Tek bir şirketin, bu kadar farklı alanlarda çalışma yürütmesi sizi korkutmuyor mu? Şirketin en büyük gücü de farklı alanlardaki verileri birbiriyle ilişkilendirip daha anlamlı veri kümeleri oluşturabilme yeteneği olacak. Hele ABD istihbaratıyla doğrudan ve gönüllü ilişkisini ve düşün/yap (think/do) maceralarını düşündükçe ürperiyorum.
Google ilk başta bir arama motoruydu. Arama sayfasının son derece sade ve reklamsız olması, arama sonuçlarının isabetliliği internet kullanıcılarını kendine bağladı. Arama motorunu gmail, youtube, google maps, android, hangouts vd. (http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Google_products) izledi. Şöyle düşünülüyordu:
“Google farklıdır. Google vizyon sahibidir. Google sadece bir şirketten daha fazlasıdır. Google topluluktan aldığını geri verir. Google iyiliğin gücüdür.” (Assange, 2014 : 46)
Şirketin sloganı “Kötü olmayın”dı (Don’t be evil). PRISM programı çerçevesinde kullanıcı bilgilerini ABD istihbaratına servis ederken suçüstü yakalandığında bile şirketle özdeşleşmiş olan “Kötü olmayın” sloganını gönül rahatlığı ile kullanmaya devam ettiler.
Devletlerin gözetimini eleştiren birçok kişi söz konusu şirketler olunca susmayı tercih eder. Bu suskunluk, kısmen Google gibi şirketlerin halkla ilişkilerinin başarısı, kısmen de mahremiyet savunucularının şirketleri ve hükümetleri birbiriyle çatışan iki zıt güç olarak algılamalarının sonucudur. Şirketlere mahremiyet politikalarını gözden geçirmeleri konusunda ufak uyarılarda bulunulur. Ama uluslararası şirketlerin devlet gücünü arkalarına aldıkları ve devletin de bu şirketler aracılığıyla topluma etkide bulunduğu görülemez (age).
Julian Assange’ın son kitabı When Google Met WikiLeaks’te Google’ın pek bilinmeyen bir yüzüyle karşı karşıya kalıyoruz. Assange’ın Google hakkında anlattıkları, sızdırılan ve Wikileaks’te yayımlanan belgeler insanların Google hakkındaki düşüncelerini değiştirir mi bilinmez ama yazılanlar son derece düşündürücü ve korkutucu. Assange Google hakkında göremediğimizi, belki de görmek istemediğimizi, zorla gözümüze sokuyor.
Aslında Assange bu kitabı yazmak zorunda kalmış da diyebiliriz. 2011 yılında Assange, Google yöneticileriyle bir araya geldi. Google’dan Eric Schmidt ve Jared Cohen bir kitap çalışması içindeydiler ve bu çalışma kapsamında Assange ile görüşmek istemişlerdi. Söz konusu kitap, 2013 yılında The New Digital Age: Reshaping the Future of People, Nations and Business başlığıyla yayımlandı. Ancak kitapta, ses kayıtlarına (bkz. http://wikileaks.org/Transcript-Meeting-Assange-Schmidt.html) rağmen, Assange’ın sözleri çarpıtılmış, söylemediği sözler Assange’a mal edilmişti. Bunun üzerine Assange, tüm görüşmeyi yayımlamaya karar verdi.
Assange kitabında itiraf ettiği gibi görüştüğü kişileri yanlış değerlendirmişti. Bilişim dünyasının önde gelen yöneticilerinden Schmidt’i az çok tanısa da yeni misyonundan bihaberdi. Cohen’i ise pek fazla tanımıyordu. Görüşme sonrasında çıkan bazı belgeler Google yöneticilerinin ABD istihbaratıyla olan yakın ilişkisini gözler önüne serdi. Google için artık bir BT (bilişim teknolojisi) şirketi tanımı yetersiz kalmakta. Ne Microsoft ne Oracle ne de Facebook… Karşımızda çok daha büyük ve tehlikeli bir dev duruyor.
İnsanlar Google’ın çok büyüdüğünü ve kötü olmaya başladığını kabullenmekte gönülsüz davranıyor. Google, NSA (National Security Agency – ABD Ulusal Güvenlik Dairesi) ile son derece yakın bir ilişki içinde. Sadece yasa gereği kullanıcı bilgilerini NSA’ya sunan bir şirket yok karşımızda. Google, devlet fonlarından faydalanmakta, istihbarata yardımcı olacak projeler geliştirmekte. Ele geçen yazışmalardan Google’ın sahiplerinden Sergey Brin’in ve CEO’su Eric Schmidt’in NSA şefi General Keith Alexander ile gayet samimi olduğu anlaşılmakta (age s.51).
