Kasıtlı olarak inşa edilmiş şema ile kutuplaşmış, gerilmiş toplum sakin ve sağlıklı değerlendirmeler yapmaktan uzaklaşmaktadır. Bu nedenle “iç güvenlik reformu yasa tasarısı” adı altına gizlenerek polisin silah kullanma yetkisinin artırılması, Türkiye’nin gerilimli iklimine, diğer bir adla söylersek, mevcut kutuplaşmış “sosyal biliş”ine ve “şema”sına uygun değildir.
“Propaganda demokrasi için potansiyel bir tehdittir”
T. Qualter
Sosyal psikoloji genel olarak grubun, bireyin düşünce, duygu ve davranışları üzerine etkisini kendisine konu edinen bir bilim alanıdır. Kitlelerin kendine özgü davranışlarının olabileceği düşüncesinden yola çıkan sosyal psikolojinin kökleri 19. yüzyıla dayanır. Bugün sosyal psikolojinin ilgilendiği konu çeşitliği artmış, grup ve grubun içindeki bireyin davranışlarını açıklamadaki yaklaşımları farklılaşmıştır. Özellikle 1970’lerden sonra sosyal psikoloji “uyarıcı-tepki” mekanizması olarak da bilinen davranışçı kuramdan uzaklaşmıştır. Bu kuram, tepkinin yani davranışın daha çok uyarıcıya bağlı olduğunu savunur. Bugün sosyal psikologlar davranışı açıklamada ağırlıklı olarak “sosyal biliş” ve “şema” kavramı üzerinde durmaktadırlar. Sosyal biliş, “insanların kendileri ve sosyal dünya ile ilgili bir yargı ya da kararlara varırken, sosyal bilgileri seçme, yorumlama, anımsama ve kullanma biçimi (Aronson, vd., 2012)” olarak tanımlanır. Kısaca sosyal biliş, birey için bir sosyal uyaranın “tanıdık” olma durumudur. Sosyal uyaranlar hakkında daha geniş ve genel bilgileri içeren bu “tanıdıklık” durumunu zihin, o bilgileri temsil eden bilişsel yapılara dönüştürür. Genel sosyal bilgileri temsil eden bu bilişsel yapılara “şema” denir. Buna göre davranışı ya da karar sürecini belirleyen şey uyarıcı değil, bilgiyi işleme sürecinde, bireyin zihninde önceden yapılanmış bilgi şemalarıdır. Öğrenme ve geçmiş deneyimler sonucu oluşan zihinsel şemalar, uyaranlar arasında seçim yapar, onlara anlamlar yükler ve davranışta bulunmamızı sağlarlar. Yani sosyal biliş üzerine yoğunlaşan sosyal psikoloji, insanların çok çeşitli sosyal uyaranlardan hangilerini (hangi şemaya göre) seçtiklerini ya da neye dikkat ettiklerini, bu uyaranları zihinde varolan hangi (temsili bilgi) şemayla yorumladıklarını (anlamlandırdıklarını) ve bunun sonucunda nasıl bir kararın ya da davranışın ortaya çıktığını araştırır. Şemalar bir sosyal uyaran ya da sosyal bilgi karşısında, zihnimizde kısa devre yaparak kararımızı etkiler. Örneğin, bir yolculuk sırasında yanımızda oturan yolcu hakkında edindiğimiz çok sınırlı (Tuncelili ya da Yozgatlı olması) bilgiyle bir yargıya varmaktan; birine silahla ateş edip etmeme kararına kadar davranışlarımız üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Şema, kararlarımız üzerinde bu kadar etkiye sahip ise sokaktaki vatandaştan farklı bir “şema”ya sahip, yasal silahı olan güvenlik görevlisi bir risk midir?
Amerika’da son yıllarda artarak devam eden ve bir türlü engellenemeyen olgulardan biri, beyaz polislerin, silahsız siyahi gençleri öldürmeleridir. Olay sonrası yetkililerin ve polislerin açıklamaları genellikle şöyledir: “Suçlu ve silahlı sanmıştım.” Bu açıklamalar sosyal psikologların ilgisini çekmiştir. Acaba polisin silah kullanma kararında, karşısındakinin siyahi olup olmamasının ne kadar etkisi vardır? Yanıt aranan soru budur. Hem yapılan deneysel araştırmalar hem de olay incelemeleri, polisin silah kullanıp kullanmama davranışında karşısındakinin siyahi olmasının etkisini ortaya koymuştur. İstatistikler şimdiye kadar bir beyaz polisin benzer şekilde bir beyazı öldürmediğini göstermektedir.
