Ana Sayfa 132. Sayı Yeni bilimsel kavrayışa geçişte Bacon’ın yeri ve önemi

Yeni bilimsel kavrayışa geçişte Bacon’ın yeri ve önemi

3702

Bacon, çok basit ama çok anlaşılır bir benzetmeyle karıncanın ve örümceğin karşısına arıyı koydu. Filozoflar deneyci ve dogmacı olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Karıncaya benzeyen deneyci verileri yığmaktan öteye geçemiyordu, örümceğe benzeyen dogmacı da maddesini kendi varlığından çıkardığı ağları örüyordu. Önemli olan arı olmaktı. Arı hammaddeyi tarlalardan topluyor, sonra o ham maddeyi kendine özgü bir sanatla işliyordu. Deneyle kuramın bir bütünde bir araya getirilmesiydi bu.

İngiliz düşüncesi iki önemli Bacon yarattı. İkisi de deneysel felsefe geleneğinin başlarında yer alır. Denebilir ki deneye yatkın olan, kuramdan çok uygulamaya eğilimli olan, yaşam için yararlı olanı birinci planda önemseyen ingiliz düşünce dünyası ilk anlatımlarını bu iki filozofta buldu. Gene de onlar zaman açısından da genel kavrayışları açısından da birbirlerine iyice yakın durmazlar. En azından Roger Bacon’ın yeni bilimsel kavrayışın temellendiricisi olabilmesi için vakit çok erkendir. Onları birbirinden ayıran zaman dilimi dört yüzyıldır. Rahip Roger Bacon (1214-1294) Doctor Admirabilis diye anılır, eşsiz doktordur o. Doktor daha çocuk yaşlarında deneye ve gözleme meraklıdır, Galileo Galilei’den üç yüzyıl önce matematiği deneysel bilimlere, özellikle fiziğe ve gökbilime uygulamak düşüncesini ortaya atmıştır. Roger Bacon bu görüşleriyle ve daha başka görüşleriyle kilisenin anlayışına ters düştüğü için 1277’den sonra on beş yıl hapis yattı, bu arada yeni bilim düşüncesine giden ve Francis Bacon’ı (1561-1626) getirecek olan aydınlığın yolu açtı. Francis Bacon’ı yeni bilim kavrayışının ilk gerçek temellendiricisi saymak yanlış olmaz. Kendine söz mü geçiremediyse her zaman garip işler yaptı, yaşadıklarıyla çok ağır eleştirildi. Kitaplar onun bir bilgin olmadığını, çağının gökbilimine olduğu gibi kan dolaşımıyla ilgili buluşlara da karşı çıktığını yazarlar. Kimilerine göre o bir düşçüdür, bilim dünyasının Jules Verne’idir: hiç bilmediği kafasına göre bir felsefe türetmiştir. M. Schuhl onu Shakespeare’in dramlarındaki ilginç kişilere benzetir. Bu öfke ürünü yargılara çok da hak veremiyoruz.

Filozofların yaşamları sanatçılarınki kadar ilgi çekici değildir. Filozoflar genellikle ussallığın ağır bastığı bir dünyada dar bir çerçevede yaşarlar. Onlar hemen her zaman dünyanın usluları oldular. Oysa sanatçıların yaşamı duygusal taşmalarla belirgindir daha çok. Rousseau gibi bir yanı düşünür bir yanı sanatçı olanları ayrı tutmak gerekir: onlardan bazıları dalgalı bir düşünen adam görünümü ortaya koyarken bazıları son derece dingin yaşamlarıyla ilgimizi çeker. Bu söylediklerimiz şaşmaz bir gerçeği belirliyor diyemeyiz, bunlar basit bir gözlemden çıkardığımız izlenimlerdir. Her yaşam görelilik koşullarına uymakla birlikte özgün ya da indirgenemez bir bütündür, bir yaşam bir başka yaşamın kopyası değildir. Yaşamlarıyla ilgimizi çekmiş filozoflar da vardır. Bunların başında ahlaklılığın simgesi Sokrates, Antisthenes’den sonraki en büyük kinik Sinop’lu Diogenes, Stoa’nın Marcus Aurelius’la birlikte en büyük düşünürü Epiktetos ve daha başkaları gelir. Ne var ki bu kişilerin yaşamı duygu taşmalarıyla değil ussallığın özellikleriyle seçilir. Onların yaşamlarıyla ilgi çekmesi doğrudan doğruya gerçek anlamda örnek insan imgesi oluşturuyor olmalarındandır. Filozof denince aklımıza daha çok Aristoteles gibi Descartes gibi Spinoza gibi yaşamını bütünüyle düşünceye adamış kişiler gelir.

Filozof ağırlığıyla tutarsız insan hafifliği yan yana

Francis Bacon bu açıdan filozoflar arasında tek ve çok özel bir örnektir. Felsefenin uzun tarihinde bir filozof ağırlığıyla bir tutarsız insan hafifliğini yan yana getirebilmiş ikinci bir kişilik bulmak zordur. Yeni bilimsel kavrayışın temelini atan bir adamın dünyasında ahlaksızlığa kadar varan eğilimlerin barınması bize ilginç ama bir o kadar da korkunç görünür. Bunda onun hırsları kadar yaşadığı saray çevresinin koşulları da belirleyici olmuştur. Bacon ne yaptı da o kadar elektriği üstüne çekti? Daha Elisabeth zamanında heveslerini ortaya koydu, hırslarının tutsağı oldu, tutkularının peşine gitti, bunun için bazı değerleri çiğnemeyi bildi, kendisine kolay yoldan iyi bir gelecek sağlayabilmek için çok çaba gösterdi ama bu ona iyilikler getirmedi. Oyunculuğu başlangıçta ona pek bir şey getirmedi. Elisabeth ölünce tahta James I geçecek ve bu değişimle iyiliklerin kapısı birer birer açılacaktır. Tahtın sahibi değişince Bacon’ın düşleri gerçekleşecek, bu tutkulu adam bir süre her istediğini elde edecektir. Adı kirli işlere karışınca da çok şeyi elden kaçıracak, kendini felsefeye ve bilime verecektir.

