Bu yazıyı, kendi zihninize bakmanız için bir gözlem yönergesi olarak da okuyabilirsiniz; bilincin kendini incelemesi ne kadar mümkünse tabii. Okurları üzerinde bu etkiyi güçlü bir biçimde yaratan bir kitabın izini süreceğiz çünkü.
Bir an gözlerinizi kapayarak, okuyan birini hayalinizde canlandırabilir misiniz?.. Zihninizdeki görüntüye odaklanalım: Erkek mi, kadın mı; ne giymiş, nasıl oturuyor, yoksa ayakta mı? Gözleri ne renk, saçları nasıl? Ne okuduğunu görebiliyor musunuz? Nerede okuduğunu? Sahne ne kadar ayrıntılı? Peki, okurun zihnine zumlayabiliyor musunuz? Zihninde neler canlanıyor olabileceğini, zihninizde canlandırabiliyor musunuz?
Peter Mendelsund sıkı bir okur. Felsefe ve edebiyat eğitimi almış bir kitap tasarımcısı. Kapakları tasarlarken, içeriğin görselleşmiş en yalın halini arıyor. Bu uğraşısından doğmuş olduğunu tahmin etmenin yanıltıcı olmayacağı bir sorunun peşine düşmüş: Okurken ne görürüz? Mendelsund yanıtı, görsellikle iç içe dokuduğu Okurken Ne Görürüz? kitabında ararken, okuma deneyimini çok yönlü, yer yer nörobilimsel boyutlar kazanan bir araştırmaya dönüştürüyor. Ve sorduğu sorularla, okurunu kendi okuyan zihnine bakmaya kışkırtıyor.
Sevdiğiniz bir kitabın kahramanını fiziksel olarak tarif etmenizi istiyor örneğin. Bunu yapmanın hiç de sandığınız kadar kolay olmayacağı konusunda uyarıyor: “Yakından bakmaya çalıştıkça uzağa kaçacaklarını” söylüyor. Kalakalacağınızı bile bile, “Burnu nasıldı?” diye soruveriyor. Kahramanların fiziksel özelliklerinden ziyade, davranışları ve karakterlerini betimleme eğiliminde olduğumuzu gösteriyor. Neden? Yazarı tarafından yeterince ayrıntılı tarif edilmediklerinden mi? Eylemleri hayal etmenin daha kolay olmasından mı? Görüntüler anlamın gölgesinde kaldığından mı? Ama zihinsel içeriğimizin bir bölümü resimlere dayalı gibi görünüyor. Ya anlamlar, onlar görülebilir şeyler mi?..
Peki sizce aynı kitabı okuyan bütün zihinlerde, aynı kahraman mı dolaşıyor? Yazarın anlatımları ne kadar belirliyor zihnimizde biçimleneni? Yazarın anlattığı ile zihnimizde canlanan, aynı ağaç mı? Nehir, aynı nehir mi? Mendelsund’un dönüp dolaşıp geldiği sorulardan biri bu: Yazarın yazarken zihninde gördüğüyle, bizim okurken zihnimizde gördüğümüz ne kadar örtüşüyor?
Yazarların ustalaşırken erdiği bir sırra, Mendelsund da okumanın zihnimizde yol açtığı görsel deneyimi irdeleyerek ulaşıyor: Her okuma bir tercümedir! Okuduklarımızı kendimize tercüme ederiz. Sözcükler belleğimizdeki bağlamlarıyla hayat bulur zihnimizde. “Bir kurmacadaki olayları ve dekorları zihinde canlandırmak bizi farkında olmadan geçmişimize bakmaya yöneltir.” Yazarın betimlediği ağaç zihnimizde canlanırken bizde yer etmiş bütün ağaç görüntülerini çağırır. Bir vakitler gövdesine yaslanıp hayaller kurduğumuz, üzerine tırmanıp meyve aradığımız, dallarından inen salıncakta sallandığımız, hışırdayan yapraklarıyla huzur bulduğumuz, belleğimizdeki bütün ağaçlarımızdan izler taşır. Her okuma bir performanstır bu bağlamda; yazarın yönlendirmeleriyle yaratılan, okurun “kişisel” gösterisi.
