Ana Sayfa 147. Sayı Kitapçı Rafı – 147

Kitapçı Rafı – 147

299

Isaac Newton

– James Gleick, 2003, İng. Çev. Mehmet Doğan, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2016, 247 s.

Isaac Newton karanlığın, cahilliğin, büyünün hâkim olduğu bir dünyada doğmuştu. Olağandışı iffetli ve takıntılı bir yaşam sürdü. Ana-babadan, sevgiliden, dosttan mahrumdu. Yoluna çıkan büyük insanlarla sert tartışmalara girdi. En az bir kere deliliğin kıyısına geldi. Çalışmalarını gizli tuttu; tüm bunlara rağmen insanlığın elindeki bilginin ana çekirdeğine katkı yolunda yaptığı keşifler, kendisinden öncekilerin ve sonrakilerin keşiflerini aştı. Modern dünyanın baş mimarıydı. Işığın ve devinimin kadim felsefe bulmacalarını çözdü. Yerçekimini keşfetti. Gökcisimlerinin seyrinin nasıl tahmin edileceğini gösterdi; böylece evrendeki yerimizi belirlemiş oldu. Bilgiyi, somut ve uygulamaya dönük bir mesele haline getirdi; onu nicel ve kesin kıldı. Birtakım ilkeler ortaya koydu. Bunlara Newton yasaları diyoruz. Bilim tarihçisi James Gleick bu kitapta Newton’un yaşamöyküsünü ve onun bilim tarihi içindeki yerini anlatıyor.

Das Yönetim

– Devlet, İktidar ve Bürokrasinin Marksist Analizi, Kurthan Fişek, NotaBene Yayınları, 2016, 480 s.

Das Yönetim, yönetime dair egemen akademik yazına karşı çıkan, kapitalist ve sosyalist üretim tarzlarına has devlet biçimlerine, kimi toplumsal kurumlara ve onları konu edinen kuramsal çalışmalara, gündelik yönetim ve siyaset pratiklerine dair çalışmalardan oluşuyor. Kurthan Fişek, bu çalışmalarında yazını eleştirmekle kalmayıp, tarihsiz, toplumsuz ve sınıfsız bir yönetim ve devlet anlayışını reddederek, yönetimin tarihsel maddeci yöntemle nasıl çözümlenebileceğini gösteriyor.

Kurthan Fişek, belki de bu yönüyle neredeyse tüm kamu yönetimi yazınını elinin tersiyle iterek yönetimi tarihsel maddeci yöntemle yeniden ele almaya niyetlenmiş Türkiye’deki ilk kişi. Das Yönetim ise devlet, bürokrasi, yönetim olgusu ve yazını ile Türkiye kamu yönetimini Marksist perspektiften ele alan, eleştiren ve yeniden inşa etmeyi hedefleyen eski ama eskimemiş yazılardan oluşan bir derleme.

Kentin Mutenalaştırılması

– Der. Neil Smith, Peter Williams, 1986, İng. Çev. Melike Uzun, Yordam Kitap, 2016, 320 s.

Mutenalaştırma kavramının ilk kez kullanılmasından bu yana 50 yılı aşkın bir süre geçti. Kentin Mutenalaştırılması ise ilk kez günümüzden yaklaşık 30 yıl önce, 1986 yılında yayınlandı. Dönemin ana akım tartışmalarına alternatif pencereler açmak amacıyla oluşturulan bu çalışma, bugün kent yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelmiş olan bu olguyu anlamak için önemli bir başvuru kaynağı olma özelliğini koruyor. Okuru, mutenalaştırma ile sınıflar, toplumsal eşitsizlik, toplumsal direnç ve kent hakkı arasındaki ilişkiyi düşünmeye davet ediyor. Konunun uzmanı 13 yazarın makalelerinden oluşan bu çalışma, başta ABD olmak üzere dünyanın farklı ülkelerinden örneklerle, kent peyzajının hem görünen cephesine hem de görünenin ötesine, bir parçası olduğu ekonomik ve siyasal süreçlere ışık tutuyor.

Yaşamın Kökeni

– Peter M. Hoffmann, 2012, İng. Çev. Mehmet Ali Döke, Say Yayınları, 2016, 352 s.