Biz başa dönelim. Bacon on iki yaşında Cambridge’de Trinity College’a girmiş, üç yıl kaldığı bu okulda skolastik eğitimi görmüştü. Daha sonra hukuk okudu. Ancak gördüğü eğitimden yeterince yararlanamamıştı. Bu okullarda gereksiz ya da boş şeyler öğretildiğine inanıyordu. Bu sırada o kendi öğretisinin ana çizgilerini oluşturmaya başlamıştı. Babası Nicolas Bacon’ın desteğiyle Fransa sarayında Elisabeth’in danışmanı oldu. Baba Bacon 1578’de ölünce oğul Bacon yurduna döndü ve sefil bir yaşam sürmeye başladı. 1582’de avukatlığa yöneldi, o zaman durumunu epeyce düzeltti. 1584’de Halk Meclisi’ne seçildi. Hırslıydı, elde ettikleri ona yetmiyordu. Kraliçenin başdanışmanı unvanını almıştı ama bu ona pek bir şey getirmiyordu. Kraliçenin yararına ters düşen tutumlar aldı ve işlerini biraz zora soktu. 1589’dan sonra hukuk okulunda dersler verdi.

Bu sırada kraliçenin gözdesi olan Essex kontuna yaklaştı, ondan yardım istedi. Bir yandan da Cambridge’e çekilmek ve felsefe çalışmalarını sürdürmek istiyordu. Ama siyaseti bırakamıyordu. Siyaset ve hukuk konularında yayınlar yaptı. Bir zaman sonra kraliçenin gerçek danışmanı oldu. Artık kraliçe ona danışıyordu. Bu onun göze girmesi demekti. Yüzkızartıcı eylemler bundan sonra başladı. Bacon kazandıklarının büyük bir bölümünü Essex kontuna borçluydu. Ancak bir iki başarısız seferden sonra Essex kontu kraliçenin gözünden düştü. Kont başına gelenlere katlanacak yerde Londra sokaklarında ayaklanma çıkarmaya girişti. 1601’de idama mahkum edildi. Bacon kontun kendisine yaptığı iyilikleri unuttu ve onun tam olarak karşısına geçti: kontun en çok savunulmaya gereksinimi olduğu yerde Bacon onu halk adına suçlama görevini yüklendi. Kontun idamından sonra Bacon onu yerden yere vuran ve kraliçeyi haklı gösteren bir yazı yayımladı. 1603’de kraliçe öldü. Tahta geçen James I düşünceye ve sanata meraklıydı, bu yüzden Bacon yeni kralın gözüne çok çabuk girdi. Bu sırada yazdığı bir kitabı krala adadı. Bundan sonra sarayda hızla yükseldi, çeşitli unvanlar aldı, bu arada kralın özel danışmanı oldu, 1618’de Verulam Baronu, 1621’de Saint-Alban Vikontu oldu. Bu arada çok kazançlı bir evlilik yapmış, Londra kent danışmanı Benoît Barnham’ın kızı Alise’la evlenmişti.

Bacon elde ettiği maddi ve manevi kazançların hepsini olmasa da çoğunu entrikacı kişiliğine borçludur. O bu durumundan hiç rahatsız değildi. Nitekim yalnız James I’in değil Buckingham kontu George Villiers’in de adamıydı. Kont ne derse Bacon onu yapıyordu. Bu arada on dört yıl önce ölüme mahkum edilmiş ve daha sonra bağışlanmış olan Walter Raleigh’ı idam ettirdi. Daha sonra general Ylverton’u bir bahaneyle mahkum ettirdi. Kendi ayakları üzerinde duramayıp başkalarına yaslanan kişilerin başına gelen sonunda Bacon’ın da başına geldi. James I ve Buckingham gözden düşünce Bacon da rüşvet almakla suçlandı. Bacon bir davayı kazanmak adına para aldığını hiçbir zaman kabul etmedi. Ancak bazı davaları hızlandırması için verilen paraları almakta sakınca görmediğini de söyledi ve büyük bir para cezasına çarptırıldı. Bu arada bir süre hapis yattı. Resmi görevleri elinden alındı. Parlamentodan çıkarıldı. Kral kısa bir süre sonra onu hapisten çıkardı. Ancak o borçlarını ödemekte zorluk çekiyordu. Bütün bunlar bir bakıma onun yararına oldu: 1621’den sonra ölümüne kadarki beş yılı felsefe çalışmalarına verdi. James I ve Buckingham onu hem bazı siyasetçilerden hem alacaklılarından korudular. Bu garip siyaset ve düşünce adamının 1561’de başlayan yaşamı 9 nisan 1626’da son buldu.