Bu yazının amacı Amerika’da beyaz polisler tarafından öldürülen siyahilere ilişkin deneysel araştırmalardan ve istatistiksel verilerden yararlanarak, problemi, sosyal biliş ve şema kavramlarıyla açıklamaktır. Ayrıca ülkemizde de son on yılda 183 kişinin polisin yasal mermisiyle öldürüldüğü gerçeğinden yola çıkarak, kamuoyunda tartışılan İç Güvenlik Reformu Paketi’ne sosyal psikolojik bir açıklama getirmektir.
İç güvenlik paketinin (polisin yetkisinin artırılmasının) olası sonuçlarına ilişkin sosyal psikolojik çözümlemeye geçmeden, pakete verilen adı (İç Güvenlik Reformu Paketi) şeklen yine sosyal psikolojik açıdan çözümlemek gerekir. Çünkü algıyı yönetmek çok boyutlu bir süreçtir.
Propaganda propagandadır
Propaganda sosyal psikolojinin önemli araştırma konularından birisidir. Latince “yaymak, yayılacak şey” anlamına gelen propaganda, “kişi ya da grupların fikir, tutum ya da davranışlarını etkileme amacına yönelik iletişim, yani tek yönlü mesaj aktarımı (Kağıtçıbaşı, 2014)” olarak tanımlanır. Propaganda, “etkileyici iletişim”den, “halkla ilişkiler”den farklıdır. 2. Dünya Savaşı’nda yoğun bir şekilde kullanılması, propagandayı zihinlerde “yalancılık” ile eşdeğer kılmış; “halkı kandırma sanatı” olarak kavramlaştırmıştır. Bu olumsuz kavramlaşmayla birlikte propaganda kavramının kendisi de “propagandanın propagandası” olarak sürekli başka adlarla anılmasına neden olmuştur: Psikolojik savaş, toplum mühendisliği, algı mühendisliği, psikolojik operasyon, algı yönetimi ve bugün yaygın adıyla “algı operasyonu” olarak adlandırılır. Her ne adla anılırsa anılsın, kasıtlı ve planlı olarak kitlelerin düşünce, duygu, tutum ve davranışlarını birilerinin çıkarları doğrultusunda maniple eden her mesaj-ileti bir propagandadır.
Kitleye bir şeyi başka bir adla düşünmeyi öğretmek
Propaganda bilişsel bir süreçtir ve bir öğretme işidir. Kitlelerin öğretmeni ise medyadır. İletişim araçlarının gelişmesi ve çeşitlenmesiyle birlikte siyaset, propagandanın çok yönlü ve profesyonelce kullanmasına indirgenmiştir. Siyaset adeta kitlelerin zihinlerinin işleyişini, planlı ve kasıtlı olarak değiştirmeye dönüşmüştür.
Toplumun aleyhine yapılacak bir yasa, alınacak bir karar, bir uygulama algı yönetimi kapsamında, asıl niyeti gizleyen bir “ad ya da kavram” ile kamuoyuna sunulur. Bu, çok klasik bir yöntemdir ve ülkemizde kamuoyunun yanıltılmasında, bilginin çarpık biçimiyle algılatılmasında ve gerçeğin, asıl niyetin gözden uzak tutulmasında oldukça profesyonel ve yaygın bir şekilde uygulanmaktadır. Propaganda, kavram öğretimi ile gerçekleştirilen bir “öğretme” sürecidir. Bir kavram ve onun anlamı nasıl öğretilir ise hedef kitle karşılaştığı sosyal uyaranı o kavramla anlayıp, yorumlayacaktır. Bu nedenle geniş kitlelerin aleyhine olacak tüm yasalara, uygulamalara verilen adlar özenle seçilir. Medyanın tekrarlarıyla öğretim gerçekleştirilir ve hedef kitlenin bu “kavramlarla” düşünmesi sağlanır. Böylece kasıtlı olarak üretilen kavramlarla düşünen kitlelerin, kendi aleyhlerine olacak yasa ya da uygulamalara karşı “rıza”ları sağlanmış olur.
