ve değişimini izleyerek, biliminsanları kuyrukluyıldızların Güneş’e yaklaşırken nasıl başkalaştığını öğrenebilecekler. Ardından, bu süreçlerden çıkarımla, kuyrukluyıldızların nasıl biçimlendiğini öğrenmek üzere saati 4,5 milyar yıl geriye sarabilecekler.

Rosetta’nın bir önemi de, kuyrukluyıldızı yakın mesafeden aylar boyunca inceleyebilecek olması. Benzer bir proje olan, NASA’nın Pluto’nun 10.000 km yakınından geçecek Yeni Ufuklar (New Horizons) aracı, Pluto’nun ancak dağ büyüklüğündeki özelliklerini ortaya çıkarılabilecek. Buna karşın Rosetta’nın kamerası cm uzaklığındaki nesneleri ayrıştırabiliyor. Halihazırda aktif püskürmelerin eğimini takip ediyor.

Rosetta uydusu sadece görmekle kalmıyor, aynı zamanda da kokluyor. The Rosetta Orbiter Spectrometer for Ion (İyonlar için Rosetta Uydusu Spektrometrisi) ve Neutral Analysis (ROSINA) spektrometreleri, 67P’nin kuyrukluyıldız saçı olarak isimlendirilen ince atmosfer haresine hedefliyorlar. Tespit edilmesi beklenen su, metan ve hidrojen gibi gazların yanı sıra, formaldehit ve hidrojen siyaniti de içeren daha nadir bileşimler de bulunmaya başlandı. Kuyrukluyıldızların ilkel içeriğinin listesini oluşturmak önemli, çünkü pek çok biliminsanı kuyrukluyıldızların su ve organik molekülleri genç Dünya’ya taşıyarak yaşamın hızlı bir başlangıç yapmasına yardım ettiğini düşünüyor.

ROSINA aynı zamanda izotopları saptayacak hassasiyete sahip. 10 Aralık’ta Science’ta yayımlanan rapora göre, ROSINA ekibi ağır hidrojenin (döteryum) normal hidrojene oranının istisna derecesinde yüksek olduğunu buldu. Bu oranın Dünya’da bulunan suya göre oldukça yüksek olması 67P benzeri kuyrukluyıldızların -Neptün’ün ötesindeki bir bölgedeki, Kuiper kuşağında kümelenmiş bir grubun parçası- Dünya’ya su taşımak konusunda büyük bir rol oynamış olamayacağını ortaya koyuyor. Bu aynı zamanda iki ana grup kuyrukluyıldızın oluştuğuna dair klasik yaklaşımı da destekliyor. Bu görüşe göre 67P gibi Kuiper kuşağı kuyrukluyıldızları, Jüpiter’in yerçekimsel etkisi onları Kuiper kuşağına fıtlatmadan önce, Neptün’ün dışında oluştu. Düşük D-H oranına sahip diğer kuyrukluyıldızlarsa, Güneş’e daha yakın oluştular. Güneş Sistemi dinamiklerinin daha büyük itişiyle, bu kuyrukluyıldızlar Ooort bulutu olarak bilinen, sistemimizin en uzak banliyösünün dışına savruldular.

Rosetta’nın kimi engelleri var. Özellikle kuyrukluyıldızın katı yüzeyinden, aminoasitler gibi karmaşık organik molekül zincirlerini tespit etmek için çabalıyor. Sonuçta, biliminsanlarının yüzeydeki organik bileşiklerin, kuyrukluyıldızın ilk içeriğinde mi bulunduğu, yoksa Güneş’e daha önceki yakın geçişlerindeki kimyasal reaksiyonlarda mı oluştuğu sorusuna cevap vermesi oldukça zor gözüküyor. Araştırmacılar, Philae’nin yüzeyi delerek altından örnek almayı ve analiz etmeyi gerçekleştirememiş olmasının hayal kırıklığını yaşıyorlar. Vazgeçilmiş değil. Philae yeniden deneyecek. 67P Güneş’e yaklaştığı zaman, Philae’nin güneş panellerine daha fazla ışık düşecek. Son tweetinde, yeniden canlanma beklentisini yükseltti. Philae uyansa da, uyanmasa da; Rosetta’nın 67P kuyrukluyıldızdaki yaşamı gerçekten de yeni başlıyor ve kuyrukluyıldız biliminin yeni çağını müjdeliyor.

