Ana Sayfa Dergi Sayıları 137. Sayı Modern Türk ailesinde anne-babalık durumunun zavallılığı

Modern Türk ailesinde anne-babalık durumunun zavallılığı

2334
0

Modern ailede anne babanın daha iyi bir toplum için daha sağlıklı bireyler yetiştirebilme adına sorumluluğu var. Buna karşın çocuk yetiştirme olgusu bugün pek çok ailede yaşandığı şekliyle, sorunların tanımsızlığı ile çözümlerin belirsizliği içinde, anne babanın çoğu kez yönetme yeterliliğinden uzak bir zavallılık sergilediği bir süreç haline geliyor. Günlük yaşamın basit kararlarından, çocuk gelişiminin kritik eşiklerinde bilinçli davranışlar göstermek gereken zamanlara kadar pek çok ölçekte, hatalı, tutarsız ya da edilgen tavırlarla ortaya çıkabilen bu “ne yapacağını bilememe durumu”, yalnız anne babayı hırpalayıp mutsuz etmekle kalmıyor, gelişimini etkilediği çocuk açısından da zararlı olabiliyor.

20. yüzyılın üçüncü çeyreği sosyal dönüşümlerle dünyayı sallarken Türk toplumunu da başkalaştırdı. Giderek artan kentleşme, çalışan nüfusun çeşitlenmesi ve modern anlamda bireyin gelişimi, feodal bağlılıkları zayıflatarak toplumsal davranış kodlarını değiştirdi. Baba otoritesine dayalı geleneksel büyük aile de yerini, kentlerden başlamak üzere, daha eşitlikçi sayılması gereken çekirdek aileye, kimi zaman da bölünmüş aile parçalarına bırakmaya başladı.

Aile yapısındaki değişim, sosyal ilişkilerden tüketim alışkanlıklarına kadar pek çok konuda etkisini gösterirken, bir yandan büyükbaba ve büyükanneleri sahne dışına itiyor, bir yandan da çocuğu öne çıkarıyor. Geleneksel aileye kıyasla daha az sayıda, hatta çoğu kez tek çocuktan oluşan modern Türk ailesi, karar önceliklerini çocuğun gereksinimleri ile geleceğine göre belirlemekte. Bu da çocuk gelişimi ile eğitimini modern ailenin değişmez gündemi olarak hep sıcak tutuyor.

Yakın geçmişe kadar ailenin yaşam mücadelesi içinde, erkek çocuğun baba mesleğini sürdürme ya da bir altın bilezik kazanma uğraşıyla, kız çocuğun ise ev işlerine yardım edip kısmetini beklemeyle sınırlı olan gelişim süreci, şimdi tarih boyunca sahip olmadığı ayrıcalıklara kavuşmuş durumda. Bugünün modern ailesinin çocuğu ne Tom Sawyer’ın ne de Pal Sokağı Çocukları’nın hayal edemeyeceği bir üst konumda; bir yandan ailenin ekonomik olanakları uyarınca kaynak paylaşımında ön sırada yer alıyor, bir yandan da kendini ifade ederek karar verme gücüne sahip olduğu bir ortamda yetişiyor.

Modern ailenin bugün aldığı biçimi belirleyip çocuğun da gelişimini etkileyen önemli bir unsur, 80 sonrası Türkiye’sinin ülke tarihinde temsil ettiği kopuşlardan birisi olan “bireysel beklentilerin toplumsal kaygıların önüne geçişi” durumu. Ailede yaşam kalitesini yükseltme isteğiyle birlikte tüketim ve yatırım alışkanlıklarının değiştiği bu çerçevede çocuk, geleceğin yüksek rekabete dayalı toplumunda “kendini kurtarması” için gerekli özelliklerle donanmaya çalışılırken, aile için bir statü işareti haline de gelebiliyor. Geleneksel ailede çocuk yetiştirme mottosu olan “ben okuyamadım, evladım okusun”, önceleri “biz aydınlık bir ülkede yaşayamadık, çocuğumuz yaşasın”a dönüşmüşken, şimdinin kimi ailelerinde ise “ben piyano çalamadım, çocuğum çalsın” biçimini alıyor. Bu durum da, ailenin kaynaklarının öncelikle çocuğun yetişmesine göre kullanılması sonucu doğuruyor.

Çocuğun ev içindeki konumunu belirleyen bir diğer unsur ise, günümüzün modern ailesinin, oluşum sürecinde kendisini geleneksel büyük aileden koparırken baba otoritesinin ağırlığını da azaltmış olması. 60’lı 70’li yıllar boyunca kendi yollarını çizmeye çalışırken, geleneksel ailenin iktidar taşıyıcısı olan babalarının mutlak otoritesiyle mücadele etmek zorunda kalan genç insanlar, 80’li yıllarda kurmaya başladıkları kendi ailelerinde daha demokratik bir ortam yaratmaya özen gösteriyor. Bununla birlikte, kadının çalışma yaşamına daha yoğun katılımıyla birlikte ortaya çıkan yeni dengeler, mutlak baba otoritesini ister istemez temelsiz hale getiriyor. Artık modern Türk ailesinde baba, despot bir iktidar sembolü olmaktan uzak. Bu da çocuğun kendi yaşamı ve gelişimi üzerinde söz hakkı elde etmesinin yolunu açıyor. (Örneğin ben tam bu satırları yazarken yedi yaşındaki kızım odasına giden dedesine “dede, yanlış anlama, şu an bir şey düşündüğüm için yalnız kalmak istiyorum” demekte.)

Bu noktada modern aile sağlıklı çocuk gelişimi açısından özellikle geçmişle karşılaştırıldığında oldukça ileride sayılabilir. Ancak aile içinde çocuğun fiziksel, duygusal ve zihinsel gelişimini sağlamakla yükümlü olan anne babaların, bu büyük önem yüklenen süreci yönetebilecek bilgi ve görgüye sahip olduğunu söylemek hiç de kolay değil. İnsanoğlunun yavrularını yetiştirme konusundaki tarihsel birikimi bugüne, Azteklerde olduğu gibi çocuğun kolektif bir sorumlulukla topluluk tarafından yetiştirildiği modellerden, ortaçağ manastırının katı disipliniyle verilen dinsel eğitim biçimlerine kadar çeşitli örnekler getirmekte. Ancak günümüzün modern ailesi için geçmiş deneyimlere bakmak çok da işe yaramıyor. Öyle ki, bugün çoğu ailede yalnızca bir kuşak öncekilerin bilgi ve önerilerinin bile uygulanabilirliği şüpheli. Zaten eskilerin otoriteye dayalı yöntemleri geleneksel aile yapısıyla birlikte geride bırakılmış durumda.

Geleneğe artık yüz verilmeyen bir çağda aydınlatıcı olması beklenen akılcılık ve bilim ise son moda postmodern bakışın küçümseyici tavrıyla sorgulanıyor. Zaten Google çağının büyük veri yaklaşımı ulaşılabilir bilgiyi çeşitlendirirken kimi zaman da tutarsızlaştırmakta. İnsan bedeni ve zihnine dönük bilimsel bulgular, çocuk gelişimi için temel bilgi kaynağı olmak yerine çoğu kez geçmiş varsayımları çürüterek işe yarar bilgiye şüpheyle yaklaşılmasına neden oluyor. Zaten neoliberalizmin yönlendirdiği bilimsel kisveli bulguları art niyetsiz olanlardan ayırmak kolay değil.

Hal böyle olunca modern anne-babanın temel referansı olarak geriye, kimi zaman yeniden üreterek, kimi zamansa karşısında mücadele ederek bir parçası oldukları toplumun sosyo-kültürel kodları kalıyor. Bu kodlar ise içinde yaşadığımız çağda sağlıklı bir çocuk yetiştirmenin koşullarından çok, pazar ekonomisinin anne-babaya, kısa bir süre içinde çocuğu da içerecek bir şekilde biçtiği “tüketici” rolünü tanımlıyor.

Oysa modern ailede anne babanın daha iyi bir toplum için daha sağlıklı bireyler yetiştirebilme adına önemli bir sorumluluğu var. Buna karşın çocuk yetiştirme olgusu bugün pek çok ailede yaşandığı şekliyle, sorunların tanımsızlığı ile çözümlerin belirsizliği içinde, anne babanın çoğu kez yönetme yeterliliğinden uzak bir zavallılık sergilediği bir süreç haline geliyor. Günlük yaşamın basit kararlarından, çocuk gelişiminin kritik eşiklerinde bilinçli davranışlar göstermek gereken zamanlara kadar pek çok ölçekte, hatalı, tutarsız ya da edilgen tavırlarla ortaya çıkabilen bu “ne yapacağını bilememe durumu”, yalnız anne babayı hırpalayıp mutsuz etmekle kalmıyor, özellikle uzun dönemde gelişimini etkilediği çocuk açısından da zararlı olabiliyor.

Modern ailede anne babanın daha iyi bir toplum için daha sağlıklı bireyler yetiştirebilme adına
önemli bir sorumluluğu var.