Hiç reklam almamasıyla övündüğü ana sayfası bile söz konusu ABD’nin emperyal çıkarları olduğunda Google bu ilkesinden vazgeçebilmekte. ABD hükümetinin 2013 yılında Suriye saldırısını meşrulaştırma çabalarında olduğu gibi:
Uluslararası bir şirketin emperyal bir gücü arkasına alması kapitalizm içinde olağan bir durum. Fakat Google’ın ABD emperyalizmi ile ilişkisi bununla da sınırlı değil. ABD istihbaratıyla fazlasıyla içli dışlı. Google kendi bünyesinde Google Ideas adlı bir düşünce kuruluşu (think thank) kurmuş. Daha doğrusu, kendi tanımlarıyla, düşün/yap kuruluşu (think/do tank). Küresel sorunlara teknoloji yardımıyla çözümler bulmayı hedefliyorlar (http://www.google.com/ideas/about/).
Google Ideas biriminin başında ise Jared Cohen var. Google’a geçmeden önce Condoleezza Rice’ın, sonrasında da Hillary Clinton’ın danışmanlığını yapan, 1981 doğumlu parlak bir genç. Cohen’in uzmanlık alanları terörizm, radikalleşme, bağlantı teknolojilerinin 21. yüzyılda devlet idaresine etkisi ve İran. Cohen 2009 yılında henüz ABD Dışişleri Bakanlığı’nda çalışırken İran’da gerçekleşen gösterilerde bu uzmanlığını konuşturuyor! İran’daki eylemlerde Twitter kullanımının aksamaması için Twitter’ın CEO’su Jack Dorsey’i arayıp daha önce bakım gerekçesiyle geçici bir süre kapatılacağı duyurulan Twitter sunucularının bakımının ertelenmesini istiyor!
Jeremy Hammond (http://en.wikipedia.org/wiki/Jeremy_Hammond) adlı hackerın, ABD’de özel bir istihbarat kuruluşu olan ve aynı zamanda gayrı resmi CIA olarak da adlandırılan Stratfor’dan sızdırdığı belgelerden, Google Ideas’ın başına getirilen Cohen’in benzer faaliyetlere devam ettiği (http://archive.today/Kidpc) ve “Arap Baharı”na aktif olarak katıldığı anlaşılıyor. Hatta düşün/yap kuruluşu yöneticisi olarak yap kısmını o kadar abartıyor ki Stratfor’un istihbarat başkan yardımcısı Fred Burton, Google’ın CIA’nın yapamayacağı şeylere kalkıştığını, bu gidişle Cohen’in ya kendisini kaçırtacağını ya da öldürteceğini söylüyor. Ayrıca mesajlarda Google’ın ayaklanmalardaki rolünden söz ediliyor (http://archive.today/sjxuG).
Stratfor’un Google’ı kendi sektörüne girmeye çalışan bir rakip olarak gördüğünü de ekleyeyim (age s31). Belgeleri sızdıran Hammond yakalanarak 10 yıl hapse mahkûm oldu. Hammond mahkemede Stratfor’un açıklarını Sabu takma adlı hackerdan aldığını söyledi. Sabu hakkında ayrıntılı bilgi için Parmy Olson’un Biz Anonymous’uz adlı kitabına bakılabilir. O dönemde Sabu’nun FBI kontrolünde, itirafçı bir hacker olduğu düşünülürse belki de bu belgeler ABD’nin iç politik mücadelelerin sonucunda sızdırılıp, zaten bir aktivist olan Hammond’un belgeleri hacklemesine göz yumuldu. Nitekim Olson kitabında Sabu’nun Assange’ı aldatmak için de kullanıldığını, ama başarısız olunduğuna yer vermiş.
Daha fazla istihbarat hikâyesi beni aşıyor. Aslında Assange’ın bu kitabını okumadan önceki planım bu ay yine Google’dan, 2014’de medyada yer alan bazı projelerinden (giyilebilir teknolojiler, genom projesi ve nano parçacıklar) söz etmek ve şirketin çok farklı alanlara yayılmasının beraberinde getirdiği tehlikeleri tartışmaktı.
Giyilebilir teknolojiler
Giyilebilir teknolojiler (Wearable Technologies), vücut üzerinde taşınabilen, bilgisayar temelli cihazlar. Yalnız Google’ın değil diğer BT şirketlerinin de (Apple, Samsung ve Microsoft) son zamanlarda üzerine çalıştığı bir alan. Akıllı kol saatleri, gözlükler, kemerler vb cihazlar.