Eric Hand

İşbirliği yapan robotlar yönetici gerektirmiyor

Robotlar insanlarla çalışmak konusunda giderek daha iyi hale geliyor. Öte yandan 2014’de pek çok bilimsel çalışma, bu makinelerin insan yönlendirmesine ihtiyaç duymadan da birlikte çalışabileceğini gösterdi. Robotbilimciler robotların çevrelerini algılama ve yeni durumlara tepki vermesini iyileştirmek için uğraşmaya devam ederken, robot takımlarının kendi görevlerini yürütmesi fikrinin erken olduğu düşünülebilir. Ancak yıllar süren çalışmalar sonucu araştırmacılar, basit görevler için işbirliği yapabilen interaktif robotlar yapabildi.

Çalışmaların birinde, küçük bir bozuk para büyüklüğündeki bin tane robot dikdörtgen, harfler ve diğer iki boyutlu şekilleri oluşturmak için düzenli biçimde bir araya geldi. Bu ölçekteki bir bütünlük, ucuz, çalıştırması kolay ve etkin biçimde diğerlerinin nerede olduğunu algılayabilen robotlar gerektiriyor. Başka bir projede, on tane dört pervaneli robot helikopter, birbirleriyle telsiz bağlantısı kurarak kendi konumlarını çarpışmaları engelleyecek biçimde ayarladı ve dönen bir çember oluşturacak bir düzen içinde uçtu. Üçüncü bir grup robot ise, termitlerden ilham alınarak, basit bir yapıyı süreci algılayarak ve bir sonraki adımı çıkarsayarak, işbirliğiyle inşaa etmek üzere programlandı. Bir başka deneyde, her ne kadar özel bir kamera sistemiyle onları takip eden merkezi bir bilgisayarın komutası altında olsalar da, robot teknelerden oluşan bir filo, görece gelişmiş grup manevraları gerçekleştirdi.

Şu ana kadar işbirliği yapan robotların hepsi çevreleri ve birbirleri hakkında yerel ve görece üstünkörü bilgiye dayanıyorlar; ancak hem onlar hem de algılayıcıları hızla gelişiyor. İşbirliği becerisi, giderek daha da gelişecek.

Elizabeth Pennisi

Kuşların kökeni

Kaba saba kuzenleri Tyrannosaurus rex’in çevik sinekkuşlarına ve zarif kuğulara dönüşmesi zaman aldı. 2014’de evrimsel biyologlar, dinozorlardan kuşlara dikkat çekici evrimsel dönüşümün ayrıntılarını ortaya çıkardı.

Esasen Çin’deki 20 yıla uzanan fosil keşiflerinin analizleri, özellikle tüyler gibi kuşa özgü yeniliklerin, ilk kuşlar henüz belirmeden önce dinozorlar arasında tekrar eden biçimde ortaya çıktığını gösteriyor. Görünen o ki, tüyler sadece uçmak için değil, aynı zamanda yalıtım, görüntü ve muhtemelen denge için de kullanılıyordu.

2014’te farklı gruplar, kuşa özgü diğer özelliklerin tam olarak ne zaman ortaya çıktığını görmek için, pek çok dinozor ve erken kuş fosiliyle mevcut kuşlar üzerine verileri derledi ve analiz etti. Bir çalışma 850 morfolojik özelliği 150 tür içinde karşılaştırdı; bir başka çalışma ise 426 türün bacak kemiğinin kalınlığını ölçtü. Dinozorların sonunda kuşlara ulaşacak şekilde zaman içinde gittikçe daha küçük ve ince kemiklere sahip oldukları keşfedildi.

Bir kere kuşun vücut yapısı billurlaştıktan sonra, muhtemelen küçük boyut yiyecek bulmaya ve daha büyük akrabalarının yararlanamayacağı barınakları kullanmaya yaradığı için, yeni kuş türleri hızlı biçimde ortaya çıktılar. Kuşlar uçuşa geçti, ancak dinozor ataları da onlara gereken hızı vermişti.

Elizabeth Pennisi

Gençlik pınarı mümkün mü?

2014’de, genç bir farenin kan ya da kan bileşenlerinin yaşlı farelerin kaslarında ve beyninde rejenerasyon etkisine sahip olduğu gösterildi. Eğer bu sonuçlar insanlara uyarlanırsa –ki halihazırda deneniyor- genç kandaki etken maddeler yaşlanmaya karşı panzehir sunabilir. Bu panzehir, insanlığın öteden beri arzuladığı gençlik pınarı olabilir.