Yaşamın gizemi henüz tam olarak çözülmemiş olsa da, bilim bize canlıların cansız moleküllerden oluşan karmaşık yapılardan ibaret olduğunu söylüyor. Eğer bu görüş doğruysa, hücrelerin ve organizmaların belli bir amacı varmış gibi görünen hareketi nereden kaynaklanıyor? Fizikçi Peter M. Hoffmann bu ezeli sorunun yanıtını nano-ölçekte bulduğunu ileri sürüyor. Canlı organizmaların düzenli işleyişinin ardında bir “moleküler fırtına” esiyor. Hoffmann’a göre yaşam, atomların gelişigüzel hareketlerini düzenleyen moleküler makinelerin eseri. Küçücük elektrik motorları elektriksel gerilimi harekete dönüştürüyor, nano-fabrikalar başka moleküler makineler imal ediyor ve bu makineler de DNA ipliklerini buruyor, açıyor ve paketliyor. Tüm canlılar etkileşim halindeki bu nano-ölçekli makinelerden oluşuyor. Hoffmann kendi nano-teknoloji araştırmalarına dayanarak atomların karmaşık dünyasından yaşamın nasıl doğduğunu ortaya koyuyor.

Sosyoloji Meseleleri

– Pierre Bourdieu, 1981, Fr. Çev. Filiz Öztürk, Büşra Uçar, Mustafa Gültekin, Aslı Sümer,  Heretik Yayınları, 2016, 303 s. 

“Sosyoloji Meseleleri”, çeşitli yerlerde yöneltilmiş sorulara sözlü yanıtlarından ve konunun uzmanı olmayan kişilere hitaben yapılmış konuşmalarından Bourdieu’nun kendisi tarafından derlenerek hazırlanmış bir kaynak eser; muhtelif meselelere ilişkin olarak çeşitli yerlerde yaptığı sözlü ve yazılı müdahalelerin zengin bir derlemesi. Bourdieu burada, spordan modaya, oradan da beğeni, müzik veya dil meselelerine kadar, birbiriyle ilk bakışta bağlantısız gibi görünen sorunsallar çerçevesinde, sermaye, alan veya habitus gibi temel kavramlarının kısa ve öz bir açıklamasını sunuyor, bunların nasıl işe koşulabileceğini ve ne derece güçlü analitik araçlar olabileceklerini göstermeye çalışıyor. Bunun yanı sıra, kamuoyu veya grev gibi meseleler üzerinden siyasal eylemi tartışmaktan ve siyaset-kültür ilişkisi üzerine ezber bozucu bir okuma yapmaktan da geri kalmıyor. Sonunda da eleştirel ve düşünümsel projeksiyonunu bizzat entelektüellere çeviriyor ve buradan hareketle gerek bir disiplin olarak sosyolojiyi gerekse bu disiplinin pratisyenleri olarak sosyologları mercek altına yatırıyor.

İklim Değişikliği Konusunda Neden Anlaşamıyoruz?

– Mike Hulme, 2009, İng. Çev. Merve Özenç, Alfa Yayınları, 2016, 392 s.   

Mike Hulme iklim değişikliğinin ayrıntılı incelemesini yaptıktan sonra, konunun ekonomik, psikolojik ve sosyolojik boyutlarını ele alarak, bu olgunun atmosfer, özellikle de karbondioksit gazının metalaştırılması için meşrulaştırma aracı olarak kullanıldığının altını çiziyor. Atmosferin, küresel ısınma gerekçesiyle özel mülke çevrilerek, metaya fiyat biçen ve onu denetleyen piyasaya tahsis edildiğini ya da satıldığını vurguluyor.

Çağdaş Sanat Müzeleri

– Pedro Lorente, 2011, İng. Çev. Şeyda Öztürk, Koç Üniversitesi Yayınları, 2016, 346 s.

Turizmi canlandırma, hizmet sektörünü hareketlendirme, kentlerin kenar mahallelerini ıslah etme ve düşüşe geçmiş kentleri ayağa kaldırma gibi etkileri olan çağdaş sanat müzeleri pek çok ülkede desteklenen kurumlar. Zaragoza Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde görev yapan J. Pedro Lorente’nin çağdaş sanat müzesi modelleri olarak nitelediği Paris’teki Musée des Artistes Vivant ve New York’taki Museum of Modern Art, 19. ve 20. yüzyıllarda sanatsal paradigmaları belirleyen kurumlar. Buralarda şekillenen sanatsal beğeni eğilimleri bazı ülkelerde taklit edilip bazılarında bütünüyle reddedilse de, müzecilik kriterlerine dönüştükleri kesin. Çağdaş Sanat Müzeleri kitabında bu kurumların tarihini iki dönem olarak ele alan J. Pedro Lorente, çeşitli yaklaşımları sunup terminoloji konusundaki soruları cevaplayarak, çağdaş sanat müzesi kavramının zaman içinde geçirdiği değişimi tarihsel-coğrafi bir perspektife yerleştiriyor ve günümüzde kültür politikalarının nasıl belirlendiğini ortaya koyuyor.

Var Olma Eğilimi

– Emil Michel Cioran, 1956, Fr. Çev. Kenan Sarıalioğlu, Metis Kitap, 2016, 196 s.

