“E pur si muove!” (Gene de dünya dönüyor!). Galilei gelmiştir aklınıza. Oysa, Papa II. Joan Paul’ün bu cümleyi sarf edişinden söz edeceğim. Tabii Galilei’ye atıfla.
Papa II. Joan Paul; hani Berlin Duvarının yıkılmasında, Sovyetler Birliği’nin dağılmasında parmağı olduğu düşünülen; hani kendisine suikast girişiminde bulunan Mehmet Ali Ağca’yı affeden Papa. Kilise’nin toplum nezdinde gittikçe zayıflamış itibarını tamir etmeye, komünizme karşı bir tampon olarak siyasi nüfuzunu yeniden arttırmaya niyetliydi belli ki: 1992’de, Galilei’nin 1633’de Engizisyon’da yargılanmasından 350 yıl sonra, “Galilei’ye yanlış yaptık” demişti.(1) Din ile bilimi, geç de olsa “uzlaştırmaya” girişiyordu: Çoktan aşikâr bir gerçek karşısında geri adım atarak.
Ama yukarıdaki cümleyi, bu dini bilimle barıştırma girişimi sırasında değil; 1996 yılında, ilerlemiş yaşıyla sağlığı iyice bozulduğunda, iki suikast girişiminden ve bir sürü küçüklü büyüklü kaza ve ameliyattan sağ çıktıktan sonra, resmi bir toplantıda güçlükle yerinden kalktığında söylemişti.(2)“Her şeye rağmen hayattayım, ayaktayım, hastalıklara, kazalara belalara rağmen yenilmedim; direniyorum” demek istemişti.
Peki Galilei’nin, Engizisyon’da Dünya’nın Güneş etrafında dönen gezegenlerden biri olduğunu söyleyen Kopernik kuramını yalanlaması, nedamet getirmesi istendiğinde; kuzu kuzu bunları yerine getirirken, “efsaneye göre” bir yandan “Gene de dünya dönüyor!” demiş olması, aslında direndiğini mi gösterir? Boyun eğmiş, yenilmiş görünmesi, yoksa ondan başka kimsenin üretemeyeceği ve aslında düşüncelerinden vazgeçmediğini, kanıtlamaya devam edeceğini gösteren İki Yeni Bilim Üzerine kitabını yazabilmek için, zaman kazanmasını sağlayan bir taktik midir?
Bertolt Brecht, Galilei’nin Yaşamı adlı, bilimseverlerin okuması gerekenler listesine girmesi bence şart olan oyununda, Galilei’nin bir biliminsanı/aydın olarak, kritik siyasi koşullardaki tutumunu ele alır: Galilei, yıllarca savunduğu görüşü inkâr etmiş, halkı Kilise’ye ve egemenlere karşı elinde bir güce dönüşecek bilimden soğutmuş bir hain midir; yoksa yenilmiş gözükerek “nihai zaferi sağlayacak olan” bilimini yapmaya devam etme olanağı kazanmaya çalışmış bir kahraman mı?
Akıl ile dogmanın, din ile bilimin savaşı
MÖ 400’lerde Datçalı hemşerimiz (Knidos) Eudoksos’un ortaya attığı, Dünya’nın evrenin merkezinde, sabit olduğunu söyleyen Yer-merkezli evren modeli, MS 150’de İskenderiyeli bilgin Batlamyus tarafından, onun adıyla anılmasını sağlayacak kadar, geliştirilmiştir. MS 13. yüzyılda keşiş filozof Aquinaslı Thomas, Aristoteles’in Dünya ve evrene ilişkin betimlemelerini Batlamyus’un Yer-merkezli evren modeli ve Hıristiyanlığın evren anlayışıyla ilişkilendirerek, bu modelin Kilise’nin resmi ideolojisine dönüşmesini sağlayacak yolu açmıştır. Yer-merkezli evren modeli çerçevesinde dönen bütün bilimsel tartışmalar, Kilise ve egemenler tarafından, dine ve Tanrıya dil uzatılmış muamelesi görmeye başlayacaktır.