2014’de yayımlanan çalışma, genç kandaki bazı içeriklerin yaşlanmanın birçok belirtisini tersine döndürebildiği yönündeki kanıtı güçlendirdi. Bir grup genç fare kanından izole edilmiş GDF11 isimli etken madde (faktör) çalışıldı. Bu maddenin kalbi yenilediği önceden gösterilmişti. Araştırmacılar maddenin aynı zamanda yaşlı farede kasların gücünü ve dayanıklılığını arttırabildiğini ve beyinde nöron gelişimini teşvik ettiğini keşfetti. Başka bir ekip, genç kanın veya hatta hücre dışı kan plazmasının, yaşlanmış bir farenin mekânsal hafızasını desteklediğini rapor etti.

İlk klinik denemelerde, 18 orta yaşlı ve yaşlı Alzheimer hastası, reşit gençlerin bağışladığı plazmaları enjeksiyonla alıyor. Gelecek yıl bu zamanlarda, genç kanın en çok korkulan yaşlılık hastalıklarından biriyle savaşıp savaşamayacağını öğrenmiş olabiliriz.

Jocelyn Kaiser

Beyni taklit eden yongalar

John von Neumann sonunda kendine denk bir rakip bulmuş olabilir. Yaklaşık 70 yıl önce, Macaristan doğumlu dahi birbirinden ayrı işlemci, hafıza ve kontrol birimleri ile modern bilgisayarların temel tasarımını ortaya koydu. 2014’deyse bilgisayar mühendisleri umut vaat eden bir alternatif açıkladı: İlk geniş ölçekli “nöromorfik” yongalar (çip). Bu yongalar canlı beynine benzer işlem yapacak şekilde tasarlandı.

Von Neumann mimarisine dayanan çipler, elektronik tablolama ve kelime işlemeyi temel alan mantıksal işlemleri başarıyla yürütebiliyor. Ancak görüntü gibi çok büyük miktarda veri yığınını bütünleştirmek konusunda zorlanıyorlar. Beyinlerimiz çok farklı bir yaklaşıma sahip. Birbirinden ayrı nöronlar binlerce komşusuyla kimyasal sinyaller yoluyla iletişim kuruyor, bu beynin çok fazla bilgiyi paralel olarak işlemesini sağlıyor. Aynı zamanda farklı beyin bölgeleri de daha fazla verimlilik için özelleşiyor.

Beynin 100 trilyon sinapsla birbirine bağlı 100 milyar hücrelik ağı (network), hâlâ nöromorfolojik yongaların yapabileceği her şeyi gölgede bırakıyor. Buna karşın IBM’nin yeni TrueNorth yongası, 5,4 milyar transistör ve 256 milyon “sinaps” içeriyor ve şirket pek çok TrueNorth’u yan yana getirerek daha karmaşık bir ağ inşa etmeye uğraşıyor. Gelecekte beyin benzeri işlemciler, küresel çapta tüm sensörlerden gelen gerçek-zamanlı verileri ve yapay görmeyi bütünleştirebilir.

Robert F. Service

Diyabeti tedavi edebilecek hücreler

İnsanın embriyonik kök hücrelerinin (EKH) keşfinden bu yana, araştırmacılar bunu hastalıklara karşı kullanmayı umuyor. Arayış oldukça yavaş ilerliyor. Örneğin on yıldan uzun süredir, dünyanın farklı yerlerinden laboratuvarlar EKH’leri β hücreleri olarak isimlendirilen pankreas hücrelerine dönüştürmeye çalışıyor. β hücreleri yükselen kan şekerine tepki vererek insülin üretir, bu hormon hücrelerin glükozu almasını ve kullanmasını sağlar. β hücrelerini öldüren bir otoimmün saldırısı tip 1 diyabete yol açar; β hücrelerini laboratuvarda yetiştirilen hücrelerle değiştirmek kalıcı bir tedavi sağlayabilir.

2014’de iki grup insan β hücresine benzer hücreleri yetiştirme metodunu yayımladıklarında, araştırmacılar bu hedefe biraz daha yaklaşmış oldu. Yaklaşımlardan birisi hem EKS’lerle hem de uyarılmış pluripotent kök hücreleriyle birlikte çalışıyor. Yöntem karmaşık, kök hücreleri insülin üreten hücrelere dönüştürmek yedi hafta alıyor. Ancak araştırmacılar 200 milyon β benzeri hücreyi 500 ml’lik cam kapta yetiştirebiliyor; bu miktar teoride bir hastayı tedavi etmek için yeterli. Diğer yöntem altı hafta sürüyor ve başlangıçta her iki EKS’den bir β benzeri hücre üretebiliyor.