Emil Cioran bu kitabı oluşturan on bir bölümde ölüm gerçekliğini inkâr etmeden var olma eğilimi, “soluğu kesilmiş bir uygarlık” olarak Batı, sürgün, yazgı, roman ve başka konularda kendine özgü keskin gözlemlerini kendine has üslubuyla bir araya getiriyor. Hayat için öldürücü, özü itibarıyla tahrip edici olan bir bilgi vardır. Bu kitaptaki metinler işte bu bilgiden yola çıkıyor ama aynı zamanda ondan kopuyor; kendilerini bir dizi şaşkınlık ifadesi, bir kasılmanın anlatımı olarak sunuyorlar. “Olmak” ile “bilmek” arasında kalan yazar sonunda olmayı seçiyorsa, kendisine karşı, kendi kesinliklerine karşı düşünmeye idmanlı olduğu için seçiyor: Kasılmayı bu defa kendi içine, ta en derinine yerleştiriyor. Yazara göre: “İkide bir ‘mutlak’ı karşımıza diktiğinizde, kendinize çok derinmiş gibi, ulaşılmaz bir hava veriyorsunuz, sanki uzak bir dünyada, bir ışıkla size ait karanlıklarla uğraşıyor gibisiniz. Sizin dışınızda hiç kimsenin yaklaşamayacağı bir krallığın majestelerisiniz. Biz ölümlülere, orada yaptığınız büyük keşiflerden birkaç parça, araştırmalarınızdan kırıntılar gösterirsiniz. Ama bütün çabalarınız; okumalarınızın, bilgiç züppeliğinizin, kitabi hiçliğinizin ve ödünç tasalarınızın ürünü olan bu zavallı ‘mutlak’ sözcüğünü terk etmekle sonuçlanır.”

Kızıl Rosa

– Rosa Luxemburg’un Resimli Yaşamöyküsü, Kate Evans, 2015, İng. Çev. Devrim Kılıçer, Epos Yayınları, 2016, 220 s.

Rosa Luxemburg politik solun ve devrimci sosyalist düşünce evreninin önde gelen eyleyicilerinden biridir. Rosa bir düşünürden daha fazlasıydı, çünkü tarih ve burjuvazi karşısında devrimci bir ayıraçla konumlandırdı kendini. Kadınların muhalif dünyadaki kararlılıkları ve mücadeleleri bizzat onun sesinden işitildi. Mücadeleci, açık sözlü, uzlaşmaz, yetenekli, üretkendir. Mahkemelerde yargılanan değil, yargılayandır. Birçok devrimci gibi kaç kere tutuklandıysa da hapishaneler Trotsky’nin deyimiyle “ödünsüz devrimci”liğini engelleyememiştir. Yeni bir dünya kurma coşkusunu hiç yitirmeyen coşkulu bir kadındır Rosa. Görev insanıdır. Rosa, O bütün dünya solunun ve devrimcilerinin yoldaşı, aşkı olarak kalacak ve elbette bütün dünya devrimcilerinin ortak hafızasını temsil edecek daima. 1919’da devlet görevlileri tarafından katledilişinden sonra Rosa, varlığından hiçbir şey kaybetmedi: Devlet ve zenginler, savaş çığırtkanları ve milliyetçiler, din, güç ve ırk düşkünleri, cinsiyet yücelticiler ona hâlâ düşman ve onun fikirlerini hâlâ tehdit olarak görüyorlar. Devrimciler ve ezilenler onunla hâlâ aynı fikirdeler, onun fikirleri hâlâ dünya devrimcilerinin gökkuşağı. Onun fikirleri ve hayatı, dünya devrimcileri için hâlâ mücadeleci bir ekosistem koruması yaratıyor–o ekosistemde huzur veren koruyucu bir meşe ağacı. Devrimciler için Rosa hâlâ “yükseklerde uçan” mücadeleci “bir kartal” (Lenin). Rosa’nın fikirleri ve etkileyici olduğu kadar ilham verici olan yaşam öyküsü, Kate Evans’ın çizgileri ve anlatısı sayesinde okurun dünyasına açılıyor.

Doğu Asya

– Alternatif Bir Gezi Rehberi, Okan Okumuş, Kolektif Kitap, 2016, 352 s.  

Bilindik gezi kavramını bir adım öteye taşıyarak gittiği her yerde yabancı değil misafir olmak isteyen bir gezginden, alışılmışın dışında bir gezi rehberi. Uzak diyarları yakına getiren gezgin Okan Okumuş, sırt çantasında taşıdığı anılarıyla Latin Amerika’dan sonra bu kez Doğu Asya’ya götürüyor okurlarını. Japonya’nın modern sokaklarında yürüyüp Vietnam’ın konuksever sofralarına konuk oluyor, Kamboçya’nın tapınaklarından geçerek Tayland’ın yüzen pazarlarına ve Laos’un huzurlu dağ köylerine varıyor. Myanmar’da beklenmedik düğünlerden Çin’in antik kentlerine; efsanevi Trans Sibirya tren yolculuğuyla Moğolistan steplerinden geçerek Sibirya’ya uzanan yolculuğunu anlatıyor. Sınırları Kaldırdım serisinin ikinci kitabı Doğu Asya – Alternatif bir Gezi Rehberi, yeni bir maceraya atılırken gerekli her türlü teknik bilginin yanında, alternatif rotalar, gizli lezzetler, kültür, tarih ve en önemlisi insanlara dair kesitlerle dolu zengin bir Doğu Asya sergisi sunuyor.