Fakat Intel’de kullanıcı deneyimi uzmanı Genevieve Bell’in de altını çizdiği gibi şirketler henüz insanların neden giyilebilir teknolojileri kullanabilecekleri sorusuna yanıt verebilmiş değil. Bell, bu teknolojilerin tam olarak ne için kullanılabileceği netleşmeden yaygınlaşamayacağını düşünüyor. Bell giyimlerin geçmişte olduğu gibi günümüzde de gerçek ve sembolik olmak üzere ikili bir işlevi olduğunu söylüyor. Örneğin kola takılan bir saatin gerçek işlevi zamanı göstermektir. 200 yıl önceki sembolik işlevi ise hem kişinin zenginliğini hem de dakikliğe verdiği önemi göstermesiydi. Giyilebilir teknolojilerdeki sıkıntı ise gerçek işlevlerinin belirsizliğinden kaynaklanıyor. Bir diğer deyişle, elimizde bir teknoloji var ama hangi gereksinim için kullanabileceğimizi henüz bilemiyoruz. Bell, benzer bir durumun akıllı telefonlarda da yaşandığını hatırlatıyor. Onlar telefon muydu? Yoksa elde taşınan dizüstü bilgisayarlar mıydı? Akıllı telefonun yaygınlaşabilmesi için normal telefonu aşması gerekti. Normal telefonlardan ya da dizüstü bilgisayarlardan farklı olarak akıllı telefonun vaadi insanların artık canlarının sıkılmayacağı ve telefonda her zaman yapacak bir şey bulacaklarıydı. İnsanlar akıllı telefonu telefon olarak görmediklerinde akıllı telefonların kullanımı yaygınlaşabildi (bkz. http://www.technologyreview.com/news/519351/intels-anthropologist-genevieve-bell-questions-the-smart-watch/).
Şimdilik kullanım alanı en belirli giyilebilir teknoloji adım ölçerler. IDC önümüzdeki yıl üreticilerin 19 milyon giyilebilir ürünü (saat, kemer gibi) piyasaya sürmesini bekliyor. 2013 yılında satılan akıllı telefon sayısının yaklaşık bir milyar olduğu düşünülürse bu sayı oldukça mütevazı. Rachel Metz’e göre giyilebilir teknolojiler, potansiyellerini ortaya koyabilecek bir uygulama bekliyorlar. Algılayan, kaydeden ve ağda diğer bilgisayarlarla konuşabilen bir uygulama bu beklentilere yanıt verebilir. Giyilebilir teknolojiler üreten Jawbone’un CEO’su Hosain Rahman’ın düşlediği gibi yakın zamanda giyilebilir teknolojiler uykusuzluk nedeniyle dikkatimizin dağıldığını algılayıp araba kullanmamamız konusunda bizi uyaracaklar (http://www.technologyreview.com/news/527386/the-internet-of-you/)..
Rahman’ın sözleri için erken (ama biraz!). Medyada en çok yer alan giyilebilir teknolojilerin başında gelen Google Glass’la daha mütevazı deneyler yapılıyor. Boston’daki Beth Israel Deaconess sağlık merkezinde uygulanan pilot proje çerçevesinde acil servis çalışanları Google gözlüklerini kullanıyorlar. Bu gözlüklerle, tekrar bilgisayar başına oturmadan anında hasta kayıtlarına erişebiliyorlar. Doktorlar, zamanla yarışta kazanılan bu birkaç dakikanın önemine dikkat çekiyorlar. Hemşirenin hastayı kontrolünden sonra doktor hastanın odasındaki QR kodu’na Google Glass gözlüğüyle bakar bakmaz hastanın kayıtları gözlük ekranına geliyor. Ancak gözlük henüz ilkel; gözlükle ayrıntılı aramalar, mimiklerle ya da sesli komutlarla detaylı sorgulamalar yapılamıyor. Ama doktorlar bu temel bilgilerin bile önemli olduğunu söylüyorlar. Özellikle, hasta doktor ilişkisinin daha kesintisiz yürütülebileceğini belirtiyorlar. Sesli komut sistemi ile gözlük daha işlevsel hale gelecek. (http://www.technologyreview.com/news/526836/why-some-doctors-like-google-glass-so-much/).
Giyilebilir teknolojilerin en büyük handikapı pillerinin fazla dayanmaması ve şarja duyulan gereksinim. Bunun da yakında aşılabileceğini düşünüyorum. Yeni bir araştırmaya göre Google Glass, e-postalarınızı gözünüzün önüne getirmenin yanı sıra kalp ve solunum hızınızı da ölçebilecek. Böylece kişinin stres düzeyi ve sağlık durumu da değerlendirilebilecek. Yapılan testlerde olumlu sonuçlar alındı. Araştırmacılar bir yandan Google Glass’ı geliştirmeye çalışırken diğer yandan da elde edilen verinin hangi uygulamalarda ve nasıl kullanılabileceği üzerine kafa yoruyorlar. Rosalind Picard, çalışmalarında Google Glass kullanmalarına rağmen veri toplamanın herhangi bir gözlüğe gömülmüş bir kamera ve sensörlerle de yapılabileceğini belirtiyor (http://www.technologyreview.com/news/530521/google-glass-can-now-track-your-stress-level/). Ama bu yarışta Google’ın veriyi başka verilerle birleştirip anlamlı enformasyon oluşturma potansiyelinin onu bu yarışta çok daha avantajlı kıldığını düşünüyorum.