Bu ad ya da kavramlar kasıtlı olarak öyle bir seçilir ki karşı çıkmanız mümkün olmaz, olamaz. Örneğin ileri demokrasiye; devrim niteliğinde (sağlık-eğitim-yargı) dönüşümlere; kamu güvenliğine; Yeni Türkiye’ye; milli iradeye, darbecilerden hesap sorulmasına, paralel yapıyla mücadeleye kim karşı çıkabilir ki?! Karşı çıkmak için kurduğunuz cümleler bile içinde çelişkiler barındırır. Neyi nasıl ifade ederseniz ediniz, kendi ifadenizle milli irade karşıtı, darbeci, casus, paralelci durumuna düşersiniz. Örneğin “iç güvenlik yasa tasarısının ilgili (polisin silah kullanma yetkisini arttıran) maddesine karşı çıkıyorum” dediğinizde aynı cümle içinde hem insanların güvenliği demiş hem de karşı çıkmış olursunuz. Bu nedenle önceden kasıtlı olarak yapılmış bu “adlandırma” hamlesiyle hemen açmaza-çelişkiye düşürülür ve bir tarafa yerleştirilirsiniz. Bu adla ilişkilendirilirsiniz. Sonra başbakanın “Muhalefet partilerine de şimdiden sesleniyorum. Eğer kanunu engellemeye devam ederlerse, herhangi bir molotof saldırıları olursa, vandalizm olursa sorumlusu onlardır. Millet onlardan hesap sorar. Bizde bu kanunu nasıl engellediklerini millete gidip anlatacağız” diyerek ikinci kasıtlı hamlesi gelir. Medyanın da benzer cümleleri sürekli tekrarlaması ile kitlelerin “kavram öğrenmesi” pekiştirilir. Kavram öğretme süreci devam ederken, yine kasıtlı bir yöntem olarak, kamuoyu gündemine daha “tali” duygusal konular (Küba’ya cami yapmak, Kabataş … gibi) getirilir. Bu tali ve duygusal konular seçilirken, hedef kitlenin kızgınlıklarını harekete geçirici olmasına özen gösterilir. Böylece, hedef kitlenin durup sakin bir kafayla (diğer ana gündemlerde olduğu gibi) iç güvenlik yasası hakkında “ne oluyor?” sorusunu sorması ve bu soru üzerine düşünmesi engellenir. Onca tartışmaların ardından hedef kitlenin zihnine, iç güvenlik yasa tasarısı tartışmalarını temsil eden “molotofu, bonzaiyi, vandalizmi savunuyorlar” şema’sı yerleşir. Bu şema ile insanlar, diğerlerinin iç güvenlik yasasına neden karşı çıktıklarını göremezler. Böylece bu adlandırma üzerinden yapılan karşı çıkışlar ya da tartışmalar yasanın içeriğinden ve sonuçlarından ziyade halkın zihninde, “huzurun bozulmasını isteyenler var” şemasının oluşmasıyla neticelenir. Ve bu “şema”, her an insanları, kurumları sosyal bir uyaran (eylem) karşısında harekete geçirebilir.
Oysa “İç Güvenlik Reformu Paketi” olarak değil de gerçek adıyla: “Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” olarak tartışılsa, işin boyutu birden değişecek, tartışmalar gerçekliğe kavuşacak ve anlaşılır hale gelecektir. Kısaca gerçek adıyla “Polisin Yetkilerinin Artırılması Reformu Yasası” denildiğinde bile, oradaki “reform” birden inandırıcılığını ve anlamını yitirmektedir. Buna bir de aynı yasada 14 Temmuz 2007’de yapılan değişiklikle birlikte 183 kişinin polis kurşunuyla öldüğü bilgisi eklenince, işte o zaman polisin yetkilerinin artırılmasının bir reform değil, yasanın halkın güvenliği için bir risk olduğu tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacaktır.
Bu yazının amacı polisin silah kullanma yetkilerinin miktarını tartışmak değildir. Amacımız, belinde devletin (yasal) silahı olan bir görevlinin sosyal bilişi, zihinsel şeması ile yasal silahını kime karşı, nasıl kullandığı ya da kullanacağı arasındaki ilişkiyi sosyal psikolojik açıdan irdelemektir.
