Ana Sayfa 152. Sayı Bir gelecek projesi olarak imam hatip okulları

Bir gelecek projesi olarak imam hatip okulları

1555

İmam hatip okulları ne tek başına bir okul projesidir ne de bu okullar yalınkat bir dille eğitim hakkı kapsamında ele alınabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi bu okulların bir misyonu vardır; o okullarda okuyanlar “geleceğin umudur”. Ve yine Erdoğan’ın deyişiyle o gençlerin devraldığı bir Necip Fazıl mirası vardır…

“Düzce’nin Akçakoca İlçesi’nde, okullarının Kız İmam Hatip Lisesi’ne dönüştürülmesine tepki gösteren Sosyal Bilimler Lisesi öğrencileri, sınıf girişlerinde barikat oluşturup İmam Hatip Lisesi öğrencilerinin girişine izin vermedi.” Haber medyada böyle yer aldı.(1) Bu görüntünün adı toplumsal, siyasal bir sorun haline dönüşmüş “imam hatip okulu” meselesi midir, yoksa günlük adli bir vaka mıdır siz karar verin. Bize göre ise hadise günlük bir vakadan ziyade daha derin bir muhteviyata sahip toplumsal bir sorundur. Zira son 14 yılda lehine en çok ayrımcılık yapılan “imam hatip okulları” beraberinde bu tür sorunları da getirecekti. Nitekim bu durum yakın gelecekte de önemli problemler açığa çıkaracaktır.

İfade ettiğimiz gibi imam hatip okulları iktidarın açık bir desteğine mazhar olan eğitim kurumları olarak kayıtlarda yerini almıştır. Öyle ki geleneksel İslam anlayışının hızlı savunucularından biri olan İhsan Şenocak kendi sosyal medya hesabından bu konu bağlamında şu sözleri söylemekten kendini alamamıştır: “Okullar başlıyor. Kasabalara kadar İmam-Hatiplerin açıldığı bir zamanda maneviyat devrimi yapılamazsa bütün sorumluluk biz hocalarda…” Şenocak’a göre iktidar üzerine düşeni yapmıştı, sıra artık “maneviyat devrimi”nde idi? Peki bu devrimden amaçlanan neydi, dahası“imam hatipler” ile “manevi devrim” arasında nasıl bir bağ vardı? Bu soruları aklımızda tutarak devam edelim ve bir soru daha soralım: İmam hatiplerin sayısının bu kadar çok arttırılmasının bilimsel, etik ve sosyolojik bir karşılığı var mıdır? Sorumuzun cevabını birazdan aktaracağız. Ama öncelikle şu çarpıcı verileri de aktarmamıza izin verin.

Lise öğrencilerinin yüzde 15’i imam hatipli

Bugün liselerde okuyan her 100 öğrenciden 15’i imam hatip liselidir. Buna göre açıköğretim liseleri dahil olmak üzere bugün ülkemizde eğitim gören imam hatip liseli öğrenci sayısı 605.205’e ulaşmıştır.(2) Toplamda imam hatip okullarında eğitim gören öğrenci sayısı ise 1 milyon 136 bindir.(3) Diğer liselerle imam hatip liseleri arasındaki farkı görmek bakımından şu verilerin de çarpıcı olduğunu düşünüyoruz. “2010’dan 2015’e İmam-hatip lisesi öğrenci sayısı, 198.581’den 668.381’e çıkarak 3 katından fazlasına (artış yüzde  337’dir) yükselmiştir. Bu dönemler arasında diğer mesleki liselerde okuyan öğrenci 1.439.872’den 2.043.846’a çıkmıştır. Oransal olarak artış yüzde 70’tir. Yani İmam-hatip lisesi öğrenci sayısındaki oransal artış diğer meslek liselerindeki oransal artışın neredeyse 5 katıdır.”(4)