Burada asıl dikkat çekmek istediğim ise bilgisayar ve insan ilişkisinin evrimi…
Önce sınırlı sayıda kişinin erişebildiği, üniversitelerde ve araştırma merkezlerinde bulunan dev bilgisayarlar vardı.
Bilgisayarlar evlerimize girdi, masamıza yerleşti.
Dizüstü bilgisayarlar bizimle seyahat etmeye başladı.
Ceplerimize girip bize daha da yaklaştı.
Şimdi de üzerimize giyeceğiz.
Son mu? Sonraki bölüme bakalım…
Damardan Google verelim!
Google, geliştirmeyi düşündüğü nano parçacıkların kanda dolaşımıyla kanserin ve kalp hastalıklarının çok daha erken teşhis edilebileceğini savunuyor. Bazı biliminsanlarına göre Google’ın bu projesi bir bilim kurgudan öteye gidemeyecek. Chad Mirkin’in de belirttiği gibi bunun bir buluş değil, sadece bir niyet olduğuna dikkat etmek gerekiyor. Bu uzun zamandır tartışılan bir konuyken Google şimdi bunu gerçekleştirmek için kolları sıvamış görünüyor. Ama her şeyden önce biyolojik engeller var. En başta Google’ın yutulabilecek bir hap yapması ve bu hapın damarlarda yolunu bularak hasarlı hücreleri tespit edebilmesi gerekiyor. Vücudun, nano parçacığı istenmeyen bir cisim olarak algılamasına karşı Google’ın nasıl bir planı olduğu bilinmiyor. Ayrıca Georgia Tech profesörlerinden John McDonald nano parçacıkların toksik özelliğine vurgu yapıyor. McDonald, her şeyin olanaklı olmasına karşın hastalıkların erken teşhisinin daha kolay yolları olabileceğini söylüyor (http://www.technologyreview.com/news/532181/reality-check-for-googles-nanoparticle-health-tests/).
Google genomları depoluyor
Google’ın tıp alanındaki çalışmalarımızı damalarımıza kadar girmekle de sınırlı değil. Şimdi de Google, genomları depolama işine atıldı. Depolanan milyonlarca genomun karşılaştırılması, önümüzdeki on yılda tıpta önemli buluşların da önünü açacak. Google’ın 2013 yılında başlattığı Google Genomics projesiyle (https://cloud.google.com/genomics/) biliminsanları DNA verilerini Google’ın sunucularına yükleyip analiz edebiliyorlar. Google’ın arama motorunda sunduğu veritabanı teknolojisine benzer bir teknolojiyle genomlar indeksleniyor. Böylece daha önce tek bir genom üzerinden ilerleyen araştırmalar, birbiriyle ilişkilendirilebilen milyonlarca genom ile yapılabilecek.
Genom bilgilerinin kendi sunucularında saklanması konusunda Google, Microsoft, Amazon ve IBM arasında bir rekabet var. Depolama maliyeti giderek düşüyor. Bir insanın ham genom verileri yaklaşık 100 GB yer kaplıyor ve bunun saklanma maliyeti yıllık 25 dolar. İşlenmiş genom verileri ise 1 GB’den daha az. Genomların büyük depolama alanlarında saklanması ve ilişkisel analizi tıpta devrim yapacak. Örneğin, bir ilacın belirli bir gen yapısındaki etkisi ilaç kullanımından önce öngörülebilecek (http://www.technologyreview.com/news/532266/google-wants-to-store-your-genome/).
***
Tek bir şirketin, bu kadar farklı alanlarda çalışma yürütmesi sizi korkutmuyor mu? Şirketin en büyük gücü de farklı alanlardaki verileri birbiriyle ilişkilendirip daha anlamlı veri kümeleri oluşturabilme yeteneği olacak. Google’ı düşündükçe Hasan Hüseyin Korkmazgil’in Tanıklıklardan şiirinin dizeleri aklıma geliyor:
“girdiler kapılardan
girdiler pencerelerden
mektuplardan kitaplardan telefonlardan
girdiler kirlettiler ve gecemizi
girdiler ağrıttılar ve gündüzümüzü
işimize saygımızı
Ölümüze acımızı
sayrı yatağımızı”
Hele ABD istihbaratıyla doğrudan ve gönüllü ilişkisini ve düşün/yap (think/do) maceralarını düşündükçe ürperiyorum.
(Kaynak: Assange, J. (2014). When Google Met Wikileaks, OR Books.)