Amadou Diallo vakası
3 Şubat 1999 tarihinde, Batı Afrikalı bir göçmen olan Amadou Diallo gecenin ilerleyen saatlerinde biraz hava almak için Güney Bronx’taki apartmanının merdivenlerine çıkmıştı. Kaderin bir cilvesi, tam o sırada devriye gezen dört sivil polis memuru ekip otosuyla sokağın köşesinden dönüyordu. Polislerden biri Diallo’yu fark etti ve onun yüzünü, bir yıl önce bu bölgede birden çok tecavüz suçlamasıyla aranan bir zanlının robot resmine benzetti. Polisler arabadan çıktılar ve tam o sırada apartman boşluğuna yönelmiş olan Diallo’ya durmasını söylediler. Aslında Diallo’nun sabıka kaydı temizdi. Seyyar satıcıydı; uzun saatler boyunca çalışıyor, boş saatlerinde de üniversiteye gidebilmek için dışardan lise bitirme sınavlarına hazırlanıyordu. Polis kendisine doğru yaklaşırken o da büyük olasılık kimliğini çıkartmak için cebindeki cüzdanına uzanıyordu. Siyahi bir adamın cebine doğru hamle yaptığını gören ve telaşlanan dört sivil polis hiç tereddüt etmedi. Diallo’ya 41 el ateş ettiler ve onu hemen orada öldürdüler. (1)
Bu olay ne ilk ne de sondu. Amerika’da benzer birçok olay yaşanıyordu. Daillo’nun öldürülmesi örneği ise sosyal psikologların bu olaylara ilişkin kafalarındaki soruları artırmıştı: Polislerin, birinin tehdit olup olmadığına karar vermek için ne kadar süreleri vardır? Polisin ateş açıp açmamaya karar vermesinde kurbanının ırkı belirleyici midir? Kurbanlar beyaz ırktan olsaydı polislerin davranışı değişir miydi? (Benzer şekilde bir tek beyaz, polis kurşunuyla hayatını kaybetmemiştir.) Polis, bir olay karşısında ne şekilde (kısa devre-otomatik mi yoksa kontrollü mü) davranacağına nasıl karar veriyor? Polislerin hangi zihinsel “şema”ları, karşısındaki kişiyi (grubu) “hem suçlu ve hem silahlı” sanmalarına etki ediyor? Yanlış izlenim ve sonucundaki karar neye göre değişiyor?
Correll ve arkadaşları tüm bu sorulara yanıt bulabilmek için 2002 yılında bir deney yaptılar. Katılımcılara ekranda, yukarıdaki resimde görüldüğü gibi ellerinde zararsız nesne tutan insan resimleri gösterdiler. Gösterilen resimlerdeki insanların yarısı Afrika kökenli, diğer yarısı beyaz Amerikalıydı. Katılımcılardan, resimdeki kişinin elinde silah varsa “ateş et” düğmesine, zararsız bir nesne (cep telefonu, fotoğraf makinesi, cüzdan) varsa “ateş etme” düğmesine basmaları istendi. Bunun için yarım saniyeden daha kısa bir süreleri vardı. Katılımcılar, Afrika kökenli Amerikalı resmi gördüklerinde, elinde zararsız bir nesne olduğu halde, “ateş et” düğmesine basma eğilimi gösterdiler (Aronson vd., 2012: 125-127). Aynı deney katılımcıların polis olduğu bilgisayar oyunu kullanılarak da gerçekleştirildi. Sonuç değişmedi. Polisler, ellerinde cep telefonu olan siyahilerin olduğu resimleri gördüğünde beyazlara oranla daha çok “ateş et” düğmesine bastılar. Ayrıca polisler, silahlı bir siyahiye oranla, silahlı bir beyaza “ateş et” düğmesine basmadan önce, karar vermek için daha çok duraksadılar (Aronson vd., 2012: 128).
Amadou Diallo Vakası daha önce tanımladığımız “sosyal biliş” ve “şema” kavramlarıyla çözümlenebilecek örnek bir olaydır. Çünkü Diallo’nun Afrika kökenli bir siyahi olması polislerin belleklerinde var olan siyahiler hakkındaki görüş, düşünce ve inançlarını uyarmıştır. Buna polislerden birinin Diallo’yu birçok tecavüz vakasından sorumlu birinin robot resmine benzetmesi bilgisi eklenince, bu bilgi diğer polislerin zihninde kısa devre yaparak, “tecavüzcü” şemasını otomatik olarak devreye sokmuştur: Afrikalı artı tecavüzcü. Bu bilgi, zihindeki “şema” tarafından yorumlanmış, bir karara varmış ve Diallo hakkında olabilecek diğer tüm olumlu seçenekleri tereddütsüz devre dışı bırakmıştır. Böylece polislerin zihinlerindeki “Afrikalı tecavüzcü şeması” Diallo’nun küçük bir el hareketini, “ateş et” komutuna dönüştürmüş ve bir “Afrikalı tecavüzcüye” 41 el ateş edilmiştir. Polislerin 41 el ateş etmeleri de sosyal uyaranla ilgili bir tepkinin ortaya çıkma derecesini, “şema gücü”nün belirlediğini göstermektedir. (Üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz’ı döverek öldürenler nasıl bir şemaya sahiptiler?)
Sandviç ve ağrı kesici kutusu
Von Derrit Myers Jr: 18 yaşında, 08 Ekim 2014 tarihinde görevde olmayan beyaz bir polis memuru tarafından 17 kez ateş edilerek öldürüldü. Polis memuru, önce Myers’in kendisine 3 kez ateş ettiğini iddia etti, ancak ailesi Myers’in yanlış hiçbir şey yapmadığını, elindekinin sandviç olduğunu söyledi.