Annesinden düşer düşmez ayaklanan ceylan yavrusunu ya da yumurtadan çıkıp denize koşan kaplumbağaları düşününce, insanı diğer hayvanlardan ayıran bir özelliğin de uzun yetişme süreci olduğunu söyleyebiliriz. İnsanın büyümesi, hamilelik, bebeklik, erken çocukluk ve çocukluk olarak dört evrede incelenebilir. Hamile annesinin içinde canlanan yavru, bebeklik evresinde dış dünya koşullarında yaşamayı becerir, erken çocuklukta yakın çevrenin koruması altında sosyalleşir ve okul dönemine karşılık gelen son aşamada toplumsal bir varlık olarak kendi başına ayakta durmaya başlar. Dünyayı değiştirme enerjisiyle dolu bir genç olana kadar (fazla mı iyimserim?) geçen bu süre boyunca anne babasının yönlendirmesi altındadır; ailesinin belirlediği çerçeveyle etkileşim içinde kendi karakterini yaratır. Bu çerçeve dengeli bir gelişim için ne kadar elverişliyse, çocuğun sağlıklı bir yetişkin olma şansı da o kadar fazla olacaktır. Anne babanın çocuğa karşı ana sorumluluğu da tüm bu evrelerin öngördüğü gelişimle uyumlu davranmaktır. Modern ailede anne babalığın zavallılığı işte bu noktada dengesiz, zamansız ve tutarsız yaklaşımlarla bir tehlike olarak ortaya çıkar.

Hamilelik evresi

Dünyanın en mutluluk verici haberinin alındığı andan doğuma kadar geçen sürede yapılması gerekenler, işini iyi yapan bir doktor bulmak ve temel sağlık kuralları uyarınca yavrunuza karşı sorumlu davranmaktan ibarettir. Kaç hafta süreceği üç aşağı beş yukarı belli olan bu dönemde temel beklenti, doğumun hem anne hem bebek için sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesi olacaktır. Bu geçmek bilmez haftalarda sağlık sisteminin, anne babadaki doğal endişeleri kendi faturalarını şişirmekte kullanması dikkatinizi çekse de çoğu kez sesiniz çıkmaz. Bununla birlikte, bu dönemde başlayan bebek alışverişleri, bebek ürünleri satanlar için fazlasıyla iştah açıcı bir tüketici olarak boy göstermenizi sağlayacak ve yakın dönemde yaşayacaklarınızın ipuçlarını taşıyacaktır. Doğuma kadar, işler yolunda gittiği sürece her ne olursa olsun atılan adımların açıklaması mutlu bir gülümseme eşliğinde yapılır.

Bebeklik evresi

Doğumdan çocuğunuzun yürüyüp konuştuğu zamana kadar süren bebeklik dönemi, özellikle ilk çocuğunu büyütecek olan yeni anne babadaki deneyimsizlikleri de ortaya çıkarır. Her ne kadar ileride sözünü dinlemeyecek de olsanız, anneanne ya da babaannenin bilgileri yeni doğanın bakımında çok değerli olacaktır. Evde bir bebeğin varlığı artık tüm yaşamınızın merkezine yerleşmiştir. Onun çıkardığı gaz mutlu olmanıza, o uykudayken basılan bir zil sinirlenmenize neden olmaktadır. Yavaş yavaş bebek bezlerinin neden bu kadar pahalı olduğu ya da bebek telsizlerinin cızırtılarının neden yok edilemediği sorularıyla ilgilenmeye başlarsınız.

Amerikalı psikolog Erik Erikson’un “İnsanın Sekiz Çağı” kuramına göre 0-1 yaş arası bebeklik, insanda güven-güvensizlik çatışmasının ilk ortaya çıktığı belirleyici bir dönemdir. Bu ilk bir yıl insan yavrusunun hayatta kalabilmesi için temel biyolojik gereksinimlerinin zamanında ve yeterli bir şekilde karşılanmasına odaklanılacaktır. Sağlıklı bir psikolojik gelişimin ön koşulu bebekte güven duygusunun oluşturulması ise, bu öncelikle beslenme, uyuma ve temizlenmesinin sorunsuz hallolmasına bağlıdır. Neyse ki insan yavrusu, isteklerini çevresinin kayıtsız kalamayacağı ağlamalarla ifade eder. Zaten bu aylardaki doğal gelişim için yapılması ve yapılmaması gerekenler bellidir. Modern ailenin bebeğe sağlıklı büyüyeceği ortamı sağlama konusunda yüksek bir standarda sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Dünyaya gelen bebeğin yaşama tutunurken gerçekleştirmesi gereken “yürümek ve konuşmak” gibi iki ana hedefi vardır. Her ikisi de çevreyi model alarak öğrenilen bu beceriler için anne babanın ev içinde normal bir insan davranışı göstermek dışında yapması gereken bir şey yoktur. Bebeğinizi bir yandan yürütmeye çalışırken bir yandan da düşmesini engelleyecek bir koruma kalkanı oluşturmak ise bu doğal süreci geciktirmekten öte bir etki yaratmaz. Sonuçta çocuğunuz “düşe kalka” büyüyecektir. Üstelik düşmeyi sizin yanınızda öğrenmesi en iyisidir. Onunla iletişim kurarken kullanacağınız “bici bici”li konuşma dilinin ise, sıkça duyarsa model alacağı bir konuşma örneği olacağı akıldan çıkarılmamalıdır. Onunla ilgilenirken bol bol göz teması kurarak ve abartılı olmayan tonlamalarla sevgi dolu konuşmalar yapmanızın olumlu sonuçları sanılandan büyüktür. Bebeğiniz ilk aylarında beynine dış dünyadan ilk duyusal kayıtları da yapmaktadır.

Doğumdan çocuğunuzun yürüyüp konuştuğu zamana kadar süren bebeklik dönemi, özellikle ilk çocuğunu büyütecek olan yeni anne babadaki deneyimsizlikleri de ortaya çıkarır.

Bu dönemde neredeyse bütün anne babalarda ortaya çıkıp yıllar boyu sürecek olan ortak düşünce, bebeklerinin çok akıllı olduğudur. Uzun süre varlığını sürdürse de gençlik yıllarında yerini tam tersine bırakacak olan bu ön kabul, birkaç aylık bebeğin bakışlarındaki cinlikten geometrik şekilleri uygun deliklere sokma becerisine kadar her tür kaynaktan beslenir. Çocuğunun bir şekilde üstün olduğuna inanmanın hazzı, ilk aylardan itibaren anne babayı da çeşitli pazarlama faaliyetlerine açık hale getirecektir. Profesyonel pazarlamacıların üstün zekâ vaatleri karşısında düşülen tuzaklar, yeni aldanmaları önleyici olamadığı gibi konumuz olan zavallılık durumunu da belirginleştirir.

İlk bir yıl boyunca anne baba davranışlarının gösterdiği en büyük çeşitlilik ise bebekle iletişimde yatar. Ailenin hijyen konusundaki tavrı, bebeğe kimseyi dokundurmamaktan mahalle esnafına öptürmeye kadar değişebilir. Ancak bağışıklık sistemi gelişim aşamasında olan bebek için sokaktan taşınan mikroplar ne kadar tehlikeli olacaksa, steril ortamın sürekliliği de dış dünyayla iletişimin güçleneceği ileriki zamanlar için risk taşıyacaktır. Bu dönemde çocuk metabolizması için basit mikropların bir tür aşı niteliğinde olduğunu göz ardı etmemek gerekir.

Bebeğin psikolojik sağlığı ise yalnızca ev içindeki sakin ve huzurlu ortama bağlıdır. Gerçi ne kadar dikkat etseniz de, bebeği güldürmeye çalışırken korkutup ağlatan münasebetsiz komşu ya da akrabalardan kurtulamayabilirsiniz; oysa bu dönemdeki insan yavrusu dış dünyanın korkutucu taraflarını görmek için henüz fazla küçüktür. Ya da, bebeğinizin kakasını her temizleyişinizde şakayla da olsa yüzünüzü buruşturuyorsanız, kim bilir belki de Freudyen sorunların temelini atıyor olabilirsiniz. Tabi ki, anne babanın yetkin birer psikolog olması beklenemez. Ancak olumlu ve duyarlı yaklaşımlar, çocuğun büyüme sürecinde en önemli yol göstericidir. Bebeğinize sevgi dolu dokunuşlarınızın ölçüsü gelecekteki ilişkinizin düzeyi için de bir gösterge olacaktır.

Erken çocukluk evresi

Çocuğun öncelikle kendi bilincine vararak, yakın koruma altında topluma karıştığı bu dönem, psikososyal gelişimi üzerinde anne babalığın doğrudan etkisi nedeniyle büyük öneme sahiptir. Bu dönemdeki ana süreçler, çocuğun kendi biyolojik gelişimi, ailesi içindeki rolünün belirginleşmesi, diğer yetişkinlerle ilişkileri öğrenmesi, başka çocuk grupları içinde yer almaya başlaması, yaşama dair temel soruların ortaya çıkışı ve anne babayı rol model alarak karakterini oluşturmasıdır. Tüm bu farklı alanların sağlıklı gelişimi ile kendi aralarındaki uyum ve tutarlılık ise çocuğun yaşamı boyunca besleneceği sağlam bir karakterin temeli olacağından, anne babalığın en büyük sınavı niteliği taşır. Ancak modern Türk ailesinde bu yazıya konu olan zavallılık durumu en çok da bu dönemde belirginleşmektedir.

Erken çocukluktaki anne baba tavırları, farklı alanlarda değişebilecek şekilde, aşırı ilgi ile ilgisizlik arasında çeşitlilik gösterir. Ancak her zaman olacağı gibi bu dönemde de doğru davranışlar, çocuğa olan yaklaşımın aile içi diğer ilişkilerle denge içinde ve doğal olmasına bağlıdır. Çocuğun bilinçlendiği bu dönemde örnek alacağı ilk hareketler ailede gördükleridir. Oysa anne babanın içselleştirmeden yalnızca çocuğa dönük sergilediği, çoğunlukla öykünülmüş tavırlar temelsiz ve süreklilikten uzak olacak, bu durumda da çocuğun anne babaya bakışına zarar verme riski taşıyacaktır.

