Ana Sayfa 134. Sayı Taşrada akademisyen olmak

Taşrada akademisyen olmak

1790

Üniversiteler araştırma ve uygulama merkezi olmaktan çok kişilerin egolarını tatmin ettiği, kendi iktidar alanlarını genişletmeye çalıştığı ve tüm bunlar için iktidara yaranmaya çalıştığı bir alan haline geliyor. Ankara Üniversitesi’nin üç ayrı fakültesinin altı bölümünde ders görmüş ve Tunceli Üniversitesi’nde bir yıldır görev yapan bir araştırma görevlisi olarak durumun pek iç açıcı olmadığını söyleyebilirim.

Klasik üniversite geleneğinin aksine son dönemlerde kurulan “taşra” üniversiteleri gerekli altyapı ve akademik kadro oluştuktan sonra kurulmadığı için bu üniversitelerde hem fiziksel hem de akademik olarak bir dizi sorun yaşanıyor. Bu durum başta maddi ve zamansal kayıplar olmak üzere birçok olumsuz duruma yol açıyor. Altyapı eksikliğinden dolayı çoğu ihtiyaç, üniversite yerleşkesi dışında karşılanabiliyor ancak. Merkezi yerleşkelere sahip üniversiteler günlük ihtiyaçların karşılanması noktasında önemli sorunlar yaratıyor. Öte yandan daha az gelişmiş şehir merkezleri de sosyo-kültürel etkinlikler açısından kısıtlı imkânlara sahip. Bu yetersizlik doğal olarak akademik hayatı da olumsuz yönde etkiliyor. (1)

Yeni üniversitelerde yaşanması muhtemel bir diğer sorun ise il ve üniversite kütüphanesinin yetersiz olması. Örneğin Tunceli Üniversitesi çevrimiçi katalogunda herhangi bir sosyal bilimcinin ismiyle yaptığınız taramada elde edeceğiniz kitap sayısı onu geçmez. Haliyle çoğu akademisyen kitap ihtiyacını “dışarıdan” karşılamak zorunda kalıyor. Maddi yükü bir yana bu olumsuzluk üniversitede “kütüphane kültürü” oluşmasına da engel oluyor.

Tunceli üniversitesi 2013 yılında inşaat tamamlanmadığı için 40 gün gecikmeli olarak açılmıştı.

Üniversite altyapısının yetersizliğinden dolayı sık sık su ve elektrik kesintileri yaşanıyor. Odaların akademisyenlere tahsisi “akademik unvan hiyerarşisi”ne göre yapıldığı için araştırma görevlilerine tahsis edilen odalar tez yazımı gibi akademik çalışmaların yapılmasını imkânsızlaştırıyor. Fakültemizde çalışan sekiz araştırma görevlisinin yedisi aynı odada kalıyor. Konumu ve yüklendiği idari görevleri nedeniyle araştırma görevlisi, üniversite personeli ve öğrenciyle yakın ilişki içerisinde olduğu için odalarda çalışma ortamını aşan bir yoğunluk yaşanıyor.

Araştırma görevlilerinin lisansüstü eğitimi alacağı programlar olmadığı için bu eğitimi başta Ankara ve İstanbul olmak üzere üniversite dışındaki illerde almak durumunda kalıyorlar. Eğitimlerini tamamlamak için sık sık il dışına çıkmak zorunda kalan araştırma görevlilerinin yasal izin süreleri buna yetmiyor. İdari amirlerin “rızası” ve izniyle görev yerinden ayrılabildikleri için sık sık soruşturma açılması riskiyle karşı karşıya kalıyorlar ve bu durum araştırma görevlilerine karşı bir baskı unsuru olarak kullanılabiliyor. Benzer bir durum derslere devam zorunluluğundan dolayı lisansüstü eğitim görülen kurumda da yaşanıyor ve bu nedenle çoğu araştırma görevlisi eğitimini normal süreden çok daha uzun bir sürede tamamlayabiliyor.

Yukarıda kısaca değinilen sorunların çoğunun yeni ve hatta bazı köklü üniversitelerde bile yaşanması muhtemeldir. Bu yazının son kısımlarında Tunceli Üniversitesi’nde ve özellikle Edebiyat Fakültesi’nde yaşanan bazı sorunlara dikkat çekmek istiyorum. Tunceli Üniversitesi’nde çalışan bir personelin YÖK mevzuatına karşı durumu, günümüz T.C. vatandaşının mevcut anayasa karşısındaki durumuna benziyor. Üniversitenin en önemli sorunlarından biri olan özerklik ancak YÖK’ün bu kurumlar üzerindeki tahakkümünün son bulmasıyla tam olarak mümkün olabilir. Oysa burada bu kurumun mevzuatının dahi uygulanmaması tam bir başıboşluğa ve ilişkilerin “teamül hukuku” yoluyla gelişmesine ve kurumsallaşmasına neden oluyor. Hukuk bilincinin bu kadar sorunlu olduğu bir ortamda gelişecek teamüller ise doğal olarak iktidar ve güç ilişkilerine göre şekilleniyor.