Novum organum

Francis Bacon bize pekçok yapıt bıraktı, bu yapıtların bir bölümü filozofun ölümünden sonra yayımlanmıştır. En önemli iki yapıtı Instauratıo magna (Bilimlerle ilgili büyük düzenleme) adı altında topladığı Novum organum (Yeni organon) [1620] ve De dignitate et augmentis scientarum’dur (Bilimlerin değeri ve gelişmesi üzerine) [1623]. Yeni organon Aristoteles’çi anlayışa karşı yeni anlayışın temel kitabı olarak düşünülmüştür. André Cresson Francis Bacon adlı yapıtında İngilizlerin ilk zamanlar Bacon’ı pek az okuduğunu yazar. Başından geçen yakışıksız olaylar buna neden olmuş olabilir mi? Bu büyük bilim adamının yapıtları tam olarak ancak XVIII. yüzyılda günışığına çıkabildi. 1765’de başlayan bu yayın işi aralıklarla XIX. yüzyılın ortalarına kadar sürdü. Descartes Bacon’ın önemini İngilizlerden çok önce kavramıştı. Descartes’ı yeni düşüncenin başlatıcısı olarak görürken Bacon’la başlayan bilimsel bakış açısının kalıtçısı ve sürdürücüsü olarak da görebiliriz. Fransızlar arasında Bacon’la ilgilenen başkaları da vardır. Bunların başında Gassendi ve Malebranche gelir. Bacon Fransa’da en çok XVIII. yüzyılda ilgi gördü. O zaman aydınlanma filozofları yalnız Bacon’la değil bütün ingiliz felsefesiyle, özellikle Locke’la ilgileniyorlardı. Voltaire, d’Alembert, Diderot gözlerini ingiliz deneyci felsefe geleneğine dikmiş aydınlardı. Onlar Bacon’a da felsefenin en büyük adlarından biri olarak büyük saygı gösterdiler. Joseph de Maistre gibi yeni bilimsel kavrayışa karşı olan gelenekçi düşünürler Bacon’a hiç de hak etmediği bir biçimde saldırdılar. Ne olursa olsun onun yeni bilimsel kavrayışın temel kitabı diyebileceğimiz Novum organum’u bilim ve felsefe tarihinin anıt kitaplarından biri olma özelliğini sürdürüyor.

Bacon’ın Frans Pourbus tarafından yapılmış portresi (1617).

Bacon’ın önceki felsefe akımlarına bakışı

Skolastik felsefe Ortaçağ’ın sonlarına doğru yeni düşüncenin oluşumuna çeşitli katkılarda bulunmuş ve giderek önemini yitirmeye başlamıştı. Rönesans ve Reform döneminde yani XVI. yüzyılda skolastik artık ununu elemiş eleğini asmış yani sınıra dayanmış durumdaydı. Skolastiğe yöneltilen eleştirilerin haklı nedenler yanında bir ölçüde de duygusal nedenlere dayandığını söyleyebiliriz. Bu felsefe verimsiz olmakla ya da bir başka deyişle bilineni yineliyor olmakla eleştiriliyordu. Bu doğaldır, çünkü dinin buyruğundaydı: dogmaları kitlelere benimsetmek gibi bir yükümlülük taşıyordu. Ancak yaşam ileriye doğru açıldıkça skolastik kendi içinden yeni düşüncenin oluşumuna katkıda bulunacak güçleri yaratmayı bilmiştir. Roger Bacon örneklerden yalnızca biridir. Bazen hiç verim vermez gibi duran şeyler zamanla etkin duruma geçebiliyor. Bilgi eksikliğinden giderek skolastiği bütün olumlu dönüşümlerin katı düşmanı gibi anlarsak yanlış yapmış oluruz. Bugünün birçok güçlü üniversitesi o dönemin toprağında doğmuş ve büyümüştür. Derme çatma bilgilerle görüş üretmek her zaman tehlikelidir. Ne olursa olsun bir çağ bitiyor bir başka çağ başlıyordu. Bizden öncekileri kıyasıya eleştiririz, sonra zaman onları da bizi de olmamız gereken yere yerleştirir.

Sanatta büyük atılımlar gerçekleşiyordu: resmin mimarlığın edebiyatın yontunun yanında düşüncenin de yepyeni bir yola girdiği görülüyordu. İnsanlar XVI. yüzyılda bakışlarını geleceğe diktiler: herkes yeni bir dünyanın kurulmakta olduğunu görüyordu. Bu yenilikte Bacon’ın büyük bir ağırlığı vardır. Bacon bu ağırlığı zamanının ve geçmişin felsefe ve bilim dünyasında ortaya konulan bilgileri tartışarak ya da eleştirerek kazanmadı, kendi bakış açısını ortaya koyarak kazandı. Çünkü o düşünce dünyasının oluşumlarını, felsefede ve bilimde neler olup bittiğini özenle izleyen biri değildi: geçmişin de gününün de büyük bilginlerini tanımıyordu, örneğin Galileo Galilei’den haberi yoktu. Zamandaşlarının görüşlerini özellikle yöntem açısından ham ve kısır buluyordu: ona göre bu durumda bilimin ilerlemesi olası değildi. Bilim ancak gözlemin verilerine dayanarak gelişebilirdi. Bu yolda o yalnız kendinden öncekileri değil Eskiçağ’ın düşünürlerini de eleştiriyordu. Tarihten sözetmekle birlikte tarih fikrinden yoksun bir düşünürün çocuksu bakışıydı bu. Ona göre Yunanlılar her anlamda çocuktular, doğayı çocuklar gibi gözlemlediler. “Sonuç olarak, çocuklarım, bütün bu soyut filozofları bırakalım, yalnızca şeylere bağlanalım, bir inanç topluluğu kurmanın onurunu aramayalım, ciddi ciddi insanın zenginliğiyle ve büyüklüğüyle ilgilenelim. Zihinle doğa arasında dürüst ve yasal bir birlik kuralım.” Eskiçağ ona göre bir koyu karanlıklar çağıdır: “Bilimi Eskiçağ’ın karanlıklarında değil doğal ışığın kaynaklarında arayıp bulmak gerekir. Ne yapıldığı önemli değildir, özellikle yapılması gerekeni bilmek doğru olur.” Yakından incelemediği eskiçağ düşünürlerini var gücüyle hırpalıyordu: “Onları yakından inceleyin, hepsinde aynı konuların yinelenmesinden başka bir şey bulamayacaksınız.” Bacon doğaya bağlı gördüğü filozoflara daha yakın durur ama dayanakları zayıf diye belirlediği kurgusal felsefelere tam karşıt bir tutum alır. Felsefe olmayan felsefelerden sözeder.

