Ana Sayfa 148. Sayı Kötünün Estetiği: İçimizdeki ve dışımızdaki şeytanların tarihi üzerine bir inceleme

Kötünün Estetiği: İçimizdeki ve dışımızdaki şeytanların tarihi üzerine bir inceleme

646

Geçenlerde 20. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Jonathan Littell’in kitabından tiyatroya aktarılan Merhametliler adlı oyun, Nazilerin hizmetindeki sıradan bir SS subayı olan Max Aue’nin şu sözleriyle başladı: “Kimsenin ailenizi öldürmediği, sizin de kimseyi öldürmek zorunda kalmadığınız bir çağda yaşadığınız için çok şanslısınız. Nazilerin sadistlerden oluştuklarını söylemek bir klişe. Gerçek tehlike bizim ve sizin gibi insanlar.”

Bu sözler, kötülük sorunsalının kavranışı bakımından düşündürücüydü. Zira bu kez bizi iktidarın apaçık kötücül yüzüne bakmaya değil, hizmetindeki insanların bilinçlerine yerleşen, onları katliamı bile meşrulaştırmaya sürükleyen kötülüğün örtük karakteri ve sıradanlaşması üzerinde düşünmeye davet ediyordu. Bu açıdan bakıldığında kötülük her daim tecrübe ettiğimiz gibi gündelik yaşam pratiklerindeki tezahür biçimleri açısından geniş bir yelpazeye sahip. Dolayısıyla 21. yy.da kötülük üzerine düşünmek, bizi ister istemez etik, metafizik, estetik, tarih, siyaset ve biyopolitikanın kesiştiği, içinden çıkılması zor bir noktaya götürüyor.  Belki tam da bu nedenle Avrupa kültür tarihindeki iyi, güzel ve doğru üzerine sayısız incelemenin yanında bunların kapsayıcı negatifi olan kötülük üzerine yapılan çeşitli sorgulamalar, Arendt’in 1945’te “Kötülük sorunu Avrupa’da savaş sonrası entelektüel yaşamın temel meselesi olacak” cümlesini haklı çıkarır nitelikte diyebiliriz. Hepimizin Aue’nin söylediği kadar şanslı olamadığını da göz önünde bulundurursak, kötülüğün toplumsal, felsefi ve yazınsal boyutlarını anlama denemesine soyunan çalışmalar belki de insanlığın kötülükte başlıca başa çıkma yollarından biri, bu açıdan da özel bir değer ve öneme sahip.

Alman edebiyat ve kültür tarihi uzmanı Peter-André Alt da modern Avrupa tarihinin karanlık yüzünün izini sürdüğü Kötünün Estetiği dizisinde Kutsal Kitap’taki mitolojik başlangıcından yakın tarihimize kadar kötülük sorunsalını bu kez edebiyat perspektifinden ele alarak tartışıyor. Yedi kitaptan oluşan ve Sel Yayınları tarafından hazırlanan bu dizinin ilk kitabı Her Şeyin Başlangıcı: Şeytanın Düşüşü; ikinci kitap ise Aydınlanma ve Psikoloji: Şeytanın Yeni Marifetleri başlıklarını taşıyor.

Kitabın konusu yazınsal metinlerde karşımıza çıkan kötücül zihniyetler veya edimler olmakla birlikte, amacının bunlar üzerine ahlaki bir sorgulama olmadığının altını çizen Alt, kötülüğü özerk estetik bir deneyim olarak ele aldığını belirtiyor. Edebiyat ile kötülüğün akrabalık derecesini metinler üzerinden araştırırken, anlatısal temsillerde günah, erdemsizlik, kural tanımazlık, ruhun baştan çıkması, sınırların ihlal edilmesi vb. gibi iyinin negatifi olarak karşımıza çıkan biçimleri araştırmasının odak noktası olarak alıyor ve aslında kötülüğün tezahür biçimleri arasında süreklilikleri saptamayı hedefliyor.