Yukarıda zikrettiğimiz sorunun cevabına dönersek söz konusu okulların bu derecede arttırılmasının toplumsal hiçbir karşılığı yoktur. Çünkü bu okulların ne evrensel ölçekte bilimsel bir başarısı ne de eğitim öğretim kalitesi noktasında başat bir yeri vardır. Diğer taraftan bütün etik, ahlaki kaygıları bir yana bırakıp sözüm ona bu okulları “dini ihtiyaçlar çerçevesinde” pıtrak gibi büyütürken, Alevilere ait cemevlerini ibadethane olarak kabul etmemek, Alevi öğrencilere hâlâ zorunlu din dersini dayatmak da yaşanan samimiyetsiz durumu gözler önüne sermektedir. Bu anlamda söz konusu okullar hem laiklik hem de adalet ilkesine aykırı bir biçimde var olmaktadır.

Bu noktada önemli bir ayrıntıyı da sizlerle paylaşmak istiyoruz. Anılan okulların yüzde 99’u, en başarılı yüzde 10’luk dilimden öğrenci alamamaktadır. Dahası Türkiye’de sadece 5 lise 450’nin üzerindeki TEOG tabanıyla öğrenci alabilmiştir.(5)  Bu veriden çıkaracağımız iki önemli sonuç ise şunlar olabilir. Birincisi bu okullara gelen öğrencilerin eğitim kalitesi düşüktür; ikincisi de buna rağmen bahse konu okullar yüz binlerce öğrenci ile buluşabilmektedir. Durum bu kadar vahimdir işte. Devam edelim.

İmam hatiplilerin geleceği sorunu

Bir İmam Hatip Lisesi Müdiresi, öğrenci kalitesinde ortaya çıkan bu başarısız grafiği kendi zaviyesinden şu sözlerle eleştirmektedir: “Verileni alma, aldığını depolama, sentezleme, geliştirme kapasitesi düşük öğrenciler içerisinden geleceğin Türkiye’sini şekillendirecek yeni Recep Tayyip Erdoğanlar çıkmasını beklemek safdillik olur. Böylesi bir durumda/vasatta ‘İmam-Hatip tabelasının altından geçmek bile yeter’ tesellisinden başka tutunacak bir dal kalmamaktadır.”(6) Görüldüğü üzere kamuya ait bir okulun yöneticisi için mesele imam hatip okullarının asıl amacı yeni Recep Tayyip Erdoğan’lar yetiştirmekmiş. Oysa imam hatip okullarının geldiği nokta bu durumdan çok uzakmış. Yanlış anlaşılmasın, Adalet ve Kalkınma Partisi teşkilat yapılanmasının içinde bulunduğu durumdan değil, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı imam hatip okullarından bahsediyor Müdire Hanım!

Oysa bu noktada sorgulaması gereken husus, anılan okullarda biriken bu başarısız öğrenci profilinin geleceği ve bu okullarda okutulan eğitim müfredatının sonuçları olmalıydı. Zira bu okullar “mesleki” bir hedefi olan kurumdan ziyade, “dini bütün” nesiller yetiştiren okullar olarak düşünülmektedir. Öyle ki kız çocukları gelecekte “imam” olmayacağı halde adı “imam-hatip okulları” olan bu okullara büyük teveccüh göstererek katılım göstermektedir.

“Fıkıh” anlayışı ders olarak meşrulaştığında, öğrencinin karşılacağı din dünyası, örneğin müzik, resim gibi dünyevi zevklerden uzak durulmasını, kadınların çalışmamasını, hırsızlık yapanın elinin kesilmesini söyleyen fıkıh hükümleri üzerine şekillenecektir.