Felsefe olmayan felsefeler sofistlikle deneysellikle ve boşinançlarla ilgili felsefelerdir. Sofistlikle ilgili felsefelerin başında Aristoteles felsefesi gelir. Bu felsefe mantığıyla tüm doğal felsefeyi yerle bir etmiştir. Anaksagoras gibi Leukippos gibi Demokritos gibi Herakleitos gibi filozoflar gerçek anlamda deneye ve gerçekliğe daha yakın filozoflardır. Buna karşılık Aristoteles’in fiziğe bakışı hep sağlıksız ya da yetersiz olmuş ve o mantığa takılıp kalmıştır. Aristoteles hiçbir gerçekliğe dayanmayan genel ilkeler belirliyor, deneye başvurmayı düşünmeden deneyle ilgili ilkeler saptıyordu ve bu yanıyla sonraki zamanların skolastiklerini andırıyordu. Deneycilere gelince onların felsefesi de Aristoteles’inkinden daha verimli değildi, onların deneycilikleri son derece dar ve karanlıktı. Bu felsefelerin en kötüleri boşinançlara dayanan felsefelerdir. Örneğin Pythagoras’ın felsefesi son derece kaba, Platon’un felsefesi son derece tehlikelidir. Bacon’ın bu görüşleri felsefi kavrayıştan yoksun görünen ve felsefe tarihi kavrayışına epeyce uzak düşen görüşlerdir.

Övgüler ve yergiler

Francis Bacon da her büyük insan gibi gün oldu övüldü gün oldu yerildi. Yeni değerler açısından dünyaya bakanlar onu kendilerine yakın buldular, yeniliğe karşı olanlar onu hiç sevmediler. Bacon’ı en çok öven Leibniz oldu, onu “tanrısal dehası olan insan” diye nitelendirdi. André Cresson, d’Alembert’in Ansiklopedi’de onun için yazdığı şu satırları bize taşır: “Bu seçkin kişiliklerin başına İngiltere’nin ölümsüz şansölyesi Bacon’ı yerleştirmek gerekir. Onun tanınmayan yapıtları gerçekten saygıyla karşılanmıştır, bununla birlikte onlar bizim saygımıza yaraşır olmaktan çok bizden okunmayı bekleyen yapıtlardır. Bu büyük insanın sağlıklı ve geniş bakış açılarını göz önüne aldığımızda, düşüncesinin yöneldiği çeşitli konuları, her yerde en ince imgeleri en kesin belirginlikte bir araya getiren üslubunu göz önüne aldığımızda onu felsefe dünyasının en büyük en evrensel en incelikli kişisi olarak görebiliriz.” Buna karşılık Joseph de Maistre Bacon’la ilgili bir yapıtında filozofu zamanının bilginlerini hiç tanımayan, bilimler için öne sürdüğü yöntemle ilgili hiçbir bilgisi olmayan, gökbilimden fizikten kimyadan ve benzeri alanlardan sözederken yanlış üstüne yanlış yapan biri diye gösterir. Bu taban tabana karşıt iki görüşün ikisinde de ideolojik kaygılarla birlikte gerçeğe uygun yanlar vardır.

Francis Bacon’ın parlamentodan çıkarılışını resmeden tablo.

Bacon bir felsefe öğretisi temellendirmeyi düşünmedi: onu bir felsefe adamından çok bir bilim adamı olarak görmek doğru olur. O yeni bilimsel kavrayışın özünü ve ilkelerini araştırdı, bu yönde görüşler ortaya koydu. Ussallığın tek başına yeterli olmadığını, onun yanına yöntemi koymak gerektiğini bildirirdi. Organon’dan Novum organum’a geçiş salt ussal düşünceden ussal ve yöntemli düşünceye bu arada gözleme ve deneye geçiştir. İlerde Descartes’ın da yapacağı gibi Bacon skolastiklerle kesin bir hesaplaşmaya girişti. O özellikle bir eleştiriciydi. İnsancıları eleştiriyordu: bilimi edebiyata indirgeyen insanlar olarak görüyordu onları. Sklolastikleri eleştiriyordu, onların “bedenlerini hücreye kapatır gibi ruhlarını Aristoteles’e kapatmış” kimseler olduklarına inanıyordu. Kimilerine göre Bacon’ın hiçbir buluşu yoktu. Bu doğrudur belki ama o en azından savlarında haklıydı. Ayrıca Bacon’ın hiçbir buluşu yoktur demek kolay değildir: o hiçbir şey yapmadıysa yöntemsiz bilim olamayacağını göstermiştir.