Kopernik, giderek artan gözlemlerle, 2000 yıldır düşünce dünyasında egemen olan Yer-merkezli evren modelinin uyuşmaması problemini çözmek üzere, 1543’de Dünya’nın diğer gezegenler gibi Güneş’in etrafında döndüğünü söyleyen evren modelini geliştirir. Hıristiyanlık öğretisiyle tartışmaları olan Bruno, Kopernik’in modelini kendisinin “sonsuz evren” tezine dayanak olarak savunacaktır.Bruno Engizisyon tarafından diri diri yakılarak cezalandırılır. Ama Güneş-merkezli evren modeli biliminsanlarını etkilemeye devam eder ve Kepler’in çalışmalarıyla matematiksel temelleri sağlamlaşır. Galilei’nin Güneş-merkezli evren modeline esas katkısı, teleskopu gökyüzüne çevirmesi olacaktır. Teleskopun gözler önüne serdiği evren, Kilise’nin resmi öğretisiyle ters düşmekte, Kopernik’inkini doğrulamaktadır. Galilei Güneş-merkezli evren savunusunu, sıkı bir ideolojik mücadeleye dönüştürür. Öyle ki, Kopernik’in 70 yıl önce ortaya attığı kuram, Galilei’nin savunmaya başlamasından sonra yasaklanır. Bu Galilei’nin Engizisyon’dan aldığı bir anlamda “uyarı” cezasıdır. Ama geri adım atmaz: İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında kitabında, eski bilimin savunucularıyla, deneysel, gözlemsel, teorik tüm kanıtları ortaya koyarak tartışır. Üstelik bu kitabı, hem popüler bir yaklaşımla, hem de aydın takımının kapalı devre konuşmasına olanak tanıyan Latince yerine, halkın anlayacağı şekilde, İtalyanca yazmıştır!
Engizisyon bir kez daha harekete geçer: Bu kez “uyarı” ile yetinilmez. Galilei, halk önünde savunduklarından geri dönünce, cezası ev hapsiyle sınırlı kalır.
Üç kez yazılan oyun
Brecht, Galilei’nin Yaşamı adlı oyunu, ilk olarak 1938’de Naziler’den kaçarak sığındığı Danimarka sürgünü sırasında yazmıştır. Faşizmin tırmanışı sırasında aydınların tutumunu, Galilei örneğinde sorunsallaştırmak istiyordu. 1945’de Hiroşima’ya atom bombasının atılmasıyla, bilimin egemenlerin elinde bir yıkım aracına dönüştüğüne tanıklık ettikten sonra, 1947’de oyun Amerika’da sahnelenirken önemli düzeltmeler yaptı. En son düzenleme ise, Stalin’in ölümünden sonra 1955-56’da Berlin’de oldu (MitosBoyut’un bastığı Brecht’in Bütün OyunlarıCilt 7 içinde üç versiyon da yer almaktadır).
Brecht müthiş bir ustalıkla içeriğini oluşturduğu oyunla, resmettiği karakterlerle, onların dönüşümüyle, bizi din (egemenler) ve bilim çatışmasının Aydınlanma Dönemiyle sonuçlanacak somut bir örneğine götürür. Galilei, gerçeği ortaya çıkarmak için uğraşmış, onun tutkuyla savunusunu yapmış, ama Kilise’nin tehdidiyle karşı karşıya kalınca geri adım atmış bu biliminsanı, doğru mu davranmıştır, yanlış mı? Brecht Galilei’yi Engizisyon karşısında taktik ile teslimiyet arasındaki ince sınırda resmeder. Oyunu Dostlar Tiyatrosu’nda sahneleyen Genco Erkal’ın yorumuyla o, “Kendi başlattığı yeni çağa, yıkılmış, ezilmiş biçimde ulaşan bir savaşçıdır.”
– Bertolt Brecht, “Galilei’nin Yaşamı (1938/39), Galileo (Amerika metni), Galilei’nin Yaşamı (1955/56)”, Bütün Oyunları Cilt 7 içinde, Çev. Ahmet Cemal, MitosBoyut Yayınları.
Kaynaklar
– http://www.nytimes.com/1992/10/31/world/after-350-years-vatican-says-galileo-was-right-it-moves.html
– Arnold van de Laar, Bıçak Altında, Koç Üniversitesi Yayınları, Haziran 2016, s.80.