Müfredat: Fıkıh ders olarak meşrulaşırsa…

Elbette bu oldukça önemli bir sorundur ve bu sorunun üzerinde ayrıca durulmalıdır. Diğer taraftan imam hatip okullarının eğitim müfredatı da yukarıda zikrettiğimiz sorun kadar yakıcı bir biçimde karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki bu okullarda okutulan “fıkıh” dersi bile başlı başına problemlidir. Çünkü bu derslerde her ne kadar “fıkıh kuralları” yüzeysel bir dille gösterilmiş olsa da gelinen noktada “fıkıh anlayışı” eğitim-öğretim katında meşruluk kazanmıştır. Nitekim bir Anadolu İmam Hatip Lisesi Fıkıh kitabında bu durum şu sözlerle ortaya konulur: “Fıkıh kelimesi, Peygamber’in (s.a.v.) vefatından sonra zamanla özel bir anlam kazanmaya başlamış ve bir ilim dalının adı olmuştur. Bu süreçte kazandığı ilk anlamı “bir bütün olarak dinin doğru biçimde anlaşılması”dır.”(7) Fıkıh bir defa zihinlerde “dinin doğru anlaşılması” olarak kodlanınca, bu okumayı yapan akıl için fıkhın kapıları sonuna kadar açılacaktır. Bu açılım sonrasında ise “dinini doğru yaşamak” isteyen bireyin karşısına şu fıkıh kuralları çıkacaktır: “Namaz kılmayanı, zina edeni, dinden döneni, Peygamber ve Allah’a hakaret edeni öldür; içki içene 40 ya da 80 değnek ceza ver; hırsızlık yapanın elini kes, üstelik tekrar hırsızlık yapıyorsa tekrar kes, acıma; kadınları tek başına dışarı çıkarma, dahası ergenlik çağına geldiğinde onların elini ve yüzünü dahi kapat (Hanbeli ve Şafi Mezhebi), erkeklerle aynı ortamda bulunmasına zinhar izin verme, süslenmesini katiyen yasakla; müzik, sanat, resim gibi dünyevi zevklerden uzak dur; şans ya da keyif verici oyunlar dahi oynama ve daha nice böyle hüküm!(8)

“Kadın hakları” meselesinde imam hatipli kız öğrenciler, erkek öğrencilerden farklı düşünüyorlar.

Kız ve erkek öğrencilerin “kadın haklarına” bakış farkı

Evet bir defa “fıkıh” anlayışı ders olarak meşrulaştığı ve itibar gördüğü anda, öğrencinin karşılaşacağı yeni din dünyası da tam da bu hükümler üzerine şekillenecektir. Elbet bu durum bütün öğrenciler için söz konusu olmayabilir, lakin burada önemli olan bu kapının, üstelikte eğitim başarısı düşük olan öğrencilere açılmış olmasıdır. Bu noktada Bahattin Akşit ve  Mustafa Kemal Coşkun tarafından kaleme alınan “Türkiye’nin Modernleşmesi Bağlamında İmam Hatip Okulları” isimli makale bize oldukça çarpıcı veriler sunmakta. Öyle ki anılan makalede aynı sorulara imam hatip liseleri ile diğer liseli öğrencilerin verdiği cevaplar karşılıklı olarak gösterilmiş ve bu bağlamda imam hatip okullarının düşünsel profili gözler önüne serilmiştir. Buna göre “Kadınlar dışarıda çalışarak eve kazanç sağlamalıdır” önerisine imam hatip liselerinde okuyan erkek öğrencilerin yalnızca yüzde 19,7’si olumlu cevap vermiştir. Oysa aynı oran diğer liselerde yüzde 63,9’dur. Yine “Kadın kendi fikirlerini serbestçe başka erkeklere söyleyebilir” önerisine sahip çıkan imam hatipli erkek öğrenci oranı yüzde 24’lerde kalırken bu oran diğer liselerde yüzde 60’lar düzeyindedir.  “Kadın kendi fikirlerini yalnızca kocasına söyleyebilmelidir” önerisine sahip çıkan erkek imam hatip öğrenci yüzdesi ise çarpıcıdır. Çünkü söz konusu öğrencilerin yüzde 60’ı bu düşünceyi desteklemektedir. Oysa aynı oran diğer liselerde yüzde 30’lar düzeyinde kalmaktadır.