Deneyle kuramın bir araya getirilmesi

Skolastik felsefe çoklarına göre neredeyse başladığı yerde bitmiş verimsiz bir düşünceydi. Bacon özellikle böyle düşünüyordu. Gerçekten skolastikler ne kuramsal düzeyde ne uygulama düzeyinde herhangi bir yenilik getirebildiler. Hiçbir zaman yenilik peşinde olmadılar. Bu dünyayla değil doğaüstüyle uğraşıyorlardı, bilgiyi aramıyorlar dogmaları savunuyorlardı. Onların yaşadığı dönemde deney ve gözlem fikri henüz gelişmemişti. Çocuksu bir dönemin inançlı düşünürleri olan skolastikler dogmalarla önyargılarla hatta boşinançlarla ilgilendiler. Bacon skolastiklerin Aristoteles mantığına dayalı, bu mantığın tasım kalıplarına dayalı araştırmalarını şöyle eleştirir: “Bilimin ilk ilkelerini ortaya koymakta ve doğrulamakta tasımın hiçbir geçerliliği yoktur.(..) Doğanın derinliklerine girme konusunda tasım çok zayıf ve çok kaba bir araçtır. Onun tümüyle görüşlerle ilgili olduğu ve şeylere yönelmediği apaçık görülür. Tasım önermelerden oluşmuştur, önermeler de sözcüklerden başka bir şey değildir, sözcükler de bir anlamda şeylerin etiketleridir.”

Bacon’ın en önemli yapıtı Novum organum (Yeni organon) [1620]
Geçmişten gelen köklü bir anlayış, usçuluk ve deneycilik ayrımı Bacon’ın düşünce dünyasında eleştiriye uğradı. Bacon bu ayrıma karşı çıkmakla gerçekten çok büyük bir düşünce devrimini gerçekleştirmiştir. Onun bileştirmeci bakışı bugünün ben’le dünya’yı birleştiren bütünsel bilinç kavrayışına doğru ilk adım olmuştur. Ayrıca bu bakış geçmişe dönük bir eleştiriyi içerdiği gibi geleceğin filozoflarına da sağlam bir yol açıyordu. Bacon iki ayrı görüşü bir araya getiren ya da bir gerçeğin iki yüzü olarak gören yeni anlayışı öne sürmekle bütünsel insan kavrayışına doğru kararlı bir adım attı. Çok basit ama çok anlaşılır bir benzetmeyle karıncanın ve örümceğin karşısına arıyı koydu. Filozoflar deneyci ve dogmacı olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Karıncaya benzeyen deneyci verileri yığmaktan öteye geçemiyordu, örümceğe benzeyen dogmacı da maddesini kendi varlığından çıkardığı ağları örüyordu. Önemli olan arı olmaktı. Arı hammaddeyi tarlalardan topluyor, sonra o ham maddeyi kendine özgü bir sanatla işliyordu. Deneyle kuramın bir bütünde bir araya getirilmesiydi bu, katı usçuluğun ve katı deneyciliğin yadsınmasıydı, dünyadaki insanın belirlenmesiydi, insanın dünyayla bir araya gelmesiydi. Demek ki us deneye ve deney usa bağımlıydı. Bacon’ın bu görüşü felsefede ve bilimde hemen benimsenmedi, onun ardılları gene ikiye ayrılmaktan geri durmadılar. Leibniz Locke’a ve Locke Leibniz’e ters bakıyordu. Ancak öngörülü Bacon’ın bu görüşü giderek geçerli olmaya başladı. Kültür dünyasında hiçbir şey birdenbire benimsenmez. İnsanlar koca Copernicus’a bile nice sonra inandılar.

De dignitate et augmentis scientarum’dur (Bilimlerin değeri ve gelişmesi üzerine) [1623]
Doğanın gizlerine girmek

Skolastikler Aristoteles’in bilmek için bilmek anlayışını sürdürdüler. Bu da bilginin yarargözetmez olduğu anlamına gelir. Aristoteles felsefenin meraktan doğduğunu söylemişti. Yarargözetir bilgi Bacon’la başlar. Bunu elbet yalnızca Bacon’a bağlayıp çıkmak doğru olmaz, filozoflar bu gibi görüşleri daha çok dönemlerinin yaşam koşullarından ve zamandaşlarının dünyaya bakış biçimlerinden derlerler. Yeni zamanlar artık yaşamsal gereklilikler açısından bilginin yararını öngörüyordu, bu öngörü de ilk olarak belirgin bir biçimde Bacon düşüncesinde anlatımını buldu. Yarara ilgisiz kalarak bilginin peşine gitmenin bir anlamı yoktu: daha güzel daha doğru bir yaşam için bize bilgi gerekiyordu: yaşamı kolaylaştırmakta ya da daha yaşanılır kılmakta düşüncenin bir katkısı olmalıydı. “Bilimi bir çeşit eğlence gibi, tartışmaya yarayan bir konu gibi, başkalarını altedici bir şey gibi, özel çıkarlar sağlayan bir şey gibi, bir ün sağlayıcı gibi, bir güç artırıcı gibi, bu türden herhangi bir şey gibi almamak gerekir, yarar sağlayan olarak, yaşamsal kullanımlara uygulanan bir şey olarak almak gerekir.”

