Ana Sayfa Dergi Sayıları 136. Sayı Beyin yaşlanır mı?

Beyin yaşlanır mı?

3679
0

1990 yılında 73 yaşındaki İngiliz yazar Roald Dahl, romatizmasından dolayı “zürafa” gibi yürümesine rağmen, ruh hali sakin ve keyifli bir şekilde ailesiyle Jamaika’ya gider. Bundan önce yaşadığı yoğun hayattan sonra yaşlılıkla ilgili şöyle der: “Bir çeşit huzur hali, adeta tüm benliğini sıcak bir sis gibi kaplıyor. Mücadele sona erdi. Her hareket yavaşlıyor. Evrenin tüm zamanları senin. Acelen yok. Eşsiz olana ulaşmak için verilen sonsuz çaba bitti.”

Elbette yaşlılığın her zaman huzurla kol kola girmesi mümkün değil. Ancak Beyin Yaşlanır mı? kitabında, “yaşlılık” olarak söz edilen yaş döneminin 65 yaş üstü olduğu söyleniyor; geçtiğimiz yıllarda yaşlılık sürecinin 80 yaşa kadar uzayabileceğiyse neredeyse kesinleşti. 2010 yılında 65 yaşında olan kadınların üçte biri tahminen 90 yaş ve üstünü görebilecek. Bugün yaşayan yaklaşık her beş erkekten biri 90’a erişecek. Toplum bu kadar kırlaşırken, bilimsel literatüre bile giren “başarıyla yaşlanmak” terimi ne anlama gelecek?
Yaşlanmayla ilgili olumlu görüşte olan kişilerin olumsuzlara göre 7,5 yıl daha uzun yaşadıkları düşünülürse, André Aleman’ın kitabının, yaşlanmanın olumlu taraflarına yaptığı vurgular göz önüne alındığında, “ömrü uzatıcı” bir okuma yaşatacağı anlaşılacaktır.

Yaşlandıkça duygusal denge artıyor

Birçok kişi için yaşlılıkla unutkanlık birbiriyle bağlantılıdır. Bilimsel araştırmalar bellek gerilemesinin başlangıcı olarak 20’li yaşları gösteriyor. Ancak elbette 60-70 yaş arasında iniş daha dikleşiyor. Yeni bilgileri akılda tutma becerisi zayıflıyor. Farklı düşünceler arasındaki değişiklik azalıyor. Önemli olmayan bilgileri görmezden gelmemiz zorlaşıyor. Ancak yaşlanırken genel kültür ve kelime dağarcığı gibi zihinsel fonksiyonlarımız zarar görmüyor, hatta daha iyi bir düzeye bile gelebiliyor.

Peki ya duygularda durum nedir? Olumlularına sonuna kadar izin var elbette. Önemli olan olumsuzlarla başa çıkma yöntemleri. Yaşlandıkça, olumsuz duygularla başa çıkma yöntemi olarak kullanılan duyguları bastırma ve yeniden değerlendirme konusunda başarının arttığı gösterilmiş. Duygusal aktivitede, beynin ön tarafındaki prefrontal korteksin, yeniden değerlendirme konusunda gençlere göre 70 yaş civarında daha aktif davrandığı gösterilmiş. Amigdalayı (olumsuz duygu merkezi) daha kolay bastıran ve yeniden değerlendirmeyi yapabilen yaşlılarda kalp ve damar hastalıkları ile zihinsel gerilemenin de azaldığı gösterilmiş.

Depresif ruh hali, orta yaşa göre yüzde 12’lere çıksa da, bu durum “ciddi” düzeye pek ulaşmıyor. Yaşlandıkça duygusal denge kurma artıyor. Araştırmacılar ayrıca yaşlı katılımcıların gençlere oranla sosyal içgörüye işaret eden daha geniş açıklamalar verdikleri için, onların karmaşık sosyal meselelere daha sağlıklı yaklaşabildiklerini izlemişler. Yani karşımıza çıkan yaşlı birinin “iyi” bir insan olma olasılığı, 20’li yaşlarda birine göre daha yüksek gibi duruyor.