Rumain Brisbon: 5 Aralık 2014’de 34 yaşındaki Rumain Brisbon adlı siyahi Amerikalının, 2 ve 9 yaşlarındaki çocuklarına yemek götürdüğü sırada, yüksek sesli müzik dinlediği gerekçesiyle bir polis tarafından aracı durduruldu. Brisbon’dan ellerini havaya kaldırması istemişti. Polis, Brisbon’un kabarık duran cebinde silah olduğunu düşünmüştü ve Brisbon elini cebine götürüyordu. Polis, Brisbon’un silahına uzandığını düşünerek kendi silahını çıkardı. Polis memurunun ifadesine göre, boğuşma sırasında onu daha fazla zaptedemeyince iki el ateş etti. Dört çocuk babası Brisbon’un cansız bedeninden silah değil bir kutu ağrı kesici çıktı.
Tamir Rice: 22 Kasım 2014’de, 12 yaşındaki Tamir Rice, Cleveland’da bir parkta salıncakta sallanırken, elindeki oyuncak silahın ‘gerçek’ sanılması sonucu ihbar edildi (siyahi ve silahlı!). İhbar yerine gelen bir polis memuru tarafından vurularak öldürüldü.
Walter Lamer Scott: 4 Nisan 2015’de Kuzey Charleston eyaletinde görevli 33 yaşındaki Michael Slager isimli polis memuru, iddiaya göre kavşakta durduğu esnada arkadan aracına çarpan ve stop lambasını kırdıktan sonra kaçmaya çalışan 50 yaşındaki silahsız siyahi Walter Lamer Scott’u arkasından 8 el ateş ederek öldürdü.
Örnekler çoğaltılabilir. Biz Amadou Diallo Vakası’nda filmi, polislerin tam da arabalarıyla sokağın köşesini döndükleri ana geri saralım. Daillo’nun bir beyaz olduğu düşünüldüğünde, yapılan araştırmalara göre, sonucun değişeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Sonucu değiştiren şey, polislerin bir sosyal uyaran karşısında o sosyal uyaran ile ilgili bilgi, inanç, düşünce ve görüşleridir. Kısaca, polislerin silah kullanma ya da kullanmama kararlarını etkileyen onların “sosyal biliş”leridir. Bunun anlamı şudur: Polisin, sosyal uyarana ilişkin önceden ya da sosyal uyaranla karşılaştığı sırada edindiği “eksik bilgi” ile harekete geçen şeması, onun nasıl davranacağı (silah kullanıp kullanmayacağı) kararını önceden vermektedir. Örneğin Amerikan filmlerinde izlediğimiz, merkezin, en yakın polis ekibini olay mahalline sevk ederken telsizden verdiği, “siyahi, hırsızlık-tecavüz olayı, silahlı olduğu sanılıyor” bilgisi (bütün polislere genelleme yapamayız) polislerdeki şemayı hemen harekete geçirir. Şemanın etkisiyle kısa devre yapan zihin, otomatik olarak verilen bilgileri alır, bilgideki boşlukları doldurur, yorumlar ve bir yargıya varır. Artık daha olay mahalline varmadan şema, “ateş et” kararını vermiştir.
“Haklı görülebilecek sebepler”
Federal Soruşturma Bürosu’nun (FBI) “haklı görülebilecek sebeplerle” vurulan zanlılarla ilgili veri tabanına göre, 2005-2012 yılları arasında her yıl ortalama 96 siyah, beyaz bir polis memuru tarafından vurularak öldürüldü. 2013’te bu rakam peş peşe üçüncü kez artış gösterdi. Son yapılan araştırmalar, genç siyahi erkeklerin polis tarafından öldürülme olasılığının beyaz akranlarından 21 kat daha fazla olduğunu gösteriyor (Sabah gazetesi, 27.11.2014).
9 Ağustos 2014 Cumartesi günü ABD’nin Missouri eyaletinin St.Louis şehri Ferguson semtinde beyaz bir polisin “siyah tenli” Michael Brown’u ateşli silahla vurarak öldürmesi. Michael Brown’un polis kurşunuyla öldürülmeden önce bir dükkânı soymaya çalıştığı şeklindeki haberlerin polis merkezi tarafından kamuoyuyla paylaşılması bu dokunulmazlık ve sorgulanamazlık zırhının verdiği özgüvenin işaretidir. 18 yaşında bir çocuğun hırsızlık yaptığı iddiası ile ikisi kafasına isabet eden altı kurşunla öldürülmesi, üstelik bu cinayetin gerekçesi olarak bir soygun iddiasının dillendirilmesi ABD’nin insan hakları karnesinin iflası anlamına geldiği gibi bütün dünyada kabul görmüş hukuk metinlerinin de reddi anlamına gelir (Sabah gazetesi, 27.11.2014).