Her Şeyin Başlangıcı: Şeytanın Düşüşü ve Kötünün Doğuşu

– Peter Andre Alt, 2010, Alm. Çev. Sabir Yücesoy, Sel Yayıncılık, 2016, 102 s.

Romantik dönemden bu yana kötü kavramı, edebiyatın anlatmaktan her zaman keyif aldığı, cazibesini hiç yitirmeyen bir konu olmuş ve edebiyat metinleri şeytanlardan vampirlere, hayaletlerden zombilere, hatta satanistlere ve cin çarpmışlara kadar kötülüğün tezahür ettiği çeşitli biçimlerle dolup taşmıştır. İşlenen suçlar, yıkılan tabular, sefahat âlemleri, şeytana tapma ayinleri, şiddet eylemleri, kutsal değerlere hakaret gibi konular metinlerde sürekli tekrarlanmıştır. Peter-André Alt, yedi cilt halinde yayınlanacak kapsamlı çalışmasının Her Şeyin Başlangıcı: Şeytanın Düşüşü ve Kötünün Doğuşu isimli ilk kitabında kötünün mitolojideki ve yaratılış efsanesindeki kökenlerine dönüyor. Şeytan’ın düşüşü, insanın cennetten kovuluşu, kötünün açıklanışında eksiklik modeli (Plotinos ve Augustinus ekseninde) konularının ele alındığı bu kitapta Kierkegaard ve Schelling’in yaklaşımları üzerinden başlangıcın felsefesi ve estetiğine odaklanılıyor.

Taş Kağıt Makas

– William Poundstone, 2014, İng. Çev. Zeynep Yeşiltuna, Domingo Yayınevi, 2016, 328 s. 

William Poundstone önce can alıcı –hatta bazen can yakıcı– örneklerle tahmin edilebilirliğimizin hayatımıza ne gibi etkileri olduğunu gösteriyor, ardından bunun getirdiği dezavantajları avantaja çevirmek için makul ve uygulanabilir öneriler getiriyor. Günlük hayatta temas ettiğimiz insanların hangi bariz düşünce kalıplarıyla karar verdiğini bilmenin ya da hep daha fazlasını tükettirmek için yeni yollar arayan şirketlerin bize hangi zaaflarımız üstünden yüklendiklerini görmenin, yatırım tercihlerimizden paket üyeliğimiz için pazarlık yapmaya, şans oyunlarından kaleciyi ters köşeye yatırmaya kadar pek çok alanda nasıl fayda sağlayabileceğini gösteriyor.

Taş Kağıt Makas, zihin okumanın henüz mümkün olmadığı bir dünyada ona en yakın şeyi sunuyor: Bizi tahmin edilebilirliğimizle tanıştırıyor.

Bir Zihin Yaratmak 

– İnsan Düşüncesinin Esrarı, Ray Kurzweil, 2012, İng. Çev. Dilara Gostolupçe, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2015, 282 s. 

Yapay zekâ, yirminci yüzyılın ikinci yarısından beri bilim insanları, akademisyenler ve teknoloji üreticilerinin yanı sıra farklı ilgi alanlarına sahip birçok insanın alakadar olduğu bir alandır. Günümüz fütüristlerinden Ray Kurzweil, bizleri bu noktaya getiren önemli kişiler ve keşiflerden yola çıkarak yapay zekâ alanının geleceğine dair tahminler yürütüyor. Bu süreçte, bilgisayar-zihin modelini benimseyerek, yapay zekâyı meydana getiren kriterleri, insan beyni ve zihni model alınarak sürdürülen çalışmaları aktarıyor ve yapay bir zihin oluşturarak bir anda sayısız bilgiye hızlı erişim sağlamanın yollarını arıyor. Bir zihin yaratarak, beynimizin biyolojik sınırlarını aşmaya çalışan Kurzweil’ın önerileri bugün için şaşırtıcı görünse de gelecekteki günlük yaşamımıza dair bilim kurgu filmlerini aratmayacak portreler çiziyor.

Önceki İçerikKemal Tahir’in bilime sığmayan sanatı
Sonraki İçerikDarwin devrimi – 2: Evrimsel genetiğin kurucu babaları