Çocuğun biyolojik gelişimi

Çocuğun biyolojik olarak sağlıklı gelişimi, öncelikle iyi bir uyku düzeni ile yeterli beslenmeye bağlıdır. Yetişkinler genellikle kendi uyku saatlerine dikkat etmediklerinden, çocuğun uyku düzenine de gerekli özeni göstermeyebilir. Çevrenizde gece yarısı yaklaşırken bile hâlâ ayakta iki üç yaşında çocuklar görmeniz bizim ülkemizde normal sayılır. Oysa özellikle beynin sağlıklı gelişimi için düzenli ve uzun bir gece uykusunun önemini her yerden okuyabilirsiniz.

Beslenme söz konusu olduğunda ise durum daha farklıdır. Ölçüsüz ve dengesiz sofralar nedeniyle çocukların kilolu yetişmesi ileriki yaşlarda yaşanacak sıkıntıların temellerini şimdiden atıyor olsa da, eski kuşaklardan taşınan yanlış bir değerlendirmeyle sağlık göstergesi olarak algılanacağından aile içinde henüz bir sorun sayılmayacaktır. Buna karşın az yiyen bir çocuğunuz varsa, yemek saatleri evde kabusa dönüşme potansiyeline sahip olur. Anne babanın “o tabaktakiler bitecek”lerine çocuk uzun çiğnemeler ve bir türlü yutmamalarla yanıt verir. Tıp literatüründe, yemek bulabilmesine rağmen açlıktan ölen bir çocuk vakasına rastlanmamaktadır. Ancak bu yemek mücadelesi diğer alanlarda çeşitlenecek olan çatışmaların ilk işaretlerini taşımaktadır. Zaten sağlıklı bir çocuk için hamilelik döneminde gösterilen özen ile bebeklik dönemi beslenmesinin bu erken çocukluk dönemdeki menülerden daha değerli olduğunu söylemek yanlış olmaz. İnsan üç dört yaşında yemediği pek çok şeyi nasılsa büyüyünce yiyecektir. Ancak anne baba düne kadar şirinlikten başka bir şey yapmayan yavrusuna söz geçiremediğini ilk kez görmektedir. Yalnızca bir kuşak öncesine kadar, ya masada tek tencere olduğu için pek ortaya çıkamayan, ya da tek bir tokatla çözülebilen bu sorun karşısında duyulan çaresizlik kimi zaman öfkeye yol açar. Ancak bir şekilde zor kullanarak ulaşılsa bile kısa sürede yerini suçluluk duygusuna bırakan zafer kalıcı olmayacaktır. Çocuğunuz modern aile içinde özgürlük bayrağını açmaya başlamıştır.

Çocuğun aile içindeki rolünün belirginleşmesi

Literatürde “iki yaş dehşeti” (İng. “terrible two”) olarak anlatılan, ancak her yaşa uyarlanabilecek dönem, çocuğun hareket ettirmeyi öğrendiği bedeniyle çevresi üzerinde etkisini görebilme isteğinin, anne babası tarafından yönetilen dünyanın kurallarıyla çatışmasından doğan bir savaş halidir. Çocuğun aile içindeki yeri, farklı cephelerde süren yoğun muharebeler sonucu belirlenir. Bu çağda temeli atılan dengeler, ortaya çıkan karakterin yaşamı boyunca farklı sosyal çevrelerdeki konumunu etkileyebilecek önemdedir.

Çocuğun okula başlayana kadar bütün aile yaşamının merkezinde yer alışını “ortak kabul sonucu gerçekleşmiş bir işgal” olarak görmek pek de yanlış sayılmamalı. Bebeklik evresinde henüz bir gereklilik olan bu durum, erken çocuklukta gönüllülükle sürer ve ailenin kaynaklarından aslan payının çocuk için ayrılmasına yol açar. Bu durumun anne baba için anlamı fedakârlıktır ve karşılığında da genellikle çocuğun uyumu ve itaati beklenir. Ancak anne baba çoğu kez muhataplarının henüz birkaç yaşında olduğunu ve yaşamı deneme yanılmalarla öğrenmekte olduğunu gözden kaçırmaktadır. Üstelik geleneksel toplumda baskıyla sağlanan “itaat”, modern ailede yerini eşitlikçi bir anlayışa bırakma iddiasındadır. Çocuğa istediğini yaptırmaya çalışan anne baba kimi zaman zor yoluyla kısa süreli başarılar elde etse de, böyle durumlar çocuğun gözünde bir uzlaşmadan çok ilk fırsatta geri alınacak ödünlerden ibaret olabilir. Sonuçta aynı durum tekrar tekrar yaşanacak, çocuğun ısrarcı tavrı ve yaşına özgü silahları anne babayı değişime, çoğu kez de kabule zorlayacaktır.

Erken çocukluk döneminde anne baba ile çocuk arasında yaşanan gerginliklerin arasında, hijyenden güvenliğe kadar farklı gerekçeleri olan denetim çabalarının payı büyüktür. Yetişkinliğinde çok şey yapması beklenen çocuğa bu dönemde en çok söylenen söz, fazlasıyla ironik de olsa, “yapma” olur. Çocuk aldırış etmediğinde yüksek perdeden tekrarlanan bu “yapma”, “elleme”, “konuşma”lar, genellikle en temel tanıma öğrenme gereksinimlerine dönük engellemeler halinde ortaya çıkar. Böyle güçlü yaşamsal içgüdüler karşısında zayıf oldukları için de, çocuğun ısrarlı yinelemelerinin önüne geçemezler.

Oysa, dünyaya sadomazoist eğilimlerle gelmediğini varsaydığımız insan yavrusu, sözel iletişime açıktır ve zihni mantıksal çıkarımları yapabilecek altyapıya sahiptir. Çocuğa neyi, niçin yapmaması gerektiğini anlattığınız ve mümkünse olası sonuçları gösterdiğiniz zaman, yüzlerce “yapma”ya kıyasla daha çabuk, etkili ve doğru sonuç alırsınız. Tabi bunun için çocukla kurulan iletişimin, öğrenmeye aç bir canlının gereksinim duyduğu temel dürüstlüğe sahip olması gerekir. Oysa günümüz Türk toplumunda çocuklarla konuşurken, kedi yavrularına dönük tonlamalar kullanılmaktadır; bir çocuğu ikna etmenin önde gelen yolu da onu kandırmak, daha doğrusu yalan söylemektir. Ortaya çıkması kaçınılmaz olan bu yalanlar ya başka yalanlarla kapatılacak, ya da konu her neyse unutturulmaya çalışılacaktır. Ancak durum her ne olursa olsun, çocuğa aptal muamelesi yapılmaktadır. İkna edilmeden susturulmuş çocuk aklının, gelecekteki benzer durumlarda aynı davranışı yinelemesi ise kaçınılmazdır.

Kaldı ki, çocuğa dönük engellemelerin bir bölümü, gerçekçi olmayan endişelerden kaynaklanıyor olabilir. Çamurda oynayıp üstünü kirletmek, yere düşen yiyeceği alıp yemek, parkta koşuşturup terlemek, kapalı bir dolabı merak edip açmak haz dolu doğal çocuk davranışlarıyken, engellemeler sonucu mutsuzluk kaynağı haline gelirler. Oysa insan beyni haz duygusunu öğrenmeyi teşvik etmek amacıyla kullanmaktadır.

Çocukluk dönemindeki engellemelerin yol açabileceği sıkıntılar üzerine Freud’un geniş bir külliyatı var. Ancak belki de herkesin hiç değilse temel savını bilmesi gereken çalışma Wilhelm Reich’ın “Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı” kitabı. Reich, insanoğlunun biyolojik enerjisini erken yaşlardan başlayarak kısıtlamanın, bireyi baskılayarak toplumda faşizmi yerleştirmenin önemli bir adımı olduğunu anlatıyor. Her ne kadar modern aile otoriteye karşı farklı savlar üzerinde kurulsa da, temel yaklaşımlarının bütün toplumda içselleştirilmesini ummak tabi ki gerçekçi değil.

Kaldı ki, bu dönemde anne babaya itaat merkezli sorunlara sağlıklı çözümler ararken akıldan çıkarılmaması gereken en önemli nokta, çocuğun anne babasıyla çatışırken, dış dünyanın herhangi bir alanında ileride girişeceği mücadelelerin de egzersizini yapıyor oluşudur. Çocuktan “söz dinleme” bekleyen anne baba, aynı çocuğun ileride kuracağı ilişkilerde edilgen kalmasını ve başkalarının sözünü dinlemesini ise hiç tercih etmez. Bu çelişki zaman ilerledikçe, çocuğunun gözünde hep en üst statüde kalacağını varsayan anne babanın zavallılığını artıran bir unsur olarak belirginleşecektir.

Sonuç olarak, yanlış kurulmuş günlük çatışmaların çocuk karşısında ister kısa ister uzun vadede olsun yenilgiyle sonuçlanması normaldir. Bu durum anne babanın zavallılığının bir tescili olmanın ötesinde, aile içinde çocuk lehine gönüllülükle inşa edilen dengelerin doğal bir sonucu da sayılmalıdır. Zaten günlük aile yaşamının pek çok yönü çocuğa göre planlanmakta, istekleri çoğu kez yerine gelmekte, eski kuşakların bakışına göre çocuk fazlasıyla şımartılmaktadır. Baba otoritesinin zayıfladığı modern aile, hedeflediği eşitlikçilikten uzak, çocuk merkezli bir yapıya bürünmüştür. Davulu anne baba taşımakta, tokmak çocukta durmaktadır. Gerçi erken çocuklukta anne babanın şirin yavruları için verdikleri ödünler büyük sorunlar oluşturmayabilir. Ancak 6 yaşında izin verilen çocuk davranışlarının 16 yaşında izin beklenmeden tekrarlanacağı unutulmamalıdır. Sonuçta, bu erken yaşlarda gelecekteki ilişkilerin temellerinin atılıyor olduğu gerçeğinden kaçış yoktur.