Nobel Ödüllü beyin araştırmacısı Santiago Ramon y Cajal’dan (1852-1934) öğrendiğimize göre, beyindeki sinir hücreleri (nöronlar) birbirleriyle direkt fiziksel temasla değil, aralarındaki küçük boşluklara (sinaptik aralıklara) salınan kimyasal haberci maddelerle (nöro ileticiler) iletişim kuruyorlar. Cajal nöronların beynimizin yapıtaşları olduğunu ve beyin faaliyetlerimizin temelini oluşturduğunu; bunu da dört bölgeye ayrılmış (frontal-temporal-parietal-oksipital), yaklaşık 100 milyar nöronla yaptığımızı keşfetmiş.
Yaşlı beyin de nöron üretmeye devam ediyor

Peki yaşlandıkça en fazla değişiklik beynin hangi bölgesinde oluyor? Neler değişiyor da aktiviteler yavaşlıyor? Sadece tesisat mı ölüyor? Nöronlar da ölüyor mu?

Yaşlanırken ortalama beyin ağırlığı ve hacmi küçülebiliyor. 21 yaşına kadar büyüyen beyin 50 yaşından sonra yüzde 20’ye varan eksilme gösteriyor. 80 yaşından sonra ise beynin ön bölgesi özellikle etkileniyor. Bilgileri depolamadan sorumlu hipokampüs bölgesi giderek büzüşüyor. 50-80 yaş arası beynimiz yüzde 5-10 oranında hafifliyor.

Erişkin beynin yeni hücre üretemediği inatçı fikri ise sonunda değişmiş gibi duruyor. Birçok hücre ölse de, “nörogenez” denen yeniden nöron oluşumu, yavaş da olsa her yaşta ve eğer bir beyin hastalığı söz konusu değilse, sürüyor.

Bu özellikle “öğrenme” süreciyle bağlantılıdır. Yeni bir şey öğrenmeye başladığımızda, İspanyolca dilini ya da flüt çalmasını öğrenirken, eskilerin yerine yeni hücrelerin gelmesi olasıdır. Yeni hücreler de yeni şeyler öğrenmeyi hızlandırır.

Yok olmayı yavaşlatan faktörlerden biri ve belki de en önemlisi ise metabolizmanın insülin sistemi diyebileceğimiz motor bölümünü yavaşlatmaktır. Bu da en kolay “az yemeyle”, metabolizmanın az çalışması ve yıpranmadan korunabilmeyi sağlıyor. Okinawa diyetine bu anlamda göz atmak gerekebilir.

Yaşlanırken en büyük derdi, planlama, çalışma belleği ve organizasyondan sorumlu ön kabuk ve bilgiyi depolayan hipokampüs çekiyor. Ancak yaşlılar gerilemeyi dengelemek amacıyla beynin her iki tarafını eşzamanlı olarak devreye sokmayı becerebiliyorlar.

Unutkanlık ve demans (bunama) nerede başlıyor? Ailesinde yaşlı yakınları olanlar onların anlattıklarını tekrarladıklarını, yeni tanıştıkları kişileri tekrar gördüklerinde hiç tanışmamış gibi davrandıklarını izlemişlerdir. Özellikle Alzheimer’ı olumlu yaklaşım ve aile desteği ile önlemenin mümkün olmadığı da, hastaya kendini daha iyi hissettirse bile, anlaşılmıştır.

Peki herkes Alzheimer oluyor mu? 60 yaşından itibaren yüzde 1,75 ve 85 yaş grubunda ise yüzde 30 oranında “evet” diyebiliriz. Ancak genetik, beslenme, yüksek tempolu fiziksel egzersiz, kitap okuma gibi derinlikli öğrenme, sosyal ilişki ağı etkileri de çok önemli görünüyor. Olumlu özellikler ve bazı ilaçlarla demansta gerileme veya frenleme bile sağlanabiliyor.

