Ana Sayfa 151. Sayı Genç Mao’nun isyan deneyimleri

Genç Mao’nun isyan deneyimleri

971
Çinli komünist gerillalar (soldan ikinci Mao Zedung).

“Bayan Çao’nun ölümüne toplum içi faktörler yol açmıştır ve bu yüzdendir ki bu toplum çok tehlikeli bir nesnedir. Bu toplum genç kızı öldürebilmiştir, sadece onu değil, yarın Çi, Sun ya da Li adındaki kızlarımızı da öldürecek güçtedir ve kadınlarımızı kahrettiği gibi erkeklerimizi de kahredecek kadar güçlüdür. Biz hepimiz şu toplumun gizli kurbanlarıyız, bu korkunç nesneden, bize her an öldürücü bir darbe vurabilecek olan şu dehşetten sakınmalıyız.”

Sunuş

Felsefeci Yılmaz Öner’in (1928-2003) okuyacağınız yazısı, “Geleneksel Çin Felsefesi, Mao Çe-Tung ve Sosyal Karar Teorisi” başlıkla kitabından (Doyuran Matbaası, İstanbul 1974) alındı. Öner bu metinde, Çin Devriminin lideri Mao Zedung’un insan, toplum ve tarih anlayışının oluşumunun gençliğindeki izlerini örneklerden yola çıkarak irdeliyor. Türkiye toplumunun ve bu toplumda yaşayan gençlerin de benzer sorunlarla boğuştuğundan hareketle bu metni okurlarımıza sunmak istedik. Başlık ve arabaşlıklar tarafımızdan konulmuştur.

Mao Zedung’un bilinen en genç fotoğrafı (1911).

Hunan eyalet kenti Çang-şa’da yayınlanan önemli bir günlük gazete olan Ta Kung Pao’da 16 Kasım 1919 günü ilginç bir makale çıktı, genç aydınlardan biri ilk bakışta yerel önem taşır gibi görünen bir olayı ateş püskürürcesine öfkeli cümlelerle anlatıyordu. Nanyang sokağında oturan Çao Vuçi adında genç bir kız, ailesinin ve kendisine layık görülen bir kocanın eski kafalı geleneklerine uygun bir evlilik yapmaya zorlanarak çaresiz bırakılmış ve iki gün önce kendi yaşamına son vermişti. Makalenin yazarı, 26 yaşındaki genç adam aynı kentte uzun yıllar okula gitmişti ve bir süre Pekin ve Şanghay’da yaşamıştı. 4 Mayıs hareketinin (4 Mayıs 1919’da Pekin’de öğrenci gösterileriyle başlayıp grevlerle gelişen anti-emperyalist ve anti-feodal kitle hareketi) yayılan fikirlerine, politik ve sosyal birçok protesto yürüyüşlerini örgütlemiş olmanın tecrübesine dayanarak bir devrimci olmanın ünlülüğüyle dönmüştü aynı kente.

‘Bu toplum tehlikeli bir nesne’

Bu makaleyi iki hafta içinde dokuz makale daha izledi. İntihar olayının ardında herhangi bir skandal nedeni aramak şöyle dursun, yazarın Çin toplumunun içinde bulunduğu umutsuz durumu, “sosyal sistemin köhneliğini” mahkum etmek için bu olayı gerekçe olarak kullanması okuyucuları, hele makalenin altında Mao Zedung ismini görenler için hiç de şaşırtıcı olmadı. “Şunu bilelim ki” diye yazıyordu Mao, “kızın ailesi ve koca adayının ailesi bir suç işlemişlerdir ve bu suçun kaynağı toplumun içindedir”.[1]

Suçun her şeyden önce o iki ailenin üzerinde olduğunu Mao gerçi teslim ediyordu, ama aynı zamanda şuna da işaret ediyordu ki, aileler sadece toplumun gelenek ve görenekleriyle kendilerine yüklemiş olduğu şeyi yapmaktan öteye gitmemişlerdi. Kızın ölümünden toplumu da suçlu tutmak gerekiyordu ve bireysel yaşantısını biçimlendirme iradesini sezen herkes bu toplumun karşısında kendini kollamalıydı. Bu gizli tehdidi Mao sonradan şöyle kesinleştiriyordu:

“Bayan Çao’nun ölümüne toplum içi faktörler yol açmıştır ve bu yüzdendir ki bu toplum çok tehlikeli bir nesnedir. Bu toplum genç kızı öldürebilmiştir, sadece onu değil, yarın Çi, Sun ya da Li adındaki kızlarımızı da öldürecek güçtedir ve kadınlarımızı kahrettiği gibi erkeklerimizi de kahredecek kadar güçlüdür. Biz hepimiz şu toplumun gizli kurbanlarıyız, bu korkunç nesneden, bize her an öldürücü bir darbe vurabilecek olan şu dehşetten sakınmalıyız.”[2]

‘Kendini öldürmek’ üzerine…

Mao geleneksel toplum düzeninin tehlikesini ortaya dökmek, bu düzenin maskesini çıkarıp atmakla yetinmedi, işi uyarı safhasında bırakmak istemiyordu. Bayan Çao olayıyla ilgili son makalesinde, kendini öldürmenin toplum baskılarına karşı koyabilmek bakımından uygun bir araç veya çözüm olup olmadığı problemine de el attı.

Makaledeki bu sorunlarla ilgili pasajlar Mao’yu düşündüren ana problemin bu olduğunu ve okuyucuya problemin çözümünü de getirmek istediğini göstermektedir. Kendini öldürmeyi, diyordu Mao, onaylayamayız: Kendi eliyle ölümü seçmek insanın doğasına aykırıdır. Öte yanda gözü dönmüş kana susamış güçlere karşı direnmek bakımından intiharın tek çözüm yolu olduğu durumlar da vardır, böyle bir davranış yüreklice bir iştir, takdire değer, ama “savaşarak ölmek kendi canına kıymaktan daha iyidir” diyordu Mao.

Çünkü savaşın hedefi, başkaları tarafından öldürülmek değil, kendi kişiliğini eylem durumuna getirme çabasıdır. İnsan tüm uğraşılarına, çabalarına rağmen böyle bir hedefe erişmemişken böyle bir mücadelede şehit düşerse hiç kuşkusuz dünyanın en yürekli insanıdır, onun trajedisi insanların yüreğinde derin izlerini er geç bırakacaktır.

Mao Zedung (soldan dördüncü) öğrenci arkadaşlarıyla (1917).

Konfüçyüs töresinin canavarca niteliği

1919 yılı sonunda Çang-şa kentinde geçen ve ayrıntılı haber belgelerinden yoksun kalan bu küçük olay Mao Zedung’un öylesine hareketli yaşamı içinde elbette pek hafif kalmaktadır. Bu olayla ilgili makalelerinin onun “Seçme Yazıları” (Hsüan-çi’nin resmi baskıları) içine bile alınmadığını görüyoruz, bu makalelerin sonraları geniş çevrelerde tanınması hagiografik bir hayranlıktan ve bilimsel bir Akribi’den ileri gelmektedir. Buna rağmen Mao’nun kişiliğine ilişkin karakteristik çizgileri öylesine vurucu bir biçimde yansıtmaktadır ki, yarım yüzyıldan beri hemen hemen hiç değişikliğe uğramaması bakımından bu çizgilere biraz daha göz atmak faydalı olur.