Çocuğun diğer yetişkinlerle ilişkileri öğrenmesi

Ev içinde iktidarda olmanın tadını alan çocuk, bu gücünü başka yetişkinlerle olan ilişkilerinde de kullanmaya başladığı zaman kimi çatışmaların yaşanması son derece doğaldır. Gerçi, bu çağda çocuğun çekirdek aile dışında düzenli ilişki kurduğu yetişkinler, büyük akrabaları, varsa bakıcı ve gidiyorsa yuva öğretmeninden oluşan yine koruyucu bir gruptur. Ancak, bu insanların çocuğa yaklaşımları anne babasından farklı, çoğu zaman daha gerçekçi olmaktadır.

Çocuğa dönük engellemelerin bir bölümü, gerçekçi olmayan endişelerden kaynaklanıyor olabilir.

Çocuğun büyük akrabalarıyla ilişkilerinin anne baba tarafından dikkatle izlenen tarafı, kuşaklar arası farklı yetiştirme tarzlarının yaratabileceği sıkıntılardır. Çocuğuna, kendi çocukluğunda maruz kaldığından daha farklı bir eğitim vermek isteyen anne baba için bu uyumsuzluk endişesi daha çok biyolojik gelişim ya da din gibi, yaşamın temel alanlarına ilişkin konularda yoğunlaşır. Ancak çocuğunuzu uzun süre sizinkilere uymayan düşüncelerden korumak olanaksız olacağından, ona farklı insanların farklı düşünceleri olabileceğini anlatmaktan daha doğru bir yaklaşım yoktur. Çocuklar bu gerçeği kavrayabilecek, hatta sizinle bir oyun haline getirebilecek olgunluktadır. Ancak tabi ki travma niteliğindeki korkuların önüne geçmek için dikkatli davranmak gerekecektir. Aile büyüklerinin çocukla iletişimlerinde karışmaları istenmeyen konuların önceden ve açıkça konuşulması, Türk aile yapısındaki kapalılıkla çelişse de, çoğu kez işe yarayacak bir yöntem olur. Bunun yapılamadığı durumlarda ise anne baba kontrol edemediği bir başka durumla daha karşı karşıya demektir.

Anne ve babanın çalıştığı, aile büyüklerinin desteğinin ise söz konusu olamadığı durumlarda bulunan bakıcılarla da benzer sorunlar yaşanması neredeyse kaçınılmazdır. Ancak bu durumda temel uyumsuzluk sosyokültürel farklılıklardan kaynaklanır. Bakıcınızla birlikte çocuğunuzun sözcük hazinesiyle müzik zevkinin nasıl değiştiğini görmek her zaman eğlenceli olmasa da çoğu kez şaşırtıcıdır. Bu deneyim anne babaya, çocuğun ileriki yıllarda değişik çevrelerde bulundukça nasıl farklılaşabileceğinin örneklerini sunar.

Okul öncesi kurumlardaki öğretmenler ise hem büyük akrabalardan hem de bakıcılardan, önemli bir nedenle ayrılır. Çocuğunuzun ilk öğretmenleri, öğretmenlik kurumunun bu yaş üzerindeki karizmatik etkisi nedeniyle olsa gerek, çocuğunuz tarafından anne babadan daha güvenilir bir bilgi kaynağı olarak kabul edilecektir. Anne baba artık her tür bilgi için tartışılmaz bir referans değildir.

Çocuğun başka çocuk grupları içinde yer alması

Erken çocukluk döneminin anne babalar açısından en heyecanlı boyutu diğer çocuklarla karşılaştırma şansı veren grup etkinlikleridir. Çocuk parklarında başlayan akranlarla sosyalleşme, okul öncesi sınıflar ile sanatsal ya da sportif çalışma gruplarında gelişir. Bu dönemde çocuğun fizyolojik, duygusal ve zihinsel gelişimi anne baba tarafından kendi içinde olduğundan çok, başka çocukların düzeyi baz alınarak değerlendirilecektir. Olasılıkla hamilelikten beri çocuk için verilen emek ve yapılan fedakârlıklar anne babanın çocuktan beklentilerini yükseltmiştir. Bu durum ailenin sosyo-ekonomik durumuyla bağlantılı olarak, kimi zaman çocuğun bir prestij simgesi haline gelmesine de neden olabilir.

Çocukların maruz kaldıkları önemli adaletsizliklerden birisi, yetişkinlere oranla çok daha kolay bilinebilir ve kategorize edilebilir yapıda olduklarını varsayan bir yanlış kanıdır. Bu kanı, çocukların psikososyal gelişimlerine indirgemeci bir bakışla yaklaşılmasına ve onların kolayca birbirleriyle karşılaştırılabilmelerine yol açar. Oysa çocuklar, biyolojik olarak yetişkinlerle aynı çeşitlilikte gen haritalarına sahiptir; zihinsel olarak ise, olağanüstü bir hızla gelişen bilişsel kapasiteleri nedeniyle, doğayı ve toplumu önyargılardan uzak değerlendirebilme becerisi sergilerler. Başka insanlar hakkında yeterince deneyimi olan herhangi bir kişi biraz düşünürse, yetişkinlerin karakter olarak birbirlerine olan benzerliklerinin, çocukların kendi aralarındaki benzerliklerinden çok daha fazla olduğunu kabul edecektir. Modern toplumun standart süreçleri gereği katıldıkları mesleki ya da sosyal grupların üyesi olarak benzerlikler etrafında toplanan, böylelikle de bir yandan tekdüzeleşen yetişkinler, çocuklukta sergiledikleri davranış zenginliklerini kaybederken, çocukluğun doğasındaki bu zenginlik, renklilik ve çeşitliliği değerlendirebilme becerisini de köreltirler. Zaten irdelemeye çalıştığımız “anne baba zavallılığı” tam da bu durumun sonucudur.

Hal böyle olunca, büyüklerin çocukları kategorize edip karşılaştırma eğilimleri çoğu kez faydasız olmakla kalmaz, hem kendileri hem de çocukları için mutsuzluk kaynağı haline gelir. Artık kendi bilincine varmış çocuk için bu durum “göster oğlum amcaya pipini”den daha ciddi sonuçlar taşıyacaktır. Parktaki kaydırakta gösterilen cesaretten, ip atlamayı daha çabuk öğrenmeye, topa daha isabetli vurmaktan pop şarkılarını ezbere söylemeye kadar pek çok durum anne babalar tarafından, her zaman açığa vurulmasa da, bir tür beceri-başarı endeksi haline getirilir.

Oysa çocuğun doğası zaten diğer çocukları izleyerek öğrenmeye ve kendisini geliştirmeye dönüktür. Anne babanın tatmin olmadıkları anlardaki yargılayıcı tavırları ise bu doğal gelişme sürecini bozmaktan öte bir işlev taşımaz. Çünkü söz konusu beceri ister fiziksel ister bilişsel olsun, doğal gelişim süreci çoğu kez anne babanın bilgi dağarcığının dışında kalır. Üstelik her çocuk kendi özgün yapısı içinde farklı bir büyüme çizgisi izlemekte, diğer çocuklara göre geç ya da erken gelişen pek çok özelliğe sahip olmaktadır. Üstelik kimi durumlarda anne baba tarafından olumsuz algılanan bir özellik başlı başına bir özgünlük taşıyabilir. (Bu konudaki harika bir örnek olarak, bütün hareketleri çok yavaş olan küçük Benjamin Franklin’in bu özelliğini bir avantaja dönüştürmeyi öğrendiği, Sten Nadolny tarafından yazılmış “Yavaşlığın Keşfi” kitabını öneririm.) Eğer çok bariz bir gerilik söz konusu değilse, çocuğun gelişiminin kendi doğal çizgisi içinde sürmesine destek olmak, sağlıklı bir çocuk yetiştirmenin ön koşullarındandır.

Belli bir alandaki gelişimin gerçekçi olmayan anne baba beklentileriyle yargılanmasının bir adım ötesi, çocuğu erken yaştan başlayarak kendisi dışında programlanmış çeşitli aktiviteler arasında sürüklemek olur. Burada altını çizmek gerekirse, eğitsel açıdan anne babanın temel görevi çocuğa kendisini geliştirebileceği olanakları sunmak ve tercihlerine saygı göstererek destek olmaktan ibaret olmalıdır. Oysa modern ailede özellikle hafta sonları anne babanın kendi yapamadıklarının çocuklarına yaptırılmaya çalışılmasıyla geçer. Seramik atölyelerinden Go kurslarına kadar çocuğun boy göstereceği pek çok havalı etkinlik söz konusudur. Bu aşamada anne baba çocuğu başka çocuklarla karşılaştırma aşamasından, kendilerini başka anne babalarla karşılaştırma aşamasına geçmiştir.

Hem çocuk hem anne babanın tüm karşılaştırmaları tatmin edici bir skorla geçmesinin en garanti yolu ise üstün zekâ göstergeleridir. Anne baba için çocuğun hiçbir gelişimi üstün bir zekânın alt edici özelliğinin yerini tutmaz. Bu da anne babayı öncelikle, çocuklarının gelişimini kâr aracı olarak görenler karşısında zayıf düşürecektir.