Söz konusu öneriler arasında en düşündürücü olanlarından bir tanesi de kuşkusuz “Kadının meslek sahibi olması gereksizdir” önerisidir. Kadını toplumsal yaşamdan dışlayan ve statü olarak bir değere layık görmeyen bu öneriye imam hatip liselerinde okuyan her beş öğrenciden biri sahip çıkmış ve desteklemiştir. Buna karşılık diğer liselerde bu durum yüzde 10’ların bile altındadır. Tahmin edileceği üzere “Kadınlar dışarı çıktıklarında ya da başkalarının yanında mutlaka örtünmelidir” önerisini erkek imam hatip öğrencilerinin yüzde 90’ı desteklemiştir. Benzer biçimde imam hatip liselerinde okuyan kız öğrenciler de yüzde 90 oranında bu öneriye sahip çıkmıştır. Buna karşılık diğer liselerde okuyan erkek öğrencilerin yüzde 25’i bu öneriyi desteklerken, kız öğrencilerin yalnızca yüzde 10’u bu öneriye sahip çıkmışlardır. Son olarak “Kadının esas yeri evi olmalıdır” önerisine destek veren erkek imam hatip öğrenci oranı yüzde 83’ler düzeyindedir.

Bu noktada bizim açımızdan önemli olan sonuçta  “imam hatip liselerinde” okuyan kız çocuklarının konu “kadın hakları” meselesine geldiğinde erkek öğrencilerden farklı düşündüğü gerçeğidir. Öyle ki anılan liselerde okuyan kız öğrenciler, kadınların çalışmasına, fikirlerini başka erkeklerle paylaşma hakkına, meslek sahibi olma isteğine ve yalnız başına dışarı çıkma talebine büyük oranda hak vermekte ve bu noktada erkek öğrencilerden farklı düşünmektedir. Üstelik hâkim fıkıh anlayışının bu noktada “erkek egemen” bir görüşü benimsemesine rağmen böyle düşünmektedirler. Buna göre tarihsel süreç içerisinde emir telakki edilen dini görüşler “kimi muhataplarınca” kabul edilmemektedir. Çünkü bu noktada söz konusu olan bizatihi kendi yaşamlarıdır!

“İmam hatipler iyi, ama öğretmenleri kötü!”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açısından ise durum oldukça farklıdır. Çünkü o gerek İmam Hatipli öğrencilerin düşünsel, itikadi dünyasından gerekse de bu dünyayı kuşatan iklimden oldukça hoşnuttur. Öyle ki İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği’nin düzenlediği bir etkinlikte, yaşadığı mutluluğu şu sözlerle açıkça ortaya koymuştur Erdoğan. “Allah’ın izniyle, Hazret-i Peygamber’in ve şehitlerimizin şefaatiyle, aziz milletimizin ve sizlerin gayretleriyle inşallah bu topraklar üzerinde Kuran-ı Kerim ebediyen okunacak, Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi hiç sönmeyecek, Ezan-ı Muhammedi hiç susmayacaktır. Kur’an ahlakıyla ahlaklanmış, Siyer-i Nebi’yi kendisine rehber edinmiş imam hatip mezunları, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da inşallah bu milletin, bu ülkenin, hatta insanlığın hem hizmetkarı, hem de medarı iftiharı olmaya devam edecektir.”(9) Buna karşılık önceki satırlarda yer verdiğimiz, “Erdoğan Sevdalısı” Müdire Hanım Ayfer Yıldırım İmam Hatip Liseleri’nin durumunu hiçte iç açıcı görmemektedir. Bir okul Müdiresi olarak şu sözler ona aittir: “İmam-Hatip liselerindeki öğretmen profili de sorunludur. İmam-hatiplerin misyonuna karşı bir duruş ortaya koyan siyasal angajmanlara sahip öğretmenler öğrenme ortamını ifsad etmekte, bir kısım öğretmen de fırsat bulduğunda öğrenciyi kendi ideolojisinin ocağına, bucağına, lokaline taşıma çabası içerisine girmektedir. Özellikle 2010 Referandumu’ndan sonra yeni dönemde İmam Hatip liselerinin özel ilgiye mazhar olacağını gören 17-25 Aralık sürecinin aktörü malum yapıya entegre öğretmenler, bir merkezden yönlendirilmişçesine İmam-Hatip liselerinde yoğunlaşmışlardır. Malum yapıyla yollar ayrıldıktan sonra bu yapının kurşun askeri olan bu nev’i öğretmenler İmam-Hatip liselerinin önünde birer takoz olarak okulların gelişimine engel olmak üzere misyonlandırılmıştır. Ne yazık ki, İmam-Hatip lisesinde çalışan ancak, belli puanın üzerinde puanı olan öğrencileri ‘Size burada yazık olur’ kabilinden ayartmalarla başka okullara taşıma gayreti içerisine giren öğretmenler bulunmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı, İmam-Hatip ortaokulları ve liselerindeki öğretmen profilini mutlaka gözden geçirmeli, içi geçmiş, heyecanını kaybetmiş öğretmenlerle içi bozuk, İmam-Hatiplerin misyonuna inanmayan, İmam-Hatiplerin mesafe almasına engel olmaya koşullanmış; öğrencileri kendi ocağına taşıyıp saf zihinleri vurdulu kırdılı hikâyelerle izlal eden, kendi bucağına taşıyıp derste başladığı propagandayı maklubeli mülaane ile sürdüren öğretmenlerden İmam-Hatipleri mutlaka kurtarmalıdır.”(10)

