Yıldızlararası (Interstellar) filmi gündemimize, içerdiği bilimsellikle girdi. Tipik Holywood yapımlarından farklı olarak, Yıldızlararası için, oyuncular, teknik özellikler vs.’den çok, bilimsel gerçeklere uygunluk bir pazarlama unsuru olarak öne çıkarılmış gibiydi. Bilimsel danışmanı ve aynı zamanda yapımcılarından biri, kütleçekim, kütleçekim dalgaları, karadelikler ve solucan delikleri üzerine çalışmalarıyla bilinen teorik fizikçi Prof. Kip Thorne’du. Thorne Yıldızlararası’nın temelinde yatan bilimsel kuramları, film özelinde anlattığı, filmle aynı anda piyasaya çıkan Yıldızlararası’nın Bilimi adında bir popüler bilim kitabı yazdı. Discovery Channel aynı adı taşıyan bir belgesel hazırladı. Cosmos’un güncel serisiyle en popüler biliminsanları arasına giren Neilde Grasse Tyson sosyal medya paylaşımlarında, filmin bilimselliğini övdü; “Einstein’ın zamanın göreliliğiyle ilgili kuramını en iyi yansıtan film olduğu” değerlendirmesini yaptı.
Popüler bir bilim dergisi olarak biz de Yıldızlararası filmine kayıtsız kalmadık. Yazı Kurulumuzda, Çeviri Kolektifimizde ve kişisel sohbetlerimizde filmi tartıştık; bu sunuşta yer verilen değerlendirmeler, bu anlamda kolektif değinilerdir. Filmin dayandığı fiziği, fizikçi ve aynı zamanda Kip Thorne’un Alfa Yayınları’ndan çıkacak Yıldızlararası’nın Bilimi kitabının editörü olan Kerem Cankoçak’a danıştık. Nörobiyoloji ve psikiyatri uzmanı Saffet Murat Tura ile filmden yola çıkarak, felsefi, biyolojik, nörobiyolojik ve psikolojik boyutları olan geniş bir çerçevede sohbet ettik. İlham verici, kafa açıcı fikirler içeren bu sohbete, özellikle “sosyobiyolojik” olarak değerlendirilebilecek yaklaşımlar ve kimi başka açılardan karşı çıkışlar olacaktır. Gelecek sayılarımızda değerlendirmek isteyeceğimiz, verimli tartışmalara yol açmasını umuyoruz.
Kuşkusuz filmin dramatik yapısı, “Holywood klişesi” diye eleştirilebilecek bol unsur içeriyordu. Bunlar hem alanımız, hem konumuz dışı. Ama filmin politik ve ideolojik altmetinlerini görmeden geçmek olmaz: İlk elde söylenmesi gereken, kurtarıcı ABD propagandası. Dünya Amerika’dan ibaretmiş gibi gösteriliyor, dünyanın sonunun gelmiş olması sadece NASA’nın derdiymiş gibi sunuluyor, gidilen gezegenlere ABD bayrağı dikiliyor ve uzay istasyonunda adeta küçük bir Amerika yaratılıyor. İnsanın yayılmacılığını ABD temsil ediyor, dünyayı gene ABD kurtarıyor, ama kimin için; muhtemelen ayrıcalıklı Amerikalılar için! Filmde toplumsal ve dünyanın geri kalanına dair bir perspektif yok.
Bir şerh daha düşelim: Filmin dünyaya bakışı insan-merkezli. Doğa ile ilişkimizde, onarıcı, düzeltici, üretici değil, tüketici bir perspektif vurgulanıyor: Dünya insana hizmet etmek için var ve onu “tüketen” insan, bir yenisini arayabilir. Dünyanın sonunu getirmekte olan tehdit, ekoloji ve biyoloji alanlarından geldiği halde; çözüm bilimsel ve teknolojik imkânların bu alanlara seferber edilmesinden değil, çok daha riskler içeren bir olasılığa yönlendirilmesinden geliyor. Senaryonun odağına başka bir dünya arayışını aldığı için diğer çözüm arayışlarına yoğunlaşmadığı, bu alanlarda çalışmaların yapılıp yapılmadığına dair bir bilgi içermediği söylenebilir. Dünyanın kendi dinamikleri içinde gelişen bir tehdide, “başka bir dünya arayışıyla” çözüm bulmanın kendisinde, böyle bir bakışın içkin olduğu yanıtını verebiliriz.
Filmin bizim için heyecan verici yanı, bilimin evreni, fiziksel dünyayı kavrama gücünü ortaya koyabilmesindeydi. Bilimsel bilginin sınırlarında dolaşıyor; kesin bilimsel gerçeklerle, varolan birikimimizle tutarlı ama henüz spekülasyon düzeyinde olan bilimsel varsayımları içeriyordu. Bütün dünyada olduğu gibi, Amerika’da da bilim-karşıtlığının, özellikle Bush döneminde yükselişe girdiğini, NASA gibi kurumların ekonomik krizden paylarına düşen bütçe kısıtlamaları nedeniyle kimi projelerini askıya aldığını düşünürsek; bilimsel bir dünya görüşünün popüler bir ürün aracılığıyla kitleselleştirilmesi çabasını, bir tür karşı-atak olarak da değerlendirmek mümkün olabilir. Nitekim filmde de, kaynakları koruma kaygısıyla bilimsel çalışmaların sonlandırıldığı, bilimin prestijinin kalmadığı, Ay’a inildiği bilgisinin ders kitaplarından çıkarılıp, aslında hiç gidilmediğine dair komplo teorilerinin okutulmaya başlandığı, NASA’nın kamuoyu tepkisinden uzakta, adeta yeraltında çalışmaya itildiği bir ortam çiziliyordu. Bilimsel düşüncenin topluma yayılmasına aracılık etmeyi hedefleyen bir yayın olarak, bu karşı atağı coşkuyla selamlamakla birlikte, son şerhimizi düşelim: Toplumsal bir perspektif içermeyen bilim ve teknoloji, kimi, neyi kurtarır?