Bu olaylardaki iki ortak yönden biri, beyaz polislerin silahsız siyahi gençleri vurmaları; diğeri de olayın nedeni olarak polislerin ortak bir “sosyal biliş”e ve “şema”ya sahip olmalarıdır. Fakat tüm bu olayların, ölümleri artırıcı, daha vahim ortak üçüncü bir yönü daha vardır: Yetkililerce “haklı görülebilen sebepler”. Hemen her olaydan sonra, yetkililerin kamuoyuna yaptıkları açıklamalara göre, öldürülen kişi “haklı” yere öldürülmüştür. Vuranların yetkililerce savunulması, mahkeme jürilerinin de “soruşturmaya yer yoktur” kararları cesareti artıran; aynı zamanda şemayı da besleyen unsurlardır.
“Polisin yetkilerinin artırılması (reformu!) yasa tasarısı”
Gelelim Türkiye’ye. Öncelikle polisin yetkilerinin artırıldığı 14 Temmuz 2007 ile 2014 yılları arasında polis kurşunuyla öldürülen 183 vatandaşın ölüm türlerine bakmak faydalı olacaktır (Tablo 1).
Tablo 1. 2007 ile 2014 yılları arasında polis kurşunuyla öldürülen vatandaşların ölüm türlerine göre dağılımları (3):
Öldürülme Türü | % |
Gösteri ve protesto sırasında | 35 |
Kişisel nedenler | 19,7 |
Gözaltı sırasında yada karakolda | 18,6 |
Dur ihtarına uymamak | 15,3 |
Adi olaya müdahale sırasında | 8,8 |
Trafik kazası, kaza kurşunu | 0,3 |
Diğer | 2,3 |
Tablo 1’de görüldüğü gibi ülkemizde polis kurşunlarına, gaz fişeğine hedef olarak ölümlerin birinci sırasında yüzde 35’le toplu gösteriler yer almaktadır. Bunların tamamı “muhalif” diye adlandırılan gösterilerdir.
Çalışmadan çıkan diğer bir çarpıcı sonuç ise ülkemizde polisin vatandaşla yaşadığı “kişisel sorunlar”da yüzde 19,7 oranında yasal silahını kullandığıdır. Örneğin, 12.08.2012 tarihinde, İzmir’in Karabağlar İlçesi Limontepe Semti’nde resmi polis aracı ile sivil bir aracın kazaya karışması nedeniyle başlayan tartışmada, polisin 2’si kardeş 3 yurttaşı vurması. Bir diğer örnek, Erzurum’da bir polis memurunun kız arkadaşı Merve Erçetin’i (24) bir başka erkekle yürürken görmesi ve bunun üzerine yanlarına giderek Erçetin’e diz çöktürüp tabancasıyla ensesine ateş ederek öldürmesi. (3)
Üçüncü sırada yer alan gözaltında/karakolda ölümlerin ise, yüzde 18,6 ile, hâlâ önlenemeyen ciddi bir sorun olduğu anlaşılmaktadır. (3)
Başka bir seçeneğin her zaman mümkün olduğu fakat ölümle sonuçlanan diğer bir neden de “dur” ihtarına uymamak (yüzde 15,3). Örneğin; 22.7.2007 tarihinde, Hatay/Antakya’da bir şüpheliye benzetilmesi sonucu Tuncay Cüzdan’ın polis tarafından öldürülmesi. Anne Belgin Cüzdan, “Başkasına benzettikleri için oğlumu vurdular. Niye lastiklere ateş etmiyorlar da oğluma ateş ediyorlar?” diye sordu. (3)
Amerika ve Türkiye karşılaştırması
Amerika’da siyahi gençlerin polis kurşunuyla öldürülmesi olaylarıyla Türkiye’de yaşananlar arasındaki benzerlikleri ortaya koymak gerekir.
1) Amerika’da da Türkiye’de de son yıllarda polis kurşunuyla ölümlerde artış gözlenmektedir.
2) Amerika’da beyaz polisler tarafından siyahiler; Türkiye’de ise daha çok sokağa protesto için çıkmış muhalif-öteki olarak nitelendirilenler öldürülmektedir.