Bunun için doğaya egemen olmalıydık. Bunu da ancak ona başeğerek sağlayabilirdik: “Natura non nisi parendo vincitur” (Doğayı ancak doğaya başeğerek yenebiliriz). Bacon’a göre zihnimizle doğanın yasaları arasında herhangi bir yakınlık herhangi bir özdeşlik yoktur. Bu yüzden doğaya yönelmek, doğayı öğrenmeye çalışmak gerekir. Doğanın gizlerine girmek de diyebiliriz buna. Bu da insanın doğa karşısında basit ve edilgin bir gözlemci olmaktan çıkıp etkin bir araştırıcı durumuna gelmesini gerekli kılıyordu. Doğaya söz geçirmek ya da doğayı ele geçirmek ancak böyle sözkonusu olabilirdi. Bunu Bacon doğaya başeğmek diye adlandırsa da doğaya egemen olmaktan başka bir şey değildir bu. Buna basitçe doğanın yasalarını tanımak da diyebiliriz. İnsanın güç kazanmak için kullanacağı tek kaynak bilgi olabilirdi. Bu durumda filozofun olur olmaz işlerle uğraşmayı bir yana bırakıp doğa araştırmalarına yönelmesi gerekiyordu.

‘Felsefe yeni baştan ele alınmalı’

Olumculuğun birinci ilkesi şudur: güç bilgiden doğar. Aynı bakışı iki yüzyıl sonra Bacon’ın hayranı ve izleyicisi Auguste Comte’da da buluyoruz. Öyleyse doğayı öğrenmek birinci işimiz olmalıdır. Felsefenin boş gevezeliklerde oyalanması, içinden çıkılmaz sorunlar üretip bu sorunları çözer gibi yapması anlamsızdır. Bacon az önce de gördüğümüz gibi en ünlü öncülerini bile yerden yere vurur. Ona göre Aristoteles yararsız konularda oyalanmış, sözcüklerle oynamış berbat bir sofisttir. Bacon Platon’a karşı daha yumuşak gibidir, onu edebiyatçı yanıyla ilginç bulur, ancak onun da boş şeyler peşinde olduğunu söyler. Platon bu yanıyla tehlikelidir. Kendini beğenmiş bir şairdir Platon. Bacon daha yenileri de eleştirir. Birçok düşünür ya da bilim adamı insanları yanlış şeyler düşünmeye yöneltmiştir. Yeni mantıkçılar yanlışları oturtmakta ve dondurmakta ustadırlar, onların yeni buluşlar peşinde olmadıkları kesindir. Bu yüzden felsefeyi yeni baştan ele almak, onu onarmak ve bir düzene sokmak gerekir. Bu sıradan bir iş değil bir çeşit devrimdir. Bu yeni düzenleme yürürlükteki ve gelecekteki bilim kavrayışlarına gerçek anlamını kazandıracak ve onlara doğruya ulaşmanın yolunu açacaktır.

İşte burada bu düzenleme ya da yeniden kurma işini tamamlanmamış bir yapıt olan Novum organum yüklenir. Novum organum öncelikle bir bilimler felsefesi araştırmasıdır. Sorun baştan sona doğayı öğrenmek ve bu yolla doğaya egemen olmak sorunudur. Buna Bacon’ın diliyle doğaya başeğmek de diyebiliriz. Doğayı öğrenmekte gözlem ve deney gibi iki büyük dayanağımız vardır. Bilimsel araştırmanın üç aşamalı bir araştırma olduğunu düşünür Bacon. Bilimsel araştırmada üç tablo oluşturmak gerekir: olanlar tablosu, olmayanlar tablosu, dereceler tablosu. Olanlar tablosunda bir olayın gerçekleşmesi sırasında ortaya çıkan durumlar saptanır. Olmayanlar tablosunda olayın olmadığı zamanlarda ortaya çıkan benzer olaylar gözlemlenir. Dereceler tablosunda olay değiştikçe ortaya çıkan benzer olaylar belirlenir. Bütün bu arayışlarda tümevarım yöntemi kullanılır. Tümevarım önemlidir. Filozofa göre diyalektik de tasım da bu önemli işin, doğayı öğrenme işinin altından kalkamayacaktır. Bacon açısından yeni bilimsel düşüncenin en önemli dayanağı tümevarım olmalıdır.

‘Gerçekten bilmek nedenlerle bilmektir’

