Türk insanı günümüzde yılda ortalama 5,5 kilogram muz yiyor. ABD ve AB ülkeleri vatandaşları ise 3-4 kat daha fazlasını. Günümüzde Türkiye dahil dünyada üretilen muzların yüzde doksan dokuzu Cavendish. Meyvenin yüzde yetmişi Latin Amerika ülkelerinde üretiliyor ve 8,9 milyar dolar gelir getiriyor. Ama bir de düşmanı var: Tropical Race Four
Ocak ayının son Pazar günü Manhattan ahalisi yine mantıkla açıklanamayacak çılgın bir gıda alışveriş furyasına kapıldı. Kar fırtınası Juno yaklaşmaktaydı. Belediye Başkanı Bill de Blasio ‘tarihi’ güçte olabileceğini duyurmuştu. Bebekli kadınlar, yaşlılar, çocuklular birbirlerini ezercesine raflara saldırıyor, Noel ve yılbaşı zamanının efendilik kabuklarından çoktan sıyrılmış, meşhur “New Yorklu” kimlikleri içerisinde kabalıkta zirve yapıyorlardı. Ben de yarattıkları uğultuda sadece bölük pörçük “Juno”, “yarın”, “yokluk” kelimelerini ayırt edebiliyor, ezilmemek için kıvrak eğilme ve zıplama hareketleri ile avcı-toplayıcı içgüdülerimi çarpışmayı önleme reflekslerimle birleştirmeye çalışıyordum. Fırtına paniğinin ilk ve tek yokluğuna meyve raflarında rastladım: Elma, portakal ve hatta bu mevsimde çilek varken muz bitmişti!
ABD’liler muza o kadar düşkün ki yıllık elma ve portakal tüketimlerinin toplamı bile yedikleri muz miktarı ile yarışamıyor. Oysa bu tropik meyvenin soğuk Kuzey Amerika kıtasında üretilmesi mümkün değil. Tevekkeli bizim markette bitenler de Ekvator’dan geliyordu. Ülkemizde ise başta Mersin olmak üzere Antalya, Hatay ve Adana’da muz üretiliyor. Ama yetmiyor. Türkiye’de tüketilen muzların da yaklaşık üçte ikisi Latin Amerika’dan. Türk insanı günümüzde yılda ortalama 5,5 kilogram muz yiyor. ABD ve AB ülkeleri vatandaşları ise 3-4 kat daha fazlasını.
Büyük İskender’in Batıya hediyesi
Batılıların Hindistan, Çin ve Güney Asya ormanlarının meyvesi muz ile tanışması MÖ 327 civarı büyük İskender sayesinde olmuş. Pembe kabuklusundan turuncu meyvelisine kadar yüzlerce çeşidi var. Mesela Çinlilerin güzel kokulu Gao San Heong muzunun anlamı “Yandaki dağdan kokusunu alabilirsin”. ABD’ye ilk gelen ise Gros Michel (büyük Michel) denilen tatlı ve çiğ yenebilen bir çeşit.1870 yılında Lorenzo Dow Baker isimli Cape Cod’lu bir balıkçı teknesi kaptanı, Karayiplerin Jamaika adasında bu cinse rastlamış. Çoğu muz türü fazla miktarda nişasta barındırdığı için yemeden önce pişirmek gerekiyor. Ama büyük Michel hem lezzetli, hem çiğ yenilebilir, hem gemiye hoppala usulü atılabilir, hem de uzun süre dayanabilir olduğu için idealmiş. Kaptan Baker, ilk olarak Jersey City’ye 160 salkım büyük Michel ithal etmiş. Market sahipleri salkımları dükkânlarına asıp, müşterilerinin istedikleri sayıda muzu kesip satıyorlarmış. Meyve kısa sürede ABD’yi etkisi altına almış.1910 yılında tüketim yılda 40 milyon salkıma çıkmış. Yirmi yıl içinde kaptan Baker’in kurduğu United Fruit –bu günkü ismi ile Chiquita- şirketi o zamanın parasıyla 200 milyon doların üzerinde değer kazanmış.
Bilinçaltımıza işlenen muz sevgisi
Her meyve ve sebze gibi elbette ki muz da çok sağlıklı. Doymuş yağ, kolesterol ve sodyumu düşük. Lif, C vitamini, potasyum, manganez ve B6 vitamini açısından zengin. Ama bu kadar çok tüketilmesinde ‘muz lobisinin’ etkilerinin olduğu da muhakkak. Elma ve portakalın ABD’de çok pahalı olduğu zamanlarda United Fruit, muzu bir toplu tüketim maddesi olarak pazarlamış. O, “sıradan insanın meyvesi” olmuş. Muz kabuğuna basma esprisinin dönemin Buster Keaton ve Charlie Chaplin gibi meşhur komedyenlerinin filmlerinde bile yer alması, popülerliğinin bir göstergesi.Ama United Fruit daha da ileri gitmiş. Özellikle ev hanımlarını ve çocukları hedef almış. Maaş bağladığı tıp doktorları muz püresinin ideal bebek maması olduğunu söylüyor, ‘ev ekonomisi’ kisvesi altında ders kitaplarında muz resimleri yer alıyormuş. Şirketin kurduğu test mutfaklarında az vakti olanlar için muzun ideal kahvaltı olduğu fikri geliştirildikten sonra bu fikir pazarlanmaya başlanmış. Kahvaltılık gevrek kutularına koydukları kuponlar sayesinde gevrek ve muz tarihte ilk defa bir arada anılmaya başlanmış!