Bu hücrelerin tip 1 diyabeti tedavi etmekte kullanılabilmesi için, onları öldüren otoimmün reaksiyondan koruyacak yolların da geliştirilmesi gerek. Öte yandan üretilen bu hücreler, biliminsanlarına diyabeti laboratuvarda çalışmak için de eşsiz bir fırsat sağlıyor.

Gretchen Vogel

Avrupa mağara sanatının tahtı sallantıda

Ziyaretçiler Endonezya’nın Sulawesi Adası’ndaki Maros Mağaraları’nın duvarlarını süsleyen tarihöncesi duvar resimlerine şaşakalıyorlar: Kırmızı ve dut rengi tonlarında “geyik domuzu” resimleri, kırmızı el kalıbının ana hatlarıyla karışmış durumda. Resimler, 2014’de şaşkınlığı büyüten bir ölçüme konu oldu: 10.000 bin yaşında olduğu düşünülen resimlerin aslında dört kat daha yaşlı olduğu keşfedildi.

Afrika’daki insanlar, geometrik tasarımları hematit parçaları ve devekuşu yumurtası kabuklarının üzerine 78.000 yıl öncesi gibi erken bir tarihte kazımıştı. Ancak sembolik sanatın ilk defa 35.000- 39.000 yıl öncesinde Avrupa’da canlandığı düşünülüyordu. Başta Fransa’daki Chauvet Mağarası’nda, atalarımız gergedanlar, atlar, aslanlar ve kadınların canlı tasvirlerini boyamıştı. Bazı arkeologlar bu resimlerin, Avrupa’da insanoğlunun yeni bir sıçrayış yaşadığını yansıttığını öne sürüyordu, ancak diğerleri sembolik ifade becerisinin Afrika’da, henüz modern insan bu kıtadan ayrılıp dünyaya yayılmadan önce geliştiğini düşünüyordu.

Endonezya mağara resimlerindeki yeni tarihleme, Avrupa’nın sembolik sanat üzerindeki tekelini bitirdi. Resimlerin üzerinde biçimlenen, sarkıt benzeri büyümelerdeki uranyumun radyoaktif bozunması ölçülerek, en eski el kalıbının en az 39.900 yaşında ve en eski hayvan resimlerinin ise en az 35.400 yaşında olduğu bulundu. Ya Endonezya’daki mağara ressamları, sembolik sanatı Avrupalılardan bağımsız bir şekilde aynı tarihlerde keşfettiler, veya modern insanlar 60.000 yıl önce Afrika’dan yayılmaya başladıklarında zaten deneyimli sanatçılardı.

Ann Gibbons

Belleği değiştirmek

Herkesin bildiği gibi bellek değişime açıktır. Anılarımız silikleşebilir ve yeni anlamlar kazanabilir; bazen hiç yaşamadığımız şeyleri anımsayabiliriz. Anılarımız yeniden yapılandırılırken beynimizde neler gerçekleştiği bilinmezliğini koruyor.

Bir süre önce biliminsanları belleğin fiziksel temellerini kavramaya ve denemeler yapaya başladı. Sil Baştan (Eternal Sunshine of the Spotless Mind) ve Başlangıç (Inception) filmlerini anımsatan çalışmalarda araştırmacılar, optogenetiği kullanarak farelerdeki belirli bir anıyı değiştirmenin yolunu geliştirdi. Optogenetik, hayvan beyinlerindeki sinir hücrelerini lazer ışını demetiyle tetikleyebilen güçlü bir tekniktir. Bir dizi deneyde, araştırmacılar varolan anıların silinebileceğini ve başka anıların “başlangıcıyla” birleştirilebileceğini gösterdi.

Araştırmacılar 2014’de daha da ileriye gittiler: Farelerde bir anının taşıdığı duygusal içeriği kötüden iyiye çevirmek ya da tam tersini yapmak. Örneğin erkek fareler, lazer altında bir kere elektrik şokuna uğramakla ilişkilendirilen belirli bir odada, sanki sıcakkanlı bir dişiyle (orada olmamasına karşın) buluştuklarındaki gibi davranacak şekilde kandırıldılar.

Bu deneylerdeki farelerin yanlış anılar mı deneyimledikleri, yoksa sadece haz ve korku hisleri arasında bulanıklık mı yaşadıkları belirsiz. İnsanda travma sonrası stres bozukluğunun iyileştirilmesi için tedavi umudu hâlâ çok uzak olabilir. Ancak kesin olan bir şey var: Şimdiye dek bilimsel inceleme konusu olamazmış gibi düşünülen belleğin sırları açığa çıkmaya başladı.