Müdire Hanımı yaşadığı hayal kırıklıklarıyla başbaşa bırakalım ve yazımıza imam hatip liselerinin başarı durumuyla devam edelim. Peşinen şunu ifade edelim ki anılan okulların karnesi oldukça kötüdür. Öyle ki  “Anadolu İmam Hatip ile İmam Hatip Liselerinin 4 yıllık YGS matematik ve fen bilimlerinin soru çözme ortalama sonuçları karanlık bir tabloyu işaret etmektedir. Özellikle fen bilimleri alanında soru çözme ortalaması 1’in altında olan liselerin oranı Anadolu liselerinde % 66,47’ya, İmam-Hatip liselerinde ise % 81,26’ya ulaşmaktadır. Soru çözme ortalaması 5’in üzerinde olan Anadolu Liselerinin oranı % 3.41, İmam-Hatip liselerinin oranı ise 0’dır. Matematik alanı fen bilimlerine göre bir nebze daha iyi olmakla birlikte bu alanda soru çözme ortalaması 5’in üzerinde yer alan liselerin daha çok büyük kentlerde yer alan liselerdir.”(11)

“İmam Hatipliyim diyorsanız hayatınız sonuna kadar şerefle ve sorumlulukla taşıyacağınız bir görev üstlenmişsiniz demektir.” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imam hatiplerle ilgili söylemleri, “dinsellik” ve “misyonerlik” vurgusu içermektedir.

Eğitim aklını siyasal akla uydurmak…

Bütün bunlara karşın imam hatip okullarında yaşanan artışın gerekçesini, ancak “eğitim aklını” “siyasal akla” uydurmak ve bu akla uygun nesiller yetiştirmek olarak açıklayabiliriz.

Dahası bu durum bizatihi Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da ifade edilmiş ve kendisi “geleceğin umudu” olarak gördüğü imam hatiplilere şöyle seslenmiştir: “Sizler, yani mensubu olmaktan şeref duyduğum İmam Hatip’liler. Son dinin ve son peygamberin bendeleri ve günümüzdeki hizmetkârları olarak rahmetli Mehmet Akif Ersoy’un özlemini çektiği Asım’ın Nesli olarak, üstad Necip Fazıl’ın ‘Zaman bendedir, mekân bana emanettir şuurunda bir gençlik’ olarak tarif ettiği gençler. Sadece bu milletin değil, aynı zamanda tüm ümmetin de umudusunuz. Açık söylüyorum, bu bilince sahibe olmayan bir İmam Hatip’linin benim nazarımda sıradan bir İmam Hatip’li olmasının bir önemi yoktur. İmam Hatipliyim diyorsanız hayatınız sonuna kadar şerefle ve sorumlulukla taşıyacağınız bir görev üstlenmişsiniz demektir.” (12)