Tümevarım bize her şeyin özünü ya da Bacon’ın deyişiyle biçim’ini verir. Bacon’ın biçim dediği şey yasa’dır. “Biz biçimden sözettiğimizde yasadan ve arı edimin belirlenimlerinden başka bir şeyi anlamıyoruz. (..) Gerçekten ısının biçimi ya da ışığın biçimi demek ısının yasası ya da ışığın yasası demektir, bunlar bizim için aynı şeydir.” Bilgiler bize öncesel olarak verilmiş olmadığına göre yani bizler bilgilere doğuştan sahip olmadığımıza göre onların ben’le dünya arasındaki ilişkide tek tek şeylerden gidilerek genelleme yoluyla ortaya konulması gerekir. Şeylerin kavramları öncesel olarak bende bulunmadığına göre onların kavramlarına deneyle ulaşmam gerekir. Demek ki toplanan verilerden giderek genellemeler yapmak ve varsayım düzeyinde kalmayarak doğrulamaya yönelmek önemlidir. Bunun için bir tartışma evresi gereklidir. Demek ki verileri topladık ve genelledik kolaylığı yeterli olmayacaktır, doğrulamalar tartışmayı gerektirecektir. Tümevarımın düzeltilmesi’dir bu. Ancak bunun için zihnimizin daha önce edinmiş olduğu yanılsamalardan arındırılması gerekir. Bilgiye temiz zihinle yönelmek diyebiliriz buna. Buna yanıltıcı katışıkları olmayan bir bilinçle işe başlamak da diyebiliriz. İlk iş Bacon’ın idola dediği önyargılardan ya da önyanılgılardan kurtulmaktır. O zaman deneyle ve tümevarımla doğanın biçim’lerini yani yasalarını tanımaya çıkabiliriz. Bu da nedenlere inmek demektir ve gerçek bilim nedenler bilimidir: vere scire per causas scire (gerçekten bilmek nedenlerle bilmektir). Bacon’a göre metafizik doğa bilimlerinin doruğunda yer alır. Metafiziğin konusu biçimleri yani doğa yasalarını belirlemektir. Metafizikle biz şeylerin görünümlerini değil kendilerini belirleriz.

Francis Bacon’ı gerçek bir düşünce devrimcisi olarak adlandırmak yanlış olmaz.

Bacon’a göre zihnimizin üç yetisi vardır: bellek, imgelem ve us. Bellek algılarımızın izlerini taşır, imgelem anılar yardımıyla yeni fikirler üretir, us kavramlarımızı eleştirir, onları yargılar ve birbirleriyle ilişkileri içinde düzenler. Bu üç yetiden tarih, şiir ve felsefe doğar. Buna göre bir bilimler sınıflaması yapar filozof. Bacon’ın çok önem verdiği ama bugün geçerliliği kalmamış olan bu sınıflamanın üzerinde durmak anlamsızdır. Bu bilimler sınıflamasında ilginç olan ve gözden kaçırılmaması gereken tek şey belki de filozofun geniş çerçeveli bir tarih kavrayışına ulaşmış olmamakla birlikte tarih fikrine verdiği ağırlıktır. Tarih dediğimiz bellek bilimi doğa olgularını bir bütün olarak ele alır. İlginç olan bir ikinci nokta da filozofun bugünkü anlayışa uyar bir biçimde doğanın alanıyla insanın alanını ayırmış olmasıdır, böylece bilimleri doğa bilimleri ve insan bilimleri diye ikiye ayıracak olan gelecek zaman araştırmacılarına bir kapı açmasıdır. Bacon bellek’e dayandırdığı tarihin yanına usla ilgili bilgi alanı olarak felsefeyi ve imgelem bilimi diye gördüğü şiiri koyar. Bacon’ın tarih karşısındaki bulanık bakış açısı ancak yeni tarih fikrinin ortaya konulduğu zamanlarda yani iki yüzyıl sonra saydamlaşacaktır.

Tümevarım bilim için yeterli mi?

Bacon’ın öne sürdüğü pekçok görüş bugün eskimiş olabilir. Çağdaş bilim adamlarının olanlar tablosuyla, olmayanla tablosuyla, dereceler tablosuyla ilgilenebileceklerini düşünemeyiz. Gerçi böyle bir bakış bugün de belli bir ölçüde bir araştırmacının temel kaygılarına iyice uzak düşmez. Bugünün bilim adamları elbet doğanın biçim’lerini ortaya çıkarmakta sınırlanmayı düşünmezler. Bacon tümevarımın gücünü aşırıya götürdü, arıya sahip çıkmakla birlikte karıncaya sanki bir ayrıcalık tanıdı, ona bel bağladı. Bunu yaparken öngörünün ya da daha doğrusu görü’nün önemini göremedi. Bu belki de yönteme aşırı bağlılığın belirleyiciliğinde kalıp imgelemin gücünü sezememekle ilgilidir. Oysa felsefenin olanla yetinmenin ötesine geçip olasılıklara yönelme dönemi başlıyordu. İleriki zamanlarda Claude Bernard gibi Emile Durkheim gibi bilim adamları öngörüsüz bilimsel yönelişin hiçbir anlama gelmeyeceğini bildireceklerdir. Bilim adamı raslantılara güvenerek yola çıkacak değildir. O karşısına çıkabilecek bir şeyin değil ama bulabileceğini düşündüğü şeyin peşindedir. Burada varsayımın ve dolayısıyla tümdengelimin büyük bir önem taşıdığını görüyoruz. Bilim adamı düş görmek ama sağlam verilere göre düş görmek durumundadır. Atomlar ve moleküller üzerinde çalışan bir bilim adamının üç tablo yasasıyla neyi çözmesini bekleyebiliriz? Bir mikrobu araştıran bir bilim adamı Bacon’ın yöntemlerini kullanarak nereye varabilir? Bu eleştiriyi burada bitirmek aşırıya götürmemek gerekir. Eksikleri gösterip geriye çekilmek yani işi tadında bırakmak doğru olur. Bacon’larla Descartes’larla güreş tutmaya kalkmak çocukluk olur. Bunu yapan çocuklar yok mu? Elbette var. Eskilerin açıklarını yakalamaktan çok katkılarını görmeye çalışmak uygun düşer. Bilimin tarihinden yararlanmanın bir koşulu da budur. Yoksa bir XXI. yüzyıl insanının bir XVII. yüzyıl filozofunu yerden yere vurması hiç de zor değildir.

Francis Bacon’ın Cambridge’de Trinity College’deki heykeli.