Çin toplumundaki o kahredici yapıya Mao hiç de rastgele bir konu olarak değinmiş değildir. Mao’nun amacı daha çok, olaydan kısa bir süre önce başka bir takım genç Çin aydınlarının, özellikle Lu Hsün’ün[3] Çin toplumuna ve bu topluma damgasını vuran Konfüçyüscü teolojik kural yanlılarına karşı ileri sürdükleri suçlamalara katılmaktı. Yeni Gençlik (Hsin Çing-nien) dergisinin Mayıs 1918 nüshasında yayınlanan heyecan uyandırıcı bir kısa hikâyesinde -Bir Delinin Günlük Notları (Kuang-yen yi çi)- Lu Hsün bir deliye şunları söyletiyordu:

“Tarih denen kitaba bakıyorum da sayfalarında tarih olmaya değer hiçbir belirti göremiyorum, yalnızca insancıllık, adalet, törellik ve erdem görüyorum… Okudukça uykum kaçtı, bütün gece okumaya devam ettim, sonunda satırlar arasında şu sözleri ayırt edebiliyordum: ‘İnsanlar birbirlerini yiyorlardı”.[4]

Lu Hsün’ün Günlük Notlar’da ileri sürdüğü suçlamaların özü, iki bin yıldan beri Çin toplumunu eğitip yoğurmuş olan Konfüçyüscü teolojinin bir yamyamlık çizgisinde olduğuydu. Bu teolojinin törel gerekleri insanları o duruma sokuyordu ki bu gereklere uyanlar öldürücü canavarlara dönüşüyor, kendi çocuklarını bile boğmaktan çekinmeyen acayip yaratıklar haline geliyorlardı. Lu Hsün ve arkadaşları, bu iddialarını Konfüçyüs klasiklerinden ve tarih belgelerinden aldıkları somut örneklerle kolayca kanıtlıyorlardı. Bu belgelerde çocukların ana-babalarını sivrisineklerin saldırısından korumak zorunluluğuyla kendilerini bu hayvancıklara bile bile ısırttıkları, evdeki yaşlıların geçimini sağlamak amacıyla fakir ailelerin kendi çocuklarını her an öldürmeye hazır oldukları yazılıydı. Hatta hiç çocuk eti tatmadığından yakınan feodal beyin buyruğuyla aşçının kendi çocuklarını da pişirmeye kalktığı anlatılıyordu bu belgelerde ve üstelik kuşatılan kentin komutanı binlerce kadın ve çocuğu öldürüp yedirebiliyordu askerlerine salt kendileri sağ kalsın diye ve komutan böylece bağlılığını göstermiş oluyordu efendisine, ağasına ve beyine karşı. Genç aydınlar bu yamyamca sapıklıkların genelleştirilemeyeceğini pekâlâ biliyorlardı, ama böyle olayların yine de birer gerçek olması, üstelik paradigmatik bir davranış tarzı olarak açıktan açığa övülüp yaygınlaştırılmak istenmesi pek çok şeyleri belgelemeye, halkı Konfüçyüs töresinin canavarca niteliğine inandırmaya yetiyordu.

Mao Zedung ve Yang Kaihui 1920 kışında Hunan’da evlenmişlerdi.

Köhnemiş aile sistemi

Oysa Konfüçyüs töresinin can alıcı noktası, daha doğrusu “geleneksel Çin toplumunun ideolojik temeli”[5] bundan böyle çocukları sevmek (hsiao) erdemiydi, Konfüçyüscülüğün klasik metinlerinden biri olan Töre Kitabı’nda (Li-çi)[6] bu erdem “tüm insancı eğitimin temeli” olarak, “dünyanın amacı, asıl anlamı” olarak gösteriliyordu. Bu törelere bakılırsa çocukların ana-babanın, özellikle babanın isteklerine hiç ses çıkarmadan boyun eğmesi gerekiyordu, davranışlarını baba ölünceye kadar ona uydurmak zorundaydılar, hatta baba öldükten sonra da o neyi seviyorsa onu sevmeli, neye saygı duyuyorsa ona saygı duymalıydılar. Bunlar erdem sayılıyordu, bu erdemlere uyma zorunluluğu, ataerkil kökenlere dayanan Hükümdar ve Uyruk arası ilişkilere de yaygınlaştırılıyordu, bir bakıma böylece aile ve toplum geleneğinde oturaklı bir kararlılık sağlanmış oluyordu.