Çocukta üstün zekâ sorunsalı

Zekâ, insan aklının gelişmişliğinin bir derecelendirmesini yapmak işin kullanılan bir kavram. Öğrenme, öğrenilmiş bilgileri kullanma, farklı koşullara uyum ve problem çözme gibi boyutları var. Ancak daha çok bilişsel becerilerle ilişkili gördüğümüz zekâ, bir süredir duygusal boyutuyla da anlatılıyor. Bu durum da, insan zekâsının bütünsel bir bakışla değerlendirilmesi gerektiğine işaret ediyor. Bu bakış bize, gelişmiş bir zekâya sahip insanın bu yanını öncelikle, özgür iradesiyle belirlediği sağlıklı ve mutlu bir yaşam için kullanması gerektiğini söylüyor. Oysa günümüzde zekâ deyince akla gelen kavramlar bunlar değil.

Akıl temelinde kurulmuş olan modern dünyanın zekâyla uğraşının en önemli boyutunun “onu ölçme girişimleri” olduğunu söylemek yanlış olmaz. Modern toplumun işleyiş yasaları, zekâya dönük çalışmaların öncelikle insanları sınıflandırma ve piyasanın gereksinimlerine göre kullanma hedefiyle yapıldığını gösteriyor. Dünyanın her yerinden “üstün zekâlı” çocukları belirleyip uluslararası üniversitelerde eğiten, sonra da çokuluslu şirketlerin kullanımına sunan bir işleyiş karşılıklı rıza yoluyla canlılığını sürdürüyor. Bu durumda amaç gelişmiş insan aklını piyasanın hizmetine sunmak olunca, insanın mutluluğu belirleyici hedef olmaktan da çıkıyor.

Anne babanın zekâya bakışı başarıya endeksli olarak kurgulanınca, çocuğun, ister zekâsının geliştirilmesi için çalışılsın, ister zaten üstün zekâlı olduğu varsayılsın, isterse de gerçekten sıra dışı becerilere sahip olsun, çocuklar için ciddi sorunlar başlıyor. Henüz daha ne olduğu tam olarak bilinememekle birlikte bir de üstelik yanlış bir yaklaşımın kurbanı olan zekâ kavramı, çocuğun sağlıklı ve mutlu bir birey olarak yetişmesinin önünde bir engel haline gelebiliyor. Anne babanın çocukları hakkında böyle bir düşünceye kapılmasının duygusal hazzı, beraberinde, çocuğun davranışlarını yanlış okuma, psikolojik gelişimine ciddi hasarlar verme, büyük beklentilerin ciddi hayal kırıklıklarına dönüşebilmesi riski ve önemli ekonomik kayıplar gibi yan etkilerle yaşanıyor.

Bu noktada, anne babaların zavallılığını ustalıkla kullanan bir pazarlama anlayışına da ayrıca dikkat çekmek gerek. “Zekâ gelişimi” ve “üstün zekâ” kavramlarının, çocuğu için her zaman arayışta olan anne babalara dönük bir olta yemi olarak kullanıldığını söylemek doğru olur. Artık, çocuklara mental aritmetik diye bir uydurma isimle “ateş suyu” satmaya çalışanlar mı ararsınız, ancak ciddi bir yaşam deneyimi ve felsefi altyapıyla oynanabilecek Go Oyunu’nu üç yaşında çocuklara öğretmeye kalkanlar mı. Ülkemizde zekâ konusunda adıyla sanıyla yıllardır hizmet (!) veren bir vakıf bile var. Üstelik başarısız bir politikacı tüccar tarafından kurulmuş ve yönetiliyor. Sonuçta, çocukların zaten doğal becerileri içinde olan ama yetişkinlerin unutmuş oldukları becerileri anne babalara ucundan gösterebilenler zekâ koçu olarak, çocuklarınkini olmasa bile kendi geleceklerini garanti altına alabiliyor.

Oysa günümüzün dünyası, insan beyninin nöroplastisite denilen “kendi potansiyelini geliştirebilme özelliği”ni kullanabilmesi için çok elverişli olanaklara sahip. Kendisi küçükken olsa olsa bir hesap makinesi görmüş olan anne babaların çocukları, bugün internet ve mobil teknoloji dünyasının genç kaşifleri haline gelmiş durumda. Bu çocuklar, aynı anda pek çok iş yapabilme, olayları farklı boyutlarıyla görme, olgular arasında yepyeni ilişkiler kurma gibi becerilere önceki kuşaklardan çok daha fazla sahipler. Bu durum, elverişli koşullara sahip olmak koşuluyla neredeyse bütün bir kuşağı zeki yapıyor. Durum böyle olunca da, sağlıklı, mutlu ve başarılı bireyler yetiştirebilmenin ön koşulu olarak, çocuğa, kendisini içine bütün gerçekliğiyle yerleştirebileceği bir dünya bilincine sahip olması için yol gösterici olabilen anne babalık davranışlarının değeri öne çıkıyor. Bunun da ilk adımı, çocuğun yaşama dair temel bilgi gereksinimlerine sağlıklı karşılıklar verebilmekten geçiyor.

Yaşama dair temel soruların ortaya çıkışı

Bebeklikten çıkan çocuğun “ben” bilincine sahip olması iki üç yaşlarına denk düşer. Doğal gelişimi içinde seyreden çocuk kendisini dünyanın içinde konumlandırırken, çevresini de öğrenmeye çalışmaktadır. Bu süreçte, çocuk beyni yeni bilgileri büyük bir iştahla kaydederken, Pavlov’dan bu yana fizyolojik bir temeli olduğunu varsaydığımız neden-sonuç ilişkiselliğini de geliştirir. Her gelen yeni bilgi, varolanlarla ilişkilendirilirken temel bir mantık dizgesinin denetiminden geçer, olası anlam boşlukları ya da uyumsuzluklar sorgulanır. Taze çocuk beyninin kendi içindeki tutarlılık arayışı bu tür durumlarda eksiklikleri doldurmak ya da hataları düzeltmek için soru sorma yolunu seçer.

Erken çocukluktaki soruların bir bölümü anne babadan kolaylıkla yanıt alır. Bu köprüyü ayakta nasıl duruyor, yağmurun suyu nerden geliyor, teyzemle halam kardeş mi, türünden bilgi talepleri anne babanın öğretme hazzını da doyurur. Bununla birlikte kimi çocukta art arda yinelenen “bu ne” sorusu kısa sürede bıkkınlığa ve geçiştirmelere dönüşecektir. Oysa belli ki çocuk henüz soru sormayı bilmiyordur, anne babanın yönlendirmesiyle sorunun biçimi, yanıt almayı kolaylaştıracak bir hale çevirebilir. Bir “bu ne”ye verilecek özenli bir yanıt, bir sonraki sorunun daha somut bir biçimde sorulmasını ve daha zevkle yanıtlanmasını sağlayacaktır. Aksi durumsa, ileriki yaşlarda artacak iletişimsizliğin ilk işaretlerini vermektedir.

Çocukların soruları kendi zihinsel gelişimlerine ışık tuttuğu için oldukça değerlidir. Anne baba, çocuklarının pek çok kez hayranlık ve şaşkınlık yaratan sorularını yıllar boyu hatırlayarak eş dostla paylaşmaya bayılır. O müthiş soru kimi zaman kahkahaya kimi zaman utanca neden olmuştur. Ancak pek az anne baba bu sorulara verdiği yanıtı aklında tutar. Oysa çocuk için önemli olan, ister yeterli doyuruculukta olsun, ister yeni sorulara yol açsın, yanıtın kendisidir. Çocuk bazen yanıtınızı dinlemiyor gibi görünse de, ağzınızdan çıkan her sözcüğün, doğru ya da yanlış fark etmeden yeni bağlar kurma gücü olacaktır.

Anne baba yanıtlarının çocuk zihnindeki yapıların temellerini atma özelliği, onların hem teknik hem etik açıdan ciddiye alınmasını gerekli kılar. Teknik açıdan yanıtların doğrudanlığı ve yeterliliği önemlidir. Gereğinden az bilgi taşıyan ya da geçiştirici yanıtlar, soru sorma etkinliğinin sürdürülebilir oluşuna zarar verir. “Sen bunu öğrenmek için daha çok küçüksün” türünden bir yanıt çocuğun yalnızca canını sıkarken, anne baba içinse bir kaçıştır. Gereğinden fazla bir açıklayıcılık ve kapsamlılık ise, henüz zamanı gelmemiş sorular için sağlıksız bir altyapı oluşturabilir. Bu durumun önemi, özellikle cinsellik ve tanrı konusundaki sorularda ortaya çıkar. Örneğin “bir insanın doğum günü annesinin karnından çıktığı gün müdür, yoksa annesinin karnında oluşmaya başladığı gün mü?” sorusunun yanıtı ilk seçeneğin olumlanmasından ibarettir, yoksa burada döllenmenin biyolojisiyle ilgili bir bilgi talebi söz konusu değildir. Çocuk ne bilmek istiyorsa, onun olabilecek en açık ve dürüst yanıtına gereksinim duyuyordur. Ne azına ne fazlasına.

Çocukla iletişimde açıklık, gerçekçilik ve dürüstlüğün önemi sanıldığından çok daha fazla, başarılabilmesi ise sanıldığından çok daha kolaydır. Bu tavır çocukla ilişkiyi sağlıklı bir çerçevede geliştireceği gibi, paylaşımı artırarak birlikte geçirilen zamanları daha zevkli hale getirir. Dünyayı o anki anlayabilme kapasitesine göre anlattığı çocuğunun her yeni öğrenme deneyimi, anne baba için de ayrı bir keşif olacaktır. Çocuğun kendisine dürüst davranan anne babasına karşı sağlam bir güven duyması ise yaşam boyu sürecek güçlü bir bağ demektir.