Alıntısını yaptığımız bu pasaj pek çok açıdan sorgulanmaya ve üzerinde tekrar tekrar düşünmeye muhtaç düşünceler içermektedir. Bu noktada birkaç kelam etmek istiyoruz. Yukarıda yer verdiğimiz sözlere göre imam hatipliler açıkça “dini düşüncenin” hizmetkârları, taşıyıcıları olarak ifade edilmiştir. Üstelik bu ifadeler ülkenin Cumhurbaşkanına aittir. Durum bu kadar açık ilen imam hatip okullarını “bilimsel-eğitim faaliyeti” yürüten okullar olarak görmek ne derece mümkündür peki? Aynı şekilde cumhurbaşkanının sözlerini göz önünde bulundurursak, bu okullara yapılan yatırımları ne ölçüde “eğitim-öğretime” yapılan yatırımlar olarak açıklayabiliriz. Çünkü bu sözlerde buram buram “dinsellik” ve “misyonerlik” faaliyeti kokmaktadır. O halde söz konusu okulların “Milli Eğitim Bakanlığı” bünyesinde faaliyet yürütmesi ne ölçüde doğrudur? Daha doğrusu böylesine yüksek profilli bir düzlemde faaliyet yürüten “dinsel okulların” bulunması kabul edilebilir bir durum mudur? Nitekim laikliği ilke edinen ve Anayasasında buna yer veren bir devlette söz konusu okulların en azından böylesi bir tahayyül ve içerikle var olması mümkün değildir; olmamalıdır. Görebildiğimiz kadarı ile “selefi, bağnazlığı” ile meşhur ülkeler dışında Yunanistan hariç dünyada “din liseleri” olan bir başka ülke de yoktur.  Eğer kimi “meslek” gruplarına duyulan ihtiyaç üzerine bu tür okullar açılacaksa, bunun için de öncelikli tercih yüksek öğrenim kurumları olmalıdır.

Diğer taraftan Türkiye’de “din öğretimi” sorununun imam hatip okulları ile sınırlı kaldığını söyleyemeyiz. Ötesinde Türkiye’de bilimsel anlamda bir din öğretimi verildiğini söylemek bile güçtür. Dini örgütlerden tutun ilahiyat fakültelerine kadar bu durum maalesef böyledir. Örneğin Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır tam bu noktada “Bugün Türkiye’deki ilahiyat fakültelerinde okutulan din ile IŞİD’in dini arasında en küçük bir fark yoktur”(13) diyerek bu korkunç gerçekliğe parmak basmaktadır. Yine ilahiyatçı yazar İhsan Eliaçık bu durumu şu ibretlik sözlerle ifade eder: “Bugün Türkiye’deki ortalama bir cemaatte mevcut din anlayışıyla eğitilen bir genç üç gömlek sonra IŞİD’cidir.” (14) Pek tabi olarak tarikatlar temelinde hurafeci, bağnaz; medrese, okul temelinde ise tekfirci, dışlayıcı bir söylem ile var olmaya çalışan Türkiye İslami yorumu, bilimsel açıdan da kabul edilemeyecek bir içerikte görünür olmaya çalışmaktadır.

Sorulara yansıyan…

Bu anlamda hem Türkiye’deki din öğretiminin içeriğini hem de “bilimle” kurduğu ilişkiyi görmek açısından “28 Kasım, 2013 tarihli ‘M.E.B. 8. Sınıf Birinci Dönem Ortak Sınavı Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Dersi’ soruları bize din eğitimiyle ilgili bazı ipuçları sağlıyor. Liseye geçişte anahtar olan bu sınav, din derslerinin nasıl okutulduğunu gösteriyor…

İlk örnekle başlayalım (9. Soru):

“Ertuğrul: Yağmur’un ve karın yağması

“Zehra: Güneş ve ayın hareket etmesi

“Muhammet: Gece ve gündüzün birbirini takip etmesi

“Nesrin: Depremde çürük yapıların yıkılması

“Buna göre, Allah’ın herşeyi bir ölçüye göre yaratmasıyla ilgili hangi öğrencinin verdiği örnek yanlıştır?

