“Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla
düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz
siz gidin artık
düşman dağıldı dedikleri anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik düşenlerle
aynı kışlaktaymışız
incecik yas dumanı herkese ulaşıyor
sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda
tek başınayız.”
Sebeb-i Telif, İsmet Özel
“İnsana bir de düşman lazım. İnsan düşmansız yapamaz. Ama gerçek düşmanını bilmeyen insan ve toplumdan da hayır gelmez; unutmayalım.”
Tarık Buğra
Orwell’ın 1984’üne paralel pek çok hikayeyi yurt ve dünya çapında yaşıyoruz. Maalesef bize yaşatılan gerçeğin kurgusu çok daha ahmakça hazırlanmış gibi görünüyor. Ansızın dünün düşman ilan edilenlerinin aslında dost oldukları, asıl düşmanın şimdiye dek dost bilinenler olduğu açıklanabiliyor. Her şey birden bire değişiveriyor bu açıklamayla. İçeridekiler dışarıya, dışarıdakiler içeriye geçiyor. Alınan mülkler geri veriliyor, verilenler geri alınıyor. Topun, tüfeğin namlusu 180 derece dönüyor. Dünkü düşmanla birlik olup dünkü müttefiki vurmaya başlıyor.
İktidarların bu şımarıklığı ve pervasızlığı hesap vermeyecek olmanın rahatlığına yaslanıyor. Spekülasyon meraklısı aynı gazetecilerin, kerameti kendinden menkul strateji uzmanlarının aynı televizyon programlarına daha birkaç ay evvel savunduklarının tam tersi fikir ve kanaatlerle çıkıp kendilerini kurtaracaklarından, kamuoyu imalat makineleri gibi çalışacaklarından o kadar eminler ki… Nasıl olsa sözü farklı olanın sesini duyurmak için onlarla aynı kanalları kullanması, televizyonda söylenen bir yalanı ortaya çıkarması, düzeltmesi mümkün değil.
İç siyaset polisiyeleştiriliyor, dış siyaset bir strateji oyunuymuş gibi sunulmaya çalışılıyor. Toplum sürekli siyaset dışına itiliyor bir bakıma. Ağzını açıp kendi adına veya parçası olduğu toplumsal kesim adına söz almaya kalkan hemen “milli varlığa düşman cemiyetler”den birine dahil ediliveriyor. “Milletçe birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyulan şu günlerde” kendi çıkarlarını kollamakla suçlanıyor. Bunu yapmaya yeltenenin sözü değersizleştirilmiş, kendisi de itibarsızlaştırılmış oluyor zaten.
“Yukarıdakiler itişiyor; biz boşuna taraf ve telef oluyoruz” gibi bir apolitikliğe kapı aralamak niyeti aranmasın söylediklerimde. Otoriter iktidarların belirleyici özelliklerinden biridir bu: karşıtlarında “boşunalık” duygusu yaratırlar ve muhalefeti temsil konumundakilerin muhalefetten vazgeçmesini sağlamaya çalışırlar. Halbuki tam aksine, böyle her şeyin alt üst olduğu zamanlarda insanlar farklı sözleri, fikirleri dinlemeye, onlara değer vermeye de hazırdırlar genellikle.
Ne var ki bizde farklı siyaset arayışlarından, topluma, tarihe, sosyolojiye, iktisada yeni bakışlardan haberdar olmak için elinize büyüteç alıp hafiyelik yapmak zorunda kalırsınız. Alternatif düşüncenin, hakiki muhalefetin topluma ulaşma imkanları çok sınırlı.
Normal koşullarda bir toplumun fikir hayatı dergilerde takip edilebilmelidir. Bizde edilemiyor. Çoğu reklam ve sponsorluk ilişkileri arasında sıkışmış dergilerimiz bazı çıkarlara dokunacak yayınlar yapmaktan kaçınıyorlar. Bu ilişkilerin içinde olmak istemeyen bağımsızlığı konusunda hassasiyet sahibi olanlar da eğer örgütlü bir güç tarafından organik olarak olağanüstü bir gayretle desteklenmiyorsa dağıtım tekellerinin insafına kalıyorlar.
Bu koşullarda zar zor inatla varlığını sürdürmeye çalışan dergilere baksanız bazı sınırlılıklar hemen göze çarpıyor. Meselâ bu dergilerin çoğu yazarı “dergi okuru” değil. Yazdıkları dergi haricinde iki dergi daha takip etmiyorlar. Aynı suda kürek çekenlerin nereye nasıl gitmeye çalıştığından habersiz olunca bir diyalog veya tartışma ortamı oluşmuyor, fikirler de çarpışamıyor haliyle. Bu dergiler “amatör ruhla” ve el yordamıyla kotarılan, diğer dünyalara sağır yayınlar oluyorlar bir süre sonra. Bir fikir hareketinin yayın organı sayılabilecek yetkinlikte kaç dergimiz var?
Mazeret saymayıp hepsini bir kenara koyacak olursak, “müşteri her zaman haklıdır” diyemeyeceğimize, müşteriden değil, okurdan söz ettiğimize göre kabahatin büyüğü okurundur. Okumayan, tartışmayan, kıyaslamayan, aramayan, aslında olmayan okurlardadır suç. Nice dergi bir yılını tamamlayamadan kapanıp gidiyor okurlarıyla karşılaşamadığı için. Karşılaşmak istediği okurlar kapandıktan çok sonra haberdar oluyor öyle bir derginin varlığından. Bizim için var olan şeyler yitip gittiklerinde hissederiz eksikliklerini. Varlığından haberdar olmayınca bir kayıp duygusu da yaşanmıyor.
Mevcut olandan memnun değilsek, tavır almak, tavrımızı belirlerken de karşı olduğumuz her ne veya neler ise onu doğru teşhis etmek, tanımlamak zorundayız. Bunu fikirsiz, tartışmasız yapamayacağımıza göre dergisiz de yapamayız. Dergilere sahip çıkmak, onları yaşatmak, en başta da iyi birer okur olmak vazifemiz.