Her Şeyin Başlangıcı: Şeytanın Düşüşü

Dizinin ilk kitabında Alt, “kötünün estetiği” bağlamında bir bakıma bir ön evre olarak tanımladığı Lucifer’in düşüş öyküsü ve “İlk Günah” mitosuyla bizi kötülüğün arkaik ve arketipik dünyasını gözlemlemeye davet ediyor. Düşüşün ardından iyi ve kötü ayrımıyla birlikte cennet ve cehennem, “birlik halindeki geçmiş ile ikilik halindeki şimdi” (s. 37) arasında gerçekleşen zamansal ve topografik yarılma, özdeşlik ve ayrım fikrinde temellenen düalitenin başlangıcına dair bir açıklama olması açısından önem taşıyor.

Ardından Paul Ricoeur’den hareketle kötülüğün kökenine ilişkin iki farklı tipolojiye işaret ediyor: Sümer ve Babil kültürüne ait mitlerde olduğu gibi iyi ve kötü yaradılış öncesinde eşzamanlı olarak mevcut muydu, yoksa İlk Günah mitinde olduğu gibi sonradan mı ortaya çıkmıştı? Alt bu iki farklı tipolojiyi kötünün oluş kipini eksiklik ilkesiyle tanımlayan Plotinos ve Augustinus’tan hareketle tartışıyor.

“İnsanın kötüye yönelik zihinsel ve ruhsal yatkınlığı” (s. 70) üzerine düşünen Kierkegaard ile birlikte kötülük sorunsalına dair üst söylem bu kez psikolojik bir boyut kazanıyor. Alt’a göre Kierkegaard’ın bu yaklaşımı, Schelling’in bilinç felsefesine dayanıyor.

Aydınlanma ve Psikoloji: Şeytanın Yeni Marifetleri

Dizinin ikinci kitabında ise Erken Romantizm’le birlikte bir paradigma değişimi yaşandığı belirtilerek “kötünün estetiği”nin de bu dönemde başladığı savını temellendiren örnekler ele alınıyor. Alt bu kitapta, Aydınlanma’nın etkisiyle Şeytan’ı konu alan bütün bir mitolojinin artık bir kuruntudan ibaret ve akıldışı olarak görülmeye başladığına işaret ediyor. Bunun sonucunda da Şeytan’ın edebiyatta bir hiciv konusu haline geldiğini gösteriyor. Kuyruğu ve boynuzlarından da arınan Şeytan’ın yeni ikametgahı ise böylece insanın iç dünyası oluyor. Artık insanın içindeki kötülükle özdeşleşerek soyut bir ilke haline gelen Şeytan, Goethe’nin Faust’undan Jean Paul ve E.T.A Hoffmann’a kadar pek çok yazarın eserinde kurmacanın çeşitli biçimlerine bürünerek karşımıza çıkıyor. Ardından da Freud ve Jung’un eserlerinde psikoloji ve psikanalizin başlıca konulardan biri haline geldiğini görüyoruz.

Kötülüğü bağımsız bir estetik kategori olarak inceleyen Alt, aslına bakılırsa meselenin sadece bir estetik kategoriden ibaret olmadığı fikrini benimsediğini de hissettiriyor. Nitekim “Elde edilen bulguların ahlaki yargılar alanı üzerindeki […] olası etkileri sorunsalı ancak böyle bir incelemenin ardından ele alınabilir” (s. 29) cümlesi, bu araştırmanın örtük hedefine, konunun etik boyutuna muhtemel katkılarına dair bir ipucu veriyor.

– Her Şeyin Başlangıcı: Şeytanın Düşüşü ve Kötünün Doğuşu Aydınlanma ve Psikoloji: Şeytanın Yeni Marifetleri, Peter -André Alt, Çev. Sabir Yücesoy, Sel Yayıncılık, 2016, 102 s., 134 s.

Önceki İçerikKötülüğün varlığıyla Tanrı’nın varlığı nasıl bağdaştırılabilir?
Sonraki İçerikKitapçı Rafı – 148