Araştırma görevlilerinin asıl görevi yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma ve incelemelere katılmaktır. (2) İlgili maddede görev tanımının açık ve yeterli olmadığı iddia edildiğinden çoğu üniversitede araştırma görevlisinin yapacağı işler yukarıda belirtildiği gibi “teamül”le belirleniyor. Bu durumda idari görevler ön plana çıkıyor, bu kişilerin akademik kaygıları önemsenmiyor. Bulunduğumuz fakültede araştırma görevlisi sayısı yetersiz olduğundan çoğu arkadaşımız sınav gözetmenliği ve idari işlere daha fazla zaman harcamak durumunda kalıyor. Örneğin Sosyoloji Bölümü’nde 400’e yakın öğrenci var. Fakat dokuz öğretim elemanından sadece biri araştırma görevlisi.

Görev tanımının muğlaklığı ve bunun yol açtığı baskı farklı alanlarda da görülebiliyor. 17609 sayılı Üniversitelerde Akademik Teşkilat Yönetmeliği’ne göre fakülte akademik personelinin genel gözetim ve denetimini dekan yapar. (3) Pratikte ise çalışma kolaylığı sağlamak için akademik personelin görevlerini denetlemek bölüm başkanlarının sorumluluğuna verilmiştir. (4) Buna rağmen bazı öğretim üyeleri akademik unvanlarını bir baskı aracı gibi kullanarak araştırma görevlerinin izin işlerine karışabiliyor, onları denetlemeye çalışıyorlar.

Taşradan bir üniversite inşaatı. Selçuklu mimarisi özentisi göze çarpıyor.

Üniversitelerde yaşanabilecek sorunlardan Tunceli Üniversitesi’ne en özgü olanının “özgüven” problemi olduğunu düşünüyorum. Sosyoloji bölümü öğrencilerinin çoğunun “akademisyen” olmayı düşünmesi herhalde “normal” bir olgu değildir. Üniversiteye alınan bazı akademisyenlerin “kişiye özel” kadroyla alındığı söylentisi, araştırma görevliliği gibi bir süreçten geçmeyerek doğrudan öğretim üyesi olan ve herhangi bir formasyona sahip olmayan bazı kişilerin kendi alanlarında yetersiz olduğu iddiası öğrenciyi “ben de yapabilirim” kanısına itiyor. Özgüvenden kaynaklı benzer bir durum akademik personel arasında da görülüyor. Onlar da birbirlerini derslikler dâhil her ortamda niteliksizlikle suçlarken nihayetinde yetkinliğin unvana göre belirlenebileceği noktasına geliniyor ve araştırma görevlisi hem öğrenci hem de akademik-idari personel gözünde “en vasıfsız akademisyen” konumuna düşüyor. Sonuç olarak araştırma görevlisi herhangi bir akademik faaliyet yeteneği olmayan “evrak elemanı” muamelesi görüyor.

Son yapılan maaş düzenlemesiyle akademi “biraz daha cazip” bir meslek haline getirildi. Fakat bu alanda çalışmak isteyen adayların Türkiye’deki akademik sefaleti göz önünde bulundurmaları gerekir. Araştırma görevlilerinin ALES gibi nitelikle hiçbir ilgisi olmayan bir sınavla seçildiği, iktidar ilişkilerini kullanarak veya test “yeteneğini” geliştirerek öğretim üyesi olmuş kişilerin araştırma görevlilerine kendi asistanı muamelesi yapmaya çalıştığı bir akademi, ücret artışı ile cazip hale getirilemez. Akademisyen olmanın temel itkisinin “akademik faaliyet” olması gerekir. Aksi halde üniversiteler iktidar ve güç ilişkilerinin belirlediği birer rant alanı olmanın ötesine geçemez. Üniversiteler araştırma ve uygulama merkezi olmaktan çok kişilerin egolarını tatmin ettiği, kendi iktidar alanlarını genişletmeye çalıştığı ve tüm bunlar için iktidara yaranmaya çalıştığı bir alan haline gelir. Türkiye üniversiteleri için genelleme yapabilecek verilere sahip değilim. Fakat Ankara Üniversitesi’nin üç ayrı fakültesinin altı bölümünde ders görmüş ve Tunceli Üniversitesi’nde bir yıldır görev yapan bir araştırma görevlisi olarak durumun pek iç açıcı olmadığını söyleyebilirim.

Dipnotlar

1) İl hakkında detaylı bilgilere linkten ulaşılabilir: http://www.tuik.gov.tr/ilGostergeleri/iller/TUNCELI.pdf

2) 5347 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 33. maddesi.

3) 17609 sayılı yönetmeliğin 8. maddesi.

4) 17609 sayılı yönetmeliğin 14. maddesi.

Önceki İçerikAkademinin dikenli yollarından, ÖYP
Sonraki İçerikSeneca’nın Stoa’daki yeri: Seneca’ya Stoa’cı diyebilir miyiz?