Önümüzde ki yıllarda nörobilimciler beyin taraması yöntemlerini daha da geliştirerek zihinsel yakınmaları olan kişilerin, önceden yapılan beyin taramalarıyla demans riski olup olmadığını belirleyecek ve belki de risk taşıyan guruplar için beslenme, hareket, ilaçlardan oluşan yoğun bir önlem paketi hazırlayabileceklerdir.

“Başarıyla” yaşlanmak için gerekenler

Fransız filozof Rene Descartes (1596-1659), beden ve ruhun beynin iki yarısının ortasında gizlenmiş küçük hormon bezi, pineal bez yoluyla birbirleriyle temas ettiklerini kabul eder. Descartes bugün yaşasaydı, belki de “büyüme hormonu”nun bu ilişkiyi sağladığını söyleyecekti. Yaşlanırken hormonlar hayati önem taşır. Seviye düşüklükleri birçok yaşlılık belirtisini beraberinde getirir. Kadınlarda menopoz, erkeklerde andropoz süreçlerinde bilişsel fonksiyonlar buna bağlı gerileyebilir. Hormon takviyeleri sınırlı işe yaradığı gibi, başka bazı sağlık riskleri de taşırlar.

Peki ya haplar, doğal takviyeler, balık, kahve, ginseng, ginkobiloba, omega 3, B vitamini? Ve hatta belleği iyileştirecek son hap: Plasebo? Yani yararlı olduğu düşünülen, ama içeriği olmayan ilaçlar. Belleğimizi güvenli ve kalıcı olarak değiştirecek, yüzde yüz etkili maddeler yok, ne yazık ki.

Ancak fiziksel egzersizler 60 yaşından sonra bile başlansa keskin kalmamızı sağlıyor. Hayatları boyunca beyinleriyle çalışanlar, -ama bakın sürekli sudoku çözenler değil-, değişik alanlarda yoğunlaşabilenler Alzheimer hastalığına daha az yakalanıyor.

Ağır ağır acele davranan yaşlıların, başvurabilecekleri çok daha geniş deneyim ve bilgi bankası olduğu için, sezgileriyle karmaşık kararları alabiliyorlar. Paradoksal görünse de bu davranışa yaşlı beynin daha ağır çalışması yol açıyor olabilir. Bilgi yavaş işlenir, bilişsel ve duygusal fonksiyonlar bir araya getirilir. İşte yaşlanmakta olan beynin profili tam da budur.
Artık yaşlı beyinlerin esnek olduğu, nöronların yeni şeyler öğrenmek ve yaşlanırken gerçekleşen beyin yapısında ki fonksiyon gerilemesini telafi edebilmek için yeni bağlantılar kurabildiği biliniyor. Tabii burada kronik hastalık ve bir beyin engelinin olmaması, sosyal dayanışma, sosyal ilişkiler, aile ve arkadaşlık bağlarının sürdürülmesi önemli. Yani beş aşamalı planda; özenli beslenme, hareket, meydan okuma, yenilik ve sevgi olursa “başarılı yaşlanma”ya ulaşmış oluruz.

Beyin fonksiyonlarının yaşlanması konusunda daha fazla bilgi özellikle olumlu yanlarıyla ilgili, yeterince gün ışığına çıkamadı. Uzun dönemde toplumsal bilinçlenmenin önemi yine de çok belirgin. Beyin Yaşlanır mı? kitabı, umarız “yeniden değerlendirmeleri” göz önüne alıp klişe tiplemelerin önüne geçmede ses olabilecektir.

– Beyin yaşlanır mı? -Vücut yaşlanırken beyin hücreleri ölür mü?-, André Aleman, Çev. Gül Özlen, Alfa Bilim, 175 s.