Emily Underwood

Yaşama daha geniş bir genetik alfabe vermek

Dünyanın her yerinde, tüm canlılıkta dört aynı genetik harfi içeren genetik kod vardır. Güney Kaliforniya’daki bir laboratuvar tezgâhının üzerindeki cam kapta bulunan Escherichia coli bakterilerinin dışındaki her yerde. 2014’de buradaki araştırmacılar genetik alfabelerinde fazladan iki harf barındıran bakteriler üretti. G ve C ile A ve T doğal nükleotit çiftlerine ek olarak bu bakteriyel DNA yeni geliştirilen bir çifti de içeriyor: X ve Y.

Daha önce pek çok “doğal olmayan” nükleotid baz çifti tasarlanmıştı, bunlar test tüpünde DNA’nın çiftli sarmalına katılabiliyordu. DNA’nın kopyalama makinesi, DNA polimeraz olarak bilinen bir enzimle de başa çıkmışlardı, yani bu çifltlerden bazıları kopyalanabilmişti de. Ancak bunların hiçbirinin, yaşayan bir organizmanın içinde gerçekleşmesi başarılamamıştı. Taa ki 2014’e kadar.

E. coli’nin DNA’sındaki bu iki yeni harf, şimdilik herhangi bir şey kodlamıyor, ancak teorik olarak, araştırmacılar bunları “doğal olmayan” yapı bloklarını içeren tasarım proteinler üretmek için kullanabilir. Normal DNA tarafından kodlanan 20 aminoasidin ötesine geçilebilir. Araştırmacılar daha önce doğal DNA ile bunu yapmak için genetik hileler kullanıyordu. Ancak yeni eklenen X-Y çifti, süreci çok kolaylaştıracatüıd. İlaç ve malzeme üreticileri için bulunmaz nimet! Paralel bir çaba da, 2014 boyunca, DNA tasarlama konusunda sürdü; sentetik biyologlar DNA’nın kimyasını yeni katalizörler üretmekte kullanmak için uğraştı.

Araştırmacılar bakterilerdeki fazladan harflerle, doğadaki akrabalarında bulunmayan yeteneklerin evrimleşip evrimleşemeyeceğini test edebilirler. Kulağa tekno-korku senaryosu gibi gelse de, araştırmacılar endişelenmeye gerek olmadığını söylüyor: Doğal olmayan DNA harfleri laboratuvar dışında bulunmuyor, herhangi bir bakteri kaçarsa da, yapay olarak genişletilmiş genetik talimatlarını kopyalamaları ve yavrularına geçirmeleri mümkün olmayacak.

Robert F. Service

CubeSat’ın yükselişi

On yıl önce CubeSat’lar üniversite öğrencilerinin uzaya basit bir Sputnik yerleştirmesinin yolu olarak sadece eğitimsel araçlardı. Şimdi bu 10 cm’lik kutular al-kullan biçiminde bir teknolojiyle üretiliyor ve yörüngeye yerleştirilmeleri yüzlerce milyon dolar yerine, yüzlerce bin dolara mal oluyor. 2014’de 75’ten fazlası yörüngeye fırlatıldı, bu bir rekor. Bu küçük kutular gerçekten bilim yapmaya başlıyor.

CubeSat’lar büyük uzay gemilerini taşıyan ticari ya da devlete ait roketlere iliştirilebiliyor, veya Uluslararası Uzay İstasyonu’nun kapısından dışarıya itilebiliyor. Yüksek fırlatılma oranı, tasarımcıların bir ya da iki hatayı tolere edebilmesine ve hızlıca oyuna geri dönebilmesine yol açıyor. Teknoloji geliştikçe daha iyi panellere, pillere veya işlemcilere geçiş yapabiliyorlar.

Planet Labs Şirketi, Dünyayı sürekli yenilenen CubeSat’larla görüntülüyor. Küçük teleskopları görece zayıf çözünürlükte, ama üst üste fotoğraf çekiyorlar. Gizli servisler tatmin olmayabilir, ancak Planet Labs’ın verileri orman tahribini, kent gelişimini ve nehir değişimlerini takip etmekte yeterli. “Bir sonraki bölümde”, ölçüm yaparken diğerleriyle iletişim kuran CubeSat’lar var.

Eric Hand