Öte yanda yetişmekte olan çocuklar böylesine bir kararlılığın bedelini geçirdikleri çok ağır iç bunalımlarla ödüyorlardı, çocuklar kendi kişiliklerini geliştirme, kendi yollarını kendileri çizme olanaklarına kavuşamıyorlardı. Az bile olsa yine de var olabilecek gelişme olanaklarını engelleyen ve çocuklarını Töre Kitabı’nın katı kurallarına uymaya zorlayan anlayış yoksunu ana-babalar yüzünden uğranan bu kişilik engellenmesinin bedeli çok yüksekti ve Hu Şi’nin ifade ettiği üzere, “gerek zihinsel gerek bedensel işkenceye yol açan gaddarca baskılardan” başka bir şey değildi.[7]

Çin’de köhnemiş aile sistemine ve bu sistemin özünde yatan teolojik kurallara karşı direnmeye yol açan fikirlerin başında gelen fikirler Batının o bireycilik ve temel insan haklarıyla ilgili düşünceleri değildi. Ama böyle bir uyanışın 20. yüzyılın ilk yirmi yılı içinde gelişmesine ve kamuoyu içinde dallanıp budaklanmasına elbette önemli ölçüde yardımcı olmuşlardı. Devletin içten ve dıştan çöküşü Konfüçyüs teolojisinin inandırıcı yüzünü zayıflattığı sürece yararlı ve etkili oluyordu bu direnişler, üstelik geleneksel kurumların yetkisini yıkmaya başlıyordu. Konfüçyüscülüğün kalıplarıyla işleyen kamuoyu baskısı kişilik bakımından zayıf kimseleri hâlâ ölüme sürükleyebilecek kadar büyüktü, ama bu baskı öğrencilerin aralarında oluşturmaya başladıkları karşı cepheyi saf dışı bırakacak, sindirecek güçte de değildi.

‘Baba’ya isyan

Ne yazık ki, Mao’nun 1937 yılında Edgar Snow’a vermiş olduğu otobiyografik röportajın bilimsel psikolojik açıdan bir araştırılması hâlâ yapılmamıştır. Ama böyle bir analiz yapılmadan da diyebiliriz ki Mao’nun gençliğindeki aile tecrübesi, özellikle babasıyla arasındaki sürekli uzlaşmazlık, onun kişiliğinin biçimlenmesi açısından büyük önem taşır. Bayan Çao olayına dokuz makalelik yazı serisiyle yaptığı çağrı sadece onun bu aile tecrübelerinden etkilenmiş olmasıyla açıklanamaz. Onun bir dünya yaratmaktan yana, “birinin ana baba evinden kaçıp başka yere sığınmasının onursuz bir iş değil, tersine onurlu bir iş olarak karşılandığı” bir dünyayı gerçekleştirmekten yana olduğunu gösteren işaretler Mao’nun salt aile içi yaşantısından doğmuş olamaz.

Gerçekte de Mao çocukken birkaç kez evden kaçmıştır. İlk defasında zorba ruhlu hocasını protesto etmek amacıyla kaçtığında on yaşındaydı, sonra on üç yaşındayken babasının aşağılayıcı sözlerine öfkelenip gitmişti, başka bir sefer yine babasının onu kendinden altı yaş büyük bir kızla evlendirmek isteyişini protesto etmek[8] için kaçmıştı evinden, bir kaç yıl sonra da babasının öğrenimini yeterli bulup son vermek istemesinden kopmuştu kıyamet.[9]