Açık, dürüst ve gerçekçi anne baba yaklaşımının zıttı, engelleyici, yalana dayanan ve dolambaçlı tavırlarla ortaya çıkar. Genellikle gündelik yaşam sıkıntıları sonucu kolaycılığa kaçarak, kimi zaman daha zor sorularla karşılaşmamak için, bazen de çocuğu çeşitli tehlikelerden korumak amacıyla tercih edilen baskılayıcı, korkutan ya da aldatan tavırlar, yalnızca yaşama dair yanlış ve tutarsız bir bilgi temeli oluşturmakla kalmaz, ciddi duygusal problemlere de yol açabilir. Büyüklerin çocuklara ne kadar çok yalan söylediğini görmek isterseniz çevrenize bir göz atmanız yeterli olacaktır.

Çocukların sorularını yanıtlarken sorun çıkan ana konuların cinsellik, ölüm ve tanrı düşüncesi ile ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Cinsellik, bırakın yetişkin topluluklarını, eşlerin bile üzerinde konuşmakta zorlandıkları bir alandır. Ölüm, toplumların uygarlaştıkça anlayıp kabul etmekten uzaklaştıkları bir olgu olarak doğası gereği zordur. Tanrı ise çeşitli dünya görüşlerine göre farklılaşan biçimlerde algılanıp tanımlanır. Bu üç alanın her biri olası sorulara doğru yanıtları bulmak için ayrı yaklaşımlar da gerektirse, temel tavrın dürüstlük çerçevesinden uzaklaşmamasına dikkat etmek ve çocuğun bilgi gereksinimine saygı göstermek vazgeçilmez önemdedir. Aksi durum, çocuğun içinde varlığını sürdürdüğü bedenine bakışını, en temel bilgi kaynağı olan kendi algılarına karşı güvenini ya da dünyayla gerçeklik temelinde kurmaya çalıştığı ilişkiyi tehdit edecektir.

Anne babanın yaşam hakkında ilk bilgileri almaya çalışan çocuğuyla ilgili olarak özen göstermesi gereken önemli bir nokta çevredeki diğer yetişkinlerin tavırlarıdır. Bu durumda öncelikle, çevrenin çocuğa yalan söylemesini engelleme gereği söz konusu olur. “Cıs”larla “öcü”lerle çocuk yetiştirmeye alışkın bir toplumda çocuğu aldatmak doğal bir eğitim yöntemi olduğundan, çocuğun diğer yetişkinler tarafından kandırılması ya da korkutulması hiç de uzak bir olasılık değildir. Bu durumda anne babanın antipatik olmayı göze alarak çevreye nazik uyarılarda bulunması gerekebilir. Yoksa bir yalan ya da korkutmanın beklenmedik sürprizler şeklinde ortaya çıkmasına şaşırmamak gerekecektir.

Çevreyle kurulan ilişkilerde doğru davranıldığı zaman olumluya çevrilebilecek bir nokta ise önemli sorulara başkalarının verdiği yanıtların anne babanın verdikleriyle çelişmesi durumudur. Modern ailenin değerleri toplumun pek çok alandaki geleneksel anlayışlarıyla karşılaştırıldığında ciddi farklılıklar gösterir, bu da çocuğun sorularına verilen yanıtlardan davranışlarını yönlendirmeye kadar çeşitli başkalıklar yaratır. Çocuğun ailesi içinde aldığı bilgilerin, örneğin büyükannesinin söylediklerinden farklı oluşu, zihninde soru işaretlerini artıracağı gibi bir güven sorunu da yaratabilir. Her ne kadar çocuğuyla kendi büyükleri arasında kalan anne baba bir kez daha ne yapacağını bilemeden zavallı duruma düşse de, bu durum aslında aile için değerli bir öğretim şansı demektir. Çocuk, yetişkinlerin bu farklı tavır ve düşüncelerine bakarak, farklı insanların farklı düşünce ve inançları olabileceği gerçeğiyle karşı karşıya gelmektedir. Bu görelilik olgusu çocuğa, farklılıklara saygı göstererek ve başkalarını yargılamadan kendi değerlerini oluşturabilme hakkını içselleştireceği şekilde öğretilebilirse, yaşamı boyu sürecek bir düşünce olgunluğunun da temelleri atılmış olur.

Sonuç olarak, çocuk pek çok açıdan bir ayna gibi olacaktır. Kendisine nasıl davranılırsa o da anne babası başta olmak üzere çevresine benzer şekilde davranacak, sağlıklı ve dürüst yaklaşımlara da, aldatmaya dayalı saygısız tavırlara da aynı şekilde yanıt verecektir. Bu da, erken çocuklukta anne baba davranışlarının çocuğun gelişimine bir rol model olarak önemini artırır.

Erken çocuklukta anne babanın rol modelliği

İnsan karakteri ve davranışları üzerine yapılan çalışmalar, her insanın kendisini çevrenin algıladığından daha olumlu, daha iyi ve daha başarılı gördüğünü söylüyor. Özel bazı psikolojik sıkıntılar söz konusu değilse, herkesin kendisine bakışında bir parça kayırma söz konusu. İnsanın kendisini sevmesi sağlıklı bir ruh hali için önkoşul olduğundan, bu durumu beynimizin sağladığı kalıcı bir moral doping olarak görebiliriz. Dolayısıyla, yaşadığımız bütün başarısızlıklar da bize göre öncelikle çevremizin, toplumun, kültürün, sistemin yanlışlarından kaynaklanır. Bu durum, insanın kendisinin aslında hep daha iyisini hak ettiği, ancak çevresel etkenleri alt edemediği için başarısızlıklarla karşılaştığı düşüncesine yol açar. Dolayısıyla, kendisiyle görünür bir problemi olmayan her anne baba da çocuğunun kendisi gibi bir insan olmasını ister. Ancak kendisinin hak ettiği başarılara ulaşmasını engelleyen koşullara inat, çocuğuna daha elverişli koşullar yaratmaya çalışır. “Ben yapamadım, çocuğum yapsın”larda hedef hep aynı özün daha farklı koşullardaki daha başarılı eylemlerine dönüktür. Ancak neredeyse hiç kimseden, çocuğunun karakter olarak kendisinden daha ahlaklı, daha dürüst, daha iyi olmasını istediğini duymazsınız. Anne babanın rol modelliğinin en büyük çıkmazı da, bu şekilde eleştirel bir bakıştan yoksunluğudur.

Yaşam hakkındaki bilgilerini öncelikle gözlem yoluyla edinen çocuk için anne ya da babası ilk yıllarının koruyucu ilahıdır. Henüz seçim yapabilmek için gerekli değerlere sahip olmayan küçük insan beyni, ilk gelişim adımlarını çevredeki bir yetişkini model alarak atmayı pratik bulacaktır. Hal böyle olunca, bu modelin sergileyeceği davranış biçimleri çocuk için kritik önemde olur. Her ne kadar cinsel roller nedeniyle kız çocuğunun anneyi, erkek çocuğunun babayı örnek alması beklense de, bireyler arası yoğun etkileşimin olduğu bir ailede çocuğun hem anne hem de baba davranışlarına bakarak bir kompozisyon oluşturması, genetik mirasın da etkisiyle normaldir. Bununla birlikte söz konusu durum hem anneye hem babaya çocuk için örnek olma sorumluluğu yükler. Üstelik anne babanın karşı cinsten çocukları için gelecekteki eş seçimlerini etkileyici özelliği de göz ardı edilmemelidir.

Anne baba davranışlarının çocuğa geçişi yalnızca aile içi bir eğitsel faaliyet olarak değil, sosyokültürel kodların kuşaktan kuşağa aktarımı için de önem taşıyan süreçtir. Ancak bu sürecin modern toplumlarda birkaç yıldan uzun sürmeyerek okul çağıyla birlikte etkisini kaybediyor oluşu, toplumsal dinamikler açısından büyük bir değişim potansiyeline işaret edecektir. Kuşaklar arası el ele tutuşma sürelerinin kısalması büyük değişimleri de kolaylaştırmaktadır. Ancak erken çocukluk yılları, gençlikte dünya görüşlerinin belirleneceği yıllara daha uzun zaman olmasına rağmen, karakterin temellerinin atılıyor olması açısından önemlidir. Pek çok insanın, gençliğinde sert eleştiriler getirdiği anne baba davranışlarını ileriki yıllarda kendisinin de tekrarlıyor olduğunu dehşet içinde fark ettiği düşünülürse, bu ilk yılların etkisinin hiç de azımsanmaması gerektiği söylenebilir.

Oysa modern ailenin zavallı anne babası, kendi davranışlarının çocuğa ne tür örnekler oluşturacağının farkında değildir. Çocuk genellikle aile içinde yalnızca ona dönük davranıldığı zaman kayıt moduna geçen bir otomat gibi algılandığından, yetişkinlerin kendi aralarındaki iletişim ile birbirlerine dönük tavırlarına çocuk açısından pek de dikkat edilmez. Oysa bu anlar doğrudan çocuğa dönük eğitim girişimlerine kıyasla hem oran hem de etki gücü açışından daha önemlidir. Çocukları oyuncak bebekleriyle ya da kendilerinden küçük başka bir çocukla oynarken izlerseniz, anne babasının davranışlarını nasıl ustaca gözlemlemiş olduğunu ve tekrarlamaya çalıştığını görebilirsiniz.