3) Amerika’da olay sonrası yetkililer öldürülme olayını “haklı” gösterecek açıklamalar yapmaktadırlar. Türkiye’de de benzer açıklamalar cesaret vericidir.
4) Amerika’da mahkeme jürileri zanlıları koruma eğilimi göstererek soruşturmaya gerek görmemekte; Türkiye’de de yargılamalar, delillendirmeler daha çok zanlıdan yana olmaktadır.
5) Tüm polisler böyledir diye bir genelleme yapamayız. Fakat bazı beyaz polislerin siyahilere karşı kafalarındaki zihinsel “şema” ne ise Türkiye’de de, toplumsal protestolarda sergiledikleri davranışlar gözlemlendiğinde, özellikle “muhalif-iktidar karşıtı” diye adlandırılan grupların eylemlerindeki polis davranışındaki “şema” aynıdır: Biber gazını insanın yüzüne doğru sıkanlar, gaz bombasını hedef gözeterek atanlar, yerde düşüp yatan etkisiz insanı öldüresiye hınçla tekmeleyenler, olaydan habersiz genç kızları saçlarından çekerek yumruklayanlar, hedef gözeterek ateş edenler…
‘Sosyal biliş’in, ‘şema’nın yeniden inşası
Siyasetin kullandığı dil ile çeşitli sosyal olaylara, kişi ve kurumlara yönelik yaptıkları etiketlemeler, tanımlamalar, adlandırmalar ve bunların kasıtlı olarak medyada sürekli tekrar edilmesiyle hedef kitlenin, dolayısıyla polisin kafasındaki sosyal bilgiler yani sosyal biliş yeniden inşa edilmektedir. (Bir parantez: Türkiye’de kadın cinayetlerindeki abartılı (yüzde 1400) artışın da ana nedeni, kadın tanımının yani kadın “şema”sının, cinayete neden olabilecek şekilde, zihinlerde yeniden inşa edilmiş olmasıdır.)
Siyasetçilerin ya da diğer yetkililerin en masumane sosyal eylemler karşısında bile eylemi en uç noktaya (terörist, huzura/barışa düşman, kaos yanlısı, darbeci) çekerek yaptıkları açıklamalar, bu tip sosyal uyaranlara, eylemlere yönelik zihinde olumsuz şemaların oluşmasını sağlamaktadır. Bu şemalar bir sosyal durum – uyaran karşısında aktif hale geçerek, sosyal uyaranın olumlu ya da olumsuz algılanmasına, yorumlanmasına ve bir davranış/tepki kararının önceden verilmesine neden olmaktadır. Zihindeki şemayla tepki kararının önceden (terörist, huzur, barış ve kardeşliğimize kastedenler, gelişmemizi istemeyenler) verilmesi, görevi kitlesel bir eylemi kontrol etmek olan güvenlik görevlisinin, eylemcilere orantısız güç kullanmasını kaçınılmaz kılmaktadır.
Siyaset dilinin şema oluşturmasına sayısız örnek verilebilir. Çok yeni olması bakımından Tokat’ın Zile ilçesinden geçen Çekerek ırmağı üzerine özel bir firma tarafından yapılması planlanan HES’e karşı Yapalak köyünde gerçekleştirilen eyleme, belediye başkanının gösterdiği tepki, ülkemizdeki genel siyasetin yaklaşımının da göstergesi niteliğindedir. Eylemci köylüler Zile Belediye Başkanı tarafından “terörist” ilan edildi. Başkan, protesto sırasında camları kırılan otobüsü belediye binası önüne çekip üzerine astığı pankartta köylüleri “kaos” çıkarmakla suçlayarak, “Gelişmemizi istemeyen, bölgemizde kaos oluşturmak isteyen saldırılar huzur, barış ve kardeşlik ortamımızı bozamayacaktır. Zile halkı terörizme asla geçit vermeyecektir. Yaptıklarının hesabını vereceklerdir.” dedi (İHA, 16.03.2015).
Oluşturulan şemanın pratiğine bir başka örnek: Gaziantep’teki esnaf eylemi. Gaziantep’te yeni yapılan Karataş Sanayi Sitesi’nde dükkan alamadıkları iddiasıyla toplanan esnaf silahsız, sopasız, yüzleri açık, arada bir acemice attıkları sloganla valiliğe yürümek istedi. Herhangi bir taşkınlıkları olmayan esnafa polis, biber gazıyla müdahale etti, 1 kişi gözaltına alındı. Esnafa gaz sıkmayan bir polis memuruna amirleri “sık lan sık” diyerek gaz sıktırdı. Bu sırada bir amirin polis memurunun ensesine vurduğu görüldü (DHA, 12.02.2015). Böylece esnaf tam devleti yıkıyordu ki, polis sıktığı gazla engellemiş oldu!
