Ana Sayfa Dergi Sayıları 134. Sayı Kitapçı Rafı – 134

Kitapçı Rafı – 134

427
0

Bilim Kitabı

– Kolektif, Çev. Ahmet Fethi Yıldırım, Alfa Yayıncılık, 2015, 355 s.

Evren bir Büyük Patlamayla mı başladı? Işık bir dalga mı, bir parçacık mı yoksa her ikisi midir? Küresel ısınmanın nedeni biz miyiz? Her Şeyin Teorisi olanaklı mıdır? Bilim, içinde yaşadığımız dünyayı ve ötesindeki çoklu evrenleri anlamamızı olanaklı kılmakla, teknolojik ilerlemeler sunmakta ve bilginin sınırlarını genişletmektedir. Sade bir dille yazılmış olan Bilim Kitabı, kolayca anlaşılan kısa ve özlü açıklamaları, temel ilkelerin düğümlerini adım adım çözen şemaları, bilimsel keşifleri unutulmaz kılan klasik alıntıları ve bilim anlayışımızı alt üst eden esprili çizimleriyle başucu kitabı olmaya aday.

Şehircilik,

– Le Corbusier, Çev. Pelin Kotas, Daimon, 2014, 293 s.

Le Corbusier’nin Şehircilik’i, 20. yüzyılın şehir tasavvurunda belirleyici rol oynayan ilk kapsamlı çalışması. Ünlü mimarın endüstri şehrini nasıl okuduğunu, bu okumanın hangi paradigmayı meşrulaştırdığını görmek için Şehircilik doğru bir kaynak. Ne var ki, metnin anlamı bundan ibaret değil, özellikle bugünün okurunu ilgilendirecek başka bir boyutu var: Şehircilik aynı zamanda “ütopya” tarihinin önemli metinlerinden biri ve iki ütopya türünün, “yazınsal ütopyalar” ile “mimari ütopyalar”ın buluştuğu yerde duruyor. Yazınsal ütopyalar mekansal model önerisini metinlerinin baş köşesine oturtur, mimari ütopya ise, kaçınılmaz bir zorunlulukla tasarımlarını toplumsal model önerisiyle bütünler. İşte Le Corbusier’nin metni tam da bu ortak alanda var oluyor, hatta kimi kez yazınsal ütopyalara daha çok yaklaşıyor. Şehircilik’te Türkiyeli okurlarının dikkatini çekecek noktalardan biri de İstanbul’a yapılan çok sayıda atıf olacaktır. Tüm ütopya yazarlarının kendi modellerini uzak ve gizemli coğrafyalarda bulmaları gibi, Le Corbusier de, aradığı şehrin pek çok özelliğini, Şehircilik’i kaleme aldığı tarihe dek gittiği en uzak yer olan ve 20. yüzyıl başında henüz gizemini yitirmemiş İstanbul’da bulmak istiyor.

Fransız Devrimi

– George Rude, Çev. Ali İhsan Dalgıç, İletişim Yayınları, 2015, 284 s.

1789 yılında neden Avrupa’nın başka bir yerinde değil de Fransa’da devrim oldu? George Rudé, bu temel sorudan yola çıkarak neredeyse tüm dünya tarihini etkileyen ve siyasetini yeniden şekillendiren Fransız Devrimi’ni derinlikleriyle ele almayı deniyor. Rudé, kral, saray, aristokrasi, burjuvazi, din adamları, halk yığınları, askerler ve Aydınlanma düşünceleri arasındaki gerilimleri, ittifakları ve çözülmeleri ortaya koymaya çalışıyor. Öte yandan devrimin nispeten az ele alınan “halk hareketleri” boyutuna da özellikle eğilerek, sıradan Fransız vatandaşlarının devrimle kurduğu ilişkiyi, davranışlarını da somutlaştırma amacında.

Kinimiz Dinimizdir

– Türkçü Faşizm Üzerine Bir İnceleme, Fatih Yaşlı, Yordam Kitap, 2015, 202 s.