ABD’liler gibi benim de kahvaltılarımda muz demirbaş. Sabahları yulafı badem sütünde pişiriyor, üzerine muz ekliyorum. Bir sağlıklı beslenme belgeselinde (Engine 2 Kitchen Rescue) seyrettiğim bu bileşimde her kaşığa bir muz parçası düşmesini garantilemek için meyveyi uzunlamasına dört parçaya kestikten sonra ayrıca enlemesine nasıl dilimlemem gerektiğini de madde madde öğrendim. Bu noktadan sonra artık geri dönüş olamazdı: kahvaltıda alelacele elimle parçalara ayırmak yerine ‘metodu’ uygulayıp her kaşıkta bir muz parçası yiyerek güne mutlulukla başlıyordum.
Latin Amerika’yı saran ahtapot, United Fruit
Çekirdeksiz büyük Michel, endüstriyel tarıma özellikle uygun çünkü her meyve bir diğerinin genetik kopyası: bitkiyi çoğaltmak için tek yapılması gereken bir dalını kesip başka bir yere dikmek. Tohum ve çeşitlilik derdi yok. ABD’lilerin muz açlığını bastırabilmek için United Fruit kısa zamanda Latin Amerika’da büyük miktarda toprak sahibi olmuş; ormanlar muz çiftliklerine dönüştürülmüş. Toprağı en fazla ürünü alabilecek şekilde işliyor, işçiliği azaltıyor, kurdukları demiryolu ağları sayesinde ürünü uzaklara gönderip ucuza satıyorlarmış.1960’lara gelindiğinde United Fruit hemen hemen yedi yüz milyon dönüm araziyi elinde tutuyormuş. Zamanla Latin Amerika muz pazarının yüzde doksanına hâkim olmayı başaran şirket, “El Pulpo” yani Ahtapot takma adını almış.
Muz Cumhuriyetleri ve Topraksızlar
Yazar Gabriel García Márquez, Yüzyıllık Yalnızlık kitabında ülkesi Kolombiya’yı andıran Macondo isimli bir kurgu şehri tasvir eder. Batı emperyalizmini ve kapitalizmini temsil eden muz şirketleri, hükümetle el ele verip yolsuzluk ve gaddarlığa sebep olmakta, Macondo’luları baskı altına almaktadır. Velhasıl insanlık dışı çalışma şartlarını protesto eden muz işçileri greve gidince Macondo’da sıkıyönetim ilan edilir. İşçilerin tepkisi çiftliğe zarar vermek olur. Bunun üzerine hükümet işçileri uzlaşma amacı ile toplantıya davet eder. Aslında bu bir oyundur; ordu saf saf toplanan işçileri kuşatır ve makineli tüfeklerle tarar; hemen hepsi öldürülür. Cesetler bir trene konur ve denize atılır. Enteresan olan, kısa zamanda cinayetin bütün izleri silinir, geriye kalan Macondo’luların hiçbiri ne olduğunu hatırlamaz ve bu kırıma inanmaz. Başlayan güçlü yağmurlar, cinayetlerin kalan izlerini de yıkayıp götürür.
“Muz cumhuriyeti” terimi Latin Amerika’daki üreticilerin zayıf hükümetleri boyundurukları almasını simgeliyor. İlk kullanılışı yazar O Henry’nin Lahanalar ve Krallar isimli kitabında yarattığı kurgusal Anchuria Cumhuriyeti. Oysa gerçek, kurgulardan çok farklı değil.
Tarihin ilk sahici muz cumhuriyeti Honduras. 1912’de seçimle gelen hükümet, muz tüccarlarının desteğiyle darbe ile düşürtülmüş. Ülkenin politik dengeleri bozulmuş, ekonomisi gerilemiş ve dış borç açığı çığ gibi büyümüş. Bu zayıf ortamda yabancı uluslararası şirketler ülkeyi ve insanlarını daha kolaylıkla yönetme fırsatı yakalamış. Muz baronlarının manipüle ettiği kanunlarla topraksız bırakılan bölge halkı, düşük maaşla ve son derece kötü koşullar altında muz çiftliklerinde çalışmak zorunda kalmışlar.1954’te ise Guatemala’da seçimle gelen hükümet yine muz baronları destekli bir darbe ile yıkılmış. Kolombiya’da grev yapan muz işçileri Márquez’in romanındaki gibi askerler tarafından kuşatılıp katledilmiş.