Mao’nun ev çevresindeki bu patlamaları gerçi Çin aile sisteminin genel yapısıyla ilişkili değildir, babasının özel eğitim yöntemleriyle de doğrudan doğruya bir yakınlığı yoktur. Genç Mao’nun bu başkaldırmaları ancak başkaca biyografik ayrıntılarla birlikte şunu gösteriyor ki, babasıyla arasındaki uzlaşmazlık, onu birkaç yıla kalmadan geleneksel toplum düzenini eleştirmeye iten ve kişisel karar verebilme özgürlüğünün başlıca savunucularından biri olmaya götüren nedenlerin başında gelmektedir. Mao’nun ilk gençlik yaşantıları içinde sadece onu geleneksel toplum sistemiyle uzlaşmazlığa iten öğeler değil, onun kısa bir süre sonunda devrimci olmasını hazırlayan davranış biçimleri de saklı bulunmaktadır. Bu biçimleşmeyi onu ikinci bir atılıma kadar götüren koşullar hakkında söylediklerinden çıkarabiliriz.

“Aşağı yukarı 13 yaşındayken” diye anlatıyor E. Snow’a “Babam bir keresinde eve bazı konuklar çağırmıştı. Onlarla konuşurken aramızda bir tartışma çıktı, babam herkesin önünde bana -tembel, işe yaramaz herif- diye bağırdı. Ben çok öfkelendim ve küfür ede ede evden çıktım gittim. Annem arkamdan geldi, geri çevirmek istedi beni. Sonra babam da yetişti, hem küfür ediyor, hem geri dönmemi istiyordu. O arada bir gölün kenarına varmıştım, babama bir adım daha kımıldarsa, kendimi sulara atacağımı söyledim. O durumdayken biz aramızdaki mücadelenin sona erdirilmesine ilişkin karşılıklı istemleri tartışıyorduk. Bu ara babam kendisine boyun eğmekliğimi belirtmek için özür dilememde direniyordu (kou-tou). Ben de beni dövmeyeceğine söz verirse özür dilemeye hazır olduğumu söyledim. Kavgaya böylece son verdik ve ben şunu öğrendim ki hakkımı açıkça başkaldırarak savunduğum zaman babam direnmekten vazgeçiyor, tersine ürkek ve başeğer olduğum sırada da beni öylesine haşlıyor, öylesine dövüyordu.”[10]

Dipnotlar

[1] Mao’nun 16 ve 30 Kasum 1919 tarihleri arasında bayan Çao’nun intiharı konusunda kaleme aldığı dokuz makalenin özetlerini “Hunan li-şi Tsu.liao” (Hunan üzerine tarihsel belgeler), no. 4 1959 adlı kitapçıkta bulabilirsiniz. Ayrıca bak. 1) Chou Shih-chao, “4 Mayıs hareketinden önce ve sonra Başkan Mao ile ilgili anılarım”, İşçi gazetesi, 20.4.1959. 2) R. Schramm, The political thougth of Mao Tse-Tung, s.334-337.

[2] Bak. Scrahmm, The Political Thought, s.336

[3] Bakınız: Lu Hsün, Toplu Eserleri, Pekin 1958 (10 cilt) ve J. Last, Lu Hsün, Dichter und Idol, Bd. 5 der Schriften des İnstituts für Asien-Kunde in Hamburg.

[4] Lu Hsün, Bir Delinin Günlük Notları, Hsin çing.nien Yeni Gençlik dergisi, IV, 5 (15 Mayıs 1918).

[5] Fung Yu-lan, “The Philosophy at the Basis of Traditional Chinese Society” adlı makale Ideological Differences and World Order, F.S.C. Northrop, New York 1949, S. 18’de yer almaktadır.

[6] Bak Almanca çevirisi Li Gi, Das Buch der Sitte, Düsseldorf Köln.

[7] Hu Shih, The Chinese Renaissance, New York, 1963, s.110

[8] Edgar Snow, Journey to the Beginning, New York 1958, s.165.

[9] Edgar Snow Red Star Over China. First Black Cat Edition 1961, s.125-129.

[10] E. Snow, Red Star Over China.

Önceki İçerik‘Bilginin psikanalizi’ ışığında Bachelard’ın ‘tözcü engel’ analizi
Sonraki İçerikGüle güle Yaman Hoca, hoş geldin Ekin bebek…