Peki hayal gücümüz belleğimizden besleniyor ve belleğimizle iç içe gelişiyorsa; hayal gücü belleğin kendisidir diyebilir miyiz? Mendelsund nörobilimin alanına giren böylesi sorular soruyor ve çıkarımlar yapıyor yer yer. Rüya, halüsinasyon, gerçeğe uygun algı ve okurkenki hayal gücü yaşantılarını, faillik, canlılık, özbilinç ve zihinden bağımsız nesneler üzerindeki etki açısından grafikleştirerek karşılaştırmaya girişiyor. Elbette bunları değerlendirmek nörobilimcilere düşer, ama bu sorular ve saptamaların bilimsel merakı durmadan dürttüğünü söyleyebilirim.
Örneğin şu: “… fırfırlı deniz yosunlarından tuz ve ot kokusu yükselirken…”
Bu cümleyi okuduğunuzda, tuz ve ot kokusunu alabiliyor musunuz? Ben bu cümleyi okurken, bir şeyler duyumsadığımı sanıyorum. Ama ne? Mendelsund’un sorduğu gibi, kokuları hayal edebilir miyiz? Daha genelde, duyularımızı hayalimizde canlandırabilir miyiz, düşünsel yolla yaşayabilir miyiz? Acı çektiğimizi hayal ettiğimizde, acıyı hisseder miyiz?
Mendelsund da benzeri sorgulamalardan geçtikten sonra bir sinirbilimcinin görüşünü aktarıyor: “… Kendimi zorlayıp deneyimin küçük bir parçasını neredeyse düşünsel bir yolla –duyusal olarak değil- yaşayabilirim… Bu neden böyle? Sanırım kokunun… daha ilkel, somatik bir doğası var: Şiddetli acı ve kaşıntıyı da zihninizde canlandırıp yoğun bir şekilde hissedemezsiniz. Bunun nedeni muhtemelen kokunun ilkel bir uyaran olması; … bazı açılardan daha ilkel duyular hayatta kalmak için daha önemlidir. Beden durduk yere, ortada öyle bir şey yokken tehlike, yiyecek veya tanıdık birinin kokusunu alma deneyimini yaratmanızı istemez- o doğrultuda harekete geçmenin bir bedeli vardır ve yanlış alarmlar sorun çıkarabilir.”
Yanıt zihin açıcı da olsa, kapsamı dışında bıraktıkları var: “Yosunların tuz ve ot kokusunu” okuduğumda, zihnimde koku canlanırken yaşadığım tam olarak nedir? O kokuyu duymak değil… Peki o kokuyu anımsamak mı, düşünmek mi? Yoksa anımsamak ve düşünmek, zihin pratiği açısından aynı şeyler mi?
Mendelsund’un zihinlerimizi mercek altına almamıza yol açacak daha pek çok sorusu var. Bir iki tanesi daha:
– Resim çizme egzersizi gibi hayal etme egzersizi yapabilir misiniz?
– Okurken karakterlerin sesini duyar mısınız? Onları seslendiren kendi sesiniz midir?
– Okurken zihninizde beliren sahneleri nereden görürsünüz? Gözleriniz kamera olsa, sahnenin neresinde durur? Anlatıcının gözünde mi? Yoksa yanında ya da üstünde mi Yoksa, esnek bir biçimde her yeri dolaşır mı?
Bu yamanlığı yalınlığıyla örtülü, bir ucu nörobilime açılan soruların kimisi kitapta yanıt buluyor; kimisi ise okurların zihinlerine atılmış merak tohumlarına dönüşüyor. Ama endişelenmeyin, Mendelsund kitabın yola çıkış sorusu olan Okurken ne görürüz?’ü ortada bırakmış değil; adım adım yanıtına doğru yaklaştırıyor. Final bölümünün başlığını söyleyerek, son merak tohumunu da atalım: “Bulanık”.
– Okurken Ne Görürüz? – Resimli Bir Fenomenoloji -, Peter Mendelsund, 2014, Çev. Özde Duygu Gürkan, Metis Kitap, 2015, 437 s.