Çalışmalarını Türk sağının ideolojik ve örgütsel kökenleri üzerine yoğunlaştıran Fatih Yaşlı, bu kitabında, Türkiye’nin tarihi pek bilinmeyen bir siyasi akımını ayrıntılı bir şekilde ele alıyor. Türkçü faşist ideolojinin yeterince irdelenmemiş metinleri arasında tarihi bir yolculuğa çıkan Yaşlı, bir yandan bu ideolojinin kökenlerini, ona özgüllük katan unsurlarını ve farklı veçhelerini ortaya koyarken, diğer yandan nasıl örgütlü bir siyasal harekete dönüştüğü ve MHP’ye neler devrettiği üzerinde duruyor. Yaşlı’nın Türkiye’de “faşizmin imkânları”nı sorguladığı son bölüm ise, Türkçü faşizmin geçmişte kalmış ölü bir ideoloji olmaktan ziyade, yaşayan ve kendisini her konjonktürde yenileyebilen bir niteliğe sahip olduğunun altını çiziyor. Osmanlı’da Türk milliyetçiliğinin kökenlerinden Kemalizm-Türkçülük ilişkisine, biyo-siyasetin Türkçü faşizm içindeki yerinden anti-komünizmin bu ideolojideki kurucu konumuna kadar pek çok alana dair sözü olan bu çalışma, Türk sağının tarihini merak eden herkes için bir kaynak kitap.

Latin Amerika’nın Devrimci Tarihi

– Özgür Uyanık, Kaynak Yayınları, 2015, 368 s.

Yıllardır Arjantin’de yaşayan, kıtayı iyi tanıyan araştırmacılardan Özgür Uyanık, Latin Amerika’nın devrimci tarihine tam da Galeano’nun bıraktığı yerden girerken okura yeni bir Latin Amerika tarihçesi, ama bu kez lanetli değil, devrimci kıtanın tarihini sunuyor. Kitabına Kolumbus ve kıtanın fethiyle başlayan yazar, Türkiye’de pek bilinmeyen, ilginç ve keyifle okunan korsan hikâyelerine de yer verdikten sonra Latin Amerika’nın bağımsızlık savaşlarını, ulusalcı girişimleri, Bolivar’ın, Jose Marti’nin, Zapata’nın köylü ayaklanmalarını, sosyalistlerin önderlik ettiği halk isyanlarını, devrimleri, Latin Amerika’nın büyük birliğini ve ülkeler bazında yeniden dağılmasını nesnel bir titizlikle inceliyor. Özgür Uyanık, yeniden sömürgeleşme sürecinin nedenlerini sorguladıktan sonra 20. yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkan gerillacı örgütlenmelere, Che, Fidel, Allende gibi efsane isimlere ve onların amansız savaşlarına değinirken bizlerin de ufkunu açıyor. Yazar, günümüzde çok tartışılan ve birçok açıdan Türkiye’yle de benzerlikler taşıyan Bolivarcı-Sosyalizan girişimlerin bilinmeyenlerini aktarıyor.

Kolektif Emperyalizm

– Ed. Ali Murat Özdemir, Yazarlar: Ebubekir Aykut, Ayşe Cebeci, Ali Murat Özdemir, Muhammed Kürşad Özekin, Emre Soran, Engin Sune, Göksu Uğurlu, Kansu Yıldırım, İmge Kitabevi, 2014, 409 s.

Emperyalizm, dünyamızı kavramak için yararlı, hatta zorunlu bir kavram mıdır? Soruyu, Ali Murat Özdemir ve yedi meslektaşı, “elbette evet!” diye yanıtlıyorlar. Zira, biliyorlar ki bu kavramı terk etmek, giderek unutmak, bilimsel çözümlemeleri ve söylemi, “küreselleşme” gibi terimlere, yani egemen söyleme teslim etmek anlamına gelir. Yazarlar ise, uluslararası düzeni, güç odaklarını eleştirerek incelemeyi yeğliyorlar.

Ali Murat Özdemir ve arkadaşlarına göre emperyalizm, bu türden eleştirel bir incelemenin önkoşulunu oluşturan bir kavramdır; ancak bu kavramın, günümüzün somut sorunlarını kapsayacak biçimde zenginleştirilmesini öneriyorlar. Ulus-devletlerin adları ile nitelendirilen emperyalizm çalışmalarının açıklayamadığı çok geniş bir alanın varlığı söz konusudur.