Çocuğun aileye katıldığı günden itibaren sergilenen doğru anne babalık davranışlarının ortak paydası doğallıktır. “Mış gibi yapılarak” sergilenen örnekler ise gündelik tavırlarla çeliştiği ölçüde zayıflamakla kalmayacak, anne babanın güvenilirliğini de azaltacaktır. Anne baba için hem doğal hem de doğru davranabilmenin tek yolu, bu tür davranışları içselleştirmek olacaktır.

Anne baba davranışlarının çocuğa model olabilme açısından en büyük önemi, farklı boyutlardaki ilişkileri saygı ekseninde ve birbiriyle çelişmeyecek şekilde kurup sürdürebilmesine altyapı sağlamasında yatar. Gelişimi daha erken çocuklukta başlayan bu ilişkiler, doğaya, kendisine, ailesine ve topluma dönük şekilde dört gruba ayrılabilir.

Doğaya saygı, çevredeki bitkiler ve hayvanları sevip koruyarak başlar, evcil hayvanlarla kurulacak bağlarla gelişir, ileriki yaşlarda modern insanın çevre bilincine dönüşür. Erken yaşlarda bir çocuğun başka yaşam formlarına zarar vermek yerine onlarla dost kalmayı öğrenmesi, yaşamı boyunca sevgi temelli ilişkileri tercih etmesine de yol açacaktır.

Çocuğun kendisine saygısı, anne babanın onun varoluşuna, bedenine, beğeni ve seçimleri ile beklenti ve hedeflerine gösterdiği saygıdan beslenir. Her ne kadar pek çok kişiye, birkaç yaşındaki bir çocuğun tercihleri saygı gösterilmek yerine dikte edilerek belirlenecek tavırlar olarak görünse de, ciddi tehlikelerin söz konusu olmadığı durumlarda çocuğun kendi yapacaklarına kendisinin karar vermesi ileriki yıllarda hedeflenen güçlü bir karakterin ön koşuludur. Ancak yoğun bir deneme yanılma sürecine de denk düşen bu gelişim anne babanın göstereceği sabır açısından önemli bir test niteliği de taşır. Her ne kadar başıboş bırakılan kızların davulcuya ya da zurnacıya kaçtığını düşünen, kızını dövmeyenlerin dizini dövdüğü kuşakların yargılayıcı bakışları altında bu tavrı göstermek hiç kolay olmasa da, başarıyla verilecek bu testin sonunda büyük olasılıkla herkes kazanacaktır.

Aile içindeki karşılıklı saygı, modern Türk ailesinde çocuk lehine yerleşen dengesizlikler düşünüldüğünde, gerçekleşmesi kolay olmayan bir olgu haline gelir. Ancak burada asıl zorluk çoğu kez anne baba arasındaki ilişkinin saygı çerçevesini zorlamasındadır. Özellikle ekonomik yükün paylaşımına rağmen ev içi iş bölümünün adil olmayışı eşler arasında bir dengesizlik doğurmakta, bu durum da çocuk için cinsiyet temelli rollerin geleneksel halleriyle benimsenmesine yol açmaktadır. Eşinden saygı görmeyen anne ya da babanın bu saygıyı çocuğundan beklemesi pek de gerçekçi olmayacaktır.

Toplum içinde diğer insanlara, özellikle de farklılık taşıyan unsurlara saygı ise temel bir demokrasi eğitiminin vazgeçilmezidir. Oysa bugünün modern Türk ailesinde erken yaşlardan itibaren anne babanın çocuk için çizdiği gelişim hedefleri başka insanlarla işbirliği yerine daha çok rekabeti öne çıkarmaktadır. Bu da günlük yaşam içinde başka insanlarla kurulan temaslarda sorun yaratan ciddi bir yaklaşım hatasıdır; trafikte servis şeridini kullanmaktan, market kasasında sıra beklemeden parasını bırakıp çıkmaya kadar farklı saygısızlık türleri olarak ortaya çıkar. Parkta oynayan çocuklar arasında kaydırak sırasının farkında olmayan ya da güçsüz arkadaşlarını acımasız alaylara konu eden çocukların tavırları yalnızca bilgisizlikten değil, anne babalarından gördükleri davranış örneklerinden de kaynaklanır. Oysa temel nezaket kurallarına uymayı erken yaşlarda öğrenen ve yetişkinlerle ilişkilerini karşılıklı saygı yaratacak ölçülerde kurabilen çocuklar, yaşamın kendilerine daha cömert davranacak olmasını bekleyebilirler.

Unutulmamalıdır ki, bu ana ilişki katmanlarında saygıya dayalı dengeler çocuk için ancak birbirleriyle çelişmeyecek şekilde kuruldukları zaman fayda sağlayacaktır. Yoksa, diyelim bir restoranda çocuğunun özgüvenini pekiştirmeye çalışırken çevre masalarda terör estirmek burada tartıştığımız amaçlar açısından tam tersi sonuçlar doğurur. Aradığımız bu bütünsel uyum, özellikle ileriki yaşlarda ortaya çıkacak sorumlulukların yerine getirilmesi ile toplum içinde sağlıklı bir konum edinilmesinde belirleyici önem taşıyacaktır. Bir proje yetiştirirken günlerce uykusuz kalmak ya da bir role seçilmeye çalışırken arkadaşlarını ezmek tam da bu uyumsuzluğun sonuçlarındandır. Yetişmesine destek olunan çocuğun farklı boyutlardaki ilişkilerinde ancak bütünsellik söz konusuysa, anne babalığın çocuğa karşı görevini yerine getirdiği büyük bir iç rahatlığıyla söylenebilir.

Bütün bunlarla birlikte, çocuğa örnek olmakla onun davranışlarını tornadan geçirmeye çalışmak arasındaki çizgi, yeterince duyarlı davranılmazsa belirsiz hale gelebilme potansiyeli taşır. Gerçi anne baba tabi ki her zaman çocuğu için en iyisini istemektedir. Ancak kısa vadeli huzur arayışı ya da öngörüsüz iyi niyet davranışlarının giderek bir alışkanlık halini alması çocuğun gelişimi açısından çoğu kez istenilmeyen sonuçlara yol açacaktır. Yeterli bilinç düzeyinden uzak anne babalığın rol model olarak zavallılığı, kendi özgün koşulları içinde sağlıksız çocuklar yetiştirme potansiyelinin hakkını vermektedir. Neyse ki okul dönemi, çocuğun önüne daha geniş bir yelpazede daha çeşitli ve farklı davranış biçimleri serecek ve anne babalığın belirleyici model olma özelliğini zayıflatacaktır.

Okul dönemi

Çocuğun okul çağına girişi, anne babanın etkisinin yavaş yavaş azalacağı bir sürecin de başlangıcıdır. İlk gençlik döneminin ardından kimi kez başka bir şehirde üniversiteye giderek, kimi kez mezuniyet sonrası kendi evini kurarak, kimi kez de evlenerek ailesinden ayrılacak olan çocuk, ilk ve ortaokul yıllarında bu ayrılığın psikolojik temellerini atar ve kendi karakterini geliştirmeye çalışır.

Okul döneminde anne baba ile çocuk arasındaki ilişkiler erken çocukluk döneminde kurulan temel üzerinde yükselecektir. Ailenin ilk çocuğu bile olsa, anne babanın artık en az altı yedi yıllık bir deneyimi söz konusudur. Dolayısıyla bu dönem karşılıklı bir öğrenme sürecinden çok bir tür pekiştirme ve kabullenme aşamasına karşılık gelir. Bir başka açıdan okul dönemi, erken çocuklukta yapılan yanlışların düzeltildiği bir evre olmaktan çok, anne babanın hatalarını sürdürmek ve çocukta memnun olmadıkları yanları yapısal zaaflar zannetmek konusunda ısrarcı oldukları bir dönemdir. Erken çocukluğun sağlıklı bir temel sağladığı ailelerde ise okul çağı, görece az ve karşılıklı anlayışla daha kolay çözümlenebilecek sorunlara sahne olur. Ancak her nasıl olursa olsun bu sorunların yaşanması kaçınılmazdır. Çünkü bir yandan çocuk daha geniş bir çevre içinde varolma mücadelesi vermekte, bir yandan da anne babasının yavrucuğu olmaktan sıyrılarak ayakları üzerinde durmaya çalışmaktadır. Anne babanın bu dönemdeki zavallılığı, her şeyden önce okul dönemi sorunlarının doğallığını kabul etmeyerek, süreci hafifletmek yerine şiddetlendirecek davranışlarla ortaya çıkar.

Sonuç olarak, çocukla ilişkinin biçim değiştirdiği okul döneminde anne babanın sorumluluk alanları, önceki evrelerle karşılaştırıldığında ciddi farklılıklar taşıyacaktır. Bu dönemde anne babanın koruyucu, eğitici, yönlendirici işlevi yerini yavaş yavaş lojistik görevlere bırakır. Çocuğun gözünde anne baba öncelikle, çocuğa kendini geliştireceği bir okul, beslenip barınacağı bir ev ve günlük yaşamı için gerekli bir harçlık sağlamakla yükümlüdür. Artık kendisi, arkadaşlarıyla büyüme yarışına girmiştir, çocukluğu çağrıştıracak simge ve davranışlara mesafeyle yaklaşmaktadır. Ergenliğe girmiş çocuğu olan anne babaların daha küçük çocuğu olanlara, bu çağların değerini bilmelerini öğütleyip, şu an kucaklarından inmeyen yavrularının ileride onlara yaklaşmayacağını söylediklerine sıkça tanık olursunuz. Hüzünlü bir gerçekliktir bu. Ancak ne kadar acı verici olacağı, erken dönemde yapılan anne baba yanlışlarına bağlıdır. Bununla birlikte kimi zaman anne babalardaki tavır değişikliğinden de beslenir.