“A)Nesrin B)Zehra C)Muhammet D)Ertuğrul”

Görüldüğü üzere doğa olayları başta olmak üzere her şeyin bir çırpıda yaratıcıya havale edildiği bu soru ile zihin bir anda durağanlaşıyor ve bütün araştırma faaliyetlerini noktalayabiliyor. Oysa Ertuğrul, Muhammet ve Zehra’nın verdiği örneklerin bulunması ve açığa çıkarılması için doğa ve fen bilimleri binlerce yıl çaba sarf etmiş, söz konusu bilgilerin halkla buluşması için yüzlerce insan canı pahasına mücadele etmiştir. Böylesi bir hakikat ortada iken fen ve doğa bilimleri alanına giren konuların “ilahi” bir söylemle ilişkilendirilmesinin anlamı nedir? Dahası bu tür söylemler dünden bugüne “itaatkâr” bir toplum ile “teokratik” bir iktidar tipi yaratmaktan başka bir işlev görmemiştir. Yani bu ilişkilendirmenin tarihsel süreç içerisinde yüklendiği mana da ortadadır.

Gelelim diğer örneğimize. 16. soru:

“Nasrettin Hoca, ceviz ağacının altında uzanmış dinleniyordu. Bir bal kabaklarına baktı, bir de koca ceviz ağacındaki küçük cevizlere:

Ey yüce Rabb’im, şu incecik kabak sapına kocaman bal kabağı, koca ceviz ağacında ise küçücük cevizi yaratmışsın!” diye söylenirken bir ceviz tanesi hocanın kafasına düştü. Gözünde şimşekler çakan hoca şöyle dedi:

Tövbe Yüce Rabb’im, bir daha senin işine karışmam. Ya kafama ceviz yerine kabak düşseydi, halim ne olurdu!” Bu fıkrada vurgulanan ana fikir aşağıdakilerden hangisidir?

A) Allah’ın işine karışılmaz
B) Allah her şeyi bilir ve gözetir
C) Allah’ın her şeyi yapmaya gücü yeter.
D)Allah her şeyi bir ölçüye göre yaratmıştır.”

Oldukça problemli şıklar içerisinde yazarın bizi götürmek isteği yer, yine kötürümleşmiş bir zihin ve o zihnin çeperinde bir dünya olsa gerek. Zira örneğe göre Nasreddin Hoca’nın cevizi yerip, bal kabağını övmesi onun düşünsel sınırlarının ötesinde bir durumdur. Dolayısıyla Hoca, böylesi bir konuşmayla haddini aşmış, Allah’ın “ölçülülüğüne” ya da “takdirine”  müdahale etmiştir. Tam da bundan dolayıdır ki, Hoca’nın kafasına düşen ceviz tanesi aslında bir uyarıdır; ona gönderilen bir mesajdır. Bu mesajdan almamız gereken ders ise canlılar/nesneler dünyasında bile karşı karşıya kaldığımız durumları sorgulamamak ve bu doğrultuda haddi aşmamak olmalıdır!(15) Bu mesajın politik yansımaları ise beşeri konularda olsa bile maksadı aşan düşüncelere girmemek, bilgilerimizin sınırlı olduğunu görmek ve sıkıştığımız, bocaladığımız yerde “Allah Dostu” olarak nitelendirilen kimselere müracaat etmek olmalıdır.