Örnek olarak Amerikan emperyalizminin bir kukla ustası gibi dünyayı yönettiği; yeryüzündeki bütün müdahalelerin esas kaynağı olduğu; “gerici” iktidarları “tayin ve azleden” mutlak bir güce hükmettiği; direnme seçeneklerini ortadan kaldırdığı iddiaları, bugünün ortamında kabul edilemez.

Yazarlar, emperyalizmin artık kolektif bir içerik edindiğini vurguluyorlar. Ulusdevletler yalnızca kendi “ulusal sermaye” gruplarının çıkarlarını temin eden yapılar olmaktan çıkmışlardır. Dünyanın farklı yerlerindeki sermaye grupları da bir tek ulusdevletin imkânlarıyla yetinemeyecek kadar yayılmış; çokuluslu hale gelmişlerdir.

Kolektif emperyalizm, bir yandan münferit ulusdevletlerin eşgüdümleri ile; bir yandan da Davos’tan IMF’ye; AB’den NATO’ya kadar uzanan çeşitli kolektifler içinde vücut bulur; hatta, ortak şiddet uygulama yeteneklerine ulaşabilir. Kolektif emperyalizm, hedeflediği coğrafyalarda, ülkelerde “direniş” de yaratır. “Direniş”, birtakım şeyleri korumak, savunmak gailesi içerisin-de dünyayı değiştirme mücadelelerine yönelir; ancak tarihsel olarak belirlenen kısıtlar, biçimler içinde çeşitlenerek…

Kolektif Emperyalizm, bu çerçeveyi önce kuramsal olarak; sonra da Cezayir, Körfez, Tunus, Mısır, Libya, İran ve (elbette) Türkiye düzlemlerinde, Marksizmin güncel yorumları ile bütünleştirerek inceliyor.

Şehrin İtirazı

– Gezi Direnişi Öncesi İstanbul Filmlerinde İsyan Eşiği, Feride Çiçekoğlu, Metis Yayınları, 2015, 152 s.

İstanbul’un itirazı var: Kamu alanlarının özel çıkara teslim edilmesine, ağacın, suyun ve toprağın yağmalanmasına, birçok dünya şehrinde yapılmış hataların tekrarlandığı sıradan bir kopya haline gelip kişiliğini kaybetmeye, yaşam biçimlerinin gayri insani bir hal almasına ve yaşamın ataerkil değerlerle boğulmasına itirazı var. Feride Çiçekoğlu Vesikalı Şehir’den yedi yıl sonra bu kez, şehri isyanın eşiğine getiren bu itirazın Gezi Direnişi öncesinde üretilen filmlerdeki izlerini takip ediyor ve bu filmleri daha önceki örneklerle, 68 öncesinin Paris’indeki ve İtalyan Şehirlerindeki imar hareketleriyle ve oradaki değişimin bir kuşak filmlerine yaptığı yansımalarla ilişkilendiriyor: Şehir sıkıntısı, hiçlik, boşluk, değer ve hafıza kaybı, depresyon, değersizlik duygusu ve öfke patlaması.

Kapalı Dünyadan Sonsuz Evrene

– Alexandre Koyre, Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınevi, 2015, 243 s.

Koyré sıradan bilincin pozitivist/popüler “bilim” anlayışını ciddiye almadı. Ona göre ve hiç kuşkusuz usun bakış açısından bilim a priori üretilir. Kavram deneyimin, gözlemin, araştırmanın vb. a priorisidir ve kavramsız deneyim, gözlem, araştırma, olgu vb. olanaklı değildir. Evren ona ancak onda kendi kendisini bulmak için yaklaşan usa yanıt verir. Ancak onda bir kavramlar ve yasalar dizgesi, bir kozmoz, düzenli, ussal, bilinebilir bir yapı bulmak için yaklaşan bilimciye gizlerini açar. Bilimsel usun nesnesi evren kuramsız, mantıksız, usdışı bir olgular yığını, kavramsal belirlenimden soyutlanmış bir görüngü öbekleşmesi değildir. Tersine, olgu, görüngü kavram tarafından belirlenir ve kurama uyar. Bu yüzdendir ki olgunun (deney ve gözlemin) kuramı doğrulaması yalnızca dışsaldır.