Bir propaganda yöntemi: ‘biz’ ve ‘onlar’
Sosyal kategorilendirme, propagandanın etkisini artıran bir yöntemdir. Bunun için toplumun şemasının ara seçeneklere meydan vermeden inşa edilmesi gerekir. Toplum, ara seçeneksiz, sürekli en uçta taraf olmaya zorlanmalıdır. Ancak bu şekilde hedef kitleyi diri tutabilirsiniz. Fakat bunun bedeli daha ağır olabilir. Gelinen noktayı Hükümet sözcüsü Bülent Arınç şöyle açıkladı:
“Biz yüzde 50 oy alıyoruz. Fakat geriye kalan yüzde 50’de bir nefret söylemine dönüşüyor. Biz eskiden sokağa çıkardık taraftarımız bizi çok severdi. Karşıdaki muhalifler de saygı duyardı. Şimdi bir nefretle bakış seziyorum. Kemikleşme, kamplaşma var. Bu bizim yüzde 50 oyumuza engel olmaz. Ama Türkiye yönetilebilir bir ülke olmaktan çıkabilir. Siyasette yumuşak dil çok önemlidir. Bağırarak, çağırarak, küçülterek onu güçsüz kılarak bir noktaya getirdiğiniz zaman misal doğru mudur bilmiyorum ama kediyi çok sıkıştırırsanız sonunda yüzünüzü cırmalar.” (zaman.com.tr. 9 Şubat 2015).
Ülkemizde kasıtlı gerginlik, kutuplaşma yaratacak “şema” üretmenin bir propaganda yöntemi olarak kullanıldığı açık bir olgudur. Bülent Arınç’ın yukarıdaki sözlerinden de anlaşıldığı gibi, bugün Türkiye’de hemen her kesimde oluşmuş yaygın kanı; ülkede bir kutuplaşma olduğu, bu kutuplaşmanın ülkeyi çok gerdiği ve bu gerginliğin kaldırılamayacak noktaya ulaştığıdır.
Sonuç
Bir propaganda yöntemi olarak oluşturulan şemalarla üretilen karşıtlık-kutuplaşma iklimi maalesef yaşamın her alanına nüfuz etmiş durumda. Kutuplaşmada kullanılan olgular daha çok din, inanç, cinsiyet, ırk, milliyet gibi unsurlar. Kişiler, gruplar, kurumlar, olaylar çok kolayca kamuoyunda taraf ya da bertaraf ilan edilmekte; daha önce oluşturulmuş şemalarla (hain, darbeci, paralelci vb.) ilişkilendirilmekte; toplum keskin ve kalın çizgilerle “biz” ve “onlar” olarak ayrıştırılmakta. Bir propaganda yöntemi olarak bu gerilim ikliminin zihinlerde inşa ettiği şema ile insanların sosyal uyaranları, değerlendirmeleri siyah ya da beyazın dışındaki tüm seçenekleri dışarıda bırakacak nitelikte: Ya hainsiniz ya değilsiniz; ya teröristsiniz ya değilsiniz; ya darbecisiniz ya değilsiniz; ya paralelcisiniz ya değilsiniz…
Kasıtlı olarak inşa edilmiş şema ile kutuplaşmış, gerilmiş toplum sakin ve sağlıklı değerlendirmeler yapmaktan uzaklaşmaktadır. Bu nedenle “iç güvenlik reformu yasa tasarısı” adı altına gizlenerek polisin silah kullanma yetkisinin artırılması, Türkiye’nin gerilimli iklimine; diğer bir adla söylersek, mevcut kutuplaşmış “sosyal biliş”ine ve “şema”sına uygun değildir. Bu şemalar değişmediği sürece, insanlar kendilerine öğretilen şemaların doğru olduğuna inanmaya ve davranışlarını buna göre belirlemeye devam edeceklerdir. Polisin silah kullanma yetkisini artırmak, mevcut “şema”ları onaylamak anlamına gelir.
Kaynaklar
1) Aranson, E., Wilson, T.D., Akert, R.M. (2012); Sosyal Psikoloji, İstanbul: Kaknüs Yayınları.
2) Kağıtçıbaçı, Ç. ve Cemalcılar, Z. (2014); Dünden Bugüne İnsan ve İnsanlar, İstanbul: Evrim Yayınları.
3) Tablo 1, http://www.baransav.com/ sitesindeki Baran Tursun Vakfının (BTV) verilerinden derlenmiştir. Erişim: 11.03.2015.