Bacon’a hakkını vermek

Yeni düşünceye geçişte usu iyi kullanmanın ve doğrulara ulaşmak için yöntem geliştirmenin önemini ayrıntılarıyla ilk olarak ortaya koyan filozof ya da bilim adamı olarak tanıdığımız Francis Bacon’ı gerçek bir düşünce devrimcisi olarak adlandırmak yanlış olmaz. Kendisinden epeyce genç olan Descartes’la birlikte yeni düşüncenin yolunu açmış olan Bacon şöyle der: “Doğanın en uzak ve en gizli parçalarına ulaşabilmek için insan anlığını kesinlikle en sağlam ve en yetkin biçimde etkin kılacak bir yol bulmak gerekir.” Bu yolda Bacon ilerde Descartes’ın da yapacağı gibi Aristoteles’den kalma sonuçsal neden kavramını düşüncenin dışına çıkarır. Aristoteles’in dört nedeninden biri olan sonuçsal neden daha çok dinci bakış açısının tanrısallığın amaçlarıyla ilgili yanını karşılar. Bacon insan anlığını tam anlamında etkin bir yeti olarak düşünür, ama o iyi kullanılmadığında bizi açmazlara götürebilir, sonuçsal nedenlerin batağına sürükleyebilir.

“İnsan anlığı durmak bilmez. O her zaman ileri gitmek ister ve çok zaman bunu boşuna ister. Örneğin yok yere evrenin sınırlarını düşler, uç noktaya kadar gidemez, her zaman daha ötede bir şeyler olmalıdır. Bu zayıflık nedenler araştırmasında değişik olarak daha tehlikeli biçimde kendini gösterir. Çünkü ne olursa olsun tümüyle açıklanamaz olan olumlu ve gerçek evrensellerin doğasında gene durmayı bilemeyen ve dinginlikten nefret eden insan anlığı onları açıklayabilmek için daha iyi bilinen bir şeylerin varlığını gerektirir. Ama o zaman daha ileri gidebilmek için o kendisini yakından tutan sonuçsal nedenlerin içine düşer, bu sonuçsal nedenler evrenin doğasıyla ilgili olmaktan çok sonuna kadar insan doğasıyla ilgilidir. Felsefeyi bozan birçok önyargı bu kaynaktan gelmedir.”

Bacon, yeni düşünceye geçişte usu iyi kullanmanın ve doğrulara ulaşmak için yöntem geliştirmenin önemini ayrıntılarıyla ilk olarak ortaya koyan filozoftur.

Bacon’ın bilimsel kavrayışa dayalı felsefesini onun en önemli yapıtı olan Novum organum’un en başında söyledikleriyle özetleyebiliriz. Bu sözler yeni bilimsel kavrayışın anayasası gibidir:

“Doğanın hizmetçisi ve yorumcusu olan insan doğa yasaları üzerindeki deneysel ve ussal buluşları ölçüsünde eylemde bulunur ve anlar, bunun dışında o hiçbir şey bilemez ve yapamaz. Ne tek başına elin ne kendi haline bırakılmış düşüncenin bir gücü vardır. Yapıtı tamamlamak için gereçlere ve yardıma gereksinim vardır, bunlara düşüncenin de elin de gereksinimi vardır. Fiziksel araçlar elin devinimini artırır ve düzenler, bunun gibi düşünsel araçlar da düşüncenin akışını kolaylaştırır ve düzene sokar. İnsanın bilimi gücünün ölçüsüdür, çünkü nedeni bilememek sonucu ortaya koyamamaktır. Doğayı ancak ona başeğerek ele geçirebiliriz, düşüncede neden olan şey uygulamada kural olur.”

Francis Bacon öncüleri diyebileceğimiz Roger Bacon’ın ve Occam’lı William’ın deneyci çizgisini sürdürerek İngiltere’de deneyci geleneğin ilk büyük temellendiricisi oldu. Ancak onun deneyciliği daha önce gördüğümüz gibi usçulukla dengelenen bir deneyciliktir. O şöyle der: “Deneysel yöntemle ussal yöntemi bir daha ayrılmamak üzere ve yasal olduğu kadar da sağlam bir biçimde evlendirdiğimizi düşünüyoruz. Bu yöntemlerin istenmeyen ayrılığı ve can sıkıcı uyumsuzlukları insanlık ailesinde her şeyi altüst etmiştir.” Onun düşünce dünyası kuramı uygulamayla bir tutar, onda bilimsel kavrayış teknik kavrayışla bütünleşir. Bu yanıyla Bacon gerçek anlamda bugünün dünyasına, en azından sanayi döneminin insanına yakındır. O olumcu düşüncenin olduğu gibi yararcı düşüncenin de kurucusu oldu. Bilim ve felsefe anlayışıyla sonraki zamanları derinden etkiledi. İngiliz deneyci düşünce geleneğini sırasıyla Hobbes, Locke ve Hume sürdürecektir. Olumcu düşüncenin birinci kişisi Bacon’sa ikinci kişisi ondan büyük ölçüde etkilenmiş olan Auguste Comte’dur. O şöyle der: “Bacon’dan beri tüm yetkin kafalar ancak gözlemlenen olgulara dayanan bilgilerin gerçek bilgi olabileceğini söyleyip duruyor.”

 

Önceki İçerikBeynin ve aklın evrimi
Sonraki İçerik‘Düşünüyorum öyleyse varım’ sözü üzerine