Kısaca, büyük Michel’i keyifle yiyen ABD’liler, üretip zengin olan ABD’li şirketler iken, fakirlikten kurtulamayan tarım işçileri ve yok olan ormanlar Latin Amerika’nın payına düşmüş. Baronların tekelci üretim politikaları hem Latin Amerika’da hem de Güney Amerika’da geniş sosyal problemlere yol açmış. Topraksız köylülerin durumu günümüzde de devam eden bir sorun. Gazeteci-yazar Metin Yeğin, Topraksızlar isimli kitabında Brezilya’lı topraksız köylülerin birleşerek bu tarz politikalara karşı nasıl savaştıklarını anlatır.
Panama’dan çıkan muz hastalığı
Hükümetler düşüren muz baronlarının karşısına eninde sonunda yıkamayacakları bir kuvvet çıktı: doğa. Aslında genetik de diyebiliriz. Ormanları ve dolayısı ile genetik çeşitliliği yok edip milyonlarca hektar araziye birbirinin kopyası bir meyve ekerseniz, o tek kopyayı öldürebilen bir haşere, bütün kopyaları da öldürecektir, çünkü bu bozuk dengeli tek çeşitli doğada çoğalmasının önünde hiçbir engel yoktur.
Latin Amerika ülkelerinin politik dengelerini bozup haşere gibi çoğalıp büyüyen muz şirketlerinin karşısına da ilk olarak 1927’de Panama’da Race One (yarış bir) hastalığı çıkmış. Fusarium oxysporum mantarı ile bulaşan ‘muz vebası’, bitkileri kökten çürütüyormuş. Böcek ilaçlarına karşı dayanıklıymış. Kimyasal olarak yok edilmesi imkansızmış. Çiftlik aletleri, giysileri ve çizmelerle toprağa karışıyor, bulaştığı yerleri kullanılamaz hale getiriyormuş. Birbirinin genetik kopyası olan büyük Michel kardeşler, teker teker Race One hastalığına yakalanmış. Otuz yıl içerisinde Latin Amerika’daki bitkiler azalmış ve endüstri 2,3 milyar dolar kaybetmiş.
1940’larda Standard Fruit isimli rakip şirket, havlu atıp Cavendish cinsi muz üretmeye başlamış. Bu meyve on dokuzuncu yüzyılda İngiliz bir gezgin tarafından Güney Çin’de bir bahçede keşfedilmiş. İngiltere’de Devonshire dükünün özel serasında üretiliyormuş. Race One’a karşı dayanıklı olmasının dışında her açıdan Büyük Michel’den daha kalitesizmiş. Başka hastalıklara karşı hassas olduğu için yüksek miktarda böcek ilacı kullanmak gerekiyormuş. Kolayca incindiği için taşıma öncesi paketlenmesi şartmış; olgunlaşması için bekletilmeliymiş. ABD’ye ulaşan yeşil muzlar büyük hangarlarda etilen gazi ile sarartılıyormuş.
Cavendish şu anda uluslararası taşımaya uygun tek muz çeşidi. Günümüzde Türkiye dahil dünyada üretilen muzların yüzde doksan dokuzu Cavendish. Meyvenin yüzde yetmişi Latin Amerika ülkelerinde üretiliyor ve 8,9 milyar dolar gelir getiriyor. Ama bir de düşmanı var: Tropical Race Four (Tropik yarış dört). Race Four, akrabası Race One’dan çok daha çetin ceviz. Muzun anavatanı Güney Asya ormanlarının genetik çeşitliliği içerisinde hayatta kalabilmek için evrim geçirerek bilenmiş. Yok edilmesi neredeyse imkânsız. Sadece muzlara zarar veren bu mantar ilk 1980’lerde Tayvan’da ortaya çıkmış ve ülkenin Cavendish çiftliklerinin yüzde yetmişini yok etmiş. Daha sonra sırasıyla Endonezya, Malezya Çin ve Filipinleri vurmuş. Yakın zamanda ise Ürdün ve Mozambik’e sıçramış. Dünya muzunun yüzde yetmişini üreten Latin Amerika’ya henüz ulaşmamış; ama ulaştığı anda… Muz gerçekten bitti! (mi acaba? Sırada muz endüstrisinin milyonlarca dolar akıttığı genetiği değiştirilmiş muz olabilir!)
Kaynaklar
– Turkiye Ziraat Odaları Birliği Web Portalı (www.tzob.org.tr)
– Gwynn Guilford. “How global banana industry is killing the world’s favorite fruit.” (Küresel muz endüstrisi dünyanın favori meyvesini nasıl öldürüyor?), 3 Mart 2014, Dijital Quartz dergisi, http://qz.com
– O. Henry. Cabbages and (Lahanalar ve Krallar), 1904.
– Gabriel García Márquez, Cien Años de Soledad (Yüzyıllık Yalnızlık), 1984.
– Mike Peed, “We have no bananas” (Hiç muzumuz yok), 10 Ocak 2011, New Yorker dergisi, http://www.newyorker.com
– Metin Yeğin, Topraksızlar, 2006, İletişim Yayınları.