Düzce’nin Akçakoca İlçesinde cereyan eden bir olayla başladığımız yazı Nasreddin Hoca örneğine kadar getirdi bizi. Hiç şüphesiz örnekler arasında sıkça dolaşmamız ve farklı alanlara eğilerek hadiseyi anlamaya çalışmamız, karşı karşıya kaldığımız meselenin öneminden kaynaklanmaktadır. Konunun önemi şudur ki “İmam Hatip Okulları” özellikle muhafazakâr çevrelerce bir “eğitim hakkı” ve “dini öğrenme” hakkı olarak sunulurken bu okullara yönelik eleştirilerde bu haklar çerçevesinde yanıtlanmaktadır. Ötesinde söz konusu okulları eleştiren çevrelerde, bu hakları gözetmediği suçlamasıyla itham edilmektedir. Oysa bu ithamlar oldukça sığ, dayanıksız bir zemin üzerinde dile getirilmektedir. İmam hatip okulları ne tek başına bir okul projesidir ne de bu okullar yalınkat bir dille eğitim hakkı kapsamında ele alınabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi bu okulların bir misyonu vardır; o okullarda okuyanlar “geleceğin umudur.” Ve yine Erdoğan’ın deyişiyle o gençlerin devraldığı bir Necip Fazıl mirası vardır. İşte o mirasta Necip Fazıl’ın adeta her bir harfi çivilerle zihnimize vurulan şu sözleri mevcuttur ki; imam hatip okulları başta olmak üzere bütün bir siyasal islam dünyası bu sözlerden azade olarak okunamaz. Bakın o sözlerde Necip Fazıl nasıl seslenmiş o meşhur gençliğe: “Allah ve Sevgilisinin düşmanlarını, bütün ölüleri ve dirileri, bütün soyları ve sopları, bütün cinsleri ve şubeleriyle en küçük af ve ihmale terk etmeyi, bizzat Allah ve Sevgilisine en büyük ihanet sayacağız! Bunları, çürümüş ataları ve henüz doğmamış torunlarına kadar kezzapta eritmeyi ve Allah ve Sevgilisi düşmanlığına karşı, yarın Allah imkan verecek olursa, vatan ormanlarının yetmeyeceği kadar idam sehpası kurmayı, bu sehpalarda asırlık ihanetlerin bütün cesetlerini, manalarını, eserlerini ve tesirlerini sallandırmayı ve karşılarında tarihin henüz bir eşini kaydetmediği şehrayinler tertiplemeyi, İslami merhametin hakikatı adına şimdiden taahhüt ediyoruz.”

Kaynaklar

1) http://www.hurriyet.com.tr/okullari-imam-hatip-lisesine-donusturulen-ogrencilerden-eylem-40227805

2) Eğitim-Sen Raporu: “2015-2016 Eğitim-Öğretim İstatistikleri: Eğitimde Ticarileşme Ve Dinselleşmenin Temel Göstergeleri”

3) A.g.e.

4) Mustafa Solak, Cumhuriyetçilerin Laiklik Hataları, Yayınlanmamış Kitap.

5) Ayfer Yıldırım, Ankara-Gölbaşı Şehit Sebahattin Koçak Anadolu İmam-Hatip Lisesi Müdürü Yıl: 11 / Sayı: 35 Ekim / Kasım / Aralık 2015.

6) A.g.e.

7) Ahmet Memduoğlu vd., Anadolu İmam Hatip Liseleri, Taşova Anadolu İmam Hatip Lisesi Fıkıh Materyali, M.E.B. 2015.

8) Aydın Tonga, Derin İslam, Doğu Kitabevi, 2015.

9) http://www.sabah.com.tr/gundem/2012/04/25/erdogan-imam-hatipler-goz-bebegi-olacak

10) Ayfer Yıldırım, a.g.e.

11) http://www.egitimajansi.com/alaaddin-dincer/gunumuzde-imam-hatip-okullarinin-liselerinin-akademik-basarisi-kose-yazisi-655y.html

12) http://www.aksam.com.tr/siyaset/cumhurbaskani-erdogan-imam-hatip-genclik-bulusmasinda/haber-511523

13) http://odatv.com/ilahiyat-fakultelerinde-okutulan-din-ile-isidin-ogrettikleri-ayni-2306161200.html

14) https://www.evrensel.net/haber/101771/turkiyedeki-islam-kulturuyle-yetisen-bir-genc-3-gomlek-sonra-isidcidir

15) Çiğdem Kağıtçıbaşı, Gençlerin Potansiyeli ve Din Eğitimi: İmam-Hatipler ve Din Dersleri, Bilim Akademesi.

Önceki İçerikStratosferdeki tuhaf olay
Sonraki İçerikBildiğimiz İnternet’in sonu mu?