Bu dönemde çeşitli sosyal gruplar içine katılarak büyüyen çocuğa karşı anne babanın bakışındaki temel değişiklik sorumluluk algısına dönüktür. Artık kendi yaşamıyla ilgili sorumluluklarını üstlenmesi beklenen çocuğun anne babası, çoğu kez zamanla yerleşmesi gereken bu sorumluluk paylaşımındaki dengeyi tutturma güçlüğü yaşar. Bazen iş çocuğun ödevlerini onun yerine yapmaya kadar varır, bazense bağıra bağıra gelen psikolojik sorunlar görmezden gelinir. Bu zıt uçlardaki tavırların aynı kişi tarafından aynı dönemde gösterilmesi ise çocuğunun büyüme sürecinden habersiz anne babalığın zavallılığının bir kez daha sahne alışıdır.

Okul dönemi, çocuklar için ileriki yaşamlarında kimi zaman başarıyla yönetecekleri, kimi zamansa altında ezilecekleri sorunsallara dönük egzersizlerle dolu geçer. Bir yandan günlük yaşamın rutin işlerini kendi başına yapmak durumunda kalan çocuk, bir yandan ödev olarak tanımlanmış sorumluluklarını yerine getirmeye çalışmakta, bir yandan da akran grubunun değerleri etrafında bir sosyal statü edinmek için çabalamaktadır. Tüm bu olgularla erken çocukluk döneminde aşamalı olarak tanışan çocuklar için okul yılları kendilerini başarıyla inşa ettikleri bir süreç olabilir. Oysa rastlantısal bir anne babalığa maruz kalmış çocuklar için bu yıllar, yüzme öğrenmesi için sırtına vurulup denize atılmasının ardından çırpınır şekilde geçecektir. Anne baba çoğu kez çocukları için ellerinden gelenin en iyisini yapmış olduğunu zannetmenin huzuruyla okul servisinin ardından el sallar. Yaptıkları ile yapmadıklarının sonuçlarıyla bir anda yüzleşmeye başlayan çocuk ise çoğu kez yalnız bırakılmışlık duygusu içinde sorunlarını anne babasıyla paylaşmaktan uzaklaşacak, bu da aradaki bağları zayıflatarak ileriki yılların iletişimsizliklerine temel hazırlayacaktır.

Oysa bu dönem, gerek sorunların standartlaşmaya başlaması, gerekse de okul ya da arkadaşların anne babalarıyla paylaşımlar nedeniyle olası sorunların çözümüne daha açık bir nitelik taşır. Anne babanın yapması gereken de çocuğun içinde varolduğu ortamı, rahatsız etmeyecek bir yakınlıktan izlemek ile gelişimini kısıtlamayacak şekilde yeterli ilgi ve desteği sağlamaktan ibaret olmalıdır. Okuldaki eğitsel gelişime ilgi göstermek, yeterli bir çalışma disiplini sağlayacak ve çalışma alışkanlıklarını kalıcı hale getirecek çizgide kalırsa, gerisini çocuk kendisi halledebilir. Oysa daha sık rastlandığı şekliyle, çocuğun performansını sınıftaki arkadaşlarıyla karşılaştırıp yarıştırmak ve mükemmelliğe dönük zorlamalar yaratmak çoğu kez istenenden farklı ve olumsuz sonuçlar doğurur.

Ancak okul döneminde daha büyük sorunlar arkadaş seçimi ve akran grupları arasında edinilen sosyal statülerden kaynaklanmaktadır. Bu yıllarda anne baba, çocuk için öncelikli rol model olmaktan çıkmış, popüler arkadaşların davranışları taklit edilir hale gelmiştir. Doğaldır ki, çocuğunun kimlerle arkadaş olacağına karışmak anne baba için hiçbir zaman olumlu sonuç vermeyen nafile bir çabadan öte anlam taşımaz. Bu aşamada en sağlıklı tavır, çocuğunuzun “kötü” çocukları model almasını engellemeye çalışmak yerine, onun başka çocuklarca model alınabilecek özelliklere sahip olması için uğraşmak olacaktır. Olumlu özelliklerin getireceği liderlik, yalnız çocuğunuz için değil, çevresi için de olumlu koşullar yaratır. Bu da yine öncelikle erken çocuklukta temeli atılan sağlıklı bir gelişime bağlıdır.

Çocukluğun en uzun dönemi olan okul çağı, çok farklı fizyolojik ve sosyal gelişim aşamalarını kapsar. İlkokuldayken henüz koynunuzda yeri olan çocuğunuz, ergenlik döneminden sonra yetişkin özellikleri gösterecek, ilk yıllarda bakkala göndermeye çekineceğiniz yavrunuz, okuluyla şehir dışı gezilere çıkabilecek kadar büyüyecektir. Dolayısıyla, her biri özgün evrelerden oluşan bu uzun dönemi genel değerlendirmelere konu etmek doğru olmayabilir. Ancak doğru olan, anne babalık yaklaşımının başından itibaren sağlıklı bir çerçevede sürdürülebilmesinin, her çağda karşılaşılacak sorunlara yeterli çözümler üretmede önkoşul olduğudur.

***

Anne babalığın en güzel tanımlarından birisi “insanın kalbinin başka bir bedende atması”. Bu sınırsız sevgi, doğal olarak çocuğu anne babanın yaşamının en önemli parçası haline getiriyor. Çocuğu olan pek çok çift, önceki yaşamlarında neler yaptıklarını anımsamakta bile güçlük çektiğini söyler. Bu güçlü bağlılık modern ailede üzerine titrenen çocuğu bazen anne babasının sevgi nesnesi olmaktan öteye taşıyıp bir proje haline de getirebiliyor. Ancak ölçüsü ne olursa olsun sıklıkla yaşanan durum, çocuğun karakteri ile yaşamını anne babanın kendi değer ve beklentileri çerçevesinde tasarlayarak biçimlendirmesi ve denetlemeye çalışması. Buraya kadar sıkça değindiğim “anne babalığın zavallılığı” olgusu, bu çabanın çocuğun doğal gelişimiyle çatışması ve günümüz toplumunda anne baba aleyhine olumsuz sonuçlar doğurması durumuna karşılık gelmekte. Oysa yaşam boyu sürecek sağlıklı bir ilişkinin temelleri daha baştan itibaren özenle kurulacak gerçekçi, dürüst ve dengeli bir ilişkiyle atılıyor.

Anne babanın çocukla kuracağı ilişkinin gerçekliği, çocukluk olgusuna bilinçle yaklaşmayı gerektiriyor. Gerçekçi yaklaşım içinde, çocuğun içinden geçeceği yetişme süreçlerinin farkında olmak, onun fizyolojik ve psikolojik gereksinimlerini bilerek yeterli karşılıklar üretmek, bilişsel potansiyelini doğru okuyarak zihinsel sağlığını korumak, öğrenme süreçlerinin “başkalarını dinlemek”ten çok “kendi kendine yapma”ya ve somut sonuçlarını görmeye dayalı olduğunu hep akılda tutmak, anne babasıyla mücadelesinde dış dünyada yaşayacakları için egzersizler yaptığını göz ardı etmemek, sonuç olarak onun bir çocuk olduğunu ve doğru davranışları bulabilmek için bol bol hata yapacağını hiç unutmamak gerekiyor.

Çocuğa karşı dürüst davranmak, anne babasıyla kuracağı ilişkinin güven temelinde yükselmesi için bir ön koşul. Bu dürüstlük, gündelik sorunlarda işbirliğini sağlayabilmek amacıyla onu kandırmamaktan, yaşamın temel alanlarına dönük sorularında ona yalan söylememeye kadar geniş bir alanda geçerli ve tutarlı bir tavır olmalı. Çocuğu ufak tefek konularda kandırmak anne babasına olan güvenini sarsma tehlikesi taşıyor. Yaşamın gerçekliğine dönük yalanlar ise, gelişmekte olan zihninin sağlam bir mantık yapısı kurmasına ve sağlıklı bir bilgi modeli oluşturmasına engel oluyor.

Anne baba ve çocuk arasındaki ilişkinin dengeli kurulması ise yalnızca çocuklukta değil tüm yaşam boyunca sürecek olan karşılıklı saygıya dayalı bağların temelinde yatıyor. Aile kaynaklarının tüm üyeler arasında ve gereksinim temelinde akılcı paylaşımı, geleceğin demokratik toplumunu oluşturacak sağlıklı bireylerin gelişimine de destek olacak bir tutum. Ancak bu denge öncelikle çocuğun yetişmesi sırasında, kendi gereksinimleri göz ardı edilmeyecek olan anne ve babanın sağlıklı ve mutlu oluşunun ön koşulu. Bu mutluluk, anne babanın çocuklarına daha büyük bir iç huzuruyla yaklaşmasını sağlayacak olması açısından ciddi bir önem taşıyor.

Çocuklarıyla gerçekçi, dürüst ve dengeli ilişkiler kurmayı becerebilen anne babalar, yalnızca kendilerine değil topluma dönük önemli bir sorumluluk olan sağlıklı bireyler yetiştirebilme işinin altından kalkabilme potansiyeli taşıyor. Bu unsurlardan birinin eksikliği ise, çocuğun doğası ve dünyanın gerçekliği ile çatışmalar doğurması nedeniyle, çocuklarla yaşam boyu sürecek sorunların ve mutsuzlukların temel nedeni oluyor.